28 Eylül 2008 Pazar

Sultanahmet Ramazan Şenliği

Peşembe akşamı bizim ekip toplanıp Sultanahmet'e çıktık dostlar. Sultanahmet meydanında remazan dolayısıyla sıra sıra açık dükkanlar kurulmuş, ortalık evlere şenlik bir panayır yerine dönmüş idi.


Sıra sıra dükkanlarda neler yoktu ki? Sucuk dönerciler, kuruyemişçiler, kayısı dönerleri, gerçek mangalda kahve pişiren çayhaneler, çeşit çeşit tatlıcılar, mısırcı, kesataneci, şerbetçiler, turistler için hazırlanmış gudik hediyelik eşyalar, hepsi meydanda sıra sıra renk cümbüşü içinde dizilmişlerdi.



Bu canlılık, hareket, renkler ve dükkanlardan yayılan kokular çok hoşumuza gitti. Ne görsek canımız çekti, herşeyden almak, tadına bakmak istedik.
Fakat bizim buraya gelmekteki asıl amacımız kayısı döneri yemekti. Böyle devasa bir lokum kütlesi hayal edin. Satıcı kardeş koca bıçağıyla bundan ince ince dilimler kesiyor, döner gibin. Yani lokumu yaprak döner formatında yiyorsun ama kayısılı. Kivilisi, narlısı, kaymaklısı, portakallısı da var amma kayısılısı güzel.



Tabii bu tatlı patlamasından önce yemek yemeliydik, o yüzden sucuk dönerciye gittik. Kupkuru bir yufka arasına sarılmış gayet özensiz bir sucuk yedik. Aman!
Sucukları bastırmak için dolanırken turist kardeşlerimize özenip dikilitaşın önün de güzel de bir poz verdik :

Efendime söyleyeyim, yeterince dolaştıktan sonra kayısı dönerciye gidip her çeşidinden meyve dönerlerinden ortaya karışık bir paket yaptık. Paketimizi alıp ortası çeşmeli ve de mangalda kahve yapan bir çay bahçesi bulduk. Aaa unuttum, paketi sardırırken sıkılmayalım diye de birer atom patlattık hahahahaha. Minik Sinem de profiterol yedi. Yani Sultanahmetin cümbüşünden bize bir arsızlık geldi dostlar.

Çaybahçesinde o lokum tadında meyve pestili dönerleri yemekten gönlümüz bulandı, şekersiz çay ve de kahveyle ancak kendimize geldik. Sonracığıma fasıl başladı çay bahçesinde, ramazan olmasa kalkıp oynayacaktık ayol, Osman Ağa bile çaldı ahahahahah
Saatlerce şahane muhabbetler çevirdikten sonra eve dönerken şerbetçilerle karşılaşmayalım mı. Bir de baktım demir hindi şerbeti! Onu içmeden olmazdı, böylece bütün o yediğimiz içtiğimiz zımbırtıların üzerine demirhindi ile tüy diktik.

Ertesi gün benim midem biraz hoş oldu. Yine buna da şükür, bu yeme içme bunalımını ishal olmadan tamamlayabilmiştim.

25 Eylül 2008 Perşembe

elbise

Şişli'de köşede ufak bir tükkan var, eskiden metröbüs çıkmamışken, normal büslerle bunun önünden geçerdik, vitrindeki elbiseler bize pek hoş görünürdü uzaktan.

İşte dün akşam ofisten çıkınca, hep önünden geçip içine girmediğimiz bu tükkana gittim. Aman aman aman, ne paçoz kıyafetler anlatamam. Bir tane denemiş olayım diye giydim, ayol büzgüsü göğsümün üstünden başlıyor, çadıra döndüm. Kaçtım sizin anlayacağınız o mağazadan. Kafam attı, yürüyüp geldim Zara'ya. Dolandım, dolandım, gri bir elbise buldum. Tunus malı, gri yünlü viskoz karışımı, patı kısa ve düğmeli, dikiş detaylı. Şirin, rahat birşey.  Empire line dediğimiz, göğüs altından büzgülü lerden. Bana çok rahat geliyor.

Sonra bugün yağmur yağacak diye giymedim yeni elbisemi, ama yağmadı. Yarın giyinirim, kesin yağmur yağar. Öööf.

Onun dışında hiç istediğim gibi birşey yok. Böylece hiç masraf yapmamış oldum. Ne güzel değil mi?



23 Eylül 2008 Salı

flash flash flash

Kendime 8 GB flash bellek alacak idim. Gittim Teknosa'ya 52 YTL. Pahalı geldi, almadan çıktım. Sonra aklıma geldi, benim işyeri Perpa'ya pek yakın. Öğlen çıktım gittim, aaaa, aynı flash bellek 40 YTL'ye, hemen aldım. Şimdi buna Sinem'in pilkisayarından 7000 tane şarkı yükleyeceğiz.

Ondan sonracığıma, Accesorize'dan yeni bir çanta aldım, ama öyle çapraz takacağım postacı çantası değil. Eskimiş deri görünümlü, siyah kadın çantası. Hafif istiridye formu var, ne küçük ne kocaman büyük. Çok öyle kapkara sıkıcı bir çanta da değil, neredeyse sevimli birşey.  Omzuma takıp hanım hanım dolaşacağım. İşte öyle.


 Ondan sonra Deniz, Sinem, ben, aramıza yeni katılan Arzu'yu da alıp yemeğe gittik. Etli salata yedik ama üzerinde 4 parça kızarmış hellim var idi, damaklara seza bir tat. Üzerine de kahve için aptal gibi Okafe'ye gittik. Bir sürü para verip gudik kahveler içme mekanı! Latte Triosunu denedik aman aman sırf şekerli birşey. Hani küçükken zorla içirdikleri ballı süt gibi. Hiç kahve tadı alamadım.

Efendime söyleyeyim, eve dönünce Cnbc-e'de Emmy törenlerini izledim, hani sevdiğimiz yıldızları, güzel kıyafetleri göreyim diye. Fakat uyuyakalmışım ortalarda biryerde.

Annem babamın eski bir tişörtünü cart diye kesmiş, bizim tekir kediye tüylerine uygun renkte bu tişörtten yeni bir yastık dikmiş. Bence dünün en güzel olayı işte bu idi :) Ne kadar cici bir durum değil mi dostlar?


21 Eylül 2008 Pazar

yağmur yağıyor seller akıyor

Şimdi insanın canı parlak kırmızı renkli çizmelerini giyerek suların içinde dolaşmak istiyor ama benim kırmızı çizmem yok ki.



17 Eylül 2008 Çarşamba

Hay Allah

Yahu 6 aydır Real Fiesta üzerinden gelen mailleri okuyamıyordum, outlook'da sorun vardı, ben de ilgilenmedim. Bugün şirketin önünden geçen elektrik kablosu yandığı için 3 saat erken çıkınca (oh oh oh), eve gelip hallediverdim probblemi. 900 adet mail gelmiş 6 ayda admin@realfiesta.com adresine. Tabii bir alay spam, nereden bulmuşlar beni anlamadım. Mesela Gazete Yenigün hergün bıkıp usanmadan mail atmış.Danışmanlık firmaları, web tasarımı şirketleri, dış cephe bilmemneleri (???) , tekne turları, reklam dolmuş mailbox.

Sonracığıma bloglara gelen bütün yorumlar ayrıca mail olarak da geliyor. Bizim çizgi film ve de TV programları sayfalarına japonlar mı, çinliler mi birileri dadanmış. Takır takır spam yorumlar yollamışlar. Tek tek sildim hepsini, temizledim bloglarımı.

Bir de sorular vardı maalesef artık çok geç kaldığım cevaplamak için. Halbuki maile cevap vermemekten hiç hoşlanmam. Çok ayıp oldu, canım da sıkıldı.

Ay aman, siz siz olun, geymaile yollayın bana mesajlarınızı dostlar.

16 Eylül 2008 Salı

iftar şöleni ziyafeti

Geçen gece muhteşem bir iftar ziyafetine katıldım sevgili seyirciler.

Ziyafeti veren yabancı değil, bizim la capitana kuzenim Tuba idi. Akşam vakti evine vardığımızda kuzeni mutfakta tavalar, tencereler, yiyecekler arasında delirmiş bulduk. Büyük bir tencerede çorba fokuduyor; tavada ballı soya soslu tavuklar kebap oluyor, tezgahın üzerinde kocaman cam bir tabakta da iç pilava benzer, mantarlı üzümlü bir pilav beklemekte idi...


Kuzen adeta bir ahtapota benzemiş, sürekli o tencereden bu tavaya, dolaptan tezgaha uzanıyor, her saniye bir şey karıştırıp, kesip, pişirirken; beri yandan da bize görevler paylaştırıyordu. Ben oturdum 1 adet tam yağlı taze kaşar kalıbını rendelemeye koyuldum. Yelda salataya girişti. Dilek de valla çok çetrefilli birşey yapıyor idi ama anımsayamadım şimdi ne yaptığını .:)) Sonra benim rendelediğim kaşerler tezgahta bekleyen pilavın üzerine döşendi ve pilav fırına verildi oyy oyyyy oyyy, şimdi bile ağzımın suları aktı dostlar.



Bu arada kuzenimin yardımcısı Dadı Maya (e ama böyle söyleyince ne tuhaf oldu ahahahahah) kahvaltılıkları hazırlıyor idi. Fakat yanlışlıkla kanapenin üzerindeki sıcak pidelere oturmasın mı ahaahahahah çığlık atarak yerinden fırladı, salamlarla pastırmaları ayakta dizmeye başladı tabağa, ama bu sefer de kuzenim çığlık atmıştı, çünkü Maya tabağa bir kenarı azıcık kıvrılmış bir salam dilimi koymuş idi. Halbuki kuzenimin iftar yemeğinde her bir salam dilimi kusursuz yuvarlaklıkta olmalıydı. Maya'nın korka korka kestiği tulum peyniri dilimlerini her biri mükemmel birer eşkenar üçgen olmalıydı. Ve tabii süslü tabağın ortasına yerleştirilen minik domates mükemmel büyüklükte olmalıydı.


Bu arada masanın üzerine çoktan arasında beyaz peynirle kızartılmış patlıcanlar, peynirli-domatesli-biberli börek, kırmızı biber salatası ve de pastırmalı humus dizilmiş idi. Ev yapımı kızılcık reçeli yakut gibi, incir reçeli zümrüt gibi parlamaktaydı . Zeytinler Ayvalıktan kırma, hıyarlar Çengelköyden, domatesler arka bahçeden gelmişti. Diğer kahvaltılıkları saymıyorum bile.

Nihayet ezan okundu, üzerindeki şimdi erimiş kaşarı benim rendelemiş olduğum o şahane pilav fırından çıktı, biz de sofradaki harikulade lezzetlerden kam almaya başladık. Fakat o mezelerden, böreklerden, kızartmalardan, kahvaltılıklardan doya doya yiyemedik ki, tam hamle etmiştik, Tuba "SAKIN YEMEYİN, ANA YEMEKLERE YER BIRAKIN" diye panik yaptı, ahahahhaah, hoopp çat diye fırından sıcak pilav, ocaktan ballı tavuklar geldi, fakat o pilavın içine gömüldüm, o kadar nefisti ki, mantarlar ve kuşüzümlerinin verdiği rayiha, üzerinde yumuşacık kaşarla, damağımızda dağıldı, lüp lüp yuttuk pilavı.
Pişirmesi saatler sürmüş olan bu harika yemekleri, işte biz yarım saatte cumburlop midelerimize indirdik. Sonra ıkınıp sıkınmaya başladık tahmin edersiniz. Çıktık arka bahçeye. Çok tatlı bir hava vardı, bir de kuzenimin minik oğluna amcasının hediye ettiği beyaz tavşan kafesinde havuç kemiriyor... Gayet huzurlu bir ortam. Tavşanı da gözümüze kestirdik, semirsin, yılbaşında yiyeceğiz! hahahahaha.
Neyse, laf lafı açtı, sohbet uzadı, derken boş boş konuşmayalım diye çaylar ve de kreması dahi tamamen evde yapılmış framboazlı pasta ikram edildi. Yahu onu da yedik! Üstüne de tablo gibi bir meyve tabağı, şeftali, armut, üzüm, yanında nefis Ege incirleri gelince , eh bütün bu menünün üzerine incirle evlere şenlik bir kapanış yaptık dostlar.
İşte bu ramazanda gittiğim ilk iftar daveti böyle geçmiş idi. Krallara layık bir ziyafet!
Ertesi gün yemekten sarhoş olmuşum kendime gelemedim, hatta sabah kuzenim sesinde en ufak bir yorgunluk belirtisi olmaksızın beni arayarak hayvanat bahçesine davet ettiğinde kendime gelememiş idim. O sebepten hayvanat bahçesine gidemedim. Gitseydim günlüğe yazacak bir maceram daha olacak idi.
Şimdi de gideyim de dondurma yiyeyim o vakit, ağzımız boş durmasın, değil mi?

Issızlıktaki ses BOZCAADA

Hürriyet gazetesinin dünkü seyahat ekinde, Bozcaada, bizim müze ve babam anlatılıyor:

http://Www.hurriyet.com.tr/seyahat/9891861.asp?gid=56&sz=52580


12 Eylül 2008 Cuma

kötü söz sadece söyleyene aittir...

bu sözü ilk kez bugün üyesi olduğum bir grupta okudum.

ne kadar doğru ve ne kadar anlamlı değil mi?

'' kötü söz söyleyene aittir '' ...

saygıyla...

11 Eylül 2008 Perşembe

sevgili günlük

bizim şirketin önünden artık metrobüs geçiyor. boş yer bulur da kendini içine tıkıştırabilirsen cıırrt zancirlikuyu'dasın. zancirlikuyu'dan da cart diye etiler'e geldin mi, eve, seni bekleyen hasta kedine çabucacık kavuşursun. hasta bu kız hasta. yeni fitaminli mamasını sevdi ama keyifsiz biraz. gözleri süzgün bakıyor.

geçen cumartesi hava şahane idi, nişşantaşı'nda muhteşem bir çekim yaptık dostlar. detayları veremem amma, kamera arkası birkaç foto gösterebilirim.

işte 3 silahşörler, Judy, Zekish, Lady Charlotte

bu poz ise çarlinin melekleri konseptini yakalamış ama kasıtlı değildi, şimdi farkettim

bunun dışında bir paket minik daim çikolatam vardı ya, artık yok. minik minik çıtır çıtır yerken , bitiverdiler. spor salonu üyeliğim de bitti. artık bayramdan sonra başlarım.
bu arada bu cumartesi la capitana kardeşimize iftara davetliyiz. kuzenler gecesinden sonra kuzenler iftarı. ramazanı kilo almadan atlabilecek miyiz allahım? şu bayram bir gelse.
bayramda kısmetse paris'e gidiyorum sayın seyirciler, şatolar vadisi loire'i görmeye. real fiesta seyyahları için yollara düşme zamanı geldi. nihayet.

bunun dışında son zamanlarda bloguma pek yazmadığımı farkettim. bu durum beni üzdü. çünkü yıllardır günlük tutarım, dolu dolu sayfalarıyla bir alay ajanda hayatımın yıl yıl özetini saklamakta. blog yazmak ise daha eğlenceli gelgelelim daha kolay savsaklanan birşey. deftere yazmanın ne de olsa bir ağırlığı var, çalıkuşu feride tadında "bugün öyle ettim, şöyle gittim, kamuran bana fondan verdi ben kamuran'a verdim, öyleyken böyle oldu" gibilerden el yazısı ile günlük yazmak başka, aklına estikçe tapi tapi internetten günlüğünü tüm dünyaya yayınlamak bambaşka. böyle fotoğraf, link falan da ekleyebilmek hoş.

mesela işte şuraya şahane bir fotoğrafımı ekliyorum .

hahhahahaa . bu da nereden çıktı demeyin. benim 1978 versiyonum. mesela 1960lardan hatırla sevgili tadında bir fotoğrafım için bakınız :



e o zaman linkini de vereyim tam olsun : http://www.yearbookyourself.com/
bu siteye girip bir adet vessikalık fotonuzu yüklüyorsunuz, sonra o size her yıl değişen saç modelleriyle adeta bir yıllık üretiyor. o kadar komik şeyler çıktı ki. mesela bu da seksenli yıllar versiyonum püahahaha :

işte havadisler böyle dostlar :)

2 Eylül 2008 Salı

maşşallah

bu sabah kendi halimde uykulu uykulu şirkete doğru yürürken adamın biri üzerime eğilip
"maşşallah" dedi !!!