30 Eylül 2009 Çarşamba

Zil, şal ve gül, Bu bahçede raksın bütün hızı

Şevk akşamında Endülüs üç def'a kırmızı.. 


Üstüste bu şarkıyı dinliyorum son akşamlarda. En iyi kim söylüyor karar veremedim. 


Münir Nurettin'in orijinal versiyonunu bulup dinleyemedim. Funda Arar'ı ve Umut Akyürek'i dinledim. Sonuçta herkesten 1 kere dinlemeli dedim. Fakat döne döne Nesrin Sipahi'yi ve Emel Sayın'ı çalıyorum şimdi.


 Nesrin Sipahi sesiyle ezip geçiyor. Ama o da şarkıyı TRT'nin birkaç antika sanatçısı ile icra etmek durumunda... Halbuki güfte de beste de çok daha görkemli ... Buna karşılık Emel Sayın şarkıyı, birkaç yıl önce Timur Selçuk ile verdikleri Münir Nurettin Selçuk Tribute konserinde söylemiş idi. Dolayısıyla Emel'in versiyonunda düzenleme Timur Selçuk'a ait ve müzik insanı uçuruyor adeta anacağım. O kanun taksimi ardından allah allah gümbürdeterek  giren orkestra harikulade. Zaten eminim Timur Selçük da orkestrayı uçarcasına yönetmiştir :)) (bakınız Bana Bana :))) Ama işte Emoş'un sesi böyle inceliyor inceliyor... kopacak gibi oluyor, Nesrin Sipahi vallahi arslanlar gibi söylüyor, helal olsun.



Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli...
Şeytan diyor ki sarmalı, yüz kerre öpmeli..

Gözler kamaştıran şala, meftûm eden güle,
Her kalbi dolduran zile, her sîneden: 'Ole!'





haaaaa, hooooppp, tribute dedim dee,  28 Ekim'de Babylon'da A Kind of Magic çıkıyor, QUEEN TRIBUTE konseri var yine  aloo yaa nolur gidelim gidelim

25 Eylül 2009 Cuma

6 Eylül 2010 U2 İstanbul konseri

Elim ayağım titredi, U2.com sitesinde İstanbul konseri 6 Eylül 2010 Atatürk Olimpik Stadyumu olarak açıklanmış . 35 senedir bu konseri bekliyoruz, yıllardır yok efendim insan hakları bilmemnesinden Bono efendi Türkiye'ye gelmiyor  diye kendimizi kandırıyor idik, işte parayı yeterince bastırırsan herkes geliyor anasını satayım püüüüü





24 Eylül 2009 Perşembe

U2 Boğaz Köprüsünde konser verecek mi?

Valla Hürriyet gazetesinin senaryosu uydurması mı bilemedim??

BONO SENEYE TÜRKİYE'DE ??

"*Türkiye denince aklınıza ilk ne geliyor?
Aklıma ‘crossroads-kesişme noktası’ sözcüğü geliyor. Çünkü ülkeniz Doğu ile Batı’nın ortasındaki bir köprü ve kavşak olması özelliğiyle dünyada çok önemli.
*Hayranları U2’yu izlemek için yurtdışına çıkmak zorunda kalıyor. Peki Bono Türkiye’ye ne zaman gelecek?
Çok haklısınız. Görüşmeler hâlâ sürüyor, ama söz veriyorum seneye geleceğim. Gelmemek benim hatam. Bunu çok iyi biliyorum.
*Konser İstanbul’da mı olacak?
Büyük ihtimalle. Hazırlıklar ona göre yapılıyor."



23 Eylül 2009 Çarşamba

kaza

bu sabah korkunç birşey oldu, evden çıktım, yokuştan durağa doğru iniyordum, caddede bir kaç tane iri yarı sokak köpeği kümelenmiş, arabalara havlıyorlardı ama arabalara, tam yol kenarına indim, allahın belası beyaz cipli biri köpeklerden birine çarptı, ve basıp gitti. Ben de ne kadar soğukkanlı olduğumu gösterdim, durağa yığılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. köpeğe araba çarptığında çıkan ses, hayvanın o ince çığlıkları kulağımdan gitmiyor. Ama köpek ölmedi, kenara eski inşaat alanına kaçtı. Kesin bir yeri kırılmıştır, ne kadar canı acımıştır, o kadar üzüldüm ki. Şimdi diyeceksiniz ki, kızım kızım hergün insanlara çarpıp kaçıyor arabalar, daha arkadaşını kaldırımda araba çiğnedi,  yeni iyileşti ... Ama sokaktaki hayvanlar o kadar kimsesiz ve çaresiz ki. Bana araba çarptı diye kendini hastaneye kaldıramaz, bir deliğe girip kendi kendine acı çeker. Onlara zarar vermemiz o kadar kolay ki. Benim minik kedim, kime ne zararı var, bütün gün kendi kendine yatıp uyuyor, ama o kadar vahşi, cani ruhlu insanlar varki, öylece oturan bir hayvanı tekmeleyip öldürebilirleri, işkence edebilirler. Misal Marmara Otelin köpeği Ebruyu zevk için tekmeleyerek öldüren canavarlar. İşte hayvanların bu savunmasızlığı yüzünden onlara karşı çok daha duyarlıyım. Sadece biraz ilgi ve yemek isteyen masum bir hayvancığa nasıl zarar verirler anlamıyorum, ama zaten bizim böyle vahşi canavarları anlamamıza olanak yok.

22 Eylül 2009 Salı

nane nane nane

Annemin kristal likör bardağında Nane likörünün rengi o kadar güzeldi ki, sizlere göstermek istiyorum (oyyhhh blogger açılınca arsızca yazmaya başlamıştım)



İşte bu da yeni gözlüğüm ve eski japonum :)

denizin buz gibi sularından gelen edit

anaaa

açtım blogger.com'u şak diye girdim, üzerime iyilik sağlık, sonracığıma hadsizim başkanım, sevişgen ördeğim,  loreathan'ın fantastik dünyası, hesionka'nın defteri, sibelinsu, hepücüğü açıldı (ranini'yi her daim okuyabiliyor idik:)))  AY DÜNYAM AYDINLANDI BİR ANDA BEEEE HEEEYYYY

o zaman buyrun fotolara:

tantuni ve etli ekmeği Rumi'de yedik, ikisi de çok lezzetliydi. Biz yemeğe gittiğimizde hala ramazan idi, o yüzden kalabalık vardı ama normalde masalara rahatça oturuyorsunuz ve garsonlar hizmet ediyor Rumi'de. Ayrıca köpüklü ayran alıp burnunuzu içine sokabilirsiniz:) Etli ekmek şahane, çıtırık birşey, tantuniye sıra geldiğinde çoktan soğumuştu ama yine de çok lezzetliydi, bakın lafımı dinleyin , Rumi'de etli ekmek yemeye gidin.


Bu kadar yemekten sonra artık ancak birer türk kahvesi içeriz diyerek Kahve Dünyasına gittik. Birer sade kahve ve yanında bir föndü söyledik dostlar hiç utanmadan. Kahvelerin yanında şu minik toplardan ikram geldi


Hatta föndüye MUZları bandıra bandıra yedikten sonra kalan minik topçukları föndünün içine atıp öyle yedik, kahvelerin yanında gelen çikolataları föndüye daldırıp onu bile yedik



aaaaa

hala girebiliyorum bloglara, ohh :))

Etli ekmek, tantuni, föndü, bayram ve yazamadığım herşey

Evet işte yine blogger'a giremiyoruz. DNS ayarlarımı değiştirsem de işe yaramıyor. ktunnel zımbırtısını kullanmak zorunda kaldım, ktunnel de vtunnel de berbat, bu sayfalar üzerinden blogging imkansız dercesinde zevksiz. Mesela fotoğraf ekleyemiyorum şu anda yazıma. Halbuki size yediğim muhteşem etli ekmeği, tantuniyi, üzerine de büyük bir yüzsüzlükle lüpletiverdiğimiz çikolata föndüsünü göstermek istiyor idim. Seval diyor ki, nihayet bu kadar iştahlı arkadaşları olduğu için çok mutlu imiş, öbür arkadaşları yarım lahmaç yiyip doyarken biz paççozlar hem lahmaç, hem pide yiyor, üzerine de tatlıları götürmekten gocunmuyoruz. Maaşallah.

Geçen hafta sok sıkıldım işten, çok gerildim. Para işleri ile uğraşmak stresli,sürekli bu hafta bitsin, bitsin diye söylendim, (bir de gözlüklerimi değiştirdim, çerçevesiz camlar yerine Gucci'den karizmatik kemik çerçeveler aldım ama alışamadım hala be, moralim ondan da çok bozuk, cep telefonu parası gözlük ve camlara gitti) Sonunda hafta bittiğinde herşeyin üzerine blogger'a giremiyor idik. tayyipin işidir. Neyse biz düşüncelerimizi mutlaka bir kaynak bulur dile getiririz , değil mi dostlar.

Bayramda ev geçen senelerin aksine bomboş idi. Babam Bozcaada'da büyük abimizin kurmuş olduğu BOZCAADA YEREL TARİH MÜZESİ'nin başında. Bozcaada'ya giden olursa benim yerime kendisini öpsün. Kaç aydır göremiyorum babamı, bu da dengemi bozdu. Neyse, inşallah ay sonunda gelecek ve TÜYAP kitap fuarına gideceğiz. Küçücükten beri her sene babamla fuara gideriz, şahane değil mi? Bu ara kitapsız kaldım, bunalmış beynimi rahatlatmak amaçlı ardı ardına okuduğum judith mcnaught'ın düşesli baronlu historik (ya da histerik) ingiltere şatolarında geçen aşk romanlarından ve gri gözlü adamlardan içim sıkıldı (allah allah kontesi kim sikti?) Oyhh ben bundan daha akıllıydım ya, ne oldu bana? Ama bu tarz romanlar okumak istiyorsanız Judith iyidir, Barbara Caaaartand kadar paçoz değildir haa.

Sonra işte bütün akrabalar Ayvalık'daki yazlıklarında olduklarından bayram boş ve sessiz geçti,Sibelinsular geldi neyse, abimle karşılıklı biraları çektik, ohh kaç haftadır içemiyor idik, sonra ellerimle yaptığım Türk kahvesinin yanında nane likörü ikram ettim (hani bir filmde Adile Naşitle kızlarının içip içip sarhoş oldukları nane likörü:)) en sonunda da şöyle çaktırmadan gök gürültüsü gibi bir geğirti salınca Sibel abime çok kızdı, PÜAAHAHAHAHAH , ben olduğumu anlayınca çok geçirdi yavrucak :))) Yaa işte böyle Sibo:))

Dün o kadar sıkıldım ki, kalkıp Beşiktaş'a gittim, Kabalcı'da THRAWN ÜÇLEMESİni buldum :))) ama bunları fuardan alacağım. (Star Wars genişletilmiş evren romanı bunlar anacım) Ya da idefix'den. Aslında fuarın çok faydalı olduğunu sanmıyorum, internetten gayet indirimli alabiliyoruz kitapları. Tabii kitapçıda saatlerce gezmenin tadı da bambaşka.

Şimdi ben EMPIRE STRIKES BACK izlemeyeyim de ne yapayım?

Çok yalnızım be Atam.



15 Eylül 2009 Salı

Japon deneyleri

yahuuu, blogger'da mı sorun var, internette mi, dns ayarlarında mı ne? ne? ne? iki gündür blogger'a giremiyor idim, dilim şişti dostlar. (ekşi sözlük dns ayarlarını değiştir dedi,  şu meşhur hosts dosyasını değiştirince cırt girdim)

Size aldığım cicoş şeylerden bahsetmek istiyorum. Birincisi Badger Balm, kesinlikle dayanamadığım çok şirin  minik teneke kutularda vazelinimsi doğal yağlar (vazelin deyince aklıma hep şu tabu klasiği geliyor "hani böle yüzüne de sürüyon, götüne de sürüyon? :))))





İşte bu yağlardan tırnaklar için olanını denemek istiyorum ama (göz altına sürülebilen canlandırıcı balmı denedim bile ama kıvamı çok koyu, sürmesi zor geldi) şu aşağıda görmüş olduğunuz ojeleri denemekten badger'ı  süremiyorum.


Ojeleri işte geçen postumda bahsettiğim 1 poundluk ucuzcu sitelerden almıştım, Bourjois ve Sally Hansen. Ruj ile gloss da Bourjois'dan, ve harikalar. Hatta o kadar sevdim ki onları sizin için styling yaparak Glamour'un üstüne yerleştirdim filan amanın. Şimdi saçımı da iyice kestirdiğim için bayılıyorum bu renk ruj sürmeye, bi trençkotum eksik:)


Şu an denediğim bir başka ürün de Elizabeth Arden'in ışıltılı pudrası, yanında kabuki fırçası ile geliyor, çok tatlı pembe şampanyamsı bir rengi var, ama yüzümde öyle pembe falan değil çok uçuk, çok hafif ışıltılı bir şey, bu deneyde karşılaştığım tek sorun , (sorun mu bilmem) pudrayı sürerken ışıltıları gerdanıma da serpilmiş  (ya aslında bu memlekette tek gerdan Türkan Şoray gerdanıdır aga) , geri alıyorum lafımı, boynuma, göğsüme filan serpilmiş,  pırıl pırıl dolaşmışım.

Bir sonraki yazımda ise size etli ekmek ve tantuni dürüm ile yaptığım Osmanlı deneyimi anlatacağım dostlar. Seval'den fotoları bekliyorum.

xoxo

13 Eylül 2009 Pazar

Yeme içme programı

1) Rumi'de etli ekmek, tantuni, bıçakarası yenilecek. Geçen cuma akşamı dışarı çıkmış idik, ama yemek bunalımı yaşamadık bu sefer, biraz kavurma yedik sadece. Sonra Rumi'nin önünden geçerken başımız döndü , illa ki o etli ekmeği yemek lazım. Bana bu lezzeti La Capitana tanıştırmıştı yazın.

2) 3 Ekim'de Deniz arkadaşımız biz mahşerin atlılarına kahvaltı verecek :))) Bu kahvaltıda Arzunun Almanyadan getirttiği Egetürk sucuğu da menüde yer alıyor. Yulaf ezmesi ise kesinlikle yasak. Sanırım bu kahvaltıdan sonra İkea'ya gidip köfte de yemeyi planlıyoruz ama bu daha kesin değil. Zaten bence biz o gün başka hiçbir şey yiyemeyiz, demek ki ikea köftesi için ayrı program yapmak lazım.

3) 7 Ekim'de Lady Charlotte ile lahmacuna gömülmek üzere gün sayıyoruz dostlar. İçine maydonozları döşeyip yuvarlayacağız.

Ohhh. Valla hayat ancak böyle güzel geçiyor.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Siteye abonman bilet

Pek kendini beğenmiş bir insan olduğum için, blogumu blogger sitesi üzerinde değil de kendi realfiesta.com domainim üzerinde tutuyor idim, fakat bu yüzden kaknem blogger benim gadgetlerden yararlanmama izin vermiyor idi, mesela blogu izleme seçeneği koyamıyordum falan. Ama ne oldu, google friend connect hizmeti çıkmış normal siteler için, o zaman ben de blogumuza abonman servisini ekledim. Tabii abonman kutusu bomboş kaldığı için hemen kendi kendime abone oldum ayol yazık püaaahahaahha

Muhteşem spikey saçlarımla aranıza geri döndüm dostlar

Oh bee, sabahın köründe kalktım koştum İsmail'e,salon bomboş idi. Şööyle artistik şekilde çantamı koltuğa fırlattım, bu saçların hali nee İsmail abi dedim, hemen anladı kabahatini, kendi elleriyle saçımı yıkayıp özene bezene, yağ çeke çeke jiletli usturası ile uğraşa didine kesti saçlarımı. Böyle acayip bir makası var, bi tarafı dümdüz, bi tarafı tarak gibi dişli, cırt cırt onunla kesiyor, ohhh keyfim yerine geldi.

Geçen hafta, mahşerin diğer 4 atlısı (Deniz, Seval, Arzu, Sinem) ile kendimizi yemeğe değil güzelliğe, kozmetiğe, makyaja verdik sayın seyirciler. Mesela yıllardır Deniz'i ilk kez makyaj yaparken gördüm ya, inanılır gibi değil. Evet işte geçen haftaki olayımız lahmacun kebap değil, sayısız kozmetik ve makyaj blogundan öğrendiğimiz ucuzcu sitelerden alışveriş yapmak idi. İşte bakın ben de birşeyler aldım:

Garnier maske, ister maske, ister yüz temizleyici olarak kullanılabilir :))) Püaaahahah hep böyle bir fotom olmasını istemiştim, işte oldu. (bunu internetten almadım tabii huu :))



Neyse kendime internetten aldığım şey bambaşka : Christian Dior ışıltılı pudra. Böyle oturaklı bir kutusu, kapağın üzerinde hafif reflektif ışık oyunlu CD baskısı, ve hafif dokusuyla, sadece ona sahip olmak istemiştim. Kutuyu elime alınca Pariste köprülerde yürüdüğümü hayal ediyorum hemen, benim için o kadar etkili. Hayalperest insanım ben:))


Sonracığıma, makyaj alemlerinde pek meşhur olan Ecotools fırçalarından aldım sevgili dostlar. Aman bunlar neymiş, haberimiz yokmuş, halbuki pek ucuzlardı, hepsi 12 dölercik. Böyle benim gibi Japonik tadı olan bu bambu fırçalar, bez torbada geliyor ve özellikleri benim gibi doğaya dost, yeşilsever olmaları.


Güzellik operasyonumuza topuk ve dirseklerdeki ölü deriyi temizleyen bir kremle devam ettik. Bunu da marketten aldım tabii online değil:)) Ha ama London'da oturuyor olsaydım herşeyi amazon.co.uk'den alırdım bak o ayrı . Di mi Ladyciğim?

Bu krem vücut peelingine göre daha sert bir ürün, sanki sürdüğüm yeri iyice kurutup ölü derileri mi döküyor nedir, pek anlamadım, tırt birşey. Dirsekler okey, topuklarda pek fark göremedim.

Amaaan bu kadar hanım kadına muhabbet yetti canım. Sizleri New Moon filminin bu sefer Edward odaklı 3. traileri ile başbaşa bırakıyorum, tüpten kaldırılmadan hemen izleyiniz bee.

6 Eylül 2009 Pazar

La Capitana'nın geleneksel iftar şöleni ziyafeti

Cumartesi gecesi La Capitanacığım biz hep aç kuzenlerine iftar yemeği verdi sayın seyirciler. İftar saatini beklerken Boğaz manzaralı balkonda salıncak keyfi yaptık, ailedeki en son dedikoduları paylaştık :))) Sonra ben mutfağa indim, sannatsal yemek fotoları çekmek için. Dakikalar geçmek bilmedi resmen (ben oruçlu da değildim hee) Nihayet top patlayınca resmen La Capitana'nın muhteşem sofrasında bayılana kadar yemek yedik sayın seyirciler. Hatta bizim minik Sibel çatlayacaktı, rekor kırdı kendisi dün gece:)))


Ben de saçımı kestirmiş idim ama olmadı bu sefer, kırıkçı İsmail ne yaptın sen beee


Miss Judy'nin uyuz saçları
(hani nerede o her yeri başka tarafa giden çılgın kesim, nerede bu Mirelle Mathieu kesimi???)

İşte mönüden bazı güzellikler :

Kırmızı biberler:


La Capitana'nın içinde peynir eriyen meşhur ispanaklı böreği


Gecenin olayı, YAVŞAK KROKETLER püaaaa, kaptancığım bunlar fırında iken dereceyi aniden yükseltmiş, buncağızlar da peynirlerini salıverip yevşemişler yazıık. Sonra ben bunları ispatula ile tek tek tepsiden çıkarttım, mıncıklayarak yuvarlak hale getirip tabağa dizdim dostlar hahaha, mıncıklarken birkaç tane ağzıma attım valla napim?


Muhteşem Akdeniz yeşillikleri salatası

Üzerine yumurta kırılmış sıcak ramazan pidesi

Fotoğraflar bu kadar diye sanmayınız ki mönü de bu kadar idi dostlar. Osmanlı reçeli mi yoktu, halis muhlis kayseri pastırması mı? mis gibi barbunya, hakiki organik mercimek çorbası, 3 çeşit peynir (birinin adını unuttum Kaptanım neydi??) Üzerinde yaprağıyla zeytinler... Fakat benim dangalaklığıma bakar mısın, yemekle o kadar meşgüldüm ki, ANA YEMEKLERİN FOTOLARINI ÇEKMEMİŞİM KIZIM  kaptanım sakın kızma:)))

Ayol o üzerinde kaşşşşar eritilmiş mantarlı iç pilav menüye sırf benim için konmuştu, doyasıya yiyemedim, gözlerim dönmeye başlamıştı da... (hay bu arada ben bu space tuşunu sikeyim e mi, ne vardı bozulacak, sürekli kelimeler birleşik yazılıyor elle ayırıyorum tek tek püüüüü)

Neyse işte o muazzam pilava gelene kadar ben doymuş idim ama tabii ki karamelize olmuş muhteşem tavuklarla beraber tadı damaklara seza pilavımızı zevkle yedik. (V tuşu da yok, onun olduğu yerde bir çukur var oraya basıyorum püüüüüü) Yemekten sonra erkekler maç izlemek için üst kata çıktılar. Ben de açıkça şu an tek istediğim şeyin yere yatıp yuvarlanmak olduğunu söyledim... La capitana osmanlı sedirini boşalttı benim için, yattım yuvarlandım anacım, fakat o fotoları koyamayacağım, çok fenalar:)

Gecenin sonunda Tarık'ın doğumgününü kutladık (ya utanıyorum söylemeye bir de pasta yedik, ama çok hafif içinde bi tek yağ var, un var, şeker var :)))))) Sonra valla bardak bardak çay içtik de öyle hazmettik dostlar bu ziyafeti. Fakat remezandan sonra hillside'a gidemezsem bütün kuzenlerim Golds'a gidecekmişler, ben de onlarla giderim o zaman. Bu iş böyle olmayacak. Şişman olmayı kabul etmiyorum heeeyyyy.

5 Eylül 2009 Cumartesi

Yine kol saati, yine kol saati!!!

Dün akşam Mahşerin 5 Atlısı , maaşımızı alıp Sultanahmet'e akşam gezmesine , ramazan keyfi yapmaya gidecektik. Taaa akşamın zıkkım dibi oldu, dış kapının mandalı bir paçozdan maaş verilmeyeceğini öğrendik. Resmen bizimle oyun oynanıyor. Açıklama da yapılmıyor. Salak salak bekliyoruz akşama kadar, para varsa al, yoksa siktir ol git, yetkili biri de demiyor ki, şöyle bir durum oldu, para veremiyoruz. . Biz de az bulunan salaklarız tabii, takır takır çalışmaya devam ediyoruz püüühh. Kakalaklarız işte biz. Ölmüyoruz.

Bu esnada Deniz'in migreni tutmuş idi , gözlerinden kan fışkıracaktı az kalsın. Toparlanıp bize gidelim dedi. Ben o arada tuvalete gitmiştim, ben gelene kadar kızlar Deniz'in evinin yanındaki URFADAN lokantasına lahmacun, sucuklu pide, kavurmalı pide siparişi vermişti o sinirle. Ben de içli köfte de söyleyin dedim öfkeyle. Deniz'e gelince Arzuşka ile gidip siparişleri aldılar, oturup bütün kızgınlığımızı bu şahane lahmaçlardan, bol kaşşarlı pidelerden, ağzınıza layık içli köftelerden çıkarttık dostlar.





Hatta kızdım ben, neden çorba aldınız diye... Süzme mercimek ağzınıza layık idi ama midemizi çorba ile doldurmaya ne gerek var bu şipşirin şeyler varken??

Yemekten sonra Deniz'in kocaman televizyonu karşısına yayıldık, Kanal D'nin haftalardır pek bir tantana ile tanıttığı Hanımın Verişi dizisini izlemeye oturduk. Biliyorsunuz Güllü kızımız  tepeye oynayacak, vereceksem en ağa baba patrona veririm diyecek ve Muzaffer ağanın kapatması olacak.

Dizi, bizim gibi haftalardır parasını alamayan çırçır fabrikasında çalışan işçi kardeşlerimizin dramı ile başladı. Yönetmeni tebrik ederim ilk açılış planı süperdi, kameranın bir hareketi ile, ellili yıllarda olduğumuzu, fabrikadaki ortamı, kapıda iş bekleyen sezonluk işçi kardeşlerimizi ve sonunda kara kuru Güllü kızımızı görmüş olduk. (Yönetmen Ranini'nin pek beğendiği Faruk Teber, o ilk açılış planına bayıldım gerçekten)

Fakat dizi olmamış ne bileyim. TRT uyarlamasındaki aktörlerin hatırası altında ezilmiş sanki.  Setler, sanat yönetimi on numara, oyuncular uymamış .  Kara kuru bardak kadar Güllü olur mu, biraz yapılı, daha dik başlı, Zaloğlunu evire çevire dövebilecek biri olmalı idi Güllü. Mehmet Aslantuğ'u ise zaten hiiç sevmem, yine kitap gibi konuşuyor, doğal gelmiyor bana. Neyse gitsin kendini hamamda Gülizar'a keseletsin. Bir de dizinin finali çok salakça idi, Güllü çıktı fabrika müdüründen para istedi (yahu aynen bizim hallerimizi gösteriyordu bu sahneler). O sırada Muzaffer Bey de orada ama Güllü herifi tanımıyor, herif bunu görünce şokla bok arasında gidip geldi, ana dedim noluyor be, kara kuru Güllüyü görünce önüne gelen karıyı siken ah uh Muzaffer niye göt oldu??? Eeehhh  kaççç yılın türk filmi izleyicisiyim ben , kesin dedim bu herifin ölmüş birşeyine benziyordur bu karı. herif zaten götüne neft yağı sürülmüş gibi uça uça köşküne gitti, kimselerin giremediği koridorun ucundaki bir odaya koştu, veee duvarda eşşek kadar bir perde vardı dostlar, bu dizi benim için o an bitti!!! ne güldüm , ne güldüm, o perdenin altından Hülya Koçyiğit ya da Türkan Şoray'ın devasa bir fotosu çıkmalıydı hahahahahah.  Sonra Muzo perdeyi açtı (hani Cüneyt Arkın/Kartal Tibet perdeyi hırsla çeker, duvarda bir zamanlar sevdiği Türkan/Hülya'nın deve kadar fotsu vardır hahahahayyt) Perdenin altına götüme benzer bir tablo var idi, ve benim götüm Güllüye ne benzeyebilirse, tablo da Özgü Namal'a işte o kadar benziyor idi.Püüüüü, ayıp ayıp. Güllü rolunde şöyle gösterişli bir kız olsaydı, Muzo da ona aşık olmak için tablolara abanmak zorunda kalmazdı.

Tam diziye reklam arası girdiği sırada, artık migreni geçip enerjisine kavuşmuş olan Deniz arkadaşımızın gizlice sipariş ettiği Dominos pizza SUFLEleri geldi sevgili seyirciler. Çıtır kabuğu ve muhteşem akışkan çikolatası ile herhalde İstanbul'un en başarılı suflesi bu Dominos pizzanın suflesidir.


Sufleyi de mideye indirdikten sonra hepimizi bir koltukta serilip kaldık. Ben Denizin armutuna uzandım, o kadar rahat bir zamazingo ki bu!!! Vücudun şeklini alıyor, ister uzan, ister  otur , hiç belin ağrımıyor.






Diziden sonra bol bol geyik yaptık, fındık fıstık yedik, diet cola içtik:) Hayatımız böyle nasıl devam edecek bilmiyorum. Geçen hafta tatil dönüşü dipçik gibi olmuştum, bugün yine göbeğim çıktı. Üstelik maaş alacağım diye Queen kitabı, Dior ışıltılı pudra falan almıştım . Geçmiş olsun. Bu akşam da LA CAPITANAcığıma  iftar şöleni ziyafetine davetliyiz. Üzerinde kaşşar erittiği muhteşem iç pilavdan da yapacak. Sibelinsuları bekliyorum, beraber gideceğiz, gece mide fesadı geçirmezsem anlatırım neler yaptığımızı.

xoxo



3 Eylül 2009 Perşembe

Queen - Absolute Greatest!

Queen Online › Official News Archive:

"Queen. Someone ought to erect a monument to them. Think about it: they’ve ruled their game longer than many of our most famous leaders, their words can be repeated by many more than can recite our most celebrated writers, and despite more than three generations passing since they first blasted their way into our consciences, they’re just as omnipresent today as they ever were.