29 Eylül 2010 Çarşamba

Eski kitap cennetinde bir akşam

Bu akşam işten çıkıp doğruca Taksim meydanındaki Sahaflar Festivalina gittim dostlar. Ah o kadar güzeldi ki, Gezi Parkına yayılmış sıra sıra, raf raf, masalar dolusu kitap, dergi, eski mecmualar, çizgi romanlar, plaklar, posterler, gazeteler, kartpostallar, fotoromanlar, güzelim pespaye aşk romanları...:)))


Aldığım kitapların eski, kullanılmış olması beni hiç rahatsız etmez. Bazılarının içinde sabık sahibinden kalan birşeyler olur, ilk sayfaya alınmış bir not veya yazılmış bir ithaf... Hatta kitabın içine saklanmış gazete kupürü bile çıkabilir... Bayılırım bu esrarlı hatıralara.

Bir dönem Galatasaray'daki sahaflara abone olmuş idim, en sevdiğim kitap 3 Silahşörler ile sahaflardan aldığım bir eski basımı ile tanışmıştım. Hem az paraya birsürü kitap alabiliyorsun, hem de eski şömiz cilt üzeri renkli resimli kağıt kaplı kitaplara bayılırım. Torba torba kitap alırdım, bütün yaz döne döne kitap okurdum.


Bu akşam da sergiler arasında kendimden geçtim dostlar, standlar epey geniş bir alana yayılmış, artık son birkaç gün olmasından sebep herhalde, 4 kitabı 10 liraya satmaya başlamıştı bazıları.


Kitaplar arasında gezerken birsürü tanıdığa rastladım. Yani benim de yıllar evvel sahaflardan aldıklarımın kardeşleri, ya da bir zamanlar abimin kütüphanesinde gördüğüm kitaplar... Milliyet yayınlarının küçük mavi kitapları, Doğan Kardeşler, en sevdiğim çocuk kitapları dizileri...


Tabii ki ben de birşeyler kaptım festivalden:

Enis Batur'dan Eyfel Kulesi albümü : Modern Zamanların Simgesi Eyfel




İçi fotoğraflarla dolu bu güzelim kitap Çelik Korseli Kadının Aile Albümü diye tanıtılıyor. Eyfel Kulesinin fotobiyografisi diyebiliriz:) Ne de olsa Judy Abbott kitabın resimlisine bayılır.


Veee tam 8 tane daha önce okumadığım Agatha Christie romanı , tekmili birden 35 Lira


Ne harika değil mi? Bir torba kitabım vardı hem de okuma zevki garantili. İşte beni böyle sıra sıra kitaplar arasına salarsanız, olacağı bu idi.

Sadece, kitaplar arasında gezerken aklıma takıldı. Kendi kitaplarımı sahafların elinde satılırken düşündüm ve içim parçalandı. Lütfen ben öldükten sonra canım kitaplarım sahafların elinde kimsesiz kalmasın, onları seven birilerinin olsunlar, okunup sevilsinler diye düşündüm.

Peki ya siz, eski kitapları sever misiniz? Yoksa 0 kilometre el değmemiş olsun diyenlerden misiniz?

xo xo

28 Eylül 2010 Salı

Ezel 2.Sezon 3. Bölüm : SON KABADAYI

Ezel'den yine duygusal ağırlıklı, aksiyonu ve oyunu olmayan bir bölüm geldi. Ama bu seferki duygusallık; Neyşann - Hömerrr cıvıklığı değildi. Ramiz Karaeski'ye, alemin son kabadayısına, bir babaya, dedeye; neredeyse Tuncel Kurtiz'e adanmış, çok duygulu ve etkileyici bir bölüm izledik dostlar.


Bu bölümde özellikle Dayı'nın ceylan gözlü kızı Azad rolünde Burçin Terzioğlu öne çıktı ve gerçekten iyi oyuncu neymiş gösterdi, duygularını o kadar güzel güzel geçirdi ki bize, tv karşısında gözlerim doldu , dizi izlerken pek görülmüş şey değildir. Keşke Eyşan yerine daha çok Azad izlesek. Sekiz rolündeki Kıvanç Tatlıtuğ da bu bölüm daha iyiydi, hatta terminatör gibiydi, geçen haftaki gibi sırıtmadı dizide amma yine de Kıvanç'ı zorla bu diziye sokmasalar iyi olurdu yeğen.

Dayı ile Kenan Birkan'ın tanışmalarını anlatan 1971 senesine ait flashbackler mükemmeldi. Sırf bu flashbacklerden bi film olur. Genç Ramiz'i Ufuk Bayraktar oynuyor. Kenan'ın gençliğini de Cahit Gök canlandırıyor. Bu denli başarılı genç aktörlerimiz olduğunu görmek de ayrı bir zevk.

Bu bölümde ayrıca Kenan Birkan'ın ne adi pislik fırıldak bi adam olduğunu da daha iyi anladık. kendisinden tiksindim şahsen.

O halde bakalım Ezel'in 36. bölümünde neler olmuş:


DİKKAT SPOILER !!! READ AT YOUR OWN RISK

EZEL 36. BÖLÜM 

SON KABADAYI





Geçen hafta Dayı ile Sekiz'i balık ekmek yerken bırakmıştık. Bunlar yemişler içmişler, artık gün Sekiz'in Dayı'yı öldürmeye karar verdiği o gün, 8 Eylül'e dönmüş amma Sekiz öldürmemiş henüz dedesini, dedesi de ona atkısını vermiş, Sekiz ayrılmış balıkçıdan.

Ezel, Şebo ile buluşup durumu açıkladı, mallara devlet el koyuyor, birkaç şey ayırmıştım, git onları sat dedi. Peki Kenan Birkan Ömer'i nereden öğrendi? "Cengiz mi?" diye sordu Şebo, "Hayır bizden biri" dedi Ezel. Ulan Şebnem mi yoksa?

Dayı KenanBirkan'ı ziyarete gitti. "Bitir şu oyunu" dedi, "ben sana hiç birşey öğretemedim mi çocuk" dedi, "al bıçağı çık karşıma" dedi. Kenan ise o iş için torununu hazırladığını, Dayı'yı öz torununun öldüreceğini söyledi zevkle. "benim kanım, benim kanımı akıtmayacak" dedi Dayı. Torununun içindeki iyiliğe, kan bağlarına inanıyordu. Sekiz'in kanını dinleyip dedesini öldürmeyeceğine inanıyordu Dayı. "Göreceğiz" dedi Kenan Birkan "Senin yüreğin mi, benim aklım mı?"

Önce aile var yanında, sonradan bir yabancıyı aile yaptıysan kendine, yüreğinin seçtiği aileyi bir daha kimse sökemez senden.

Ezel, Dayı'yı arıyordu handa, Ali hep peşinde Ömer'e yardım etmek için, Cengiz de yanında ama mızmızlanıyor, "yardım etmeyeceksen siktir git"

1971 yılında,

Genç Ramiz elinde mektup adres arıyor, Kenan peşinde, "senin evin yok mu?" "ev sıkıcı"
Ramiz izbe, karanlık, döküntü bi batakhaneye girdi, Kenan'ı sokmadılar bile içeri.

Genç Ramiz, mekanın kabadayısı olan iri yağlı herifin yanına gitmiş, adı Jilet Ahmet mi neymiş, Jilet diyelim, masada oyun oynuyor herif. Ramiz buna bi mektup verdi, Jilet baktı "Rahmi abimizin hatrı büyüktür" dedi, Ramiz'in eline bi deste kağıt verdi, "karıştır şunları" dedi, Ramiz beceremedi. Bi deste para verdi "say şunları" beceremedi Ramiz. "Rahmi abimizin hatrı büyüktür de bu kadar büyük değildir, ne bilirsin yavrum sen" DAAAANNN" Ramiz masadaki heriflerden birinin kafasını yakaladığı gibi masaya çarptı. "Kağıt oynamayı bilmem amma bu kartlar senin değil" meğersem o kafasını çarptığı herif kart saklamış manşetinde, çıkarttı Ramiz kartları. "para saymayı bilmem ama bu paralar senin" herifin önündeki paraları Jilet'in önüne itti . Jilet arabasının anahtarını verdi Ramiz'e, böylece aleme girmiş oldu genç Ramiz Karaeski.

Bugünde, Dayı ağır ağır yürüyüp mekanlarından birine geldi, oturdu, herkes kaçıştı. Biri geldi, Agop. Diğer mekanları dağıtmışlar, Dayı'nın adamları da "Dayı geri dursun" demişler, ama Agop ve ekibi Dayıyı bırakmamış, emirlerini bekliyormuş. "bana bir kahvaltı getirin, sonra da helalleşelim, beni yalnız bırakın" dedi Dayı.

Ezel Maseratisi ile polis çevirmesine yakalandı. Ali ile Cengiz peşinde ciple takipteler. Polis ruhsata baktı, sonra "arabadan çıkın, yediemine çekeceğiz arabayı" dedi. Ezel başını salladı, sonra bastı gaza, kayboldu, herkes şaşkın, döndü geldi, arabaya veda turu atmış meğersem. Arabayı son bi kere okşayıp caddeden geçen bi dolmuşa atladı Ezel:)) Cengiz ile Ali de yaşlı çiftler gibi didişe didişe peşinden gitmeye devam ettiler.

Eyşan'ın oğlan Can , Birkan malikhanesinde dolanıyor idi, Kenan'ı gördü. "Abi burası neresi?" "Kenan Birkan'ın evi" "iyi biri mi" "arkadaşı olursan çok iyi, tanıştırayım mı sizi" "cık" Can sinir olmuştu bu abiye, "Kenan Birkan sensin, adını söylerken şişiniyorsun" Sonra Can bahçe kapısında tepinmeye, Kenan'ı iteklemeye başladı "aç kapıyı babama gideceğim aç aç"
Kenan "seni babana götürürüm" dedi, "ama bana bi söz ver", "annene neşeli görüneceksin"
Ulan ne adi, ne pislik bi herifmişsin, ufacıcık çocuğu bile kullanıyorsun dedik burada Kenoş'a. Can da onun sözünü dinledi, annesine güldü, Kenoş abisinin trenlerine bakmya gittiler.

Sekiz bomboş ama öküz gibi deniz manzaralı bi dairede, el bombasının pimini takıp çıkartarak kendince eğleniyor (!) idi. Kenan babuşu aradı, Ramiz'le dedesiyle konuştuğunu, dedesinin ona atkısını verdiğini anlattı. Ve Kenan şeytanlığını gösterdi a dostlar, Sekiz'e tek tek babasının vurulduğu anı anlattırdı, ufacıcık çocukken babasını gözleri önünde öldürten Kenan idi, ve Sekiz'e yıllar boyu o anı, o acıyı durmaksızın anlattırmış, anlatmış Kenan. Sekiz yine o günü, o çaresizliği, üzerine sıçrayan babasının kanını hatırladı, korkunç bir sahneydi, Kenan'ın iğrençliğini, Sekiz'in azabını çok iyi anladığımız bir sahneydi dostlar.


Dayı, Selma'yı ve kızı Azad'ı çay bahçesine çağırmıştı. Uzaktan onlara bakarken, 1971 yılına geri döndük.

Genç Ramiz kılığını kıyafetini düzeltmiş, gazinoda Jilet'in yanında. Bi tane daha kabadayı var, ona da Ağa baba diyelim, adını yazmamışım:) Jilet Ramiz'e bi kutu verdi, "hanımefendiye götür ama Ağa Baba görmesin" dedi. Hanımefendi dediği de Nesrin mi ne , yaşlı assolist, gencecik, iri iri gözlü Selma'ya eziyet ediyor soyunma odasında. "Kara Sevda'yı ben söyleyeceğim" diyor, saçlarını çekiyor. Ramiz geldi tam bu sırada, kutuyu verdi, Kenan da peşinde tabii. Tam o sırada Ağa baba gelmesin mi, yüzüğü görmesin mi, kudurdu, "kim verdi???" Kenan attı kendini ortaya, "ben verdim" dedi, "Selma'ya verdim " dedi, yere diz çöktü, bi tirad attı uzaktan sevmek konulu... "Belki bu yüzüğü takarsa bir yabancının aşkını kabul edeceğini anlarım" dedi.. Kenan en baştan beri Selma'yı seviyor, belli. Ama Selma'nın gözü de genç Ramiz'de, bu da belli.

Selma kalktı ayağa, Kenan'dan yüzüğü alıp taktı, üçü birden odadan çıktılar. O zaman Selma yüzüğü çıkartıp Ramiz'e geri uzattı. "Kalsın" dedi Ramiz.

Bugüne geldiğimizde, Selma'nın yaşlı elinde idi yüzük ve Ramiz okşuyordu o elleri.

Ramiz, Azad ve Selma otururken pat Ezel yetişti, yanlarına oturdu. "Dayı yan masaya geçelim mi, konuşacaklarımız var" "Konuşacak birşey yok yeğen, ağırlıklardan kurtulduk, hafif hafif oturuyoruz "

Bu esnada Şebo ile Tefo, yükte hafif pahada ağır ne varsa satmaya çalışıyorlardı, polis gelince kaçtılar amma Tefo, Şebnem'in en çok sevdiği tabloyu kurtardı.

Çay bahçesinde Ramiz hayatını anlatıyor, babasının niyetini anlamış olan Azad onu tersleyip duruyordu. O kadar güzeldi ki Burçin Terzioğlu'nun oyunu... Sevgisini öfkeyle dışa vuruşu o kadar etkileyiciydi ki... Ben benim olanı alamadım diyordu Dayı, 2 karım 4 çocuğum gitti, en iyi arkadaşımın boğazına bıçağı dayadım, kızımı dünyanın bi ucuna yolladım, "sen senin olanı haketmedin" diye azarlıyordu kızı, Dayı kızının çıkışmalarına hiç birşey demiyor, tek laf bile etmiyordu. Bacağıma mı sıkarsın diye damarına basıyordu da kızı "ben bacağa sıkmam kızım, tam ortaya sıkarım" diye sakince söylüyordu Dayı. En nihayetinde "veda konuşması mı bu" diye patladı Azad. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak babasına koştu, "senden nefret ediyorum, beni bırakamazsın, daha yeni yanına aldın, veda edemezsin" diye öyle bir ağladı ki Azad, allak bullak oldum. Bu sahne daha güzel yazılıp oynanamazdı.

Dayı Selma'ya ve kızına veda edip, Ezel'le birlikte gitti. Bu sırada Tefo ile Şebo hana gelmişler, biz ne olacağız, bize ne olacak diye sevgili muhabbetine girmişlerdi ki, Sekiz'i gördü Tefo. Şebnem'i aşağı yolladı, Sekiz'in peşine düştü. Tefo Dayı'nın ofisine girip ışığı kapattı.

Ezel Dayı'nın haline dayanamıyordu. "Neden kuzu gibi bekliyorsun, anlatalım gerçekleri Sekiz'e" diye ısrar ediyordu. Dayı zaten yıllardır anlatmaya çalışmış, peşine adamlar takmış Sekiz'in amma yıllardır beynini yıkamışlardı Sekiz'in. Dayı ne dese cevabını önceden vermişti Kenan.

"Konuşacak birşey kalmadıysa Dayı?"
"Söz ver bana, söz ver Dayına, kapışmayacaksın onunla"
Ezel yanlış anladı, Dayı torununu korumaya çalışıyor sandı "ben sana birşey olmasın istiyorum , söz ver Dayına"
başını salladı Ezel. "Benim de oğlum var Dayı, bana gelse, kan bağı baba oğul arasında aksa.. inşallah kan o kadar kuvvetli birşeydir, ama benim sana bağım kan bağından kuvvetli Dayı."

Dayı Ezel'i mezarlığa getirdi. Hömer'in mezarı başında ailesi bekliyordu. Cengiz ile Ali de ciple peşlerinde tabii.

Tefo Dayı'nın karanlık ofisinde bıçağı çekti, bi gürültü duyunca hızla dönüp dayadı bıçağı, Şebo'ya!

Ezel isyanlarda idi, Dayı annesi ile konuşmuş, Ezel'in artık babası ve kardeşine de gerçeği söyleyip ailesi ile biraraya gelmesini istiyor idi.
"Böyle olmaz Dayı"
"Böyle olur yeğen, seni sağsağlim ailene teslim edeceğim, hakkını helal et oğlum, oğlum!"

Kurtiz'in hakkını helal et oğlum deyişini sadece bu sahneyi izleyenler bilebilir...

Handa, Şebo yerde kan kaybediyor, Sekiz ise Tefo'ya eziyet ediyordu. Tefo'nun zamanında kendi kızkardeşini öldürdüğünü biliyordu Sekiz. Ulan herkesin her dalgasını biliyor, bunları nasıl öğrendiler? Sekiz Şebo'nun bu yarayla 1 saati olduğunu söyledi Tefo'ya. Tefo üzerine atlayınca gümm bi tekmeyle yere serdi Tefo'yu.

"Ramiz seni neden yanında tutuyor?"
Tefo tekrar saldırdı, güm bi tekme daha, Tefo'nun nefesi kesildi, yerlerde...
"niye? niye?"
"elimi tuttu, bırakmadı" dedi Tefo nihayet nefes nefese.
"bu adam için ölüyorlar, niye? sen ölür müsün?"
"benim canımı kurtardı"
"benden bahsetti mi hiç?"
"hayır"
"kızı varmış, kızından bahsetti mi?"
"evetttt"
"seviyor onu yani"
"evettt"
"ne kadar"
"çookk"
"nerde?"
"bilmiyorum"

bu anda Şebnem hık hık gitmeye başladı, yerler kan içinde..
"bekleriz" dedi acımasızca Sekiz.

Mezarlıkta Ezel ailesinin yanında, ama aklı Dayı'da idi, dönüp dönüp arkasına bakıyordu... Kör anasının yüzü parlıyordu sevinçten, oğlu geri gelecek ya. Ama Ezel "bugünlük beni affedin" dedi ve koştu Dayı'nın yanına.

Şebo titreyerek mefta olmak üzereydi ki, Tefo Ezel'i aradı,"Azad'ı yalnız bırakmayalım, korumaya gideyim" dedi, Ezel Dayı'ya danıştı, Dayı Azad'ın nerede olduğunu söyledi Sekiz dinlerken, sonra "Sağol Tevfik" dedi, "benim gibi bi ihtiyara iyi dostluk ettin, sana çekmecede bir şey bıraktım, hakkını helal et"

Tefo telefonu kapattığında Sekiz çoktan gitmiş idi.

Ezel "bi yolunu bulacağız" Dayı diyordu bu sırada. Tefvik tekrar arayınca reddetti. Dayı "beni istiyor, alsın, çok yoruldum" dedi ."bana yaslan dayı o zaman" dedi Ezel. Dayı güldü.

"Kim saldıysa bizi bu dünyaya, kim izin verdiyse yaptığımız herşeye. Ezel, o artık bizi geri çağırıyor. Verdiğini aldık tepe tepe. Şimdi alacağını vermemiz gerek, yeğen."

"Nereye gidiyoruz? " diye sordu Ezel
"Kenan'a" dedi dayı. "onu bu işe ben soktum, çıkarmasını ben bilirim."

Tefo can havliyle Ali'yi aradı. Ali "sen kızı hastaneye götür, ben Azad'a giderim" dedi, Ezel'in peşini bırakıp Azad'la annesinin kaldığı otele uçtular.

Şebo'yu hastaneye götüren Tefo onu hayatta tutmaya çalışıyordu "uyuma kız.. bak Dayı bana kitabını verdi, beni azad edecek, beni azad edecek,!"

Dayı Kenoşu aradı "benim nasıl biri olduğumu ilk kez gördüğün günü hatırlıyormusun, seni o gün götürdüğüm yerde buluşalım"


Azad otelde tuvalette iken bi gürültü duydu, eline parfüm şişesini alıp odaya çıktı ki Ali gelmiş. Ali tuttu bunu elinden koştur koştur merdivenlerden garaja indiler ama Sekiz yetişti bunlara. "Ali Kırgız, en deli doluları senmişsin, kaç saniye dayanırsın?"

Cengiz Ali'ye işaret etti, oyun yaptılar hemen, Ali Cengiz'i tutup attı arabadan, bastı gitti. Cengiz bağırdı çağırdı. "Cengiz Atay" dedi Sekiz. "Ben Kenan Bey'le çalışıyorum, benim hakkımda ne söylediler" dedi Cengiz, Sekiz bi tekme de buna patlattı "konuşmasına izin verme dediler" , Corvette'e atlayıp Ali ile Azad'ın peşine düştü.

Ali ile Sekiz son sürat gidiyorlardı. Ali cipi çevirdi , karşı karşıya gelip birbirlerinin üzerine sürdüler. Ama Azad "ben artık kaçmaktan sıkıldım" dedi, Ali durduğu sırada atladı arabadan, Ali koşamadı bunun peşinden, emniyet kemeri mi takıldı aptalca bişey oldu işte.

Azad , Sekiz'le beraber arabaya bindi.

Ramiz Dayı ve Ezel, o izbele batakhanede Kenan ile buluştular. Dayı Ezel'e bi hikaye anlatmaya başladı . Canım bazen Dayı'ya "özet geç lan piç" diyesim geliyor benim de doğruya doğru :))) Kenan'la beraber anlatmaya başladılar, Ramiz'in Jilet Ahmet'in yanında çalışmaya başladığını ; Jilet Ahmet düsturu olmayan , yol yordam bilmeyen bi adammış.

1971

Genç Ramiz ile "çocuk" diye hitap ettiği tüysüz Kenoş (bıyıklı ama tüysüz işte anladın sen onu) arabada bekliyorlardı, Ramiz Kenan'ı göndermeye çalıştı, ama olmadı, Jilet Ahmet'in adamları ikisini de aldılar, batakhanede Jilet Ahmet ile Ağa Babanın karşısına geçtiler.

Babalar bunları sorguladı, Jilet suçu kenoş'un salaklığına verdi, Ramiz de "abimin dediği gibidir" diye onayladı, Kenan'ın suçunun salak olmak olduğuna karar verdiler:))) Ağa Baba "ne ceza vereceksin" diye sordu , Jilet "sen ne uygun görürsen abi" deyince çok kızdı, yumruğunu masaya çarptı "bana bir daha lafımı tekrarlatma, ne ceza vereceksin" Jilet "sadakat ne demek onu öğreteceğim" dedi, adamları aldı Kenoş'u arka odaya dövmeye.

2 baba, Ramiz'i masaya, oyuna davet ettiler. Kenan dayak yerken bunlar oyun oynadılar, Ramiz arada dönüp bakıyordu "ne oldu Ramiz" "yok bişey abi, kağıt gelmedi" Nihayet Kenoş pelteye döndü, oyun bitti, Ağa baba Ramiz'e "bana bi uğra" dedi, gitti.

Ramiz Kenoş'un yanına gitti. "neden bıraktın beni" dedi Kenan. "hayatta kalasın diye" dedi Ramiz. Bugüne döndük. Masada karşılıklı otururlarken "çocuğum ben de o zaman, inandım" dedi Kenan Birkan.Dayı da "bırakmasam ikimizi de harcarlardı" diye bitirdi hikayeyi, o zaman Ezel uyandu "dayı sen bu hikayeyi neden anlattın?"

Ramiz Kenan'ın gözlerine baktı
"Azad'la Selma'ya dokunmayacaksın"
"Hay hay" dedi Kenan. Ezel dellendi, "Dayı, kandırdın beni Dayı." Kenan'ın adamları Ezel'i tuttular, çünkü Dayı ölüm yolculuğuna, torunu ile yüzleşmeye tek başına gidecekti.

"torunumu bırakacaksın, istediği yere gidecek"
"denerim" dedi Kenan dürüstçe.

"Ezel'e dokunmayacaksın, o benim son oğlum, son oğlum! hayatta kalacak."
"peki" dedi Kenan
"Bu seferlik Ramiz Karaeski değilim, ben kendi torunumla savaşacak adam değilim" dedi Dayı, Ezel bağırdı, Dayı ona döndü.
"Hoşçakal yeğen" dedi "Sen hayatı kaçırma istedim, ben son kabadayının son trenini"
Ve Dayı, Ezel'i bırakıp Haydarpaşa Garına, herşeyin başladığı yere gitti.

Azad, Sekiz'le konuşuyordu arabada. Burçin Terzioğlu yine harikaydı, harika. Babasından yıllarca nasıl nefret ettiğini, ama onu gördüğü anda, sesinin onu nasıl çağırdığını, elinde olmadan babasını nasıl sevdiğini anlattı. "Sen de ilk gördüğün gün anlamadın mı, bu adamın sesi benim sesim, bu adamın kanı benim kanım demedin mi? Allah kahretsin ben bu adamı çok özlüyorum demedin mi?" " diye sordu, sonra "Darmadağın ettiler bizi Ramiz" dedi yeğenine. Sekiz'in duymaya dayanamadığı kendi ismini kullandı yani.

Ali bunların peşinden geliyordu, kırmızı ışıkta durunca bi baktı, Sekiz Azad'ı salmış, Azad bankta oturuyor. Bunlar bakıştılar. İşi pişirecek sanırsam bunlar, Kerpeten Ali Dayinin damadı olacak.

Ali, Azad Cengizi de yoldan topladılar. Ezel, Tefo hepsi buluştular garda. Çok güzel sahne geçişleriydi, her karakter konuştu bu anlarda...

Ramiz: Yıllarca biriktirirsin bazen bir anı.
Kenan: Senelerce beklersin tek bir saati.
Cengiz: Seninle beklemezler, yalnız kalırsın.
Tefo: Gerçeği söylemezler, aciz kalırsın.
Ali: Bir daha ki sefere dersin, yine kaybedersin.
Ramiz: Sonra o saat gelir çatar.
Ezel: Beklerken bilemezsin ama kaderin bir anda ters yüz olur.
Ali: Kaybettiğini sandığın şey, önüne çıkıverir.
Tefo: Lanetin zannettiğin şey, tersine döner.
Azad: Aileni kaybettiğinde...
Ezel: Kaybedenler ailen olur.


garda biraraya gelen kahramanlarımız, Dayıyı aramaya başladılar, daha doğrusu cesedini. Ama bi baktılar, Dayı karşı peronda oturuyor. Sekiz gelmemiş, Dayı haklıymış. "gelmedi" diye bağırdı Dayı, "o zaman sen bize gel" diye bağırdı Ezel.


1971

Ramiz, Jilet, Ağa baba içiyorlardı. Kenan başka bi masada, Ramiz'le bakıştılar. Ramiz Jilet'i bi tepeye götürdü arabayla, adam sızmış, uyandı, Kenan çıkageldi sonra peşlerinden. Jilet başına geleceği anladı "bu çocuk için değer mi Ramiz" dedi. "İliğini alır senin diğerleri" dedi. "biliyorlar zaten, ben Ağa babaya söyledim, o başını salladı" dedi Ramiz. karşılıklı bıçakları çektiler, korkunç haykırışıyla Ramiz adama daldı.

Ramiz adamı paramparça deşip öldürmüştü, Kenan titreyerek geldi , oluk oluk kustu. harika bir sahneydi. "ben onu o gün öldürmüştüm, bugün öğrendi" dedi Ramiz. "Peşimden ayrılmıyorsun ya kim olduğumu önce sen gör istedim" dedi.

2010

Dayı, peronda sevdiklerine kavuşmak için yürürken Sekiz çıkageldi. Bıçağı tık diye dayı'ya sapladı, sonra da kaçıp gitti. Bu esnada ekşi sözlük çöktü işte dostlar. Bizim ekip de perondan raylara atlayıp, Dayı'nın yanına koştular, Ezel ağlayarak kollarına aldı Dayı'yı. Dayı gülüyordu. "Kanı bana çekerse yapamaz diyordum ama , şu işe bak eğen, meğer kanı bana çektiği için yaparmış" Sonra Dayı, elinde bir bavul, cebinde bir bıçakla İstanbul'a gelen delikanlıyı gördü garda... Tuncel Kurtiz nasıl titretti bizi bu sahnelerde, elini uzatıp gözlerinin önünden geçen gençliği ile vedalaşması, "herşey başladığı yerde bitsin" demesi...

Böylece içimde bir ağrı bırakarak bu bölüm sona ermişti sevgili seyirciler. Tabii biz geçen sezon finalinden Dayı'nın kötürüm olacağını biliyoruz da, yine de içimizi bu denli ağrıtmak, senaristlerin, yönetmenin ve oyuncuıların büyük başarısıdır diyor, hepinize selam ediyorum.

kimi gençken öldürür sevdiğini
kimileri yaşlı iken öldürür;
şehvetli ellerle öldürür kimi
kimi altından ellerle öldürür;
merhametli kişi bıçak kullanır
çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.



xo xo

27 Eylül 2010 Pazartesi

Hayatımın fon müziği

Miacığım sağolsun son mim dalgasında beni de mimledi, sayesinde blog alemlerindeki hiçbir mimden geri kalmıyorum.

Mim'in konusu : "Hayatınıza uygun fon müziği. Fon müziği derken sözlü tabi ama sözleriye değil sadece müziği ile olacak. 3 şarkı seçeceksiniz"


Daha fon müziği derken ben biliyordum cevabı, 3 tane seçmeme bile gerek yok. Bir tek şarkı, içinde tüm hayatı anlatıyor. Hem hüzünlü, hem heyecanlı, delicesine coşkulu, hem de boşvermiş. Çünkü biliyor, anyway the wind blows.

Bence yeryünün en mükemmel sesinin yarattığı ve söylediği

En mükemmel şarkı

BOHEMIAN RHAPSODY

Peki ya sizlerin fon müziğiniz ne olurdu ?

xo xo




26 Eylül 2010 Pazar

Haftasonu gezmesi, haftasonu kitabı : Tek ve Tek Başına Türkan

Cuma akşamı kendimi işten zor attım dostlar, iki haftadır stresten, yoğunluktan çok gerilmiştim, bunalmıştım. Seval kuş ile Cevahir'de buluştuk. Canım Lady Charlotte da 2 saat bizi görebilsin diye 1,5 saat araba kullanıp hem de yağmurda Mecidiyeköy'e geldi, sağolsun.

Önce salatalarımızı yedik tabii, ben de çorba içtim. Nerdeee artık o gurme sofralar, kebaplara gömülmeler, whopper menüye kafa gömmeler, soğan halkaları ah ah.

Yemekten sonra Gloria Jeans kahvecisinde kahve içtik. Eğer yemek yemeseydim mocha içecek idim amma yemek yediğime göre filtre kahve içtim yalnızca. Şu Gloria'da ennn sevdiğim kahve Creme Brulee Latte idi, onu da mönüden çıkarttılar, yazık. Mochası mesela Starfucks gibi güzel olmuyor bu Gloria Jeans'in amma mekan daha boş, daha rahat oluyor Starfucksa göre.

Muhabbet edip kahvelerimizi içtik, yorgunluğumuzdan fazla şamata yapamadık, Sevalciğe de nezle bulaştırmışım geçen buluşmamızda, meğersem günlerce yorgan döşek yatmış, sesi çatal çatal idi , hay aksi.

Kahveden sonra mağazaları dolaştık, Bershka'ya baktık, teenage insanız ya püahahaah, sonracığıma Stradivarius'a baktık, tabii her absürd şeyle eğlenerek geziyoruz mağazaları, mesela basma dayt, tül bluz gibi :)) bütün şapkaları takıp deniyoruz filan, böyle olunca mağaza gezmekten sıkılmıyorum dostlar. AVM kapanmadan Zara'ya da göz atıp evlere dağıldık, hiç birşey almadık herşey çok pahalı idi dostlar.

Cumartesi günü hava harikaydı, Lady Charlotte beni Mecidiyeköy'den aldı ve beraber karşıya geçtik, ilk kez araba ile köprüyü geçmişti canım arkadaşım, çok eğlenceli bir andı:) Karşıya geçince Bağdat Caddesine gitmeye çalıştık lakin biraz kaybolduk, ama azıcık:)) Neyse Bostancı Halk Eğitim Merkezi varmış, oraya ulaşıp arabayı bıraktık, caddeye yürüdük. Meğersem caddenin en ucuna gelmişiz. Neyse Mango'nun karşısındaki Starfucksda oturup kahve içtik, birşeyler yedik. Zekish koştu yetişti, böylece ekip biraraya gelmiş oldu:))) oohh bi saat oturduk, sohbet muhabbet derken kalkıp caddede gezdik. Zara'ya (küçük olanına), GAP'e, Mango'ya baktık. Yaşlandım mı nedir, bu kadarcık dolaşınca ben çok yoruldum, dilim damağıma yapıştı. Zaten kalabalık cadde, İstiklal'e dönmüş durumda, ay resmen sürünüyorum. Nook Cafe'ye oturduk, diet cola içtik, bayram tatilinde ne yapacağımızı konuştuk. İnşallah Real Fiesta seyyahları olarak yine yollara düşeriz, çok özledim seyyah olmayı.

Kafede dinlendikten sonra zaten akşam olmuş hava kararmış idi. Zekish ile Charlotte beni bir dolmuşa koydular canım arkadaşlarım:) 7'de dolmuşa bindim, 8'de Beşiktaş'ta idim, bence çok iyi, hem de Cumartesi gecesi için! Yol boyu da uyukladım, sade Nakkaştepe'den köprü yoluna inerken bir uyandım... Karşımda yeryüzünün en şahane manzarası, Boğaz Köprüsü, turkuvaz ışıklar içinde, safir bir gerdanlık gibi, köprüdeki normal lambalar da gerdanlığın pırlanta taşları, ve bu ışıklı güzellik Boğaz'ın kara lacivert sularından yansıyor. Büyülendim bu manzara karşısında...

Beşiktaş'a gelince Etiler otobüsüne atladım, marketten haftalık alışverişi yapıp eve geldim.

Bugün de Ayşe Kulin'in Türkan Saylan kitabı, TEK VE TEK BAŞINA TÜRKAN 'ı okudum. Edebiyat olarak bence Füreya kadar iyi değilse de Türkan Saylan'ı; hayatını hekimlik mesleğine vakfetmiş, hastalarını ve mesleğini yaşamındaki herşeyden üstün gören, cüzamı bu coğrafyada bitirmek için ömrünü seve seve harcayan, yüreği insan sevgisi ile dolu hakiki bir vatansever olan bu eşsiz kadını bir kere daha hayranlık ve minnetle anarak, zevkle okudum.



Bu akşam da Darth Vader grafik romanımı okuyup geçen gün aldığım ucuz dvdleri ve Behzat Ç.'yi izleyeceğim.

Ezeltesi görüşmek üzere:))

xo xo

24 Eylül 2010 Cuma

Ezel 2.Sezon 2.Bölüm : SENİ SEVEN SENİN KURBANINDIR

Geç oldu amma 10 sayfadan fazla not almışım, o notlara kıyamam, işte size Ezel S.2 E.2 özeti .


EZEL 35.BÖLÜM

SENİ SEVEN SENİN KURBANINDIR




Bu bölüm Ramiz Dayının sesiyle başladı. Geçen sefer hoşgeldin bölümü şerefine Haluk Bilginer'in ipeksi, oyunlu sesini dinlemiştik. Ama Dayının yaşlı, derin, yıpranmış sesinin tadı da bambaşka ve daha çok yaraşıyor bu diziye sanırsam.

Kahramanlarımız tren garında 8 nolu peronda karşı karşıya gelmişlerdi. Dayı ve Ezel , Sekiz ile karşıkarşıya geldiler. Sekiz, Ezel'e psikopat bi bakış attı (güya), bıçak çekti.. Ama o psikopat bakışlar böm böm berkeltilmiş gözlerden öteye gidemedi, biraz daha kassa şaşı olacaktı Kıvanç a dostlar. Bu bön bakışlardan sonra dönüp gitti Kenan Birkan ile.


İlk defa görünce anladım yolun sonuna geldiğimi.

Yolun sonuna gelince bir eyvallahla giderim derdim.
Yok, bir buruk hoşgeldinle edilirmiş veda

Ölüm isteyen torununa hoşgeldin diyen dayı, kendi sonunun geldiğini de anlamıştı böylece.

Dayının ofisinde, Ezel çıldırıyordu, kim o adam dayı kim? Dayı doğrudan söylemektense hikaye anlattı, tavlasını çıkarttı, bu tavla ile hapishanede o koğuştan bu koğuşa gezer dururmuş dayı, kimsecikler açamazmış tavlayı. Tavlayı açıp 3 tane yadigarı çıkarttı içinden :

Yüzük - Ali Temel
Kumar fişi - Uğur
Silgi - Selim

Hapishane müdürü Dayıyı yanına çağırıp oğullarının öldüğünü söyleyince soramamış dayı, torunum iyi mi, adaşım Ramiz yaşıyor mu diye soramamış...

Kenan Birkan ise ona "baba" diyen Sekiz ile holdingin tuvaletinde buluştu, son aldığı yarayı gösterdi ona.
-24 saat içinde Ramiz'in elinde ne varsa gidecek. Bir 24 saat sonra da senin günün gelecek dedi Kenan Sekiz'e. Bu çocuğun 8 Eylül'de yapacağı bir iş, keseceği bir hesap olduğunu öğrendik Kenan toplantısına gidince, Sekiz dönüp aynaya baktı, yine acı çeken psikopatı oynuyor, yine batırıyordu bu sahnede, gözler berkeldi, berkeldi... Biz seyirciler bir flashback ile 10 sene evveline döndük.

Dayı hapiste, oğulları öldürülmüş. Koğuşa bikaç adam girdi, Dayı bıçağını çekti
-Bizimle geliyorsun Dayı!
-Peki kaçınız benimle geliyor?

Kenan Bey bekliyor deyince adamlar, Dayı bıçağı indirip gözlerinin bağlanmasına razı oldu. Dayı'yı alıp bi restorana göürdüler, gözbağını açtığında peçetede "YANLIŞ SÖZ ÖLDÜRÜR" yazdığını gördü Dayı.

Restorana bir araba yanaştı, Kenan Birkan küçük Sekiz'i getirmiş, su damlası gibi güzel bir oğlan. Halbusem biz eski bölümlerden esmer bi oğlan olduğunu görmüş idik, neyse:)

"Soyun kurusun" dedi Dayı Kenan'a "Soyun kurusun, oğullarımı öldürdün"

"Sen ne yaptın Ramiz abi? 30 sene önce sen bana ne dedin ? yüreğimi dinledim (burada Haluk Bilginer'den muhteşem bi Dayı taklidi geldi - yüreğimi dinledim- ) Torununun yanına gitmeden önce bir düşün, benim ölsem bile neler yapabileceğimi bir düşün. Eğer ona kavuşursan torunun ölür, eğer beni öldürürsen torunun ölür. "
Kenan'ın bu lafları Dayıyı çıldırttı "seni ben mi böyle yarattım şeytan?!!!"
Kenan devam etti "ya da onu ben alırım, yaşar, babasını senin öldürdüğünü düşünerek, senden nefret ederek, öldürmek için yaşar. Aklın mı kalbin mi, yaşasın mı ölsün mü? Unutma, yanlış söz öldürür"
Ve bunun üzerine Ramiz çocuğun yanına gidip "babanı ben öldürdüm" dedi, ve arkasına bakmadan çıkıp gitti.

Günümüze geri döndüğüüzde, Ezel fıttırmak üzereydi. Sekiz'in, bildiğin canavar olduğunu düşünüyordu. Gerçekleri anlatalım diye önerdi, Dayı "gerçek birinin ettiği bir laf" dedi ve bir dosya çıkarttı.Sekiz meğersem kahraman bir askermiş, komandoymuş, bordo bereliymiş, sayısız madalyası armış, sayısız asker arkadaşını kurtarmış. Ezel'in deyişi ile bu sefer "bildiğin kahraman"mış. "Torunum canavar değil Ezel. Birşey yapma Ezel, ailemde artık kimse ölmeyecek



Böylece Dayı Ezel'in elini kolunu bağlayıp Eyşan'la buluşsun diye mezarlığa yolladı. Ezel Şebnem'i arayıp Sekiz'in asker arkadaşı Şahin'i araştırmasını istedi. Şebnem de Tefo ve Ali abiyle kumarhanede bu arada. Kim kime çalışıyor, ne yapıyoruz, kafam karıştı diye mızmızlanıyor, Ali abi de acayip dalgasını geçiyor Şebo'yla. Tefo "ben Ali abiyleyim" deyince o da "siz ne yapıyorsunuz?" diye sordu haliyle, el cevap "sıfırdan başlıyoruz"

Sekiz holdingten çıktığında kapıda kendisini bekleyen kırmızı üzeri açık şahane bir spor araba buldu. Kenan Birkan'dan mezuniyet hediyesi:)) Ohhh kuruldu arabaya bastı gitti paşa.

Ezel ise yıllar sonra Ömer olarak sevdiceğiyle mezarlıkta buluşuyordu. Bahar'ın mezarı başındaki Eyşan HÖÖMEERRR diye inleyerek koştu ve bunlar sarmaş dolaş oldular. "yeni öğrendim en büyük ayrılığın sevdiğine kavuştuğunda başladığını, hergün aldın zaten benden intikamını" Salak Eyşan hani pıt diye Kenan Birkan'a inanmıştı ya, hala Höömerr'in Bahar'ı vurdurttuğunu sanıyordu. O yüzden yanında duramadı Ezel'in, Kaya Bey gelince arabayla, Eyşan kaçıp gitti . Arabada Kaya Bey "neden dinlemediniz" diye sorunca da "siz hiç aşık olmadınız mı, dinlersem inanırım" diye cevap verdi. Bu sanki yıllar önce hapisanede Hömerr'in söylediği "sakın tek kelime etme, yoksa inanırım" lafının tekrarı idi.

Ali, artık ona ait olmayan kumarhanede takılırken Cengiz geldi, Cengiz hava attı buna,"Ömer bana geldi, beni kurtardı, satmadım ama bu sefer ben onu sağlam durdum" Ali yapıştırdı "önceki sattıklarına sayarsın"

Sekiz kardeşimiz eski asker arkadaşlarıyla izbe bi barda buluşmuş idi. Kucaklaştılar, "komutan getirdin mi" diye sordu askerler Sekiz'e. Sekiz hepsine birer çuval dağıttı, ulan ne var acaba içinde bazuka mı? Barmen çocuk "ne zaman başlıyoruz komutanım?" diye sordu, Sekiz "şimdi!" buyurdu, çuvallar açıldı, aaaaaa darbuka, tambur, bi yığın müzik aleti çıktı, hobaaaaa bunlar rakı içip dümteke dümtek alem yapmaya başladılar "son gecemiz gibi çalacağız bu akşam"

Kenan Birkan'ın saray yavrusu malikhanesinde altın kafesteki kukumav kuşu gibi oturan salak Eyşan (Ezel ondan salak, hala aşık kıza ) geçmişin çakıllı ve de dikenli hatıralarına dalmıştı ki, Kenoş geldi yanına, Eyşan'ın elindeki telefonu gördü.
"Bence o telefonu edin Eyşan, sizi ikna etsin. Sadakati boşverin, mutlu olmaya bakın. Bahar öldü, siz yaşıyorsunuz, unutun eğer yapabilirseniz. Kardeşinize ihanet edin, kendinize değil. "
Eyşan, oğlunu eve getirip getiremeyeceğini sordu. Kenan da bunu bahçede yürüyüşe çıkarttı.
"herşeyinizi almışlar sizin Eyşan, sizin olanı size geri verelim önce"
"nasıl"
"bir iki telefon görüşmesi"
"o kadar mı?"
"o kadar"

Bu lafıyla Kenan bahçede hazır bekleyen makam otosuna yürüdü "2 gün dışarı çıkmayı" dedi Eyşan'a "hava ısınacak" Haluk Bilginer'in o andaki bakışları görmeye değerdi.

Ve bu noktada Kenan'ın Dayıyı bitirme planı başladı. Kenan bir ricam var diye birilerini aradı

"Rica borcu olana bir emirdir aslında, en yukardakiler 2 kelime eder, en aşağıdakiler infaz eder. En yukardakiler rica eder, eskiler herşeyi kaybeder"

Dayı kahvede otururken polisler geldi, "sakın Ezel'e söyleme ben çıkana kadar" emretti Dayı Tefo'ya. Ve polisler Dayıyı sorguya götürdüler. "öyle üzgün durmayın Ramiz Bey, ilk kez gelmiyorsunuz"

Böylece geçmişe, 1971 senesine döndük. Dizinin bu geçmişi anlatan kısımları o kadar güzel ki dostlar. İzlediğimiz bölümde Ramiz peşinde kuyruk olan Kenan'dan kaçarken polisler yetişti, Ramiz'i içeri aldılar. Sorgu odasında iyice dayak yemiş Ramiz'in yanına genç bi komiser geldi, Komiser Kemal, tipi tam 70'ler, çok başarılı. Ramiz Antep'den gelmiş, orada Arap Avni'yi bıçaklamış, Komiser de İstanbul'a gelen iti uğursuzu takip edermiş. Arap Avni'nin oğulları kalkmış geliyormuşlar, sen burada çete mi kuracaksın, esnafı mı koruyacaksın, ben varım burada, bu şehri sizlere yedirmem diye bi posta kaydı genç Ramiz'e.

Bugüne geri geldik , ihtiyar Ramiz sorgu masasında oturuyordu, tipitip bi komiser geldi
"Ramiz Bey, sizinle tanışmak bir şeref"
"Bu şerefi neye borçluyuz amir bey?"

Geçmişle bugün arasındaki tezat çok çarpıcıydı bu kısacık anda. Ve bu sahne muhteşemdi dostlar, Tuncel Kurtiz'in en iyi sahnesi belki.

"birşey yok, arkadaşlar haber gönderiyorlar, yine yine çalışmaya başladı diye"
"yok biz unumuzu eledik, eleğimizi astık"
"yok canım koskoca Ramiz efendi.. dayı diyebilir miyim? ayıp olur mu?"
"siz devletin bir neferisiniz amir bey, ne yapsanz ayıp olmaz"
"arkadaşlar saygıda kusur ettiler mi ?"
"biz ne yaptık ki kusur etsinler amir bey?"
"eh 30 yıldır hapisteymişsin, birşey yapmış olmalısın dayı"
"30 yıl amir bey, ne yaptıysak bedelini ödemiş olmalıyız amir bey, öyle değil mi?"
"maşallah dimdik ayaktasınız ama"
"daha ayağa kalkmadık, oturuyoruz"
"daha da kalkamazsın dayı"
"suçumuz neymiş?"
"anlamadın mı dayı? suçun birisi vadesi bitti dedi, suçun o"

Meanwhile downtown, Ezel Sekiz'i takip ediyor idi çaktırmadan. Sekiz tekerlekli sandalyede oturan gazi arkadaşını ziyaret ediyordu, Şahin'i. . Zamanında ölümden kurtarmış Sekiz, Şahin'i, bugün ölmeyeceğiz, çünkü ben öleceğim günü biliyorum demiş Şahin'e. Hellalleşti bunlar. Sekiz ayrılırken yanından, Şahin selam verdi "oradaki bizim çocuklara selam et komutanım" "ben aynı yere gitmiyorum Şahin"


Böylece Sekiz önde, Ezel peşinde haldır haldır yürürlerken Sekiz pat diye arkasını dönüp Ezel'e baktı :

sıkıldım, söyle !!" :))
"dün tanışamadık, Ezel ben"
"Ramiz'in koruması mısın, nasıl koruyacaksın Ramiz'i göster. Mesela Ramiz şu adam olsun" Burada Sekiz parmakların tabanca gibi birleştirip kenarda oturan bi adama ciyuvv ciyuvv yaptı. "manyak mısın sen, bırak çocukluğu" diyecek oldu Ezel, aaa gerçek tabancayı çıkartıp ateş etmesin mi Sekiz, tabii adamı vurmadı ama adamın ömründen 7 sene gitmiştir korkudan.

Sonra Sekiz geçitteki kapının ardına geçip tak kapıyı kapadı, parmaklıkların iki yanından bunlar boğuşmaya başladılar. "Ramiz ölecek, durdurabilirsen durdur. Şimdi tanıştık mı Ezel kardeş, ben senin durduramayacağın adamım"

Ayarını afiyetle yiyen Ezel Tefo ile Şebo'nun yanına gitti, Ali de orada tabii. "bir daha bu adama sizin yanınzda görürsem anlaşma bozulur" dedi Ezel Tefo'ya. Sonra haberleri öğrendi, kumarhaneler kapatılıyor, bankalar hesapları donduruyor. Ezel Tefo'yu kumarhaneye gönderdi, Şebo'ya da ofise git, bankaları ara buyurdu. Tefo şaşkındı "neler oluyor Ali Abi?" "Kenan Ramiz'in fişini çekiyor. Ben de Ömer'e yardım edeceğim"

Ezel ona borçlu olan bi adamı görmeye gitti, işte emniyet müdür mü ne. Ama herif buna "git" dedi, "bu sefer emir büyük yerden"

Ezel sorgu odasındaki Dayı'yı gördü, ter içinde kalmıştı Dayıi üzgündü, herkes tepesindeydi. Ezel yıkıldı "su verin, su verin adama" diye bağırdı.

Tefo kumarhaneye gitti, polislerle konuştu, meğersem 8 kumarhanenin sekizini de haczediyormuşlar, paldır küldür kaçtı Tefocuk.

Ofiste Ezel Şebo'ya "forsu olan, tanıdığımız herkesi ara, yanımızda kim var öğrenelim, kahve makinesi de hala elimizdeyken kahve yap "buyurdu "Kenan yıllardır bugüne hazırlandı, şimdi düğmeye bastı, taşları deviriyor, herşey gidecek, ofis,arabalar..." Kasada biraz para var ne yapalım? diye sordu Şebnem, paylaşın deyip çıktı gitti Ezel.

Ali Ezel'in peşindeydi, konuştu durdu, nihayet Ezel dayanamadı "bu adam benden güçlü" diye patladı. Alicik "o zaman biz de sokaktan savaşırız, gerilla savaşı yaparız" diye atladı . "para yoksa gerçek hayatta kaybediyorsun Ali, sen o yüzden satmadın mı beni?" Sonra Ezel ağlandı Dayım Dayım diye "Kenan eritiyo Dayımı, gözümün önünde eriyor, o hep benim yanımda oldu, kimse yoktu o vardı, şimdi yeniliyorum, ben onu koruyamıyorum"
"yalancı" diye bağırdı Ali. "sen Kenan Birkan'a yenilmiyorsun, senin kafanda ne var? Sabah akşam aklında kim var? Savaşmıyorsun ki kazanasın. Eyşan'dan başka bi bok yok kafanda, onu geri istiyorsun" Ezel sonunda kabul etti bunu.

Ali gitti Cengiz'i buldu "Ömer'e yardım etmek istiyor musun? Dağılıyor Ömer, bir gün daha en iyi arkadaşı ol onun, senin ağzın laf yapar, olan biteni anlat, Eyşan'la Ömer'i barıştır" dedi

Eyşan taksiyle Can'ı Kenoş'un evine götürüyordu, Cengiz yolun ortasına oturup bekledi, Eyşan indi taksiden, o da Cengiz'in yanına oturdu

"o zaman sana yok, yapmam deseydim?" diye sordu Cengiz
"yine yapardım"
"Ömer seni affetse yine onunla olur musun"
"ben hep onunlaydım ama Bahar'ı öldürdü o"
"ben gördüm kim öldürdü"
İşte tam Cengiz anlatacak, o sırada Can taksiden atlayıp babaa diye koşturdu geldi. Bu sahne böyle kaldı, yani Cengiz Eyşan'a gerçekleri anlattı mı anlatmadı mı bilmiyoruz.



Akşam Ezel ve Eyşan iki sevgili gibi o çay bahçesinde buluştular. Ezel Bahar'ı öldürmediğini söyledi. Eyşan "beni affettin mi" diye sordu, cevap "hayır" idi. Yok bir de affetseydin gerizekalı Ezel, lan o çektiğin çilelerde sonra hala Eyşhhaannn diye inlemeni de anlamıyorum, biri HÖÖMEEERR biri EYYŞŞHHAANN ne salakmışsınız siz ya, çekilin gözüm görmesin.

Peki affetmedi ise Hömer hala Eyşhan'dan ne istiyormuş görelim :

"bitmiyor, bana ne yapsan bitmiyor, durduramıyorum. İçim, elim sana gidiyor, seni sevmeyi durduramıyorum. Ama öğreneceğim, affetmeyi, baba, sevgili olmayı, bu ateşin içinde durmayı öğreneceğim"


Ama Eyşhan Hömer'e inanmıyordu, Ezel'in Baharı öldürdüğüne inanıyordu
"ne desen sana olan nefretimi durduramıyorum. elimde değil seni hayatımdaki herşeyden çok seviyorum. sonunda birbirimizi öldüreceğiz"

Sonra Kaya Bey geldi, elinde bi laptop, Ezel'in hesaplarını gösterdi. "Ceketimi almaya mı geldin" dedi Ezel. Kaya da "Hesapların bloke edilmesini Eyşan Hanım istedi, Kenan Bey değil" dedi. "Paranızı alın, buradan uzaklara gidin" Ezel kalktı, ceketini çıkartıp Kaya'nın bilgisayarı üzerine bıraktı ve gitti.

Dayı salıverilmişti, tutuksuz yargılanacaktı. Balık ekmek yemeye gitmişti deniz kenarına. Sekiz geldi buldu Dayıyı. "sana da bi yarım söyleyeyim mi" dedi Dayı torununa. Eskiden de buraya gelirler, balık ekmek yerlermiş, Dayı hikayeler anlatırmış torununa. "Sana bi hikaye anlatayım mı?" diye sordu Dayı, Sekiz kabul etti.1971 yılına geri döndük.



Genç Ramiz iyice dayak yeyip polis eşliğinde Haydarpaşa'ya geri getirilmişti, trene binsin memeleketine geri dönsün diye.Kenan biti yine orada "dönüyor musun, ne istiyormuşlar?" "gitmemi" "peki sen ne istiyorsun?" genç Ramiz şööyle bir baktı güzel İstanbul'a.."en lüks, en baba, en tepe yeri neresi,beni oraya götür" Kenan bunu aldı, o meşhur gazinoya götürdü, sahneye gencecik Selma çıktı "böyle bir kara sevda kara toprakta biter" Kenan bu arada Ramiz'e anlatıyor, şu meşhur yazar, şu bakan, bu bilmemkim. En ön masada da gazinonun sahibi oturuyor. "biz buraya niye geldik?" "alıcı gözle bakmaya çocuk, ben bu şehre işte o masada oturmaya geldim"

Böylece Dayı ve Sekiz'e geri döndük, Sekiz saatine baktı , geceyarısını geçmiş 12:08:08

Hikayeye devam edeyim mi deyince ise dedesi, kabul etti Sekiz ve Dayı anlatmaya devam etti...

İlk kez bir bölüm böyle sakin sakin bitti, biz de şaşırdık dostlar.

Neyse yeni bölüme çok az ladı, gerçekten heyecanla bekliyor idim.

xo xo

23 Eylül 2010 Perşembe

Peki kitap bulamazlarsa ne alsınlar?

Akşam işten çıktım, Beyoğlu Sahaf Şenliğine bir uğramak istiyordum aslında amma , hava soğuktu ve yağmur çiseliyordu ; ben de Cevahir AVM'deki D&R mağazasına gitmeye karar verdim, amacım Emrah Serbes'in Ankara polisiyelerini almak idi tabii, iki tane kitap alacak, eve dönüp okumaya başlayacaktım, niyetim bu idi.

Maalesef, koskoca D&R'da istediğim kitaplar yoktu. Bilgisayardaki listelerine baktılar, var; rafları aradılar, yok! Ne yapayım, ben de mağazada dolandım, fırsat reyonundan 2 tane dvd aldım:

1)Titanic : hee evet, James Cameron'ın bildiğimiz kırk yıllık Titanik :))) hazır fırsat reyonuna düşmüş, arşivde bulunsun diye aldım

2)Dick Tracy : taa 1990 senesinden bir çizgi roman uyarlaması, Warren Beatty gerçekten de filmi çizgi roman renkleri ve görüntüsüyle çekmiş idi, Al Pacino kötü adamı oynuyordu filmde, tipi tanınmaz halde:) Sevgilisi de Madonna. Şimdi böyle yazınca şaşırdım yahu, ne acayip kast yapmışlar . Sinemada izlemiştim ilk çıktığında, bi de Madonna'nın bu filmin soundtrack kasetini almıştım hey gidi. Neyse yani çok eğlenceli filmdir dostlar.

Sonra bir de grafik roman aldım : STAR WARS : Darth Vader , Türkiye özel cildi. Gerçekten enfes bir şey, Star Wars grafik romanlarındaki Kara Lord ile alakalı hikayeleri biraraya getirip müthiş bir cilt hazırlamışlar.




D&R'dan çıkınca "madem asıl istediğim kitapları bulamadım ya, bir de Watsons'a uğrayayım" dedim. Garnier roll on göz altı kapatıcı aldım, artık gözlerim yaşlı ve yorgun görünüyor; bu da cilt bakımı için bitkisel içerikle hazırlanmış hem nemlendiren hem kapatan ince bir ürün, denemek istedim. Hazır gelmişken de her zamanki göz çevresi ve günlük yüz bakım kremlerimi aldım Loreal'den. Bi de aseton aldım, artık nedense ev aseton doldu, sanki her gün oje sürüp siliyorum dostlar yahu, tutuşmayız inşallah aseton deresinde ne diyeyim.

Torbalarımı yüklenip durağa koştum Etiler otobüsüne atladım, eve inmeden bir Akmerkez'e bakayım, ulan kesin burnumun dibinde bulurum kitapları diye içimden geçirdim. Ama heyhat, Remzi kitabevinde de yoktu benim Ankara polisiyelerim. Fakat Remzi'ye girince gözüm döndü, kitap, kitap, kitap; o kadar çok kitap vardı ki almak istediğim, gece gündüz işe gitmek yerine kendimi kaybedercesine okumak istediğim... Of ya, ne kadar az zamanımız var yaşamak için aslında? Bütün gün çalış, gece evde kendine ayırabildiğin bikaç saat kitap mı okuyacaksın, internette mi gezeceksin, oyun mu oynayacaksın yoksa kediye şefkat mı göstereceksin, ne yapacaksın? Hele çoluk çocuk varsa herhalde 100 kat daha zordur... Ooof of dostlar.



Her neyse, hikayemizin bu noktasında kitapları yine bulamadığıma göre artık omuz silkip eve dönüş yapmalıydım ammaaa, hazır Remzi'ye gelmişken 46 dergisini alayım diye düşündüm, Haluk Bilginer'in etkileyici röportajını okurum, hem devasa Ezel posteri hediyeli dedim:)) Kasaya vardığımda ise bal dudaklı Benicio Del Toro'nun Kurtadam filminin DVD'si ile karşılaştım.....

Nihayet kendime geldiğimde, 2 kitap almaya çıkıp; onun yerine 3 dvd, 1 dergi, 1 çizgi roman, 1 göz altı kapatıcısı, 1 göz kremi, 1 gündüz kremi, 1 aseton ile eve dönmüş idim sevgili seyirciler:)

xo xo

21 Eylül 2010 Salı

Ezel, üzüntü ve muz kabuğu :))

Dün gece Ezel'in yeni bölümünü izlerken haldır haldır not aldım dostlar, not aldım ki, ne olup ne bitti güzelce yazayım. Gelin görün ki, notlar evde kaldı, patronun ahı mı tuttu ne oldu? O yüzden gece yazabileceğim Ezel yazımı maalesef.

Yine de söylemeliyim ki, çok sıkıldığım bir bölüm oldu, tipik özensiz yerli dizilere yakınsadı bu bölümde Ezel. Kıvanç Tatlıtuğ, acı çeken psikopat rolünü bence eline yüzüne bulaştırdı, beceremedi. Sayko bakışı atmaya çalışıyor amma gözlerini berkeltip bön bön bakmaktan başka birşey yapmıyor. Gülünç oldu. Hem kahraman bir harekat askerini canlandırıp hem de maşallah dana gibi göbeği olması da enteresan.

Bundan başka sayısız tutarsızlık var idi dizide. Ben ki balık hafızalıyım, izlerken ne mantık hatası görürüm, ne yanlışlık ararım. İzleme zevkim için izlerim diziyi, sonra sözlük'den öğrenirim hataları. Bu sefer tutarsızlıklar beni rahatsız etti.

Ramiz dayının oğlu öldürüldüğünde, torunu siyah saçlı bir çocuktu, onun yerine Kıvanç'ın ufak haline benzesin diye sarışın, inanılmaz güzellikte bi oğlan koymuşlar .Neyse üzüntüden sarardı oğlan diyelim. Şöyle bir durum var. Dayının 3 oğlu vardı, hepsi 2001 yılında aynı gün aynı saatte öldürüldüler. En büyük oğul, küçük çocuğunu okuldan alıyordu , küçük çocuk Sekiz işte, ve çocuğun gözleri önünde öldürüldü, biz izlediğimizde yaşı 30'a yakın bi adamdı bu Dayının büyük oğlu. Halbuki sonradan bu oğlanın 1975 doğumlu olduğu yazdı (mezarlık sahnesinde gördük) Cinayetler 2001'de işlenmişti. Dayı'nın oğlu 2001'de 26 yaşında ise nasıl oluyor da 10 yaşında çocuğu oluyordu. Sekiz 2001'de 10 yaşındaydı ise, şimdi 19 yaşında ve nasıl askeri harekat kahramanı oluyor idi? İşte Ramiz'in oğullarının yaşları ile ilgili tutarsızlık gece gece herkese matematik problemi çözdürdü a dostlar:)))


Neyse iyi oldu bu detayları konuştuk, akşama sade diziyi yazarım.

Beni rahatsız eden birkaç nokta daha oldu.

Birincisi, sezon finalinde Bahar'ın katili peşinden gitmeye karar veren Ezel, Şebnem ile hesabı görmüş, yolları ayırmış idi, bu bölümde hiç birşey olmamış gibi Şebo "ya Ezel beni kovarsa" diye dertlenip durdu, "oyun bitti, takım dağıldı" dediler, aaa şaşırdı. Lan geçen sezonun sonunda olmadı mı bunlar zaten, ne konuşuyorsunuz, tazminatını bile aldı Şebnem.

Sonra sezon finalinde , Ezel dongozu Kerpeten Ali ve Tefo'yu yanına alıp takım olmamış mıydı, yanyana boncuk gibi dizilip İstiklal'de Ezel yürüyüşü yapmamışlar mıydı? (uf bi yakalasam ben de şu yürüyüşü:)) Eee, şimdi niye tekmeyi vurdu, Ali'ye köpek çekiyor onu da anlamadım. (favorim Ali abi - Tefo'dur bu dizide)



Sonuncusu da, Cansu Dere bir daha Aman Allahım filan demesin nolursun. Geçen sezonun son 2 bölümünde ne kadar başarılıydı, yeni sezonda ise beni diziden uzaklaştırıyor. Yapma böyle Cansucuğum, oyuncu koçunu mu bıraktın ne oldu?

Dizinin 1971 yılı flashbackleri ise harika idi, bayıla bayıla izledim. Tabii burada yine Ramiz Dayı kızına Kenan'la ilk kez kumarhanede karşılaştığını anlattığı bölüme ters düşüyorlar.

Ah senaristler ah, siz bizi alıştırdınız zekice bölümlere, şimdi bu hataları istemiyoruz, mükemmellik istiyoruz. Yoksa ben ne diye oturayım da Ezel izleyeyim??

xo xo

20 Eylül 2010 Pazartesi

Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi

Dün bayılana kadar "Son Şövalye" kitabını okumaya niyetliydim amma fazla okuyamadım kitabı, çünkü maalesef Dumas'nın diğer romanları gibi hem tarihi hem maceralı değil, salt tarihi idi kendisi. Şövalyelerin kılıç tokuşturmalaı yerine bol bol tarih dersi anlatmış Dumas bu kitabında, Fransız tarihini sevmesem herhalde hiç okuyamazdım. O yüzden gece vakti sıkılıp TV'yi açtım ve bir yerli polisiye dizi ile karşılaştım dostlar : Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi

Benim yeni dizim budur.

Dizinin başrolünde Erdal Beşikçioğlu oynuyor (Köprü, Vali) Ama ne oynamak, dengesiz küfürbaz sorunlu yaralı başkomiser rolünde döktürüyor resmen. Telefonu HAAA diye açması mı, hapçı olduğunu düşündüğü adamlara tekme tokat dalması mı, tepesinin tası attı mı ana avrat düz gitmesi mi, ne isterseniz var.



Komiserin bir de yardımcısı var, Harun. Fatih Artman oynuyormuş. O da harika, habire abur cubur yiyen, kaba saba amma işinde kurt gibi bi polis. Bir sahnede üniversitede bi hocayı sorgularken, rastlantı bu ya, kavga çıktı okulda, bu da öğrenci kavgasını ayırmaya koştu amma azar işitti öğrencilerden "çek ellerini katil faşist" Cevabı şu idi "ne faşisti lan?? cinayet büro!?" Süperdi:))))




Çok enteresan başka karakterler de var, Hayalet olsun, Akbaba olsun. Dizinin görüntü kalitesi , renk skalası asıl ilgimi çeken unsurdu sanırsam, film kalitesinde idi diyeyim. Polisiye çok severim, ilk kez oturup heyecanla bir Türk polisiyesi izledim. Dahası bir Ankara polisiyesi, nihayet İstanbul dışında çekilen bir dizi. Ankaralı dostlar bayılır eminim.

İşin güzel yanı ise, bu dizi kitap uyarlaması imiş. Fuarı beklemeden koşup alınacak bu kitaplar : Emrah Serbes'den Son Hafriyat ve Her Temas İz Bırakır.


Tam polisiye gibi bir yerli yapım polisiye izlemek de nasipmiş şu hayatta. Tavsiye olunur.

xo xo

19 Eylül 2010 Pazar

İstanbul'da güzel bir hafta sonu

Hoş Lady Charlotte ile kutuplara bile gitsek zaman güzel geçer, canım arkadaşım benim.

Dün hava harikaydı, pırıl pırıl güneş, ısıtıp yakmayan cinsinden. Lacivert parıltılı Boğaz, en sevdiğimden. Beyoğlu ise ağzına kadar kalabalık idi, omuz omuza yürüdüğün cinsten. Daha çok Tünel tarafında dolandık biz de. Önce Gloria Jeans'de balkonda oturup kahve içtik, güzel havanın tadını çıkarttık.


Aşağıda, sanırsam eski evlendirme dairesi olan güzel binanın bahçesinde iri bir kedi vardı, bahçedeki kuş kanatları ile oynuyor idi. Evet, bir çift güvercin kanadı, kafası, vücudu, ayakları bile yenmiş, bir çift kanat kalmış sadece. Düşmüş bir meleğin ardında bıraktığı kanatları gibi, çok acayipti yahu.


Kahveden sonra arka masamızda oturup bademcik ameliyatı yaparcasına caaakkk cuuukkk öpüşen aşık çifte daha fazla dayanamayıp mağaza gezelim dedik. Yani yaşasın özgürlük, serbest aşk, kahrolsun vantuz pompa sesi dedik :)))

Bershka'yı gezdik, kurukafa teması yapmışlar, yüzük ile tişörtleri beğendim. Oradan Terkos pasajına gidip tükkanları altüst ettik ama ara mevsim midir nedir, güzel birşeyler yok idi. Beyoğlu pasajının da altını üstüne getirdikten sonra yemek yiyelim dedik ve Midpoint'e gittik sevgili seyirciler.

Midpoint terasta açık havada oturmak çok zevkliydi, püfür püfür.Manzara da harika idi.



Lady Charlotte ızgara köfte yedi, ben de ızgara balık yedim. Çok acıkmış olduğumdan yemeklerin fotoğrafını çekmeyi unuttum, ta yerken aklıma geldi amma yarısı yenmiş tabak da hoş görünmediğinden vazgeçtim fotoğrafdan.

Yemekten sonra Earl Grey çaylarımızı içip hava kararmadan yollara düştük dostlar.

Beyoğlu'nda bir de çekim vardı dün , aaa çok merak ettim acaba Ezel mi diye ama tanıdık kimseyi göremedim:))) Halbuki Ezel olsa idi , hani hep bunlar takım halinde yanyana dizilip İstiklal Caddesinde yürüyorlar ya, işte o sahne çekiliyor olsa idi mesela, ben de Ezel'in arkasında yürüyen kalabalıkla yürüse idim, nedersiniz güzel olmaz mıydı:))))

İstanbul'da hava bugün de şahane. Ama ben bugünü Sainte Hermine Şövalyesine adadım. Alexandre Dumas'dan Napolyon çağında geçen yepyeni bir macera okuyacağım.

Yarın da Ezeltesi , artık görüşürüz bakalım:)


xo xo

18 Eylül 2010 Cumartesi

Sacha Baron Cohen FREDDIE MERCURY rolü için anlaştı mı?

Gece vakti sözlük'de okudum da heyecanlandım yahu

Filmin senaryosunu Peter Morgan yazacak imiş. Film grubun doğuş yıllarını ve 1985'deki efsanevi Live Aid performansını anlatacakmış...

Sacha Baron Cohen has closed a deal to play Queen front man Freddie Mercury in a film that’s being scripted by Peter Morgan for a 2011 production start. The untitled film will be financed by GK Films partners Graham King and Tim Headington, who'll produce in partnership with Robert De Niro and Jane Rosenthal’s Tribeca Productions, and Queen Films. Morgan is already working on a script focused on the band’s formative years, leading up to Queen’s appearance at Live Aid in 1985. 


EXCLUSIVE: Sacha Baron Cohen Set To Play Singer Freddie Mercury In GK Film

16 Eylül 2010 Perşembe

Güzel bir akşam

Dün akşam kahve içmek üzere Seval arkadaşımla Metrocity'de buluştuk dostlar. Metroyla gidilen alışveriş merkezlerini seviyorum, tık iniyorsun metrodan giriyorsun AVMye. Bu arada haftalardır metronun hali rezalet, vagon eksiltmesi olmuş, tıkış tıkış gidiyoruz; hayırlısı!

Seval'le buluşup starfucks kahvecisine gittik. Akşam yemeğini atlayıp bir fincan mocha içtim, bir de ufak çerez paketindeki kuruyemişlerden yedim (kuru üzümleri yemedim) Diyet listemde akşam yemeğinden sonra süt ve çerez vardı da. Aklımca hepsini birleştirip güzel bir fincan sevdiğim kahveden içmiş oldum.

Bol bol konuşup dedikodu değiştokuşu yaptıktan sonra mağaza gezelim dedik. Önce optikçiye gittik Seval güneş gözlüğü denedi. Ya ben de bu çerçevelerden bıktım artık, hatta komple gözlüklerden kurtulmak, havalı güneş gözlükleri takmak istiyorum. Acaba lens kullanabilir miyim? Ya da cesaret edip gözlerimi lazerle mi çizdirmeliyim? Ne dersiniz dostlar?

Daha sonra Bershka'ya girdik. Bu Metrocity mesela Cevahir gibi değil, boş ve ferah. Bershka da gayet düzgün, Cevahir'deki mağaza resmen salı pazarı tadında, darmaduman, mallar yığılmış haldeyken burası düzgün, düzenli. Bi tane blucin denedik ikimiz de sırayla, çok komik olduk ikimize de yaraşmadı:))) Sonra Seval beyaz bir gömlek aldı, ben de 2 tane kedili tişört:))) Bi de kolye aldım, o zaman Seval de dayanamayıp beğendiği küpeleri aldı, böylece para harcayıp rahatladıktan sonra bu mağazayı da terkettik, oh yüzümüze kan geldi:)))

Zara ve Lacoste'a da şöyle bir baktıktan sonra Boyner'e girdik. Bourjois Healthy Mix fondöten fiyatını sordum 46 TL imiş. Eh almadım tabii, Seval de "senin fondötene ihtiyacın yok, cildin çok güzel" dedi :)) Ama artık gözlerimin altı çıkıyor , belki concealer mıdır nedir ondan mı almalıyım? Aman neyse, çok oyalanmadan geçtik kozmetik bölümünü. Boyner'deki diğer şeyler de hiç içimizi açmadı, tam çıkacaktık, Seval cüzdanları gördü ve nihayet aylardır gönlüne göre cüzdan bulamayan minik Judy istediği gibi bir cüzdana kavuşmuştu. Mor renkli güzel birşey, uzun ama anne modeli de değil, tam bana göre idi:



Böylece torbalarımızı alıp evlere dağılma zamanı gelmişti. Haa Seval bir de şişe aldı kendine son anda, şirkette su şişesi olarak kullanacakmış:))

Bu sabah ise vampirle görüşmem vardı, yani diyetisyen ile. Neyse 1,5 kilo vermişim, toplamda 8 kiloyu geçti verdiğim. Yavaş oluyor ama en azından hareket var. Bir diyet klasiği olarak dün gece eski pantülümü denedim ve içine girince çok sevindim tahmin edersiniz ki.


işte böylece yuvarlanıp gidiyor idik.

xo xo

15 Eylül 2010 Çarşamba

Nicole Kidman Rabbit Hole Premiere 2010

Moda ikonamız Nicole Kidman, son filmi Rabbit Hole'un prömiyerine mor renkli nefis bir Prada elbise ile katıld. Allahım benim olsaydı o elbise, hergün giyseydim. Çok beğendim dostlar.







Siz de beğendiniz mi?

xo xo

Pilli bebek gibi yürüyor kedi eueeheuehe

Aman çok şükür dostlar. Kalçası çıkan Kediş hanım 2 hafta hiç kıpırdamadan yattı, hem de paspasın üstünde, kendi yastığına bile yatmadı. Mamasını ezdik ağzına verdik, haplar vitaminler yutturduk, tuvalete taşıyıp kakasını yaptırdık, kaka yapmıyor diye dertlenip zeytinyağ içirdik (sızma) .

Sonra bayramda ben üşüttüm, gribal enfeksiyon ilaçlarını içip ayıla bayıla uyurken aldım bunu da koynuma, günlerce beraber uyuduk babam uyuduk, tatil bitti , pazar gününe geldik.

Pazar sabahı annem kediyi kapının önüne koymuş (yürüyemediği için saksı gibiydi kuzucuk, bıraktığın yerde kalıyor) , ben uyuyorum daha, sonra şarrr yağmur inince koşturmuş kedi bahçede kaldı diye:))) Aaaa, bizimki yürüye sürüne kapının eşiğine gelmemiş mi, oradan miyavlamamış mı? Aman pek sevindik. Sonra mamasını takır takır yemeye başladı, oh şimdi de doymak bilmiyor yavrucak haftaların açlığını çıkartırcasına tabağını boşaltıyor. Bu da harika. Sonra ben odada yalnız bırakmıştım, döndüğümde baktım, yürümüş benim yastığıma yatmış hınzır. Böylece anladık: yürüyor kedicik yürüyor!

İşte günlerdir ayakları üzerine oturup mama yiyor, ayağını kaldırıp poposunu yalıyor, şöyle düzgünce bırakınca pilli bebek gibi tırtır yürüyor resmen:))) Tabii yeni doğmuş kuzular gibi bir dakika sonra bacakları titreyip kıç üstü otursa da, yürüyor işte iyileşiyor.Hala her gece tuvaletini yaptırıyoruz. O an bizi görmeniz gerek ya o kadar komik ki. Ben gülüyorum, annem kızıyor "sus hayvan zıçıyor" diye beni azarlıyor:))) Ben dayanamayıp yine gülüyorum "bugün etini yememiş" diyorum Son İmparator filmindeki kaka koklayıcılar gibi:)))



Hal öyleyken böyle dostlar

xo xo

14 Eylül 2010 Salı

Ezel 2.Sezon 1.Bölüm : İMKANSIZ

Bol SPOILER içerecek yazıma başlamadan önce diziyle ilgili tek rahatsız edici noktayı söylemek istiyorum. Ne olur devamlılık konusuna da dizinin kalanı kadar özen gösterilsin. Sahnenin başından sonuna oyuncuların saçı başı değişmeşin; ya da tişörtle koşmaya başlayıp ceketle varmasın kahramanımız koştuğu yere.

Ayrıca Ekşi Sözlük sağolsun farkına vardığımız bir durum: Kenan Birkan ile Ramiz Dayı kumarhanede tanışmamışlar mıydı? Ramiz dayı ceylan gözlü kızına bunu böyle anlatmıştı. Dün akşam ise farklı bir hikaye izledik. Cin senaristlerimizin buna da bir açıklık getireceğine inanarak, yazımıza geçelim.

O halde bakalım neler izledik?


DİKKAT SPOILER İÇERİR - READ AT YOUR OWN RISK





Hatırlarsanız Ezel efsane bir finalle ilk sezonu kapatmıştı. Kahramanlarımızın hikayeleri kesişmiş, sahneler doruk noktasında donmuş ve bir anda 6 ay ileri giderek son bir sahne izlemiştik. İşte yeni sezon ilk bölümde tam olarak o hikayelerin donduğu, zamanın durduğu anlara geri gittik ve zaman yine bizim bildiğimiz bugünde akmaya başladı.


Bölüm Kenan Birkan'ın sesiyle açıldı. Aylarca beklenen, dizinin daha ilk bölümlerinde sırf isminin geçmesiyle efsane olan, Dayı'nın can düşmanı Kenan Birkan. Yani Haluk Bilginer. Haluk Bilginer'ir incelip kalınlaşan, içinde hem trajedi hem de komedi barındırınan harikulade sesinden dinlemeye başladık, bu esnada Kenan Birkan , saray yavrusu evindeki müthiş tren maketleri ile oynamakta idi.

Yeni oyun,, yeni oyuncular.
Biri asker. Ne kadar düşse hep yeniden ayağa kalkıyor. -Ali , kenafir gözlü psikopat katille karşı karşıya-. Biri üçkağıtçı, hilekar, o hep birinden kaçıyor - Cengiz, Ezel ile karşı karşıya, Ömer olduğunu öğrendiği an-
Biri has adam. Bu adamı geçip eski dosta ulaşacağız. Asıl rakip eski dost.

Eyşan ile Kenan Birkan'ın buluşma anındayız. Kenan sordu "benim için imkansızı başarabilir misiniz?" Eyşan'ın cevabını iyi belleyin dostlar, çok iyiydi cevabı "olur mu öyle şey. Ama belki ben buradayım diye siz başarırsınız" Kenan Birkan herkesle sizli bizli konuşuyor dikkat. Büyük sanayici, yönetim kuruluna toplantıya gidip ardından bakanla yemek yiyen, sonunda Japon heyeti ile vakit geçiren bir adam.

Cengiz-Ezel hesaplaşmasında, Cengiz meğersem ateş etmiş amma Ezel önceden mermiyi çıkartmış tabancadan. Odanın ışıklarını kapatıp Cengiz'i sorgulamaya başladı Ezel, önce Ömer olduğuna inansın diye sor dedi, ilk gittiğimiz filmi sor, Cengiz demez mi "ben nereden bileyim be" Ezel unutmamış ama "Jaws" Böylece karanlık odada, elindeki el fenerini Cengiz'in gözüne soka soka sorguladı Ezel Cengiz'i. Sor dedi sor, sadece Ömer'in bilebileceği, kimseye söylemeyeceği birşey sor. Cengiz şunu sordu "Ömer'in yaptığı en kötü şey nedir bu hayatta" Ezel cevap verdi, ortaokulda saat çalmış bunlar. Cengiz onun Ömer olduğuna inanınca, bir sezon boyu beklediğimiz soru geldi, "niye? Neden Cengiz? Bendim o? neden öldürdünüz beni?" El cevap "sensin diye, çok iyisin diye, sana her baktığımda kendi kötülüğümü görüyorum diye" Ezel'in bu sahnede indirdiği Osmanlı tokatları şahaneydi.


Ali-Kenafir gözlü maviş katil hesaplaşmasında, katil yerlerde kan içinde, Ali'nin elinde bıçak.

Ve Dayı'nın ofisinde, Kaya ile Dayı karşı karşıya. Kaya bıçağı elinden bıraktı. Dayı'nın karşısında bıçak çekmeye cesaret edemedi. Dayı kendi bıçağını verdi ona "bıçağı tutan değil, bıçağı tutanın kalbini tutan bilir zamanı, vakit geldi mi?" Kaya artık Kenan Birkan'a ne söyleyeceğini biliyordu. Kenan Birkan onun telefonuna sadece "eve getir" diye cevap verdi.

Kenan bahçeye inip gelen arabayı keyifle izledi, amma arabadan bizim Tefo çıkınca suratını görmeliydiniz. Sonra bi araba daha geldi, Ali kenafir gözlüyü getirmiş, herif kanlar içinde, Kenan'a titreyerek "kestii" dedi püaahhaahahah, meğersem Ali katilin işaret parmağını kesmiş, "artık av sensin, avcı benim, her an bekle beni" dedi, Kenan'a doğru savurdu, "al bu katilin" kanlı bir parçayı da ayaklarına attı "bu da kalanı" .Bahçenin öte tarafından da Ezel geldi, o da Cengiz'i getirmiş "al bu da hainin"

"Ramiz sizi iyi yetiştirmiş" dedi Kenan Ezel'e, "size Dayı'nın son dersini getirdim" dedi Ezel. Diğerleri bahçeden çıktı, Ali ile Cengiz hesaplaştılar. Bahçede ise Kenan ile Ezel konuşmakta idiler. Kenan dedi ki "Ben haklıyım" Yani bu dehşet bir nokta. Zamanında Cengizlerin Ömer'e yaptığı gibi birşeyi Dayı da Kenan'a yapmış. Ne yapmış? Neden yapmış? Göreceğiz.

Ezel ona birşey önerdi, polisi çağırdım dedi, Kenan da kabul etti Ezel'in istediğini. Ezel çıktı gitti ekibin yanına. Ali "ben yansaydım da o herifi öldürseydim neden Ömer" dedi. Polis gelince Cengiz onu teslim edecekler sandı amma Ezel kenafir gözlüyü gösterip "Kamil'in, kandıralı'nın , Bahar'ın katili budur, suçu Cengiz Atay'a atmış" deyince, oha dedik. Kenafir gitti, Cengiz de karakola gidip teslim olursa serbest kalacakmış.Hoppaaa, bir anda bitti mi Ezel'in intikamı?

Bu arada Kenan, Eyşan ile muhabbete geri dönmüş idi. Malikhanede bir de sera varmış, saksı saksı çiçekler, pek severmiş Kenan çiçekleri. Eyşan huzursuzlandı . "Bir tane de Bahar için diktim, bu bahçenin en güzel çiçeği olacak" demesin mi adam? "Kimsiniz siz, ne istiyorsunuz" dedi Kenan'a, "siz ne istiyorsunuz" "kardeşimi vuran adamı" dedi ve Eyşan fıttırdı, saksıları filan dağıttı.Gitmeye yeltendi. Kenan istifini bozmadı, "burası benim savaşımın bahçesi" dedi Eyşan'a. "Önce bütün sevdiklerimiz yanımızdadır, intikam almaya başlayınca sevdiklerimizi de birer birer kaybederiz". Psikopat manyak meğersem bütün öldürdüğü ve öldürttüğü insanlar için bi saksı çiçek koymuş, orman yapmış evin içinde. Eyşan bunun üzerine geri döndü, bunlar oturdular muhabbete. Kenan'ın kahya kadını gelince Kenan anneanne kurabiyesi istedi, kadın aman şekeriniz var dokunur filan diyince öyle bi bakti ki , aman aman, ne istiyorsa verin şuna canım dedirtti. Yani meğersem koskoca efsane Kenan Birkan kurabiye canavarıymış annem:)))


Bunlar bütün gece konuştular, sonuçta Kenan Birkan Ezel'in kim olduğunu bilmiyoruz dedi.

Ezel ise Cengiz ve Ali'yi laflarıyla döve döve eski mahalleye getirdi. Herşeyinizi elinizden aldım, paranızı, kumarhanenizi, otelinizi karını bile aldım filan falan. Ömer'in evine götürdü bunları ailesinden özür dilesinler diye. Tabii Cengiz eline yüzüne bulaştırdı, Mümtaz amca kovdu bunları evden. Ezel bunları alıp köprü altına gitti ve beklenen hesaplaşma gerçekleşti. Ali'yi "bana Ömer deme" diye azarlayan Ezel (bu arada tersi de çok pis bu Ezel'in Kenan İmirzalıoğlu kızdı mı iyi kızıyor, gözleri filan berkeltiyor yani) Cengiz'e de bir daha Can'ı ve Eyşan'ı görmeyeceğini söyledi. Ali tek arkadaşı Tefo'yu; Cengiz tek sevdiği varlık Can'ı kaybedecek; hayatlarına sıfırdan başlayacaklardı, serbest bırakıyordu Ezel onları. Ezel onları bırakıp giderken; Ali çok üzgün, pişman; cin çarpmış Cengiz ise hemen anlamıştı "saf Ali abi, Can'a mı gidiyor sanıyorsun, Eyşan'a gidiyor, hala deli gibi aşık ona"

Kenan Birkan Dayıyı aradı (hepimizi dayısı:) telefonu Ezel açtı "bundan böyle Ramiz'le aranızda ben varım, önce beni geçmen gerek" dedi, postasını koydu Kenan'a. Kenan'ın bir notu vardı Dayı'ya "emaneti bende, emanete gözüm gibi baktım, almak ister mi?" (Kenan'ın elinde tahta bir kutu var idi dostlar, kutuda da piçak:)

Ezel ne demek istediğini sorunca Dayı boşver deyip Ezel'le muhabbete başladı. "Ali'yi Cengiz'i kışkışlamışsın, Ömer'i yoketmek; intikamı boşverip gitmek istiyorsun" dedi. Ezel Dayı'nın ona karşı çıkacağını sanıp sıkılarak bekledi. Bu arada kalkıp hanın bahçesinde yürümüşler, bir anda kurulan masaya oturmuşlardı. Dayı rakı bardağını alıp ayağa kalktı; "ben de sana diyorum ki, şerefe yeğen! uğurlar olsun, helal olsun. Ömer de seninle gurur duyuyor" dedi. Ooohhhh bunlar bigüzel içtiler, Ezel çok sevindi. Dayı da hababam gazı verdi, "artık biraz duralım, çok şeyler başardık kutlayalım, yüzündeki gergin ifade gitsin, yüreğinde yeni umutlar yeşersin, şimdi Eyşan'a gideceksin, kadın kısmı zordur, önce bi şerbetlen" Bunlar bi de Müzeyyen Senar dinleye dinleye bi güzel kafaları çektiler.

Ertesi sabah, Eyşan babacık ile sahilde harap bir balıkçı evinde idi. Babacık'ın saçları kesilmiş sakalı uzamış, Eyyvah Eyvahh'daki tipe bürünmüş dostlar Salih Kalyon, ikinciyi çekiyorlar ya ondandır :)) Eyşan babasına Kenan Birkan'ı öldüreceğini söyledi, ama Babacık çok korkmuştu bu sefer, bu adam Eyşan'ın içirip sarhoş edip paralarını çaldığı adamlar gibi değildi ki. Kızını göz göre göre kaybedecekti babacık.



Ali ile Tefo Cengiz'i karakola getirdiler, Cengiz vedalaşmak istedi, Ali eğilince sarılacak sandık meğersem kapıyı açmak içinmiş. Cengiz arabadan inmeden Tefo'ya "sen de karar ver onunla mısın bununla mısın, şebek etin hepimiz" demez mi, harikaydı:)))

Ezel köprü altında şarkı söyleyerek sabahlarken, Dayı da Selma'ya gitti. Ezel Kenan'ı yendiğini ama aslında kutlayacak fazla günü kalmadığını söyledi. Biz ikimiz Ezel'le kendi ellerimizle sonumuzu alnımıza yazdık dedi. "Eyşan ve Kenan bunlar bizim sonumuz olacak. Çünkü inkar etse de Ezel hala onu seviyor, ben de hala seviyorum kendi yarattığım canavarı"

Kenan Birkan sabah ilk iş askeri bir kampı arayıp Ramiz Karaeski'yi telefona çağırdı. Bu işte Ramiz'in yıllar önce öldürülen oğlunun yanındaki çocuk, Ramiz'in torunu. İsmiyle değil lakabıyla tanıyor herkes onu : SEKİZ. "vakit geldi çocuk" dedi Kenan. İkinci olarak Eyşan'ı arayan Kenan, güzel kadınla Haydarpaşa Garında saat 2'de randevulaştı.

Eyşan haldır haldır yürürken zırr telefon, bu sefer de Ezel arıyordu, Ezel'in "neredesin?" sorusuna Eyşan'ın "çelme mi takacaksın?" cevabı en sevdiğim repliklerden oldu:))

Bu arada Ali dönüp dolaşıp Mümtaz amcalara geri gitti af dilemeye. Cengiz ise gözaltına alınmıştı, Kenan Birkan geldi karşısına "aynı insana defalarca ihanet etmek imkansız değil"

Ezel ve Eyşan Beşiktaş iskelesinde karşı karşıya geldiler, birbirlerini seviyorlardı ama olan biten herşey affedilebilir miydi, Bahar affeder miydi, Ömer affeder miydi, sevgi neydi? sevgi emekti:))) Ezel'in aklı başına geldi neyse, "seni affedemem ama seni serbest bırakabilirim, bu beni son görüşün Eyşan, sonsuza kadar"

Kenan Ramiz abisini aradı ve bu sefer ulaştı ona, Ezel yoktu ki yanında. İskeleye gelip Eyşan'a silah veren Serdar babacık ise yaptığına pişam olup Ezel'e koştu, "kızım silah alıp Kenan Birkan'a gitti, ben verdim silahı, kurtar onu" diye ağladı.

Kenan Birkan Haydarpaşa Garında oturmuş Babalar ve Oğullar kitabını okuyordu "ben de gençtim, aşkın peşinden koşardım, o gitmeye karar verince aşka yetişmek imkansız. artık akıllandım, ıslık çalınca kimi istesem ayağıma geliyor"



Ezel gelip Kenan'ın karşısına dikildi ve işte bu sahnede Kenan Ezel'i piç etti, eline ayağına yüzüne verdi dostlar. "Siz buraya neden geldiniz Ezel? Eyşan'ı kurtarmak için mi? Yoksa Eyşan'ın beni öldürmesini önlemek için mi, beni kurtarmaya mı geldiniz, canımmm" HALUK BİLGİNER BİR İLAH MIYDI DOSTLAR BU SAHNELERDE???



"Önce tanışalım Ömer Uçar "dedi. Ulan! Nasıl öğrenmiş?? "Size bir daha ihanet etti" dedi, Ezel Cengiz'in söylediğini anladı. Kenan ise şeytanlığını konuşturuyordu "Siz bu insanlardan intikam aldınız mı Ezel? İşi yarım bıraktınız, sonuna gelip kaldınız. Siz bana Ramiz'i getirin ben sizin yarım bıraktığınız işleri tamamlayayım"

Bu arada Ali'yi gördük, Bahar'ın mezarlığına gitmiş, burada bi kadına saldıran adama müdahale edeyim derken kadın bunun ensesine iğneyi dayadı, hoopppaaa Ali'yi götürdüler izbele garajına. "Ali pişman, cezada indirim yaptım" dedi Kenan Birkan. Cengiz tutuksuz yargılanmak üzere salıverildi, "ihanet, yine ihanet, cezası ölüm" dedi Kenan Birkan. "Cengiz bugün ölümü bulacak" Cengiz Eyşan'la buluşmaya gittiğini sanırken pusuya düştüğünü anladı, kafasına torbayı geçiriverdiler Cengiz'in. "Eyşan gerçeği öğrenecek ben söyleyeceğim" dedi Kenan Birkan son olarak.

Ezel "seni öldürürüm" deyince de Kenan onu iyice maymun etti "seni ööldürürüm bu ne canım daha akıllıca birşey söyleyin" Ezel "ne istiyorsun?" diye sordu bu sefer "Seyretmek, üçüne birden yetişemezsin, hangisini en çok seviyorsun bakalım hangisini kurtaracaksın? "

Ezel telefona sarılıp koşarak gitti, Eyşan geldi, elinde silah, bu arada garajda kadın Ali'nin parmaklarını kerpetenle sıkıştırıyor. Cengiz'in kafasına torbayı geçiriyorlar, Cengiz'in karşısında Kaya Bey var "Kenan Bey'in ne kadar güçlü olduğunu anladınız mı Cengiz Bey, o birşey sorunca söyleyeceksiniz" ulan! meğersem Cengiz ötmemiş bu sefer ihanet etmemiş. Torbayı yine geçirdiler kafasına, Kaya gitti, tam boğulurken Ezel koşarak yetişti, Cengiz'i boğan 2 adamı osmanlı tokadıyla devirip Cengiz'i kurtardı. Tefo ise Ali'yi kurtardı, aman Ali'nin suratı dehşetti bu sahnelerde, Barış Falay büyüksün. Cengiz ise, önce "ben söylemedim" dedi Ezel'e; sonra "benim söylediğimi sandığın halde gelip beni kurtardın" diye aklı başına geldi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı "affet beni, affet" Yiğit Özşener büyüksün.

Kenan Birkan ise Eyşan'a Ömer'in hikayesini anlatmakta idi. Ne olursa olsun seni vuracağım diyen kadın gitti, Ömer geri geldi diye göbek atan başka bir kadın geldi. Ama Kenan "Ezel'in intikamı herşeyi tersine çevirmek" dedi, "elinizde ne var ne yok aldı, onun intikamı böyle, Bahar'ın yaşaması için Ömer'in ölmesi gerekiyordu, Ömer'in yaşaması için de Ezel Bahar'ı öldürdü" ulan herif Bahar cinayetini Ezel'e attı, salak Eyşan da hemen inandı, Kenan'a sarıldı, Kenan silahı elinden alıp kenarda beklermiş meğer bi adamına verdi, sonra Eyşan'ı gönderdi.

Yeni oyuncular, yeni oyun ama asıl rakip eski.

Cengiz zırlarken, Ezel de oflayıp poflarken uyandı salak, "benimle işi yok ki, dayıyı istiyor, dayıya ulaşmak için sizi kullandı beni aradan çıkarttı"

Kenan Birkan perona çıktı, Ramiz Abisiyle karşı karşıya geldi. Flashback ile 1971 yılına gidip Ramiz'in İstanbul'a geldiği güne döndük, Kenan'ı kovalayan adamlara posta koyup Kenan'ı kurtarmış Ramiz, hem de aynı yerde Haydarpaşa Garında.

Bugünde ise, "Buyurun" deyip abisine saygıda kusur etmedi Kenan, Ramiz oturunca banka yanına oturdu, "vakit gedi mi abi? " "geldi" dedi Dayı. Sonra Kenan bi soru sordu yaleppim, bütün hikaye burada düğümleniyor sanırsam "niye abi, bendim o, bana nasıl yaptın" diye sordu len, aynen Ezel gibi.

Dayı cevap vermedi, Kenan tiradına devam etti. "Artık yeniler eskilerin yerini alacak, sende laf bende güç var." Dayı dedi ki "bende biraz yürek, biraz onur, biraz gurur, bir dirhem de bilek kaldı" El cevap : "şimdi zaman yüreği, onuru, gururu hiçe sayanların zamanı , NE SEN NE DE SENİN YETİŞTİRDİĞİN HAYALPEREST ÇOCUK, BENİM YETİŞTİRDİĞİM KAHRAMANLA BAŞA ÇIKAMAZSINIZ" dayı kızdı "senin kahramanın mı, benim kanım Kenan!"

Herkes ayaklandı, Ezel koşup yetişti, Dayının arkasında durdu. Tren perona yanaştı. Kenan Birkan kocaman gülümsemesiyle trene bakıyordu

-Kızıma birşey yapma Kenan
-Yapacağım
-Yaptırmam!

Trenden biri indi


-Ezele birşey yapma
-Yapacağım
-Yaptırmam Kenan ! Yaptırmam !

-İmkansız!

Kenan yürüdü kahramanının yanına vardı, elindeki tahta kutuyu verdi ona. Kenan'ın yetiştirdiği psikopat manyak katil pis pis gülerek Dayı'ya baktı, ne de olsa o babasını dedesinin öldürdüğünü bilmiyor muydu?


Böylece Behlül'ün kaça kaça Ezel'e kaçtığını öğrenmiş olduk dostlar. Ay aman. Artık Behlül Ezel esprileri alıp yürüyecek, yok Selma yenge kendine dikkat etsin, yok şimdi Eyşan düşünsün, yok Dayı'nın bitek kulak arkası kalmıştı da :))) Umarım Kıvanç düzgün düzgün oynar, dizimizi yakışır. Yoksa sakalını da alıp gitsin . Ama tipi iyi olmuş, yara izi filan Ananınki Skywalker'a benzemiş inceden:)

İşte böylece, yeni sezona muhteşem bir açılışla başlamış olduk. Bu bölüm toparlama ve özet gibi geçsede artık kıran kırana bir savaş bizi bekliyor. Ramiz + Ezel vs. Kenan + Sekiz. Kim iyi kim kötü? Kötü salt kötü mü , iyi neden iyi, saf mı salak mı? Hepsini ilerleyen bölümlerde göreceğiz.


Burada birşey daha söylemek isterim ki; Tefo-Cengiz-Kerpeten ekranda belirince ben "aa Sarp Akkaya, Yiğit Özşener, Barış Falay" demiyorum. Pire gibi zıp zıp Kerpeten abimiz geldi deyip keyifleniyorum, Cengiz kafayı sıyırdı diyorum; Tefo yürü be filan diyorum. Yani bu adamlar bana kendilerini unutturup karakterlerini gösteriyorlar olağanüstü şekilde. Ezel'i izlerken ise Kenan İmirzalıoğlu ne kadar iyi oynuyor, diye düşünüyorum. Yani çok başarılı amma bir adım daha öteye gidip kendini unutturması lazım diye düşünüyorum. Gerçekten Cengiz ve Ali dün gece inanılmazdılar. Tefo'nun fazla rolü yoktu ama onu da rahatlıkla bu üçlüye sokabiliriz. Haluk Bilginer ise ne diyeyim; resmen şeytanı oynadı, şeytanın da bir melek unutmadan hem de. Bu rolü başkası oynayamazmış dedirtti. Helal olsun. Bu dizi bu sezon tam efsane olacak.


xo xo

11 Eylül 2010 Cumartesi

Ezel pazartesi günü başlıyor

ATV sitesindeki yeni bölüm özeti:

Kenan tüm dengeleri değiştirecek. Peki nasıl?
Ramiz yerine Ezel'i karşısında bulduğunda ne yapacak?
Kenan Birkan'ın her şeye gücü yetiyor. Peki bu güç, Ezel'i kendi tarafına çekmeye yetecek mi?
Kenan bir yolunu bulabilir. Öyle bir şey ki, Ezel Ramiz'i terk etsin…
Şu gün de gelecek. Kenan, Ramiz'e bir gün şöyle bir cümle kuracak. 'Bana Ezel'i ver, peşini bırakayım' Ramiz o zaman ne yapacak?
Kenan'ın Ezel'le baş etmek için bulduğu çözüm, her şeyi alt üst edecek. Ama Ezel'in de bir karşı hamlesi var. Ve bu hamle Kenan'ın canını çok yakacak.
Zaman tüm yaraları sarabilir mi? Kenan ve Eyşan. Kenan Birkan'ın yeniden aşık olması mümkün mü?
Kenan, bir noktada Azad'ı öldürmekten vazgeçebilir. Ama karşılığında ne isteyecek?
Cengiz ve Ali, bu hikayenin neresinde duruyor? Kenan'ın yanında mı, Kenan'ın karşısında mı?
Taraf seçmek de bir sorun. O tarafı korumak da…


Ezel.gen.tr sitesindeki yeni bölüm özeti:

Zaman durduğunda, Ali katille baş başaydı. Ramiz Kaya’yla. Ezel Cengiz’le. Eyşan ise büyük düşman Kenan Birkan’la. Zaman şimdi tekrar akmaya başlıyor. Her şeyden önce Ezel ve Kenan Birkan’ı karşı karşıya getirmek için. Ezel bu adamı bulacak. Çünkü ona söyleyecekleri var. Sonra da görülecek bir hesabı. Cengiz ve Ali’yle. O hesap daha bitmedi. Eyşan Kenan’ın yanında, başına geleceklerden habersiz, zamanının gelmesini bekliyor.
Kenan birden hayatına giren bu insanları izleyecek. Hepsini dinleyecek. Ama karşısında görmek istediği bu insanlar değil. Ramiz Karaeski. Aslında zaman sadece bunun için akıyor. Çünkü Kenan’ın Ramiz için belirlediği tarih. Artık geldi…


ezel.gen.tr

bu sezon Kenan Birkancıyız sanırsam yeğen:)

9 Eylül 2010 Perşembe

50 yıldır geçirdiğimiz en yalnız bayram

Ev bomboş bu sene. Nerede eski duvarları titreterek ortalıkta koşan çocuklar? Büyüklerin kahkahalarla gülerek anlattıkları Fener, Baltalimanı günleri hatıraları? Üzeri dolup taşan, babamın antika olduğunu iddia ettiği bacakları kurt yeniği masa bomboş... Nerede börekler, baklavalar, çeşit çeşit tatlılar? Nerede demlik demlik çay, habire dolup boşalan tabaklar, bardaklar; kazanla yapılan Türk kahvesi? Ev bomboş ve çok sessiz. Halalar, amcalar, teyzeler, kuzenler, kardeşler bu sene herkes uzaklarda. Babam da müzeden yarın akşam gelecek , referandum için. Biz; annem, kedimiz ve ben, bu bayram sadece üçümüz varız. Ömrümce böyle bir bayram geçirmemiştim, annem de 50 yıldır böyle ıssız bir bayram geçirmemiş... N'apalım, o vakit bütün kahve likörlerini ben içeceğim, Star Wars'ı tek başıma izleyeceğim, elimizi de kedi öper işte, bayram maması veririz biz de ona.

Bu fotoyu dün çekmiştim, bayram dostluk kardeşlik fotosu :


ne güzel oturuyorlar değil mi?

xo xo

8 Eylül 2010 Çarşamba

Minik Islıkçı Maydonoz yani MİM :)

Mia'cığım beni mimlemiş sağolsun:) Mimin konusu : varsa sevgilinizden yoksa gelecekteki sevgilinizden size nasıl bir sürpriz yapmasını isterdiniz? Yani mesela doğumgününüzde ne etsin isterdiniz?

O zaman gelecekteki olası sevgiliye yazalım bakalım bir mim:)



Beni en çok mutlu eden şey her zaman arkadaşlarımla olmak, toplaşalım, buluşalım, gülelim, eğlenelim, en sevdiğim şey. O zaman bütün arkadaşlarımı bir araya getirecek ama aynı zamanda orijinal bir fikir olmalı. Mesela Star Wars temalı parti düzenlesin, ben ışın kılıçlarından yapılmış bir kemerin altından gireyim mekana :))))

Ya da Venedik usülü maskeli balo düzenlesin, hepimiz beyaz perükalar takıp tüylü maskelerle yüzümüzü kapatalım, hani böyle korseli dekolte tuvaletler giyelim, erkekler de saten külot pantolon giysinler.. Bukılıklarla bizi içeri alan bir yer bulursak dansedelim filan... Neyse pek iyi bir fikir gibi görünmüyordu zaten.

O zaman gelsin, işte desin, uçak biletleri hazır, seyyahate çıkıyoruz, Amsterdam, Viyana, Lizbon... gidiyoruz desin. Amma bunun için sürekli hazırda pasaportun, vizen olacak. Yani eğer Ziyagil yalısında oturmuyorsan pek olacak şey değil.

Sonuçta siz gerçekten tanıyan biri mutlaka yüzünüzü güldürecek sürprizi de bulacaktır, yeter ki sürpriz yapmak istesin diye düşünüyorum.

O vakit siz söyleyin, nasıl bir sürpriz yapmasını isterdiniz sevgilinizin size?

7 Eylül 2010 Salı

Bono'yu önce yuhaladık sonra alkışladık : 6 Eylül İstanbul U2 konseri

Vay be, bazen gerçekten hayal ettiğin bir şeye kavuşabiliyormuşsun. Benim için de U2 konserine gidip ONE şarkısını söylemek işte böyle bir andı.

Tabii mesele konsere gitmek değildi, mesele konserden eve dönmekti yeğen. O stadı oraya kuranın, bu berbat, rezil, kepaze organizasyonu yapanın Allah bilmemnesini versin , biz ve onbinlerce insan sürüm sürüm süründük yollarda , sabahın dördünde eve varabildim, işe de geç kaldım haliylen.

Ama yaşananlar buna değerdi, işte Real Fiesta ekibinin (yarısının:)) U2 macerası :

Zekish ile bütün gün telefonda konuşarak güzergah ve araç belirlemeye çalışmış idik. En sonunda metrobüste karar kıldık. Zekish taaa Gebze'den yola çıktı (üç buçukta) ve de Melek arkadaşımız ile Zincirlikuyu'ya ulaşıp metrobüse bineceği zaman beni aradı, ben de apar topar işten çıktım, Mecidiyeköy'e gidip metrobüse atladım, Yenibosna'da buluştuk.

Stada gitmeden yemek yedik Yenibosna'da ama staddaki tükürük köftecilerini görünce ve koklayınca pişman olduk tabii:)))

Yenibosna'dan stada taksi tutup gittik, 25 tl tuttu. Taksi şöförü de çok matrak genç biriydi, "nasıl döneceksiniz bu dağ başından" diye bizi epey korkuttu. "Manchester - Liverpool maçından çıkışta ön koltuğumu 250 Euroya, arka koltuğu 200 Euro'ya sattım, ön koltuk VİP'ti" dedi, hahaahahah. Yalnız o olimpiyad stadının rezilliği nedir, öküz kadar stadı yapmadan önce insan yollarını yapar, Evreşe yolları gibi yollardan gittik stada, burada mı olimpiyat yapılacak, güleyim bari ha ha ha!


Stada gelince çok heyecanlandık dostlar, çığlıklar atıp zıp zıp zıpladık. Bu arada şaka değil, Melek biletini şirkette yani Gebze'de unutmuştu, o yüzden karaborsadan bilet almak zorunda kaldı.

Neyse, bileti de hallettikten sonra ne tarafa gideceğimizi anlamaya çalışarak ortalıkta dolandık. Organizasyon o kadar berbattı ki, ortada soru soracak bi danışma, bi yön tabelası, hiç bişey yoktu, ben ömrümde böyle başarısız bi organizasyon görmedim, püüüüh sana Pozitif, sana kedimin düğünü olsa onu bile teslim etmem, rezilsin PÜÜÜÜHHHH.


Neyse, sonunda stada girmek için beklememiz gereken uzuuun kuyruğu bulduk ve acılı bekleyiş başladı. Şöyle önlerden yabancı gruplara kaynak olalım dedik ama beceremedik:))) Ve acılarımızı arttırmak için yağmur başladı, allahtan Melek şemsiyesini getirmişti, birer tane de naylon aldık 5 liraya, beklemeye devam ettik.

Yalnız yağmur devam edeydi de, hepimiz o ecüc mecüc gibi laylonlarla konseri dinleyeydik, Bono ömrünün en tuhaf kalabalığına konser vermiş olacaktı, üstelik hışırtıdan bişey duyulmayacaktı haahahahah.

Yağmur hızlanınca kuyruk da hızlandı ve bir anda kendimizi içeride bulduk. Stadın içine girerken güvenlik araması Zekish'in Fa Deodorantına el koydu, "bari son bir kere sıkayım" dedi Zekish ben de "son bir kere sık kardeşim" diye gazı verdim, tabii güvenlik acıdı bize deodorantı almadı:)))


Stada girdiğimde çok etkilendim, sahne gördüğüm en muhteşem sahneydi. Örümcek denen yapı harikaydı gerçekten.

Tribünler biz içeri girdiğimizde boştu amma konser zamanına kadar epey doldu, hatta beklediğimden çok fazla doldu diyebilirim.



Oldukça fazla turist kardeşimiz konsere gelmişti. Tatlı bi kadın beraber fotoğrafımızı çekti sağolsun. Kadının onyedinci U2 konseriymiş, "biraz sahneden uzaklaşın, ışık oyunlarını izleyin çok muhteşem oluyor" diye öğüt verdi bize.


Sonra sahneye doğru ilerleyip, güzel bir yerde konumlanmış Özlem ve Onur'a katıldık ve de böylece konser için hazırdık artık.


(Saçım da uzadı, çok amelaj toka filan taktım, yarın acilen kuaföre gitmeliyim dostlar)

Neyse, ayaklarımızı acımaya başlamıştı ki, ışıklar söndü ve Snow Patrol sahneye çıktı. O 360 derece ekranın ne mükemmel olduğunu böylece gördüm. Bir kere sahnedeki şovu rahatlıkla izleyebiliyorsun. Şarkıcıları göstermediği zaman da ışıklar, yazılar, görüntüler, klipler akıyor bu 360 derece ekrandan, gerçekten olağanüstü bir etki yaratıyor izleyicilerde.


Snow Patrol'u daha önce hiç dinlememiştim, hatta adını bile duymamıştım. Sempatik bir grup, çaldılar söylediler, eşlik eden de çok oldu. Meğersem bu konser Snow Patrol'un U2'ya eşlik ettiği son konsermiş, duygusal şarkılar söylendi... Ama artık biz de çok yorulmuş ve sıkılmıştık, bitse de gitse diye izliyorduk Patrol'u. Solisti de o zaman son bi şarkı daha, aaa bi tane daha diyerek uzattı da uzattı .

Sonunda ön grup gitti ve dev ekranda bir saat belirdi. Saatin yelkovanı dönerken , sahne üstünde teknik ekip aletleri kuruyor, gitarları deniyordu. Bekledik, bekledik... Hava ısındı da ısındı. Arkadan itenler sıkıştırdıkça sıkıştırdı...

Ve sonunda U2 sahneye çıktı. Bono çok bitirimdi. Ayrıca kısa boylu ve kalın odun bacaklı bi de deri pantül giymiş ahahahahah. Fakat enerjisi, dansları süperdi. İnsanları coşturdu. Yani adam iyi şovmen, orası kesin, karizmatik hareketlerle sahnenin etrafındaki çemberde fırdöndü, böylece çok yakından görmüş olduk hem onu hem diğerlerini. The Edge, Adam ve Larry (bunları da hep karıştırırım, beyaz saçlı olan Adam idi değil mi:) , abiler muşmulaya dönmüş, en iyi görünen Edge idi valla.


Çılgın dansın ardından Beautiful Day geldi, sonra çoook eski bir şarkı, ancak melodisini hatırladığım New Year's Eve ve son albümden Get On Your Boots ile Magnificent söylediler. Bu şarkıyı Magnificent Istanbul diye yorumladı Bono. Bol bol konuştu zaten, vay efendim yıllardır gelmemiş, çok pişmanmış carttırı curtturu, köprüden yürüyüşünü anlatırken Egemen dedi, dediği anda ıslık çalıp yuhalamaya başladık, SÜPERDİ :))) O da güldü ve "bu gece politikacılardan bahsetmeyelim, köprüden bahsedelim" diye çevirdi ve köprü sadece Asya ile Avrupayı, bağlamıyor, geçmişi ve geleceği, Avrupa'nın gitmesi gereken yeri bağlıyor gibilerden oldukça gaz bir cümle etti, coştuk tabii. Valla bu herif şov yapmayı biliyor dostlar.

'It's a beautiful bridge...
'From the past into the future...
'From where Europe has been to where Europe needs to go… a bridge of understanding.'

Sonrasında Mysterious Ways ve Elevation ile iyice coşturdu U2 bizi. (Şarkıların nakaratlarını biliyor idim çoğunlukla, şarkıların hepsini bilenler konserde en çok eğlenendir unutmayın, o yüzden gerçekten sevdiğiniz şarkıcılar için bu çileleri çekin sadece)

Until the End Of World'den sonra I Still Haven't Found What I'm Looking For'u bütün stad söyledik, Bono eğildi yerlere kadar. Bol bol Türkçe konuşmaya çalıştığını söylemiş miydim, habire İstanbuuullll, süpersiniiiizzz filan diyordu, pek dili dönmedi ama olsun :))) Herifin performansı tek kelimeyle müthişti. Sürekli çılgın hareketlerle dans etti, iletişim kurmaya çalıştı, şarkı söyletti, tempo tutturdu...


Ve gecenin en harika anlarından birisi, PRIDE IN THE NAME OF LOVE'ın girmesiyle gerçekleşti benim için. Bağıra çağıra, zıp zıp zıplayarak söyledim bu özel şarkıyı.


Döner sahnenin iki tarafında orta çembere bağlanan köprüler vardı, Bono ve Edge sık sık bu köprülere çıktılar ve köprülerin dönmesi harikaydı, yani herkes elemanları yakından görebiliyordu.



Pride'dan sonra In a Little While geldi ve Bono seyircilerden genç, uzun kıvırcık saçlı sevimli bir genç kızı sahneye çıkardı. Allahımmmmm muhteşemdi, önce kucağına yattı kızın, sonra dansettiler, harikaydı. Sonra Bono yerlere diz çöküp kızın elini öptü, dedim ya şov yapmayı biliyor Bono:))


Sonrasında setliste göre Miss Sarajevo çalmışlar ama ben bildiğim halde tanımadım şarkıyı açıkçası, bendeki hiç bir U2 albümünde yok bu şarkı. Ama City of Blinding Lights ile Vertigo'da hepimiz katıldık ve özellikle Vertigo ile Bono coşturdu stadı.


I'll Go Crazy If I Don't Go Crazy Tonight hiç eşlik etmediğim bir şarkı oldu, bu da en son albümden. Ardından Discoteque ve John I'm Only Dancing snippetleri gelmiş, setlist sağolsun.

Ve bunların hepsinden sonra Sunday Bloody Sunday ile yine eskilere dönüş yapıp şarkıya eşlik etmenin keyfini yaşadık. Ardından bi parça ortalığı ayağa kaldırmak için Get Up Stand Up, sonra da çok eski Mothers Of The Disappeared (The Joshua Tree'den imiş bu şarkı ammaa hiç mi hiç hatırlamıyor idim)


Anaaaa, bu şarkı da bitince Bono sahneye Zulfu'yu çağırdı ve Zülfü Livaneli mikrofonu aldı dostlar. Gecenin en büyük sürprizi kesinlikle Livaneli'yi görmek oldu bir U2 konserinde.


Tahmin edersiniz ki, BÜTÜN stad Livaneli'ye eşlik etti, Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor türküsünü söylerken. Ama bu şarkıdan sonra böyle cenaze evine döndü ortam yahu. Bono da sevdiğim bi şarkı olan Walk On ile ortamı toparladı , sonra da teşekkür edip siktir oldu pezevenk. Ulan! Nereye bodur İrlanda şişkosu ! Allah bağırdık çağırdık, kimse kımıldamadı yerinden tahmin edersiniz ki. Tabii U2 sahneye geri geldi, Afrika ile ilgili bir videodan snra.. Videonun sonunda ekranlarda tek bir kelime belirdi ...

Ve nihayet, 15 yıldır hayalini kurmakta olduğum o anı yaşadım sevgili dostlar, resmen ağlayarak, bütün stad umudumuzu semalara haykırdık:


one love
one blood
one life
you got to do what you should

one life
with each other
sisters
brothers

one life
but we're not the same
we get to carry each other
carry each other
one
one.

Hala inanamıyorum. Bunca yıldır haylini kurduğum şey gerçekleşti mi? U2 konserine gidip One'ı canlı canlı dinledim ve ağladım mı? Is this the real life or is this just fantasy dostlar? :)))

Konserin doruk noktası herhalde One'dan sonra çalan , bütün acı ve yorgunluğumuza rağmen kudurmamızı sağlayan Where The Streets Have No Name oldu, tek kelimeyle mükemmel bir performans idi:)


Sonra yine gitti bunlar aaaaa alkış kıyamet, deli misiniz baba kimse yerinden oynamıyor, taş gibi kalabalık, 360 erece ekranda ışık gösterisi akılalmaz derecede güzel...


Geldi grup tekrar , Baby Baby baby, light my way ile...

Ve nihayet, nihayet, nihayet... WITH OR WITHOUT YOU ile bağıra bağıra veda ettik gruba.

Son olarak Bono tekrar konuştu, İstanbul'da herşey umduğumuzdan fazla idi, arayı açmayalım dedi. Son şarkıları böyle üzeri kırmızı ışıklı lazerli bi ceket ile söylemişti manyak. Tepeden upuzun kordon ile sarkan simit şeklinde de bi mikrofon kullanmıştı. İşte veda ederken o ışıklı ceketi çıkartıp o yuvarlak mikrofona astı, örümceğin tepesine doğru çektiler mikrofonu, Bono düz siyah ceketini giydi ve Moment of Surrender ile bizlere veda etti.


Ah dostlar ah. İşte bitmiş gitmiş bu güzel gösteri. Ama biz cehennemin dibinde, dağın başında bir stadyumda kalakalmıştık.

Surrender biter bitmez hareketlendik, merdivenlere doğru sıkış tıkış gittik, merdivenlerden çıkınca biraz koltuklarda dinlendik, ölüyorduk yahu, bel - ayak - bacak bitik idi.


Üstelik de Zekish'i kaybetmişik ve telefonunun şarjı da bitmişti . Hahaahahah şaka gibi ya. Neyse, Zekish mesaj attı, buluştuk, ama staddan çıkma ayrı bi işkenceydi, çıkış kapılarına torba torba çöp yığmışlar, insanlar sığışamıyor, rezalet diz boyu idi.

Staddan çıkmayı başarınca gözlerimize inanamadık, ortalıkta bir tane bile otobüs yoktu. Kalabalık, köfteciler, tur otobüsleri yerli yerindeydi amma bizi Halkalı veya Yenibosna'ya götürecek belediye otobüslerinden eser yoktu, işte tutmuştuk şimdi, Bono'nun mikrofonunu. Bi o uca yürüdük bi öbür uca, her adımda iğne batar gibi acıyordu ayaklarımız. Ortada danışma yok, tabela yok... Otopark çıkışına geldik, trafik kilit zaten, öyle oldukları yerde bekliyor araçlar. Derdimizi duyan sucunun biri demez mi "biz sizi bırakırız apla, sucuyuz biz" Ödümüz patladı, attık kendimizi arabaların ortasına, otostop çekecek boş araç arıyoruz... Can havliyle gördüğümüz ilk arabaya atladık, iki kız vardı sadece arabada "nolur" dedik "nolur, otobüs yok, bizi taksi bulabileceğimiz bir yere bırakır mısınız" Allah razı olsun aldılar bizi arabaya. "Yenibosna'ya bırakırız" dediler, oh mis! Ama trafikten çıktığımızda saat 2 idi. Ve arabayı kullanan arkadaş yolları pek bilmiyormuş meğersem, oradan döndü, buradan çıktı, kendimizi gişelerde bulduk. "eee sizi Avcılar'a bırakırız" demesin mi? Allahımmm ne yapacağız Avcılar'da???? Neyse Başşakşehir mi, Isparta Kuleleri mi, biyerlerden döndü geriye, ben uyumuşum o an artık, aaa Yenibosna'ya gelmişiz, saat 3. Yine de sağolsunlar, bizi kurtardılar ya o dağ başından, büyük sevap kazandılar.

Yenibosna'da koştuk metrobüs durağına. Bi tane araç var dolu, durak da tıklım dolu. Oturduk buz gibi soğuk E5'in ortasında, vızır vızır arabaların arasında metrobüs bekliyoruz. 20 dk sonra bi tane geldi, zaten dolu idi, duraktakiler de sığmadı, biz de binemedik. Yabancı genç bir çift de Sultanahmet'e gideceklermiş, çaresiz yolda kalmışlar "biz taksiye bineceğiz, siz de gelin" dedik. Sonra taksiyle bunları Sultanahmet'e bıraktık, sahilden gelip beni de Beşiktaş'a bıraktık. Zekish'le Melek bilinmeyene doğru uzuun yolculuklarına Kartal istikametine devam ettiler. Ben de 4'te evde idim.

Böyle organizasyon olmaz olsun. Konseri düzenle, paraları topla, insanları piç gibi ortaya bırak, stadyum zaten bildiğin bir dağın başı. 50.000 kişi nasıl döndü oralardan bilmiyorum artık .Zaten oraya stad yapan, o stadda konser organizasyonu yapan , ve overall bu rezillik ve kepazliği düzenleyenlerin gelmişi, geçmişi, soyu sopu hakkında bir dizi fikir yürütmekteyim. Bilahare iletirim:))

Bir yıllık bekleyişin sonunda beklentileri karşılayan, çok eğlenceli, enerjik, görselliği müthiş bir şovdu. Bono'nun performansı çok iyiydi, sesi güzeldi, The Edge'in soloları bitirimdi. Adam'la Larry de herzamanki gibiydiler herhalde ne bileyim canım???? :)))))) Herşeye rağmen, uykusuzluk ve başağarısına rağmen, iyi ki , iyi ki gitmişim, teşekkürler Zekish'cimmm :))) Kesinlikle unutulmayacak bir deneyim oldu bu.

In the name of love, what more in the name of love?

xo xo