30 Kasım 2010 Salı

Ezel 2. Sezon 11. Bölüm : İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ

Keşke Ezel ilk sezonda bitseymiş dostlar. İlk sezonu sanki baştan aşağı planlayıp iyice çalışarak hazırlamışlar, bütün parçalar birbirini tutuyor. İkinci sezona hiç hazırlanmamışlar, hiçbir şey birbirini tutmuyor, o yüzden biz de ekran karşısında aptal yerine konduğumuzu hissediyoruz. Sekiz karakterinin diziye eklenmesi de buna dahil.

Dün akşamki bölümde Ramiz ile Kenan'ın gençliklerini anlatan geriye dönüş sahnelerinde 1973 yılına gelmişlerdi. Gazinoda Hayratlı hala Ramiz'i bitirmeye çalışıyordu. Ana! Dur bir dakika, daha önce o lunaparklı bölümde, 1971 yılına bir flashback koymuşlardı, Kenan Hayratlı'yı vuruyordu. Aman sene 1973 olmuş hayratlı zombiye dönüşmüş ortalarda dolanıyor. Bu nedir? özensizliğin dik alası.



EZEL 44.BÖLÜM SPOILER

İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ




Bölüm Azad'ın Dayı'ya Charles Dickens'ın  İki Şehrin Hikayesi'ni okumasıyla başladı. Dayı daha önceden okumuş bu kitabı ama "insan değiştikçe, kitap da değişiyor" . Bölüm boyunca da bu kitaptan alıntılar dinledik Dayı'nın ağzından. Cengiz ile Ezel'in farklı yerlerde varolma savaşını anlatan bu bölümde doğrusu alıntıları çok uygun seçmişler.

Cengiz, Kenan Birkan'ın dünyasına girmeye çalışıyor idi, Eyşan'la grantuvalet giyinip Kenan'ın kokoş partisine kaıldılar.


Ezel, Dayı'nın eski dünyasına girmeye çalışıyordu. Eski moruk gazinocu kralların yanına gitti, bunlar bi diskoda çöreklenmişler, kemik Cemil, Küçük Ali (cüce), çift tabancalı Erbil, bi de ağır abi sakalıı, unuttum adı neydi. Abiler Ezel'e gazinoların ellerinden alındığını anlattı, "elimizi o işten çektirdiler, kumarhaneleri aldılar" dediler. Alan da Yusuf Eğir imiş. Sonra "senin bu masada yerin yok, adın yok" deyip kışkışladılar Ezel'i.

Partide Kenan, Cengiz'i biriyle tanıştırdı "Yusuf Eğir" Kenan'la Yusuf'un çok büyük, çok gizli bir projeleri varmış. Cengiz'i bu projede kullanacaklarmış.

Ezel ile Ali mekanın kapısı önünde bekleyip Kemik'i aldılar, Dayı'ya getirdiler. Meğersem Kemik abinin 2 milyon borcu varmış, borca karşılık tükkanını istiyormuşlar. Proje için. Bu işin hakemi de Yusuf Eğir imiş. Ezel'le Ali; Kemik'den anahtarı aldılar, teftiş etmek için mekana gittiler. Yarı yolda akılları başlarına geldi, adres sormamıştı mallar. Ali "ben çok cool bi çıkış yaptım , sen sorsana " dedi ama Ezel yemedi. Ali gidip sordu adresi, diskonun arka tarafı kumarhaneymiş.

Ali, Tefo, Şebo, Ezel mekanı teftiş ettiler. Ezel kumar oynayıp para kazandı. Sonra eve geldiğinde baktık Ezel'in dairesinde hiç birşey yok, bi notebook var, orada Mert'in ezilme videosunu izleyip duruyor.


1973
Eski flashback'lerde 1971'den 1973'e atladılar. Hayratlı hala hayatta anasını satayım. Ulan hani herifi öldürmüştü Kenoş 1971'de, bu kadar eşşeklik olmaz ya !

Neyse, Ramiz godfather olmuş, millete yaptığı iyiliklerin karşılığında meşhur olmuş, herkes buna hediye getirip veriyor. Bu esnada Selma'yla Kenan, eski Türk filmleri tadında çayırlarda piknik yapıyorlardı. Selma assolist olmuş ama daha meşhur olmak istiyor, gazetelere çıksın, fotoğrafları çekilsin istiyor haspam.

2010
Cengiz, Kenan ve Yusuf ile kahvaltıya gitti. Büyük proje kumarhane projesiymiş, 2015'de kanun çıkacak, bu bölgede kumar serbest olacak, bunlar da Las Vegas kuracaklarmış, zaten yararlı birşey kurmazsınız adi şerefsizler. Hayvan barınağı kursanıza! İşte bu sebepten Yusuf çevreyi dolaşıp bütün kumarhaneleri bertaraf ediyormuş. Tam 49 tane.

1973
Ramiz Kenan'a kızgındı, "Hayratlı yakında patlayacak" dedi. (Ulann hani 1971'de öldürmüştünüz bu adamı ulannn ah ahhh) . "Bizim de parlamamız lazım, o da karı peşinde koşarken olmuyor, ben uğraşıyorum adam vuruyorum" dedi, Kenan bozulunca da "konuş o zaman Selma'yla, ne olduğunuz belli olsun" diye azarladı.  Sonradan Selma bu olayı öğrenince hoşuna gitti Ramiz'in kızması, ulan sen de az değilsin Selma ya neyse ben daha bişey demiyorum. Bir de günümüzde Selma hiç ortalarda görünmüyor, ona da şaşkınım.

2010
Eyşan mahalleye gidip Can ile Mümtaz'ı röntledi uzaktan, ağladı, zırladı. Ezel bunu yakaladı, mahallenin, okulun, o civarın aralarında tarafsız bölge olmasına karar verdiler.

Yusuf 49 mekanın 48'ini kapattırdı, geriye 1 tane Aksaray'daki Kemik'in mekanı kaldı. Ali ile Ezel bu esnada oradaydılar, Tefo'yu çağırdılar.

1973
Selma vitrin gezerken içerden patırtı gürültü geldi, Ramiz çıktı eli kanlı, bir tefeciyi haşat etmiş. Böyle bir konuştular "niye benden kaçıyosun" "sen tehlikelisin" "ne zamandır tehlikeden kaçıyorsun" "arkadaşım aşık olduğundan beri" vs vs.  Gece Selma'nın soyunma odasına çiçekler yağdı, bu sandı ki Ramiz gönderdi, ama Kenan göndermişti tabii. Kenan ilanı aşk etti Selma'ya.

2010
Yusuf'un adamları Kemik'in karşısına oturdular. Ezel de masaya oturdu, "bana bakın" dedi, konuştu. Bu esnada Tefo diskoda havaya ateş açtı, herkes koşuştu, kumarhanedeki Yusuf'un silahlı adamları da çıktılar, sadece masadaki 2 adam kaldı. Ezel sert yaptı, "sahibini ara, gerçek sahibini" dedi. Herif aradı, Küçük Ali! Ama küçük Ali'yi bizim Kerpeten Abi kafakola almış zaten. Küçük Ali "borç ödendi, hesap kapandı" dedi telefonda adama. Kerpeten bıraktı bunu gitti sonra. Kumarhanedeki adamlara Ezel "şehir sizin olsun, burası benim, dokunmayacaksınız" dedi son olarak, adamlar gittiler. Küçük de hemen Yusuf Egir'i aradı. Yusuf'un adamları Küçük'ü aldılar. Yusuf, Cengiz'in eline bir beyzbol sopası verdi ve şehrin kapısına geldiğini, içeri girebilmek için bunu yapması gerektiğini söyledi, ay çok fenaydı, cüce ağlıyor inliyor, Cengiz pata küt girişti, berbat bir andı.

Beriyanda kumarhanede yaşlı dayılar Ezel'e "senin adın neydi" diye sordular "Ezel, Ezel Bayraktar" Böylece adıyla sanıyla masada yer almış oldu Ezel. "Hoşgeldin Ezel" dediler, godfather tadında tören havası esti moruk dayılar arasında.


1973
Selma sahnede "sevemedim Karagözlüm"ü söylüyordu, Ramiz içti, havaya sıktı, olay çıkarttı "istediğimi içerim, delerim, karşı çıkacak var mı?" Sahneye çıktı, o esnada gazeteci biri orada fotoğraf çekiyor şakır şukur. Ramiz Selma'nın kafaya rakı kadehini koydu "sağlam dur"  Selma güldü "sen sağlam vur". Ramiz ateş etti.
Böylece Selma ve Ramiz çarşaf çarşaf bütün gazetelere çıktılar, assolistin cesareti, kabadayının deliliği filan derken basbayağı meşhur oldular.

2010
Duvarlarda alev renkli Ezel graffitileri belirmeye başlamıştı, Dayı'nın öğüdünü dinleyen Ezel yavaş yavaş  parlıyordu.

xo xo


29 Kasım 2010 Pazartesi

Vampirle görüşme iyi geçti

Vampir dediğim diyetisyen. Haftalardır gitmiyor idim kontrole, yeri değişti muayenehanenin, bende de bir üşengeçlik, bir bezginlik. Sonunda kendi üşengeçliğimden rahatsız olup randevümü aldım, Cumartesi günü varıp kontrole gittim.

Kadın biz şişkolardan, gırtlağına hakim olamayanlardan oluk oluk akan parayla kendine Osmanbey'in göbeğinde kocamannn yeni bir yer açmış. Hani o eski güzel apartmanların birinde, geniş mi geniş bir bekleme salonu, Perihan'a kocaman bir oda, tavanlar zaten yüksek. Aaa bayıldım valla.

İki hoşbeşten sonra ayakkabı ve çorapları çıkartıp tartıya çıktım...

Ohhh kilo almamışım, hatta 1 kilo vermişim, oleyy oleyy oleyy.

Bayramda yediğim börek ile mercimekli köfteler sayılmamış işte ne kadarrrr mutlu oldum anlatamam:))) Eğer kilo alsaydım acayip zılgıt yerdim, diyetisyen öyle bir kadın, listelere uymadın mı, kilo veremedin mi aaa çat çat azarlıyor gözünün yaşına bakmadan:)))

Neyse, mutlu mesut yeni listemi alıp çıktım vampirle görüşmeden:)

Bu esnada Lady Charlotte ile Taksim'de buluşmak üzere sözleşmiş idik, metro ile meydana geldim hemen. Önce Topshop'u gezdim. Benim Terkos'dan 25 liraya aldığım pantülü 109 liraya satıyor idiler. Oradan Teknosa'ya gittim ve işte Teknosa'da ilk görüşte aşk yaşandı sevgili seyirciler. Onu gördüm, ona dokundum, varlığımdaki her bir hücre ile onu istedim, o kadar kurcaladım ki, satın alacağım sandılar, başıma toplandı satış görevlileri. Heyhat, ona kavuşmak için birkaç kere zamanında maaş almam gerekiyordu.

İşte o: Samsung R580 Notebook

Tuşları harika, görüntüsü karizmatik, ama en önemlisi :
4 gb ram bellek
1 gb ekran kartı
Intel Core i5 işlemci
veee NVIDIA GeForce GT 330M grafik kartı

Off işte hayallerimde bu notebookla sarılıp yattığımı filan görüyorum, aman sağlam olsun diye Lenovo almayı filan düşünüyordum pppffftt. Benim için artık sadece Samsung R580 var.

Hayallere dalmış vaziyette bir de Benetton'a uğradım, çok güzel şeyler vardı, balon kollu triko elbiseler filan mesela:))) Ama bilgisayar almam gerektiğinden artık başka birşey alamam, o yüzden sadece zaruri ihtiyaç olan gri hırka ve yanında indirimli gelen siyah hırka aldım. İyi oldu hırka epeydir almam gerekiyordu, indirime denk düşürdüm.

Fakat bu hırkalar da dümdüz, Lady Charlotte'cuğumun dediği gibi evde kalmış kız modeli hırkalardı. O yüzden Accessorize'a uğrayıp hırkalara takmak için vintage görünümlü broşlardan aldım, hani böyle Eyfel resmi var üstünde, eskitmeli...


Nihayet Tünel'deki en sevdiğimiz Gloria Jeans'de oturup yedik içtik. Aslan Perihan yeni listemde tatlı hakkı vermiş. Ben de çikolatalı sufle yiyeyim dedim. Eh o pek sütlü tatlı sayılmaz ama neyse:))) Heyhat, gelin görün ki, vampirin laneti beni çarptı, Gloria Jeans'in suflesi bir rezaletti, dışı hiç pişmemiş gibi, az ısıtılmıştı, tabii yiyemedim. Tabaktaki dondurmayı yedim, bir de suflede delik açıp içindeki çikolata kremasını yiyebildim, suflecik olduğu gibi kaldı.

İyice semirdikten sonra kalkıp biraz dolaştık, Bershka'yı, LCW'yi, Terkos Pasajı'nı, Atlas Pasajı'nı gezdik. LCW'den çıkarken benim çantam öttü, içine baktılar, ne rezalet değil mi:)))) Neden öttü bilmem?? Atlas Pasajı pek renkli, cıvıl cıvıldı, çok hoşuma gitti. En son olarak da Oxxo'yu gezdikten sonra evlere dağıldık.

İşte böylece yuvarlanıp gidiyor idik:))

xo xo

27 Kasım 2010 Cumartesi

Ben Pomat gördüm

Dün sabah işe gitmeden sabahın köründe Acıbadem Maslak 'a gittim, gözlerimin 1.ay kontrolü için. Yaa ameliyat olalı 1 ay geçmiş bile dostlar.

Neyse muayene oldum, sağ gözüm sıfırlanmış, sol gözüm sıfırlanmamış, çünkü yavrucak aşırı derecede kuruyormuş, gözyaşı damlamı kullanmama rağmen Arap çöllerine dönmüş sol gözüm. Doktor "sen gece gözlerin aralık mı uyuyorsun evladım?" diye sordu bir de ahahahahaah gece kurutuyormuşum gözleri. Tövbe estağfurullah, hee Red Kit gibi bir gözüm açık uyuyorum demedim tuttum çenemi. Sonra kadın "pomad yazıyorum, her akşam gözlerinin içine süreceksin" demesin mi?

Pomat mı????

Pomad lafını ilk ve son kez duyduğumuz tek yer Agatha Teyze'nin sarı yapraklı romanları değil miydi? Hercule Poirot meşhur bıyığına, yaşlanıp keltoş olduğunda da perükasına sürmüyor muydu bu meredi??? Bir anda kendimi 1920'li yıllardan kalma soluk bir fotoğrafta, üzerimde rüküş bir etek, kafamda çan şapkayla buluverdim sanki.



Akşam işten eve dönerken Pangaltı'daki bir eczaneden aldım pomatı. Valla kutusu bile eski moda birşey, halbuki imalat tarihi yeniydi, bayat değildi pomat. Ne bileyim bana o kadar eski moda birşey gibi geldi ki, sanki burnuma naftalin kokuları geliyordu dostlar:)))

İşte bir sonraki ve son kontrol 2 ay sonra olacak, sol gözümün hala sıfırlanma şansı varmış, çünkü zorlayınca küçük yazıları okuyabilmiştim. Ben de karar verdim, 2 ay hiç makyaj yapmayacağım, saat başı gözyaşı damlası kullanıp geceleri pomadımı özenle süreceğim gözlerimin içine. Artık hedefimiz sol gözü sıfırlamak, haydi bakalım:)))

xo xo

26 Kasım 2010 Cuma

Bana el kol hareketi yapma

Dün akşam iş çıkışı kızlarla buluşup kahve içmeye gittik. Tabii aç karınla kahve içilemeyeceğinden, önce Yami'ye uğrayıp salata, makarna yedik. Rejim yapanlar soğuk salata, yapmayanlar sıcacık ve yumuşacık makarna yediler. Ben gelmeden oyuncakçıyı da gezmişler , ben yetişemedim maalesef. Tam saat 7'de patron arayıp birşey istemez mi? Geç çıktım o yüzden. Bu adamlarda sensör var yemin ederim, ya da iskemlemde bubi tuzağı var, popomu kaldırdığım anda telefon çalıyor.

Yemekten sonra Kahve Dünyası'na gittik, yeni bir ürün çıkartmışlar, pek tehlikeli , adı BONTE. Böyle minicik fındık kadar bisküvi üzeri çikolata kaplama. Yüzsüzlük yapıp masaya deneme ikramı istedik, 3 tabak Bonte'yi silip süpürdük. Biz bu dünyaya yemek için gelmişiz.

Seval arkadaşımız yeni aldığı oyuncağı Tutti Furutti'yi de getirmişti yanında. Bildiğin KOL! Mandalını sıktıkça el açılıp kapanıyor:)))) Adını neden Tutti koyduğunu böylece anlamış olduk:)))


Aman o kadar çok oynadık ki Tutti ile , alttan birbirimizi taciz ettik, okkaladık püahahaahahah. Garsonu bununla çağırdım, dağıldık. Göğüs ölçülerimize baktık kontrol ettik:)))) Masada ne var ne yok mıncıkladık Tutti ile:)) Hülasa, biz nasıl oldu da dün akşam Kahve Dünyası'ndan kovulmadık, hala şaşkınım:))))

Eve gitmeden önce oyuncakçıdan kediye oyuncak aldım. Bir tane kurmalı sinek, kurup yere bırakınca kanatlarını titrete titrete yürüyor:)))) Kedicik üzerine oturmak suretiyle etkisiz hale getirdi sineği ahahahaha. Bir de çok kıytırmasyon bir uzaktan kumandalı araba aldım. Bit kadar, kumandanın üzerine takıp şarj ediyorsun, ama şarj olmadı bir türlü. Çin malı zaten. Kısmet değilmiş.

İşte böyle dostlar, Perşembe akşamını da bu kadar güzel bir şekilde atlattıktan sonra nihayet Cuma'ya kavuştuk. Akşam olsa da haftasonu başlasa:))

xo xo

25 Kasım 2010 Perşembe

MİMoza

Euphoric'ciğim mimledi beni sağolsun. Bu seferki daha değişik, en sevdiğimiz kelimeleri, küfürleri filan soruyor:)))

İşte benim hakkımda merak ettiğiniz ama sormaya çekindiğiniz bazı şeyler:)))


1-En sevdiğiniz kelime : Jedi, Expelliarmus, mütemadiyen, gelgelelim, seyyah, seyyahat, mahsusçuktan, meğersem

2-Nefret ettiğiniz kelimeler : Yaşanmışlık, nefret

3-Ne sizi heyecanlandırır? : İzlemek için çıkışını hevesle beklediğim bir film, konsere gitmek, tatile çıkmak, değişik bir kitap keşfetmek...  ne bileyim çok kolay heyecanlanırım.

4-Heyecanınızı ne öldürür?
: Oflayan puflayan mıymıntı insanlar ile sürekli birşeyler isteyen insanler.

5-En sevdiğiniz ses : Freddie Mercury'nin sesi.


6-Nefret ettiğiniz ses : Şakşak sakız çiğneme sesi, çıtçıt çekirdek çitleme sesi, ayakkabısını yere sürterek yürüyen şahısların çıkardığı ses, ruh hastası gibi anahtarlıklarla ya da bozukparayla oynayan şahsın çıkarttığı  şıkşıkşıkşık sesi.

7-Hangi mesleği yapmak istemezsiniz? : Öğretmen, memur filan olmak istemezdim. Müşteri temsilcisi olmak da istemem.

8-Hangi doğal yeteneğe sahip olmayı isterdiniz? : Peter Pan gibi uçabilmeyi isterdim.

9-Kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz? : Indiana Jones'un sevgilisi:))

10-Nerede yaşamak isterdiniz? : İstanbul. Bir süre Paris'te yaşamak da isterdim. Ama eninde sonunda İstanbul.
                                             
11-En önemli kusurunuz : Oburluk, müsriflik, tembellik, hareket etmeyi sevmemek, fazla heyecanlı olmak, çenesi düşük olmak.

12-Size en fazla keyif veren kötü huyunuz : Almamam gerektiği halde yeni kitaplar almak.

13-Kahramanınız kim? : Indiana Jones



14-En çok kullandığınız kötü kelime : Gerizekalı, salak, dangalak, yuh, göt, nefret ediyorum, sıçtık.

15-Şu anki ruh haliniz : İşten dolayı oldukça düşünceli ve sıkkın.

16-Hayat felsefenizi hangi slogan özetler : "Uğruna yaşamaya, savaşmaya ve ölmeye değen tek şey topraktır". Ya da "Remember, the force will be with you, always".

17-Mutluluk rüyanız : Rengarenk bir evrende bambaşka maceralar yaşamak, mesela Star Wars evreni ya da Harry Potter evreni gibi. Ya da sevdiğim bir işim olması, para kazanıp Lady Charlotte ile bol bol seyahat etmek.

18-Sizce mutsuzluğun tanımı : Sevmediğin bir işi yapmak zorunda olmak, hasta olmak, sevdiklerini kaybetmek.

19-Nasıl ölmek isterdiniz? : Yatıp kalıp kimseye yük olmadan ve arkamda keşkeler bırakmadan, sürünmeden.

20-Öldüğünüz zaman cennete giderseniz Allah'ın size ne söylemesini istersiniz? : İşte ailen şurada, yanlarına gidebilirsin evladım.


Sibelinsu'ya gitsin mim :)

24 Kasım 2010 Çarşamba

Ezel 2. Sezon 10. Bölüm : İKİ EV

Yazımın gecikmesinden anladığınız üzere 43. bölüm  hayal kırıklığı yaşattı bana. 42. bölüm çok etkileyici idi, dizi eski gücüne, özenine kavuştu derken 43. bölüm yavan, tatsız, sıkıcıydı. O kadar heyecanla beklediğimiz hain meselesi bile sündürüldü, heyecanını kaybetti, hain ortaya çıktığında "eee bu mudur?" diye esniyordum ben. Doğrusu Ezel'in bu ikinci sezonundaki tutarsızlık beni artık çok yordu. Sıkıldım ve bıktım. Doğru düzgün devam etsin artık, bu dengesizlik nedendir çözülsün, ben artık bunaldım.

Bu bölümün özetini Ekşi Sözlük'te çok güzel yapmışlar , the digger yazmış : her bok bu selmayla, eyşan yüzünden oluyor. yediniz bütün yiğitleri orospular.

:))))))))


EZEL 43. BÖLÜM SPOILER

İKİ EV




Bir önceki bölümde elemanları çay bahçesinde masa etrafında bırakmıştık. Kenan'ın adamları çay bahçesini tarayacak, bunu bilen hain ise masadan ilk kalkacak kişi olup kendini ele verecekti..

Şimdi hepsi masanın etrafında ibibik gibi otururken Dayı sordu "siz ne işe yararsınız?" Aaa!  Ali abi kalktı ayağa. Ezel kıllandı ama Ali "ben buraya Dayı'dan duymaya geldim, bu adam senin kanlın, sen ne işe yararsın Dayı?" dedi. Oturdu geriye. Ama bu Ali'de bi pislik vardı sanki bilemedim.

Dayı Cengiz'e döndü "Sen bir adamı boka sarmaktan başka ne işe yararsın?" Cengiz kızdı , bu sefer o kalktı ayağa. Ulan hacıyatmaz gibi biri oturuyor biri kalkıyor:))) "Aramızda hain mi arıyorsun, mantık yürüt, kim olur hain, kim Ezel'i en az seviyor? Ben! Bu zandan kurtulamayacaksam gideyim" Oturttu onu da yerine Dayı. Eyşan'a döndü."Sen?" Eyşan "Ben Ömer'leyim, ölene kadar" dedi. Dayı güldü "Kim ölene kadar Eyşan?"

Mavi gözlü converseli katil Temmuz, Kenan Birkan'ı aradı "herkes burada, Azad, Ali, Cengiz ve Eyşan" dedi "Benim küçük aptal kızım" diye söylenen Kenan Eyşan'ı aradı ama beriki açmadı telefonu. Ali bir daha kalktı yerinden, bi kıllanma durumu oldu. Converseli katile telefon geldi "Peki, dönüyoruz" dedi Temmuz telefondakine. Ve adamlarını alıp çekip gitti.


Yani bu sahne böyle mi çözümlenmeliydi, daha akıllıca ve heyecandan gebermemizi sağlayacak bir sonuç bulunamaz mıydı, yakıştıramadım açıkçası.

Cengiz "geçtik mi sınavı?" diye terslenip Eyşan'la beraber giti. Ali de "ben alamadım cevabı" deyip gitti. Ezel anlamamıştı, haini bulsunlar diye burada kuzu gibi ölecekler miydi yani? Dayı Ezel'e "artık bir yere gitmemize gerek yok, çünkü muhitimize geldik" dedi, sonra işaret etti, meğersem her yanı adamlarıyla donatmış aslında.

Haini bulması için Dayı Ezel'e 1971 senesinden bir macerasını anlatmaya koyuldu.

1971
Kenan ve Ramiz, Hayratlı hakkında konuşuyorlardı, "o beni öldürtmek istedi, beceremedi, şimdi sıra bende"  Ramiz kendi işini yapmak, küçük Godfather olmak istiyordu, bu yüzden Kenan ona bir iş ayarladı: küçük esnafı tehdit eden Kara Celal'i harcamak. Ama Kara Celal Hayratlı'nın en iyi arkadaşı içim meğersem.

2010
Dayı o eski handaki ofisini Ezel'e bıraktı. Karanlık tarafa geçebilmek için Ezel'in ekipteki haini bulması şartını koştu ve gitti.

Ali çok sıkkındı, Tefo'yla buluştu. Hain var dedi. Tefo "valla bu sefer ben değilim" diye güldü. Ve yol gösterdi, "kime hainlik ediyor bu zat ? Ezel'e. O zaman ona en yakın o durur"

Geçen bölüm saklandıkları eski evde Eyşan ve Cengiz muhabbettelerdi, Cengiz hala Eyşan'a aşık olduğunu söyledi. Eyşan'ın telefonu çaldı.

Dayı'nın evinde Ali bu sefer de Azad'la muhabbet etti, fingirdediler hatta. Ali pek keyiflendi. O esnada Cengiz aradı "Eyşan'ı takip ediyorum, Kenan'a gidiyor, benimle gel" dedi.

Ezel'in annesi eve çağırmıştı Ezel'i, Mert'ten kalan eşyalar gelmiş bi kutuda, böyle iç bayıcı gereksiz ağlak sahneler geçti, Meliha devreleri yaktı filan. Ezel Mert'in telefonunu alıp çıktı. Meğersem Mert ölmeden bi video çekmiş ama göndermemiş abisine. Emniyette bi sevdiceği varmış Mert'in Elif diye. Kaya'nın Kenan'ın telefon kayıtlarını çıkartmış Mert için.

Kenan Birkan sakallı adamı Kaya'ya emretti  "küçük dostumuzu yanımıza alalım" Kaya istemese de razı olmaktan başka elden gelir. Kaya bu dosta hiç güvenmiyor idi.

1971
Gazinoda Selma Hayratlı'nın yanında oturmuş kırıtıyor, hem onu hem Kara Celal'i eğlendiriyor idi. Kenan sinir oluyordu bu duruma. Selma yanlarına geldi  "siz beni assolist yapamazsınınz ama Hayratlı yapar" Kenan kızıp yürüdü gitti, Selma Ramiz'e "senin planın var mı?" diye sordu.

2010
Ali ile Cengiz Eyşan'ı takiptelerdi "Bu karıyı Kenan'la görürsek artık konuşmak yok, indireceğiz" dedi Ali. Zaten bütün bölüm Eyşan'a "şıllık", "çiyan"  vs vs sıfatlar yakıştırıp durdu Ali Abi:))



Ezel karakola Elif'e gidip telefon kayıtlarını aldı.

Eyşan elinde bavulla bir mahalleye girdi

Cengiz Ali'yi üst katı komple camlı bir kafeye getirdi. Yukarı çıktılar.

Bu esnada Ezel, aldığı telefon listesini teeek tek aramakta idi. Telefonu açanın hain olduğu ortaya çıkacaktı.

Eyşan'ın telefonu çaldı. Arayan Kenan idi, "beni bir daha arama" dedi Eyşan ona. Meğersem elindeki bavulda Can'ın eşyaları varmış, çocuğu Mümtaz'a emanet edip gitti Eyşan.

Cengiz'in telefonu çaldı, Cengiz Ali'yi camlı mekanda bırakıp aşağı kata indi "geldik, getirdim, çıkıyorum, ne yapacaksanız yapın Ali'ye" dedi. Ezel EALİĞĞĞ diye böğürünce (ya yok galiba bu Ealiğ başka bi dizideydi, neyse:)) telefonu çat attı elinden, korkudan altına sıçtı salak ahahaha. Ali baktı sağında kenafir gözlü Temmuz, solunda bir diğer tetikçi, "arada kaldım tam arada, sağımda bir canavar, solumda bir diğeri" dedi ve şangırrr diye kendini camdan aşağı attı.

Kısa paçalı Converse'li katil Temmuz Cengiz'i almış Kenan'a götürüyordu. Cengiz aşağıladı Temmuz'u. "Cengiz Bey sizin benden ne farkınız var?" diye sorunca da "herşeyden önce daha fazla parmağım var" diye yapıştırdı :)) Bu esnada Ezel aradı Cengiz'i. Meğersem Ezel o boşanma kağıtlarını verdiğinde başlamış ihanete Cengiz. Otelde Kenan Birkan'ı kandırdıkları gece satmış Ezel'i. Kenan Birkan öyle şeyler teklif etmiş ki, herhalde biz de olsak kabul ederdik??? En nihayetinde kaçıp gitmeyi, bütün acılardan kurtulmayı vaad etmiş. "Eğer benimki kadar cömert bir şeytan çıkarsa karşımıza, hepimiz satarız ruhumuzu"

Bunu söyleyip telefonu Kenan Birkan'a verdi Cengiz. Kenan Ezel'den Ramiz'i satmasını istedi. Onu arabayla Leblebici sokağa getirecek, sonra çıkıp yakınlardaki kafede Eyşan'la buluşacak, yoksa Eyşan'ın kafasının da Bahar gibi patlamasını izleyecekti.

1971
Hayratlı'ya haber geldi, Selma kaçırılmış. Eski gazino raconu. Kara Celal Bursa'da bir gazinoda assolist yapacakmış Selma'yı. Hayratlı kudurdu, "gidin karnınızı doyurun, aç karınla otel basılmaz" dedi. Kalkıp Bursa'ya Celal'in kaldığı otele gittiler.

2010
Ezel Dayı'ya Kenan'la aralarında ne geçtiğini sordu, onu neden sattığını sordu. "Kenan'ı sattığına değdi mi? diye sordu "her anı, her dakikası değdi yeğen"

1971
Elemanlar Bursa'ya geldiler, oteli bastılar, kral dairesinde Selma ile Celal'i buldular. Selma Hayratlı'ya koştu sarıldı, "beni zorla kaçırdı" dedi. Celal "ne zorla kaçırması kendi geldi" derken Ramiz tak göğsünden vurdu Celal'i.

2010
Ezel Dayı'yı arabada bırakıp kafeye gitti. Kafasında kırmızı lazer ışığı dolanan Eyşan'la buluştu. Bu esnada Kenan'ın adamları Ramiz'i taradılar. Eyşan'ın telefonu çaldı, Kenan. Ezel Eyşan'ın hain olduğunu anladı , Eyşan da onun anladığını anladı. Ne anlayışlı insanlar yaleppim. Meğersem otelde Kenan'ı kandırdıkları gece Eyşan satmış Ezel'i, bilerek kandırmış Kenan'ı, olaydan sonra yanına gitmiş, Kenan ağlıyormuş, "ağlama, sen yenilmedin, harika bir casus kazandın" demiş ona. Cengiz'i de Eyşan kandırmış, Cengiz sırf Eyşan uğuruna Kenan'ın tarafına geçmiş.

Kenan' ın adamları baktılar araba boş, Ali abi çoktan kaçırmış meğersem Dayı'yı.

1971
Gazinoda Selma hüngürt şakırt ağlıyor idi, Hayratlı güldü, 2 gece assolist olacaksın dedi, o gidince Selma kaldırdı kafayı, yalandan ağlıyormuş. Kenan şaşkındı bu performansa.  Celal ölse de, Selma memnundu , sonunda herkes istediğini elde etmişti. Ramiz'e de esnaftan bi zarf dolusu para gelmişti Celal'i harcadı diye. Ramiz buyurdu "karşındaki kadınsa hamleni 2 kere düşüneceksin, çünkü kadın hep 1 adım öndedir"

2010
Kenan Cengiz'i yanına almış konuşuyordu, onu eğitecekti ama bir şartı vardı, Ezel'i tamamen Eyşan'dan ayırması. Cengiz Ezel'e ; Serdar'ın Mert'i çiğnediği anın videosunu gönderdi. Ezel höykürürken bir bölümün daha sonuna gelmiştik benim canımdan çok sevdiğim seyircilerim.

Ne iğrenç bir aşkmış bu Hömerlen Neyşanın aşkı, defolun gidin geberin böyle aşk olmaz olsun be!

xo xo

Bu dünyadan bir Freddie Mercury geçti

Adı sanı duyulmamış Zanzibar adasından çıkıp bütün dünyayı fethetti. Yeryüzüne gelmiş en büyülü ses, en büyük şovmendi o, onbinlerce insanın doldurduğu stadyumları büyüleyebilen en karizmatik adamdı. Brian, Deaky ve Roger ile Queen grubunu kurup dünyanın en güzel şarkılarını yaptı. En çılgın partileri o verdi, hayatı en dibine kadar o yaşadı. AIDS olduğunu öğrendiğinde son ana kadar kayıt yapmayı, şarkı söylemeyi bırakmadı. Ölüme mahkum olduğunu bile bile The Miracle gibi yaşama sevinci ve umutla dolu bir şarkıyı yazması bile onun mucizesinin ispatı idi. Artık şarkı söyleyemeceğini anladığında ilaçlarını almayı bıraktı ve bu dünyadan çekip gitti. Gerçekten Freddie öldüğünde dünya, büyüsünün ve pırıltısının bir kısmını kaybetti.






22 Kasım 2010 Pazartesi

Nasıl geçti habersiz o güzelim tatilim?

Bu sabah nasıl kalktım da şu ofise geldim farkında değilim. Dün zaten sanki giyotine gitmeye hazırlanıyormuş gibi küskün ve de mutsuzdum. Neden bittin tatil neden? Ben evde yatıp yuvarlanmaktan hiç sıkılmadım ki? Daha okunacak kitaplar, bulunacak gizli objeler, youtube'da izlenecek kamera arkaları var idi. Bütün gün kediyle koklaşıp yayıp yatacaktım daha. Hem de hiç sıkılmadan. Gerçekten ben evimde zaman geçirmekten sıkılan biri değilim. İşle ilgili de motivasyonum sıfırın altında süründüğü için tam rüya görürken çalan alarm ile uyanıp bembeyaz bir sisle kaplı sokaklara atılmak, kalabalık otobüslere binip işe gelmek, şu gözlerimi ağrıtan iğrenç bilgisayara bakmak beni mutsuz ediyor. Bu hissiyatı biliyorum. Yeni iş hissiyatı işte tam da bu. Artık acilen yeni iş bulmam lazım, bunu çok iyi farkedebiliyorum.

Gürültülü iş arkadaşlarım birer birer geliyor, günaydın diyor, bir homurtuyla cevap veriyorum. Hiçbiri arkadaşım değil aslında. Şu binada 40 sene görmesem arayacağım bir allahın kulu yok. Bu kadar sıkılmamın bir nedeni de bu olsa gerek.

Haftalık bitmek bilmeyen korkunç rutin yine başladı işte. Kalk kediyi çişe çıkart, çabucak hazırlanıp Taksim otobüsüne yetiş, Kurtuluş'a gel, çay iç, mailleri cevapla ve gelişmelere göre koştur, stres stres stres, oh haftasonu gelsin diye bekle bekle..

Yani bugün beni Ezel'i izleycek olmak bile teselli edemiyor. Şu işyerindeki eski tüplü monitör beni öldürüyor, 100 dolar verip de bir LCD monitör alamadılar ya, PÜÜÜHHHH!!!



O değil de bu akşam Ezel'in ekibindeki haini öğreneceğiz, hadi hayırlısı!

Ooooooooofffffffff akşam olsa da gitsek yaleppiimmmmmmmmm

19 Kasım 2010 Cuma

Oysa Bayram Ne Kadar Güzeldi

Maalesef tatil bitti, Pazartesi işe döneceğiz. Bu düşünce bugün tutan başağrımın sebebi olsa gerek ya da bir iki gündür arka arkaya 3 Star Wars, 4 Harry Potter filmi izleyip Açlık Oyunları'nı bir günde bitirivermek de olabilir. Genel kanının aksine ben sevmedim açıkçası Açlık Oyunları'nı, 16 yaşında olsa idim severdim ama  bana çok çocuksu geldi, çocuklar birbirlerini kesip biçerken de heyecana kapılmadım. Neyse Kitap Kulübüne yazacağım Açlık Oyunları hakkında fikirlerimi.


Bayram güzel geçti, ailenin tamamı olmasa da bir kısmı toplandık. Nuri Amca geldi, keyfi de yerinde idi. Bayram menüsü kuru fasülye ve yanında La Capitana'nın "turşu dolması"nı yedikten sonra, bacakları İtalyan bir usta tarafından oyulmuş 100 yıllık aile masasının etrafına dizildik... Haydi dedik Nuri Amcaya, anlat, n'olursun, anlat.



Amcam çok keyifliydi , bir başladı anlatmaya, 1950'lerin Balat'ı, karneyle taze kahve alınıp Vasili'ye kavurtulan günler, askerlik hatıralarıi, Türkan Yenge ile muhteşem aşklarının öyküsü, hiç çekinmeden herkese yaptığı telefon şakaları, aileye yeni katılan gelinlere yaptığı şakalar... (MAŞŞALLAH diyelim burada:))  Anlattı, anlattı, sanki ağzından bal damlıyordu, aile tarihinin hiç duymadığımız günlerine giden bizler ağzımız bir karış açık bayıla bayıla dinliyordu amcamı.


Tabii bu kadar konuşunca ağzı diline yapıştı, hemen çaylar demlendi, La Capitana'nın damakta eriyen mercimek köftesi, nar gibi kızarmış keçipeynirli-ıspanaklı börekleri yendi, böylece enerjimizi topladık. Akşam olup herkesin evlere dağılma zamanı gelene kadar amcamın başka bir yüzyıldan kalma, ya da geçen ay başından geçen inanılmaz, komik, duygusal maceralarını dinledik. Amcam çok şakacıdır, Fred ve George Weasley gibidir işte, o kadar da güzel anlattı ki, masanın etrafı saatlerce kahkahalarımızla gümbürdedi. Tam bayram ettik, hem midelerimiz hem de ailemiz bayram etti resmen.



Hem de aylardır güzel yiyecek yüzü görmeyen aç karnımız doydu, oh be:))

Tam bayram gibi bayram geçirdik çok şükür. Şimdi tatilin kalan son 2 gününü en iyi şekilde değerlendirmeye bakalım.

xo xo

17 Kasım 2010 Çarşamba

Harry Potter ve Ölüm Yadigarları, 1.Bölüm

Sabahın köründe kalkıp kahvaltımı yaptım ve 10:30 matinesinde Ölüm Yadigarları 1. Bölümü izlemek üzere sinemanın kapısına dikildim dostlar. Salonda yalnız değildim, anaokulu kaçkını birkaç ufaklık ve bir iki de delikanlı yememiş içmemiş Harry Potter'ın sondan bir önceki filmini izlemeye gelmişlerdi.

*** Artık spoiler'lık hali kaldı mı bilemem , kitabı yedibin kere okuduğumuz için***


Filmin en başında 3 arkadaşın hallerini gördük, çok dokunaklı bir sahne ile Hermione ailesinin hafızasını silip Avustralya'ya yollayarak onları emniyete aldı, Ron Kovuk'ta ailesi için meraklandı (gerizekalı yönetmen önceki filmde yakmıştı Kovuk'u salak), Harry ise Dursleyler'den ayrıldı. Burada Dudley'in Harry ile bir vedalaşması vardı kitapta, onu atlamışlar, şahsen görmek isterdim.

Sonra Deli Göz  Moody ve  diğer elemanlar Harry'i evden çıkartmaya geldiler. Nedense Lily'nin korumasının sona ermesinden hiç bahsetmediler, ben onu duymak isterdim. Ayrıca bu sahnede önceki filmleri, özellikle Zümrüdüanka Yoldaşlığı ve Melez Prens'i o kadar gerzekçe kesip biçmenin cezası olarak durup dururken Bill Weasley ortaya çıktı "merhaba ben Bill Weasley, Fenrir Greyback yüzümü çizdi" gibi bir muhabbete girdi. Teallaam.



Aksiyonlu kaçma kovalama sahneleri geldi, Hedwig'ciğim öldü ama sahneler o kadar hızlı aktı ki , üzülemedim.

Scrimgeour Kovuk'a gelip Dumbledore'un bizimkilere bıraktığı şeyleri verdi. Bill ile Fleur'ün düğünü oldu. "Scrimgeour öldü, bakanlık düştü, geliyorlar! " Bu sahne aynı kitaptaki gibiydi pek hoşuma gitti.

Bizimkiler kaçtı, önce Sirius'un evine sığındılar. Sonra hortkuluk madalyonu almak için Bakanlığa giriş sahneleri güzeldi. Yakalanmamak için dağa bayıra vurdular kendilerini. Bu sahneler de hoştu, bomboş çayırlarda, karlı kayın ormanlarında, kayalık yamaçlarda çadır kurup etrafına çeşir çeşit koruma büyüleri yaparken kendimi kitabın içinde sandım bir an.



Ron isyan edip kaçtı, Harry ile Hermione Godric's Hallow'a gittiler, Nagini'nin saldırısı yanımda oturan ufaklığı yerinden sıçratıp epey korkuttu. Heyecanlı sahnelerdi gerçekten.

Kaçtılar, Harry'nin asası kırıldı. Sonra ormanda bir patronus maral belirdi. Maralı takip eden Harry gölden Gryffindor'un kılıcını çıkartırken Ron gelip yardım etti ve Bakanlık'dan Dolores Umbridge'den çaldıkları hortkuluk madalyonu parçaladılar.

Hermione, Dumbledore'un ona bıraktığı kitapta bir sembol görmüştü, bu sembolun ne olduğunu öğrenmek için Luna'nın babasına gittiler, Ölüm Yadigarlarının hikayesini öğrendik : Mürver Asa, Diriltme Taşı ve Görünmezlik Pelerini.  Burada Hermione kitaptan bu yadigarların hikayesini okurken, çok çok güzel bir animasyon izledik, pek beğendim.  Yani öyküyü atlamayıp değişik bir animasyon ile canlandırmışlar, çok hoş olmuş.



Onları eleveren Luna'nın babasından kaçarken Kapkaçırcıların eline düştüler, Malfoy malikanesinde tutsak edildiler. Bellatrix  cadısı Hermione'ye işkence etti, Dobby sayesinde kaçıp kurtuldular, ama bu esnada Harry, Draco Malfoy'un asasını ele geçirdi.

Elemanlar Bill ile Fleur'ün oturduğu Denizkabuğu Kulübeye kaçmayı başarmışlardı ama Bellatrix'den aldığı bıçak darbesi ile Dobby sizlere ömür oldu. Onu gömdüler.

Voldemort ise Mürver Asa'yı ele geçirmek ümidi ile Dumbledore'un mezarına girip asasını çaldı .

Film tam burada bitti.

Yine dört dörtlük olmasa da kitaba en bağlı kalınan, en iyi  Harry Potter filmi bu idi sanırım. Keşke yapımcılar bu seriye en baştan gereken önemi verselerdi, çocuk filmi gibi görmeyip en baştan gereken ciddiyetle çekselerdi Potter filmlerini. Keşke Zümrüdüanka Yoldaşlığı ve Melez Prens de iki filme bölünüp adam gibi çekilseydi.

Fakat filmi izledikten sonra çılgıncasına Harry Potter serisini tekrar okumak istiyorum dostlar, of ne yapacağım??

xo xo

16 Kasım 2010 Salı

Gelelim kurufasülyenin faydalarına

Bayram sabahı kalkmış kahvaltımı yaparken, annem dertlenerek yanıma geldi. Evde kurufasülye bitmiş!!! Olacak iş değil, evde bir pirinç bir de kurrruuu fasülye nasıl biter?? Bayram menüsü de kuru faslye olduğundan hadeee sabah sabah çıktım bomboş sokağa, bu sefer Arnavutköy'e yürüdüm, orada daha çok market var biri kapalıysa biri mutlaka açıktır. Neyse ilk gittiğim açıktı, aldım fasülyeleri geldim eve.

Sonra yeğenlerim geldi, harçlıkları dağıttık. Eee sonra ne yapacağız?? Bayram günü olduğuna göre STAR WARS izleyeyim ben dedim, anaammm  benim yeğenler uça uça geldiler, 4.'yü izleyelim, 5.'yi izleyelim diye. Gözlerim doldu, göğsüm gururla kabardı dostlar. 4 yaşından beri yavrucakları zorla Star Wars'a maruz bırakmam işe yaramış, onlar da benden olmuşlar:))) Tabii Ada biraz daha farklı, o Anakin mi Luke mu daha yakışıklı ona karar verme çağında, Ege ile Pelinsu ise robotları seviyor. Ertuğ'a da yarın soracağım bakalım o neyi seviyormuş??

Ama Ada epey öğrenmiş, valla arada sorduğum test sorularına hep doğru cevap verdi, afferim benim yeğenime!! Harry Potter serisini okudun mu diye sordum, "okudum bence filmler berbat" dedi, sonra da "sen Açlık Oyunları'nı okudun mu, oku bence çok güzeller" dedi. 10 numara benim yeğenim:)))

İşte böyle, geleneksel ailece bayramda Star Wars izleme geleneğimizle sakin bir bayram geçiriyorduk. Yemekten sonra ben kahveleri yapacaktım, bir kaç tane de çikolata yiyecektim, ne olsa bayram:))


Ailemizle beraber mutlu nice bayramlar olsun dostlar.

Remember, the force will be with you, always!

Bilgisayar gidici, az kaldı.

Cumartesi oturmuş çalışıyordum, tıkır tıkır Kitap Kulübü'ne Paris kitaplarımı listeliyordum ki, bilgisayar dondu kaldı. Kapattık, açtık... Sıfır açıldı bilgisayar, yani dedi ki sizin profilinizi okuyamıyorum, al sana sıfır profil, ama bu sıfır profilde yaptığın hiç bir değişiklik kaydedilmez. Oldu.

Neyse, hemen herşeyi kopyalamıştım önceden, takoz laptopa güvenim kalmadığından. Hoş o da ne yapsn, 5 yılı geçince laptopu kullanmamak gerek zaten. Sadece telefondan aktardığım fotoğraflar vardı, onları kopyalamak lazımdı. Artık gece gece birşey yapamayacağımdan varıp yattım.



Pazar günü bismillah başladım bilgisayarı kurcalamaya. Yine profili okuyamadı, sıfır açıldı ama kurcalayınca o profildeki belgelerimi buldum ohhh, en azından duruyorlar aletin içinde bir yerde. İşte bütün pazarım o fotoğrafları kopyalamakla geçti, bilgisayar bin kere filan dondu kaldı, bin kere baştan açtım aleti, beri yandan kızgınım, sıkkınım.  Pazar günü böyle haybeye geçti gittti .

Sonunda olacak gibi değil bluetooth ile fotoğrafları telefona geri doldurdum, bin tane fotoğraf oldu kuş kadar telefonda, ona da asabım bozuldu. Bugün ise abimden aldığım akılla güvenli kipte açtım bilgisayarı, o zaman biraz daha rahat USB'ye kopyalayabildim fotoşları ama yine kızdım, çünkü Pazartesi de böyle haybeye geçti. En azından sıfır profilde açılınca internete bağlanıyor alet. Başka bir halt olmaz zaten, mesela Hotmail'e mi girdin, sonra birşey oldu,  bilgisayar dondu, kapattın açtın, sıfır profilde yine sıfırsın, ne mailini, ne ziyaret ettiğin sayfayı kaydediyor, hiçbir değişiklik kaydedilmiyr of yaleppim .

Ama 2 günde 2 kitap okudum, Behzat Ç. polisiyeleri "Her Temas İz Bırakır" ve "Son Hafriyat". Kusursuz ve okuması çok zevkli, çok lezzetli kitaplardı, kısmet olur laptop patlamazsa Kitap Kulübü'ne yazacağım.

İşte öyleyken böyle dostlar. Çarşamba sabahı Harry Potter'a gidiyorum, bari onu da yazabileyim ya n'olursun birkaç ay daha sabret, nasıl bilgisayar alayım ki ben şimdi???

13 Kasım 2010 Cumartesi

Hayaletin Garip Huyları

Mia'cımdan yeni mim geldi dostlar, pek zordu bu son mim konusu : GARİP ALIŞKANLIKLARIM. 

Düşündüm taşındım... İnsan bilemiyor ki garip mi, normal mi? Mesela:

**Ara sıra kediyi alıp kafasını yanağıma bastırıp suratımı yalatıyorum, o da sağolsun keyfi yerindeyse şapır şupur yalıyor, böylece cildim pırıl pırıl pürüzsüz oluyor sanıyorum

**Sabah işe gitmek üzere hazırlanırken önce kulaklıkları takıp sonra atkımı boynuma dolarım ki otobüste soyunurken kulaklık fırlamasın kulağımdan, çok önemlidir bu sırada hazırlanmak benim için.

**Facebook'da hani taglemek diye birşey var ya, arkadaşlarımı kedili şeylere taglemekten gizli bir zevk alıyorum, mesela kedinin fotoğrafında tasmasındaki boncukların her birine bir arkadaşımı taglemeyi çok seviyorum, sağolsunlar  onlar da kızmıyor:))

**Evde çayımı kova kadar fincanla içerim. Hatta bu fincanlara tutkunum, Disney shop olan heryerden bir tane alırım bu fincanlardan.



**Cuma gecesi evde isem bir demlik kahve yapar, 3'e 4'e kadar uyanık kalırım, ertesi gün tatil ya, aklımca haftasonunu böyle uzun yaşarım.

**Kitap okurken ara sıra dönüp kapağına bakarım, ne göreceksem artık orada?

**Evde elimin altında ayna ile cımbız bulunur hep, habire kaşıma, bıyığıma, sakalıma bakmak isterim.

**Sex and the City dvdlerini izlerken elimde kumanda ile hazır beklerim, Samantha'nın çılgın zevk çığlıkları arşa yükselince hemen sesi kısarım , resmen sansür mekanizması gibi çalışırım, aman evde şok yaşanmasın:)))

**Hiçbir yemeğe tuz atmam, patates kızartması hariç.

**Türk kahvesi pişirirken asla karıştırmam, karıştıran olursa kızarım!

**İşyerinde yurtdışı ile yaptığım yazışmalara hep sevdiğim filmlerden replikler sıkıştırmaya çalışırım gizli gizli

**Çok  su içerim, işyerindeki artıma suyu ağzıma sürmeyeceğim için  kendime ayrı bir galon Erikli suyu alırım hep.

**Yanlışlıkla kedinin kuyruğuna mı bastım, elim kafasına mı çarptı, binbir tane özür dilerim, sanki anlarmış gibi

**Ezel'i ve Eurovision Şarkı Yarışması'nı izlerken ekşi sözlük açıktır hep, yorum okuyup yazarak sözlükle beraber izlerim bu iki programı.

**Bu alışkanlık yeni, her sabah bir bardak suda 2 sedergine eritip içiyorum, bakalım belki nezleden olmaktan  böyle kurtulurum.

Mimlediklerim:

Lord Korhanello
Küfkedisi
Zoitsa
Modafobik
Aslısın
Ruhdağı
Enne
Sibelinsu


Hadi bakalım dökülün:)))

Bahçeye sonbahar gelmiş

Küçükken en sevmediğimiz angarya bahçeyi süpürmekti. Aman o yapraklarla başa çıkılabilir mi? Süpür spür bitmez, yapraklar döküle döküle tükenmezdi. Babam da illa süpürmemizi ister, uzun saplı süpürgeler filan alırdı bize bahçeyi süpürelim diye:)) Canım şimdi yaşlandı, beni de hep yorgun gördüğünden olacak, hiç kıyamaz artık, bahçeyi hep kendi süpürür.

Bu sabah kalktım ki, bahçeyi yapraklar halı gibi kaplamış, ama renkleri o kadar güzeldi ki, sapsarı, kimse süpürmeye kıyamamıştı onları:




Kedi pek kuduruktu bu sabah , o yüzden yaprakların arasında istediğim gibi bir fotoğrafını çekemedim, poz vermedi hınzır:)

Bu güzel Cumartesi gününde ne yapmalı?

12 Kasım 2010 Cuma

Benim canım sinemalarım

Tumblr'dan bir fikir olarak çıkan , Serablog tarafından blogger'a uyarlanan (sağolsun)ve benim de tabii Kediler ve Kitaplar  'dan gördüğüm (ellerine sağlık) harika bir anket bu, sinemayı çok sevdiğim için ben de yazmak istedim, hatta işte yazıyorum :


Geçen yıl gördüğünüz en iyi film:
Geçen yıl derken 2009 yapımı filmler arasından en beğendiğimizi soruyor, o zaman Up diyorum.
Sanki geçen sene çok az film izlemişim, hatta bloga bir dönüp baktım, bütün sene sanki bir tek Twilight Saga New Moon izlemişim gibi bir görüntü var, utandım!


En hafife alınmış film:
Cevaplaması en zor soru bu oldu. The Fisher King (Balıkçı Kral) diyeyim. Unutulmuş, güzel bir film, bence mükemmeldi.


Balıkçı Kral


En şişirilmiş film:
Avatar . Ne o öyle, tamam 3 boyut hissi muhteşem ama film Pocahontas'tan halliceydi. 


Sizi gerçekten mutlu eden film:
Gerçek bir mutluluk iksiri olarak tek geçtiğim lolipop film : Grease!

Grease!


Sizi kötü yapan, hüzünlendiren film:
Lars Von Trier'den Breaking the Waves (Dalgaları Aşmak). Bittim ben bu filmi izledikten sonra. Bir daha da Von Trier filmi izlemedim zaten. Ben gerçekçi insanım, kendimi kandırabilmek için filmlere ve kitaplara ihtiyacım var, onlarda bu denli gerçeklik ve acıyla karşılaşmak beni tek kelime ile tarumar ediyor.


En sevdiğiniz aşk hikayesini barındıran film:
Dracula'nın Elisabeta'sına duyduğu ölümsüz ve de ölümcül aşkı anlatan Bram Stoker's Dracula



Mina ve Prens Vlad




TV için yapılmış en iyi film:
Mini diziydi ama olsun : Angels in America. Muhteşem kadrosuyla ödüllere boğulmuştu, ağzım açık izlemiştim : Al Pacino, Meryl Streep, Emma Thompson, Mary-Louise Parker, Jeffrey Wrigth, Justin Kirk.



En çarpıcı, en afallatıcı sona sahip film:
The Sixth Sense (Altıncı His), The Usual Suspects (Olağan Şüpheliler).


Ama beni gerçekten en çok afallattan, eşşekoğlueşşek George Lucas'ın "Return of the Jedi" filminin sonunda yaptığı değişiklik. Afallamak ne demek, yeminle iskemleden yuvarlanmıştım.






Defalarca izlediğiniz film:
Star Wars üçlemesi,  A New Hope (Yıldız Savaşları), Empire Strikes Back (İmparator) ve Return Of the Jedi (Jedi'ın Dönüşü)


Indiana Jones Üçlemesi (dördüncüyü de  çok kere izledim ama bu listeye girmeye yetecek kadar değil) : Raiders of the Lost Ark (Kutsal Hazine Avcıları), The Temple of Doom (Kamçılı Adam), The Last Crusade (Son Macera)


The Godfather (Baba) üçlemesi 1.Bölüm2.Bölüm3.Bölüm


Bram Stoker's DraculaMoulin Rouge!Regarding Henry (Henry Hakkında) ,  Field of Dreams (Düşler Tarlası), All About Eve (Perde Açılıyor)



Hepsini de defalarca izledim, izliyorum ama en çok, en çok Star Wars. Benim için hayatın anlamı Star Wars sanki. Bayramda yine izleyeceğim yaşasın.





En iyi Soundtrack'e sahip film
Canım John Williams'ın dehasını konuşturduğu soundtrackler: Star Wars, Indiana Jones, E.T...
John Barry'nin unutulmaz müziği ile ölümsüzleşen  Out Of Africa (Benim Afrikam)
ve Wojciech Kilar'ın başyapıt derecesindeki müzikleriyle coşan Bram Stoker's Dracula


Klasiklerden en sevdiğiniz film:
Çocukken izleyip aşık olduğum ilk film : Gone With The Wind (Rüzgar Gibi Geçti). İlk yarısı gerçek bir aşk, savaş ve varoluş destanı, ikinci yarısı bildiğin melodram da olsa, sinema tarihine adını kazımış ve Hollywood kavramını tek başına tanımlayan efsane film.


Rüzgar Gibi Geçti


80'lerden en sevdiğiniz film:
Aah, Seksenli yıllar efsane filmlerin ve adını unuttuğum kızıl saçlı kızın fenomen gençlik filmlerinin dönemiydi. Star Wars ve Indiana Jones filmlerini bir kenara koyarsak en sevdiğim 
Dangerous Liaisons (Tehlikeli İlişkiler)


Tehlikeli İlişkiler


90'lardan en sevdiğiniz film:
90'lar benim en çok sinemaya gittiğim, en çok film izlediğim yıllar. En sevdiğim filme karar vermek o yüzden zor. İnanılır gibi değil ama şu filmlerin hepsi 90'larda çekildi, ben de hepsini sinemaya gidip izledim:

Schindler's List (Schindler'in Listesi), Frankie & JohnnyPulp Fiction (Ucuz Roman), The Silence of the Lambs (Kuzuların Sessizliği), Unforgiven (Affedilmeyen), The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli), Dances With Wolves (Kurtlarla Dans), Forrest Gump, Braveheart, The Sixth Sense (Altıncı His), Terminator 2 Judgement Day (Kıyamet Günü), Jurassic Park, Howards End, Sense and Sensibility (Aşk ve Gurur), The Usual Suspects (Olağan Şüpheliler), The Matrix, The English Patient (İngiliz Hasta), L.A. Confidential (Los Angeles Sırları), The Fugitive (Kaçak), Glengarry Glen Ross (Amerikalılar), Four Weddings and a Funeral (Dört Nikah Bir Cenaze), Philadelphia, Thelma ve Louise , Lorenzo's Oil (Lorenzo'nun Yağı), The Prince Of Tides (Dalgaların Prensi), Heat (Büyük Hesaplaşma), In the Name of the Father (Babam İçin), Groundhog Day (Bugün Aslında Dündü), The Fisher King (Balıkçı Kıral), As Good As It Gets (Benden Bu Kadar), Malcolm X, JFK, The Last of the Mohicans (Son Mohikan), Leon (Sevginin Gücü) (valla ismini böyle çevirmişlerdi ben uydurmadım), Bugsy, The Devil's Advocate (Şeytanın Avukatı), The Lion King (Aslan Kral), Amistad ... ve daha yazamadığım onlarca film. Hepsini de çok seviyorum.

Ama en sevdiğim Scent Of A Woman (Kadın Kokusu) ve Regarding Henry (Henry Hakkında)


Kadın Kokusu


Nefret ettiğiniz film:
Eat, Pray, Love

Gizli gizli sevdiğiniz film: (Guilty Pleasure)
Star Wars parodisi eski bir film var Spaceballs , işte o :))


Spaceballs


Kimsenin sevmenizi beklememesi gereken film:
Lars Von Trier filmleri, siyah beyaz Rus sineması başyapıtları, bunalım Fransız filmleri, doğu Avrupa sinemasının seçkin örnekleri ... bırrrr.


Kendinizi en yakın hissettiğiniz, kendinizle bağdaşlaştırdığınız film karakteri:
Han Solo. Sana kendimi o kadar yakın hissediyorum ki.  (Gönül isterdi ki Scarlett O'Hara kadar güçlü, güzel ve mağrur olayım fakat olamıyoruz maalesef:)))


Sizi en çok hayal kırıklığına uğratmış film:
Sanırım Harry Potter uyarlamaları diyebiliriz. Hatta kitapları okumamışken  ilk filmi izledikten sonra yaşadığım hayal kırıklığı sonucu az kalsın bu seriye elimi sürmeyerek hayatta en seveceğim bir şeyden mahrum kalacaktım. Neyse ki kitapları okudum da dandik olanların filmler olduğu ortaya çıktı.


En sevdiğiniz roman uyarlaması:
Gone With The Wind (Rüzgar Gibi Geçti)
The Godfather (Baba)

Rüzgar Gibi Geçti'nin filme uyarlanışı da başlı başına bir efsanedir ve bununla ilgili belgeseli sayısız kere izlemişimdir.


En sevdiğiniz çizgi roman uyarlaması:
Batman Begins (Batman Başlıyor)
The Dark Knight  (Karanlık Şövalye)


Batman Begins


En sevdiğiniz aksiyon filmi:
Terminator 2 : Judgement Day 

Terminator 2


En sevdiğiniz müzikal:
Eski müzikal filmleri çok severim, Gene Kelly, Fred Astaire, Rita Hayworth filmleri favorim. Mesela Singin' In The Rain, An American In Paris, Down The Earth, Cover Girl...


Ama en sevdiğim müzikal filmi kolaylıkla söyleyebilirim :
Milos Forman'ın başyapıtı Hair   (Ah Berger...) ve Baz Lhurmann'ın eşsiz filmi Moulin Rouge! 


Hair



Ve bir de, eğer birisi size dansetmenin kolay birşey olduğunu söyleyecek olursa izlemesini tavsiye edeceğiniz müzikal film : Seven Brides For Seven Brothers (Yedi Kardeşe Yedi Gelin)



En sevdiğiniz bilim kurgu:
Aynı zamanda en sevdiğim film olan, ayrı ayrı düşünemeyeceğim üçleme
Star Wars Episode IV : A New Hope
Star Wars Episode V : Empire Strikes Back
Star Wars Episode VI : Return Of The Jedi

O zaman işte söylüyorum, ben bunlardan en çok Empire Strikes Back'i severim:)


Star Wars Episode V : The Empire Strikes Back


En sevdiğiniz animasyon:
Bu dalda başa yarışan çok film var, Disney'den Beauty And The Beast (Güzel ve Çirkin), Miyazaki Ustadan Spirited Away (Ruhların Kaçışı), My Neighbor Totoro (Komşum Totoro), Howl's Moving Castle (Yürüyen Şato), Pixar'dan Ratatouille , sonra Ice Age'i (Buz Devri) unutamayız... Ve bir zamanlar fırtınalar estiren, animasyon ile live action karakterlerin birarada oynadığı Who Framed Roger Rabbit (Masum Sanık Roger Rabbit) de var...

Ama kazanan...  şahane karakterleri ve silsileli orgazmı andıran finali ile Tokyo Godfathers !


Tokyo Godfathers


En sevdiğiniz korku filmi:
The Omen  (Kehanet). Pis Damien, kaka Damien. Uyuz çocuk. Bakma bana öyle kışt kışt... Filmin müziği bile tırstırıcıdır bence dostlar, Avee Sataniii... Anneeee!


The Omen


En sevdiğiniz yabancı film: (Dili İngilizce olmayan film)
Amélie olabilir, ya da Almodovar'dan Todo Sobre Mi Madre (Annem Hakkında Herşey)  veya Mujeres al borde de un ataque de nervios (Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar) sayılabilir.


Sizi en çok güldüren film:
Kesinlikle Eyyvah Eyvah, anırarak güldüm yahu sinemada, tutmasalar yerlere yuvarlanacaktım.


Herkesin nefret ettiği ama sizin sevdiğiniz film:
Al Pacino'dan S1m0ne. Ben sevmiştim.


S1m0ne


Görsel açıdan en etkileyici bulduğunuz film:
Coppola sayesinde kana doyduğumuz Bram Stoker's Dracula , Baz Lhurmann sayesinde renge doyduğumuz Moulin Rouge!  , ayrıca Star Wars Episode 3 - Revenge Of The Sith , girişteki savaş sahnesi ve Mustafar sahneleriyle beni benden almıştır.


Favori oyuncunuzun en sevdiğiniz filmi:
Favori oyuncum Al Pacino, en çok sevdiğim filmleri The Godfather Part 2, The Devil's Advocate, Scent Of A Woman, Scarface, Frankie & Johnnie , Heat, Dick Tracy


Dick Tracy


Favori yönetmeninizin en sevdiğiniz filmi:
Steven Spielberg - Raiders Of The Lost Ark (Kutsal Hazine Avcıları)


Çocukluğunuzdan bir film:
Von Trapp ailesinin afacan veletleri ile iyi kalpli dadı Maria'nın öyküsünü anlatan, tarihin en sevilen aile filmlerinden biri : The Sound Of Music (Neşeli Günler) . Başrolde billur sesli Julie Andrews ve karizmatik Christopher Plummer ile unutulmaz bir müzikal. Çocukluğumun Pazar günü filmi.


The Sound of Music


En son izleyip etkilendiğiniz film:
The Wolfman (Kurtadam)


Merakla beklediğiniz film:
Ben de herkes gibi Harry Potter serisinin son iki filmini bekliyorum. Deathly Hallows (Ölüm Yadigarları) birinci bölüm haftaya, ikinci bölüm seneye Temmuz ayında gösterime girecek.  Eyyvah Eyvah'ın ikincisini pek hevesle bekliyorum. Christopher Nolan'ın çekeceği bir sonraki Batman filmini (The Dark Knight Rises) çok ama çok merak ediyorum. Ve tabii ki Sacha Baron Cohen'in Freddie Mercury'i oynayacağı Queen filmini resmen meraktan çıldırarak bekliyorum.


Ooohh , o kadar zevkliydi ki bu anket, kendimden geçtim. Buraya kadar okuyan herkese çok teşekkür ederim:))

Sizin ennn çok sevdiğiniz film hangisi ? :)))

Xo xo


11 Kasım 2010 Perşembe

Nicole Kidman CMA Awards 2010 Red Carpet

Nicole geçen gece taşralı türkücü kocasını Country Müzik Ödüllerinde desteklemek için kırmızı halıda id dostlar. Kıyafeti Dolce & Gabbana, ayakkabıları ise L'Wren Scott . 






beğendiniz mi?

xo xo


The Circle

Bon Jovi'nin gelecek yaz İstanbul'da konser verecek olmasına çok sevindiğim için, merak ettim, bu adamların son albümü neymiş, neyin konserini verecekler, kimin turnesine çıkmış bunlar? Ve son albümleri  THE CIRCLE'ı bulup dinledim.



The Circle 2009 yılında sessiz sedasız çıkmış, sessiz diyorum çünkü ben hiç mi hiç duymadım Bon Jovi'nin yeni albüm çıkarttığını, single yayınladığını.

Albüm kesinlikle orta karar, şarkıların çoğu birbirine beniyor, gitarı pek az duyuyoruz, efsane gitar soloları yok. Ama aynı zamanda defalarca dinlenebilecek, hareketli, eğlenceli bir albüm olmuş. Yani Bon Jovi'nin 2000'lerdeki bayık albümlerinin bittiğini ve belki eski günlere hafiften dönmeye başladığını söyleyebiliriz. Albümü 2 sabahtır işe gelirken baştan sona dinliyorum. Yarın sabah da dinlerim ki bu bence albüm iyi demektir. Açıkçası U2'nun son cd'si No Line On The Horizon'ı bir kere bile baştan sona dinleyememiş bir insanım, ömrümde karşılaştığım en itici, iç daraltıcı cd'dir nazarımda. Bu bakımdan Bon Jovi her zamanki gibi defalarca rahatlıkla dinlenecek ve de hareketli şarkılar yapmış. Keşke daha çok uğraşıp sözleri biraz daha anlamlı yapsalar, melodileri birbirinden farklılaştırsalar, gitar soloları patlatsalarmış. Tommy ile Gina nerede Jon? :)))  İnşallah gelecek albümde diyoruz, bak Cross Road'dan sonra ilk kez gelecek Bon Jovi albümünü beklettiriyor The Circle bana.

The Circle'daki şarkılar şöyle :

We Weren't Born To Follow : İkinci dinleyişimde bile tanıdık gelen, albümün hareketli açılış şarkısı, iyilerden.

When We Were Beautiful : Bol bol sha la la laa ile bezeli bir şarkı. Nakaratını sevdim. Şalala'ları eskiden de sevmezdim zaten.

Work For The Working Man : Bunu konserde söylerlerse ben de eşlik ederim, gazolin şarkılardan, bence bu da iyilerden.

Superman Tonight : En sevdiğim şarkı bu olabilir. Güzel. Maybe I'm cynical, painfully logical, you're tragic and beautiful, and that's good enough for me.

Bullet :  Bu bana birbirine benzeyen şarkılardanmış gibi geldi. What is the distance between a bullet and a gun? God are you listening? Bilemiyorum Jon???

Thorn In My Side : Yine gazolin ama diğerlerine benzeyen bir şarkı.

Live Before You Die : Bunu çok sevdim. Özellikle girişinde Jon'un sesinin zevkine varıyorsunuz. Tipik olsa da defalarca dinlenesi bir şarkı.

Brokenpromiseland : Bu şarkının böyle bir şey olmasına niyet etmişler ama olmamış, bu da birbirine benzeyenlerden.

Love's The Only Rule : Akılda kalıcı bir girişi var , tipik Bon Jovi, hoş.


Fast Cars : turn around, let's turn around, we are fast cars... Bilemiyorum Jon???

Happy Now : Birbirine benzeyen şarkılardan, artık bitse de gitsek ...

Learn To Love : Bu şarkının nakaratında halleyy halleyy diyip duruyorlardı, ulan anlamadım ne diyorlar, internetten şarkı sözlerine baktım "halle halle" diyorlarmış. Diğer şarkılara göre daha orta tempolu, hoş bir kapanış şarkısı, Halle halle, hallee... halle ne lan??


Emin misin, son kararın mı : Bu albümü alın, sıkılmadan eğlenerek defalarca dinlersiniz ama Tommy ile Gina'yı beklemeyin sakın.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Atam

Sen kalk ben yatam

ya da

Ankara'nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak,uyan uyan Gazi Kemal, şu ülkenin haline bak

demek istemiyorum. Ayıp. Sen yaptın, kurdun, yol gösterdin, gelecekte karşılaşacağımız tehlikelere karşı uyardın. 

Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

dedin. 

Artık sonrası bize kalmış. Mirasını yaşatacağız. Ya da onu batıranlara göz yumacağız. Kaçacağız ya da kalıp savaşacağız.  Ama kalk da yardım et demeyeceğiz, ayıp. Önümüzde açtığın yolda bize yol gösteren, aydınlatan fikirlerin bizimle. Ve onlar daima bizim yol göstericimiz olacaktır.




İşte sirenler duyuldu ve ben ağlıyorum Atam. Karşı apartmanda komşu teyze cama çıktı, bakındı, sonra sana dualar gönderdi Atam. Ofisten bakıp dalga geçtiğimiz çocuk bakıcısı teyze ufak kızı da alıp cama çıktı, seni anlattı kıza, pos bıyıklı kırmızı suratlı amca apartmandan çıkıyordu, durdu ve seni düşündü Atam. Biz seni sevenler, kalplerimizde ve aklımızda beraberiz. Bu sevginin hiç bitmeyeceğine gerçekten inanıyorum ben.