22 Eylül 2013 Pazar

Şipşak Paris

Geçen gün şirkette kendi halimde, tosun tosun oturuyorum. Patronun asistanı koşarak yanıma geldi, "Judy senin şengen vizen var değil mi?" diye sordu, kendinden emin:) "Tabii ki yok" dedim ben de. Bi insanın nasıl sürekli şengen vizesi olabilir ki, senede 1 kere belki alıyoruz vize... Aaaa, çocuk bir şaşırdı, meğersem benim acilen Paris'e müşteriyle toplantıya gitmem gerekiyormuş. "O zaman vize için başvuracağız, pasaportun yanında mı?" diye sordu bu sefer. "ben James Bond muyum, pasaportla mı dolaşıyorum???" diye zıpladım ben de:) Neyse evi aradık. Anneciğim de çantasını koluna takmış, Salı pazarına gitmek üzere evden çıkacakken yakaladık kadıncağızı. Zaten zor gören gözleri ile pasaport numaramı okudu ama debelendi yani "bu nee, sıfır mıı, O mu??" diye. Ben de "Annee beni hapse atarlar, doğru okuu" diye ortalığı şenlendirdim:) Böylece bana randevu alındı hemen, ertesi gün gidip başvuru yaptım. 2 gün sonra pasaport geldi ve Salı akşamı işten çıkınca ev yerine havaalanına gidip Paris'e uçtum.

Uçak evlere şenlik hem dolmuş gibi ufak hem de adeta bir çocuk bahçesi gibiydi. Bir uçuşta en fazla yavruyla seyahat etme rekorumu kırdım sanıyorum. Çığlık atanlar, ağlayanlar, koşturanlar. Arkamda 2 tane bebe habire koltuğu tekmeliyor, aradan kafalarını çıkartıp bir şeyler anlatıyorlardı. Tabii gözümü kırpmadım:)


Paris'e vardığımda hava 8-10 derece idi, o memleketin saçma sapan toz gibi bi yağmuru var, ondan atıştırıyordu. Hemen otele gidip kendimi banyoya attım. Sonra uyudum mu, bayıldım mı bilemedim:)

Sabah kahvaltısında minik kıtır baget ile ayak kokulu nefis bir Fransız peyniri yedim. Üzerine de tatlı olarak kuru-hasan:))) Fransızlar bunu kahvaltı niyetine yiyor, ben kahvaltı üzerine tatlı olarak.. Sonra ben neden şişmanladım. Meh!



Müşteri toplantısı iyi geçti, öğlen yemeğe çıkarttılar, Belleville'de ufak bir restorana gidip balık yedik:)

Antremiz somon

Anayemeğimiz balık
Yemekten sonra işimiz çabucak bitti. Otele dönüp bilgisayarı bıraktık, hem topukluları ayağımdan attım, metroya koşturduk:)




Bastille durağında indik metrodan. Burayı yıllar yıllar önce Lady Charlotte ile ilk kez Paris'e geldiğimde görmüştüm. Fransız devriminde yıkılan meşhur Bastille Zindanları buradaymış eskiden, şimdi taşı bile yok. Meydandaki büyük anıt ise 1830'daki Temmuz Devrimine ithafen dikilmiş.


Viva la revolucion!

Colonne de Juillet

Bastille meydanından Place Des Vosges'a yürüdük. Marais bölgesinde bulunan bu park 17. yüzyılda yapılmış ve zamanında Kraliyet Parkı olarak bilinirmiş. Kare şeklinde ve dört yandan binalarla çevrili bir park. Victor Hugo'dan Kardinal Richelieu'ye bir çok zat burada oturmuş.


bu memlekette parklara AVM dikilmiyor, zaten AVM de yok







Marais, Paris'in en güzel bölgelerinden. Sokaklarında kaybolup enteresan butikler, antikacılar, şarapçılar keşfedebilirsiniz. Hiç bir dükkana girmeseniz de Paris sokaklarında öylece yürümek çok zevkli, her yer çok güzel.










Yürüye yürüye Hotel De Ville'e inmiştik. Bu esnada yağmur yağmaya başlayınca ilk gördüğümüz kafeye kendimizi attık.Tabii ki Paris'te gezmenin en güzel taraflarından biri de yorulduğunuz, sıkıldğınız anda o ufak masalı, hasır iskemleli sayısız kafeden birine oturabilmeniz:)




Yağmur dinince yollara düşüp Les Halles'e doğru yürüdük. Burası bizim İstiklal'in eski güzel günleri gibi. Dükkanlar, restoranlar, kitapçılar, araba geçmiyor ve gençler buraya bayılıyor.


Les Halles


Paris'in en eski fişkiyesi:)

Les Halles'de epey dolanıp Rue Saint Honore'u aradık. Oradan Palais Royal'e yürüdük. Meşhur bahçesinin içinden yürüdük.


Les Colonnes de Buren

Palais Royal bahçeleri





Palais Royal bahçesinden Rue des Petits Champs'e çıkmış idik. Burada sallana sallana yürürken bir de ne göreyim?? Geçen seneki Paris seyahatimde arayıp bulamadığım Passage Choiseul  bu sokaktaymış meğersem dostlar.


Passage Choiseul



Artık saat geç olduğu için pasajdaki dükkanlar kapanmıştı, o yüzden vitrinde gördüğüm Totoro pelüş oyuncağını alamamıştım maalesef:(

Pasajdan çıkıp yine bir süre amaçsızca yürüdükten sonra kendimizi Paris'in en güzel meydanlarından Opera Meydanında bulduk. Burası da mağaza ve butik dolu, insanın çılgın gibi alışveriş yapası geliyor güzelim vitrinleri görünce.




Opera Palais Garnier

Artık yorgunluktan bitmiştik, metroyla Champs Elysees'ye geldik ve ara sokaklardan birinde bulduğumuz ufak Japon restoranında yemek yedik.







Yemekten sonra George V kafesinde oturup keyif yaptık. Mojito royal içtim, şampanyalı mojito. Harikaydı!



Paris'i bu sefer yeniden çok sevdim. Geçen sene o kadar ıslanmıştım ki, Paris'ten soğumuştum. Bu sefer yarım günde gezip yürüdükten sonra Paris aşkım depreşti.

Güzel memleket vesselam.

xo xo

14 Eylül 2013 Cumartesi

Kate Alert : Taşlı pullu Kate

4 kiloluk tosun yavrusunu doğurmasının üzerinden daha 2 ay geçmemişken; Cambridge Düşesi Catherine ışıltılı bir rüya gibi kraliyet görevlerine geri döndü sevgili Elizabeth sever dostlar :)))

Prens William'ın koruyucusu olduğu ve Afrika'da doğal hayatı korumak için çalıştığı TUSK organizasyonunun ödül galasına, Düşes Kate baştan aşağı pullu bir elbise ile katıldı.









Ödül töreninde yaptığı konuşmada, Prens William, bebek prens George'u ilk kez evde dadısıyla bıraktıklarını, bu yüzden sürekli cep telefonlarını kontrol ettiklerini söyledi. Meğersem, vaktiyle Prenses Diana'nın William için tuttuğu emektar dadıyı emeklilikten geri çağırmış William. Dadıcık 70 yaşında, İngiltere'nin bir diğer veliaht prensine daha bakıyormuş. Ayrıca prens George aslan kükremesi gibi ağlıyormuş:))

Kate'in elbisesi için önce 3000 dolar dedikoduları çıktı. Sonradan öğrendik ki, Jenny Packham'ın Debenhams mağazaları için yaptığı bir koleksiyondanmış ve de 355 dolarmış fiyatı.











Kate'i yeniden görmek çok hoştu doğrusu. Saçı makyajı sapsade idi. Halbuki bizim kuaförlerin eline düşse, kafasına bol spreyli kocaman topuzu kondurur, suratına da simli boyaları basarlardı. Düşes Simge olarak giderdi artık galaya ahahahaha:))))

Bence Kate saçını toplamalıydı bu elbisenin üzerine. Onun dışında güzeldi.

Beğendiniz mi bakalım?

xo xo

9 Eylül 2013 Pazartesi

9 Eylül 1922

Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin kazanılmasının ardından Yunan Ordusu'nu önüne katan Türk Ordusu, işgal altında bulunan İzmir'e girdi.

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa!

7 Eylül 2013 Cumartesi

Bodrum : Tekne Gezisi & Bodrum Kalesi

Bodrum'daki son günümüzde, tatillerin olmazsa olmazı, tekne gezisine katılmaya karar verdik. ETS Tur tekne turu kişi başı 60 lira, sizi alıp Gümbet'e götürüyorlar, tekneye oradan biniyorsunuz. Biz de Bodrum'un içinde adım başı rastladığınız tekne turlarından birine katılalım dedik. Kişi başı 30 lira idi bu turlar. Tekneler de hemen Halikarnas'ın önünden kalkıyor.





Ertesi sabah Halikarnas'a giderek Maradona'nın tekne turunu bulduk. O kadar güzel guletler içinde ceviz kabuğu kadar bir gemicikti bizimki:)) Havlularımızı serdik, ceviz kabuğumuz Bodrum'un yeşillerle çevrili lacivert  sularında yol almaya başladı sallana sallana. Sonra da korkunç bir müzik kulaklarımızı patlatırcasına çalmaya başladı. Efendim, insancıklar müzik istiyormuş. Kafanıza sıçayım sizin müzik isteyenler, o laciverdin ve yeşilin tadını çıkarsanıza mallar!. Ankara'nın bağları, eğer niyetin ciddiyse gel babamdan iste beni niyetin dalgaysa abim öpsün seni gibi evlere şenlik zurnalı türküler çaldıkça yanımızda oturan güneş yüzü görmemiş Ankaralı tombul teyzeler de göbek atmaya başlayınca "hah" dedim. "Behzat Ç'nin pavyonuna döndü gemi"




Tekne bizi önce Karaada'ya götürdü. Burada mağara varmış, ılık su varmış, girişi 6 liraymış falan filan. Kleopatra gelip burada çamur banyosu yapıyormuş, yersen:) Girmedim tabii, mis gibi deniz dururken.



Limandan ayrılıp adanın etrafında dolanmaya başladık. Denizin rengi büyüleyiciydi. İnanamadım gerçekten, bir sürü fotoğraf çektim.





Gerçek mi buuuu????





Adanın arkasında Poyraz burnu Akvaryum koyuna demir attık. Burada habire girip çıktım denize, yeter deyip üşüyüp tekneye çıkıyordum, sonra ısınınca dayanamayıp tekrar atlıyordum. Muhteşem, kumluk, enfes bir koydu burası.









Sonra birkaç koy daha gezdik. Yavaş yavaş güneş alçaldı. O derin lacivert sularda güneş ışığı eridi adeta. Evlere şenlik Ankara türküleri eşliğinde bu harikulade manzaraya veda ettik maalesef.




Perşembe günü otelden çıkışımızı yaptık. Uçağımız taa geceyarısı idi. Önce gidip Mendirek kafede oturduk bir saat. Çay kahve içtik, dondurma yedik. Sonra Bodrum Kalesi'ne girdik.




Kaleyi, 1406'dan 1523'e kadar süren yüz seneden uzun dönemde efsanevi St Jean Şövalyeleri inşa etmiş. Kuleleri, zindanları, şahane sergileri ile saatler boyu zevkle gezebileceğiniz bir müze Bodrum Kalesi Sualtı Arkeoloji Müzesi. Biz tam 4 saat gezdik. Her yere tırmandık, indik, girdik çıktık.










Vaktimiz bol olduğu için yoruldukça tarihi duvarların dibindeki gölgelik banklarda oturduk.
Dinlendik, keyif yaptık. Yavaş yavaş tepelere doğru çıktıkça, güzeller güzeli Bodrum manzarası kendini gözler önüne seriyordu.











Canım annem





Kaleden çıktığımızda akşam olmuştu. Marina boyunca yürüdük, Bodrum'un güzelliklerinden biri de deniz kenarında kaldırımları süsleyen bir sürü heykel. İstanbul'da yok böyle tatlı heykeller.

Aşk

Ahahahah

Kurbağacık

Dalgıç


Marinanın ucunda Sünger Pizza'ya oturduk. Anneme veda ziyafeti güzel bir yemek ısmarlamak istemiştim:)  Biralarımızı tokuşturup saatlerdir gezmekten ağrıyan ayacıklarımızı dinlendirdik:)

Akdeniz Salata

Mantar

Klasik karışık pizza

Dönüşte annemin içinden geldi, aşağıdaki fotoğrafı çekti:



Bizi havaalanına götürecek servise binmeden önce son saatlerimizde bir banka oturup denizi izleyerek Bodrum'a sessizce veda ettik. Bodrum da en güzel gün batımı ile bize güle güle gidin dedi, tekrar gelin.