2 Haziran 2018 Cumartesi

JUDY ABBOTT İLE HATIRALAR GEÇİDİ: 2007 LONDRA SEYAHATİ -2.Kısım


Londra yazımın ilk bölümüne buradan gidebilirsiniz :

Londra'da güzel bir Pazar günü Kule'yi ziyaret edebilirsiniz. Tarihi dizilerde hükümdarların suçluları ya da ihanet eden eşleri büyük bir zevkle "kuleye gönderin" dediği kule burası işte. Aslında ufak bir kale ama beyaz kulesinden ötürü Kule diye adlandırılıyormuş. Kraliçe Anne Boleyn de buraya hapsedilip idam edilmiş.

Tower of London

Kulenin içinde Büyük Britanya'nın kraliyet mücevherleri tutuluyor. Hükümdarların taç giyerken taktıkları taçlar, ne bileyim kraliçe Elizabeth'in parlemento açılışında taktığı taçlar burada sergileniyor. Bir daha Londra'ya gidersem girip gezeceğim. Bu kadar yetmedi biraz daha dibim düşsün değil mi ama?

Tower of London

Kulenin hemen dibinde ise o güzeller güzeli Tower Bridge bulunmakta. Bu açılır kapanır köprü Kraliçe Victoria döneminde tam 8 senede inşa edilmiş.

Tower Bridge

Lady Charlotte ile Tower Bridge'de yürüdük

Kule nehrin kuzeyinde kalıyor. Köprüden geçince nehrin güneyindeki Southwark denen bölgeye gelmiştik. Bu bölge Londra'nın en eski kısımlarından biriymiş.






Pickfords Wharf


Ortadaki puro şeklindeki gökdelenin ismi 30 St Mary Axe. 

Buralar kitapçılar, kafelerle dolu idi, Sir Franis Drake'in Tudor döneminden kalma savaş gemisi Golden Hinde, Pickford's Wharf'da sergileniyordu. Geminin içine girmek bile mümkündü. Hâlâ duruyor mu merak ettim.

The Anchor

The Anchor, nehir kenarında Shakespeare zamanından kalan tek hanmış. Yaşayan en eski pub olarak lanse ediliyor.

Southwark Köprüsü, arkada St Paul'un kubbesi

Shakespeare'in aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş üzeri açık meşhur sahnesi ile Tate Modern müzesi de bu bölgede bulunmakta idi. Gelecek Londra seyahatimde bu müzeyi gezeyim bari.

Globe Tiyatrosu


Az gibi geliyor ama epey yürümüştük o gün. Hedefimiz Bridget Jones filminde kahramanımızın yürüdüğü meşhur Millenium Köprüsü idi aslında. Bu köprü de 2000'de açılmış, sadece yayaların kullandığı çelikten bir asma köprü. Açıldıktan 2 gün sonra, çok sallanıyor diye kapatmışlar köprüyü, 2 sene tamirat yapılmış, şaka gibi. Laz müteahhiti nereden bulmuşlar Londra'nın göbeğinde, anlamadım :)


Millenium Köprüsü, arkada St Paul Katedrali

Köprüden geçince hemen St Paul Katedralinin yan tarafına çıkmıştık. Burası biliyorsunuz Lady Diana ile limon suratlı Galler Prensi Charles'ın dillere destan düğününün yapıldığı kilise.

St Paul Katedrali


St Paul Katedrali













Londra, ücretsiz girip gezebileceğiniz muazzam müzelerle dolu harikulade bir şehir. Natural History Museum, Doğa Tarihi Müzesi, hem mimarisi hem de içeriği ile insanı büyüleyen beleş müzelerden biri. 

Jurassic Park çocuklarıyız ne olsa


Doğa Tarihi Müzesi


Doğa Tarihi Müzesi

Science Museum, Bilim Müzesi'ni de Doğa Tarihinden çıkınca ziyaret edebilirsiniz. Bir günümü de Trafalgar Meydanındaki National Gallery'e ayırmıştım. Dönemlere göre sergilenen muhteşem resimlerin karşısında kendimden geçmiştim. Onun hemen yanında da National Portraits Gallery vardı, orayı da gezmiştim. Devasa bir kraliyet ailesi portresinden çok etkilenmiştim.

Doğa Tarihi Müzesi


Londra'dan trenle kolaycacık Greenwich köyüne gidebilirsiniz. Bu köyümüz yıllarca okulda coğrafya dersinde okuduğumuz sıfır meridyeninin çıktığı kasaba işte.


Greenwich


Greenwich


Kasabanın ortasında sincapların oynaştığı bir park vardı. Zaten Londra sincabı bol bir şehir. Parkın içinden geçerek Kraliyet Gözlemevi'ne yürümüştük.










Parkın aşağısında Ulusal Denizcilik Müzesi görülebilir

Gözlemevine girince hemen sıfır meridyenini bulmuştuk. Tam 1 sene önce, Paris'teki Saint Sulpice Kilisesi'nde eski sıfır meridyeni sayılan Gül Çizgisine basarak çektiğimiz fotoğrafı bu sefer Londra'da tekrar etmiştik.





Tartan eteğimle Sıfır meridyeninde

Gözlemevi'ne giriş tabii ücretsiz. İçinde Astronomi ve Uzay müzesi vardı, onu gezmiştik. Buradan kendime pusula almıştım, hiç kullanmadım tabii, onunla daha beter kaybolurum ama kalıcı bir hatıra istemiştim.


Kraliyet Gözlemevi

Greenwich'den şehre dönünce St James Parkında yürüyüp Buckingham Sarayına gelmiştik. Burası monarşinin evi, bir gün Prens William ile Düşes Kate; Kral William ve Kraliçe Catherine olarak burada yaşayacaklar evlatları ile.

Buckingham Sarayı

Victoria Anıtı

Sarayın önünde ve Londra'nın çeşitli kısımlarında Prenses Diana anısına konmuş bu işaretleri görebilirsiniz. Rögar kapağı demek istemedim. Bu işaretleri aslında bir yürüyüş rotasını gösteriyor. İşaretli takip ederek güzel bir Londra turu yapabiliyorsunuz, işte buna da Diana, Princess of Wales Memorial Walk demişler.

Diana Memorial 




Victoria Anıtı

Üzerinde güneş batmayan imparatorluğun bir zamanlar yönetildiği sarayın üzerinde güneş batarken Soho'ya doğru yola çıkmıştık bile.


Tepede bayrak varsa Kraliçe evde demek oluyor

Soho'ya giderken St James Sarayının da önünden geçmiştik. Burası en eski kraliyet sarayı ve monarşinin evi Buckingham olsa da St James asıl merkezi. Kraliçe ölünce, Charles'ın tahta çıktığı buradan ilan edilecek misal.

St James Sarayı








Soho Londra'nın civcivli bölgelerinden, dünya mutfaklarından başarılı örnekler sunan pek çok restoran ile göze çarpan sex shoplarıyla meşhur eğlenmelik bir mahalle. Bize gelince, salon kadını çizgimizden ödün vermemek adına Valerie isimli bir pastanede meşhur İngiliz 5 çayından içmiştik.


5 Çayı

Şimdi arkadaşlar, 5 çayı geleneği çay içmek değil sadece. Önemli olan çayın yanında yedikleri scones dedikleri kekler. Bu sıcak üzümlü kek o kadar lezzetli ki, bir de üzerine marmelat sürünce insan kendinden geçiyor. Biz bu kadar güzel bir çayı, Pera Palas otelindeki çay saatinde bile içmedik. Londra'da mutlaka bunu denemelisiniz.


Scones

Regent's Park Londra'daki parkların en zariflerinden. Park bahçe yeşillik seviyorsanız bu parka da zaman ayırmanızı öneririm.

Regent's Park

Regent's Park

Tabii ki Londra alışveriş ekonomisi üzerinden dönen bir dünya. O yüzden müzeler beleş herhalde, yoksa kimse gitmezdi. Para alışverişe harcanıyordu çünkü.


Selfridges

Londra'daki son günümde, bunları bavula nasıl sığdırırım diye düşünmeden Oxford Caddesinde alışverişe dalmıştım. Tabii Londra'ya giden herkesin bir kez olsun yağmaladığı Primark'tan o kadar şey almıştım ki, ekstra da çanta aldım bunları taşımak için. Yıllar boyunca yaptığım seyahatlere dayanarak söylüyorum ki yine de en kalıcı hatıra o şehirden aldığım kitaplar ve takılar. Londra'dan aldığım kıyafetler çantalar eskiyip çöp oldu ama kitaplarım ve Oliver Bonas kolyem hâlâ benimle.

Oxford Caddesi

Oxford Caddesi






Son akşam yemeğimiz için de Bloomsbury Meydanındaki Sicilian Avenue'ya gitmiştik. Burada harika bir İtalyan yemeği yemiş ve son poundlarımızı korkusuzca harcamış idik.

Sicilian Avenue

En güzel seyahatlerden biriydi gerçekten Londra, Lady Charlotte sayesinde 2 hafta gibi bir zaman geçirebilmiştim, her deliğe, bir sürü müzeye, mağazaya, kitapçıya gidebilmiştim. Aklım gidemediklerimde ve döviz kurlarında. Hayalim gene Londra'ya gitmek. 


Haftaya Trooping the Colour törenlerinde görüşürüz.

xo xo

2 yorum:

  1. Epeydir bloglara bakmıyorum. Bakınca da ilk sana uğruyorum.Seyahat yazılarını zaten çok seviyorum. Zaten yıllaaaar yıllar evvel blog nedir bilmez iken, Japonya sevgim sebebiyle internette dolanırken karşıma çıkmıştın. İlk okuduğum yazın Japonya seyahatiydi. Sonrada ne zaman canım sıkılsa bilirim ki, Judy'nin blogu var. Seni seviyorum, Hem vallahi hem billahi. Şimdi hemencecik aşağılara doğru inip okumadığım yazılara gömülüyorum.

    YanıtlaSil

Yaz ki muhabbet olsun.