Turla gitmedim bu sefer, biletleri KLM'den aldım; oteli de orada yaşayan biri tavsiye etti, Booking.com'dan rezerve ettim. Böylece 18 Mayıs sabahı sabah 3'te kalkıp yollara döküldüm.
KLM ile gitme sebebim uçuş saatlerinin daha uygun olması idi. Perşembe sabahı erkenden şehre varıp pazar akşamı ayrılacaktık. Böylece dört gün dolu dolu bize kalacaktı. Bilet gidiş dönüş kişi başı yaklaşık 1000 TL tuttu.
Fakat KLM uçağı o kadar fenaydı ki anlatamam. Bildiğin köy otobüsüyle seyahat ettim sanki, daracık koltuklar, kafana bir tane sıcak sandöviç atmalar, bir de uçağın içi buz gibi soğuk. Hostes abladan aldığım battaniyeyi kafama örtüp mülteci kılığında Hollanda'ya giriş yaptım.
Hollanda girişinde detaylı bir sorgu var, neden geldin ne yapacaksın diye epey soruyorlar pasaporttan geçerken. İnsanın aklına hemen Cem Yılmaz'ın esprileri geliyor. Bir de şuna dikkat edin. Schengen vizenizi hangi ülkeden aldıysanız o ülkeye mutlaka giriş çıkış yapmış olmalısınız, yoksa Hollanda'ya sokmayabilirler sizi. Kulağınıza küpe olsun.
Hava alanından kolayca tren istasyonuna geçtik, burada sarı renkli bilet makinalarına bozuk para atarak şehre gidiş biletimizi aldık. Tren bilet fiyatı Paris'e göre çok ucuzdu.
Bilet bu:
Trenle Schipol Hava alanından Amsterdam Centraal Station herhalde 15-20 dakika sürdü.
Merhaba Amsterdam |
İstasyonun hemen karşısında iamsterdam kartı satın alabileceğiniz bir merkez bulunuyor. Bu kartı alınca belli müzelere ücretsiz, bazılarına da indirimli giriyorsunuz. Ayrıca toplu taşımadan sınırsız faydalanabilirsiniz. Tavsiye ediyorum.
Otelimiz istasyona yürüyerek 5 dakika filandı, istasyondan şehir merkezine giden geniş caddenin adı Damrak, otel işte bu caddede idi. Otele 3 gece için kişi başı yaklaşık 1000 TL ödedik.
Hotel Continental |
Otele bavulları bırakıp hemen sokağa attık kendimizi. Zaten iki adım ilerimiz Dam Meydanı idi. Burası Amsterdam'ın tarihi merkezi, tabii gayet kalabalık ve canlı bir meydan. Meydanda en görkemli bina Kraliyet Sarayı. Kraliçe Maxima'yı göremedim ama olsun. Madam Tussaud balmumu Müzesi de dikkat çekiyor. Karşı tarafta ise 2.Dünya Savaşı anıtı bulunmakta.
Kraliyet Sarayı |
Güvercinler ve saray |
Madam Bolam aman Tussaud Müzesi |
Bijenkorf devasa alışveriş merkezi, sağdaki de anıt |
Sosisli sandöviç isteyen? |
Bu meydan hep canlı: çalgıcılar, şarkı söyleyenler, baloncular, satıcılar, hortlak veya Azrail kılığına girip sizinle fotoğraf çektirmeye çalışan uğursuzlar... hepsi burada. Ay zor kaçtım o pislerden:)
Balonlar |
Meydandan devam eden yolun adı da Rokin. Yani Dam Meydanı Damrak ile Rokin'i birbirine bağlıyor. Bu iki yol boyunca da Amstel Nehri akıyor ağır ağır.
Rokin |
Rokin'de yürümeyi biraz sonraya bırakıp arka sokaklara daldık ve hemen Amsterdam Müzesi'ni bulduk. iamsterdam kart ile giriş ücretsiz. Amsterdam şehrinin tarihini anlatan son derece modern ve etkileyici bir müze. Ücretsiz dolaplara montlarınızı bırakabilir, ücretsiz kulaklıklarla interaktif videoları izleyebilirsiniz.
Haydi yallah hop hop hop! Bastır Viking! |
Müzenin çıkışında Begijnhof avlusunun girişini buldum hemen. Burası orta çağdan kalma ve Amsterdam'ın en eski binasının bulunduğu, ufak, yemyeşil, sessiz bir avlu. Buradaki evlerde eskiden rahibeler kalırken günümüzde bekar kadınlara kiralanıyormuş evler.
Begijnhof |
Avlu |
başrahibe heykeli |
Şapel |
Avludan çıkıp şu manzarayı görünce sevinçten çığlık attım. Amsterdam'a ilk görüşte aşık olmuştum, kalemle çizilmişi andıran cici evleri, sokağa yayılmış sayısız kafeler, kanallar, hayatın capcanlı akması beni çok etkilemişti. Hayatı sokakta yaşayabilen şehirlere bayılırım, İstanbul'da bunu yok ettiler, hiç birşey de yapmadık.
Spui Meydanı |
Katolik Kilisesi |
Avludan Spui Meydanına çıkmıştık. Buradan kanal boyu yürüyünce de çiçek pazarına geldik. Çiçek pazarından hediyelik eşya, anahtarlık, magnet ve bol bol lale soğanları alabilirsiniz. Adım başı da peynirci dükkanları var. Yani turistik ihtiyaçlarımızı kolayca karşılayabiliyoruz.
Çiçek pazarından çıkınca şu anıtın bulunduğu meydana ulaşıyorsunuz. Muntplein Meydanı burası. Dam Meydanından çıkıp Rokin'de dümdüz yürüseydik buraya gelecektik zaten. Biz arka yoldan geze geze gelmiş olduk.
Munttoren yani Mint Tower |
Rokin |
Rokin |
Amstel |
Rokin'den yukarı doğru yürüdük, henüz anlayamamıştık ama daire çizerek Dam Meydanına geri gidiyorduk aslında.
Nereye gittiğimizi anlayınca geri dönüp ara sokaklara daldık tekrar.
Kanallar boyunca yürüye yürüye Rembrandt Evini bulmayı başarmıştık. Giriş yine iamsterdam kartımızla ücretsiz idi. Hem mutfağı, yatak odaları, daracık merdivenleri ile tarihi bir Amsterdam evini gezdik; hem de üstadın eserlerini görme şansına sahip olduk.
Bu müze de ücretsiz emanet dolabı ve audio rehber sağlıyor.
Rembrandt Evi Müzesi |
Bu fotoğrafa çok gülüyorum, telefonumu şarj ediyordum powerbank ile; kablom kuyruk gibi sallanmış oradan. Dikkat etmemişim:)
Rembraandt aç kapıyı ben geldim |
Rembrandt Evinden çıktığımızda artık ayaklarımız ağrıyordu, tek istediğimiz bir kafede oturup buz gibi biralarımız yudumlarken güzelce dinlenmekti. Aklımda Cafe de Jaren vardı, kanal boyunda yürüye yürüye, bir kaç kere sora sora sonunda bulduk kafeyi.
Şu aşağıdaki fotoğrafta, sağda tam kanal üzerinde insancıklar oturuyor ya, işte orası Cafe de Jaren, Amsterdam'da en sevdiğim mekan.
Nehir kıyısında oturup Grolsch biralarını yudumlamak, hafif tertip bir şeyler atıştırmak için ideal; çok şık çok cici bir kafeydi burası.
Grolsch |
Lazanya yedim, güzeldi |
çıtır ekmek ile tereyağ nefisss |
Kafede iyice dinlendikten sonra çıkıp otele doğru yürüdük. Zaten meğersem kafenin yeri çok kolaymış, iki adımda Muntplein'e geldik. Yani Rokin'deymiş neredeyse kafe. Eh, Rokin'den yukarı yürüdün mü, Dam Meydanı ve otele ulaşıyorsun.
Rokin, Amstel Nehri |
Amstel |
Bu da kraliçe Wilhelmina imiş, tanımıyorum kendisini.
O kadar yorgunken artık otele gidip yatmışızdır değil mi? Hayır tabii ki de, Damrak'ta kocaman Primark bulmuşuz gezmeden mi gelseydik? Valla Primark bulacağımı bilsem boş bavulla gelir her bir şeyleri buradan alıverirdim.
Terlik getirmeyi unutmuşum duş için, Primark'tan ucuza alırım dedim, yani valla aslında bir tek terlik alacaktım ama bir baktım torbam dolmuş :))) pijama altı, Miki'li Amsterdam tişörtü, karpuzlu gömlek... Ama en güzeli şu 24 renkli Glitter göz farı paleti olsa gerek.
Primark Glitter Obsessed palette |
Daha sonra da içmek için çok güzel bir mekan buldum : Cafe Belgique, otelle Dam Meydanı arasında, ufacık minicik, çok hoş bir pub burası. Kendi yaptıkları biraları sunuyorlar. Fiyatlar 4-5 Eur.
İlk gün böylece sona erdi, gece 1 - 2 gibi mekanlar kapanıyordu zaten. Biz de kalkıp otele döndük.
İlk günden Amsterdam'ı çok sevmiştim, siz de beğendiniz mi?
xo xo
hemen uçak biletlerine baktım sanki gidebilcekmişim gibi :D devamını bekliyorum heyecanla
YanıtlaSilEn kuru zamanı Mayıs'mış. Hava serin ama iyiydi. Gidersen Mayıs'ı tercih edebilirsin :)
Silbenim de çok gitmek istediğim bir yer, yazı da harika olmuş judycim! hevesle diğer günlerin yazısını bekliyorum.
YanıtlaSilYaşasıııın çok sevindim. Devamı gelecek, fotoğrafları seçtim hazırladım:))
SilSenden ne zamandır gezi yazısı okumamıştım. Sen gezerken kendim gezmişim gibi mutlu oluyorum :) (Şiir gibi yorum yazdım. Sen,sen,sen... aşık gibi :D )
YanıtlaSilCanım benim :)))
SilAnne Frank evini çok merak ediyorum gittin mi? Gittin yazdın da ben mi okumadım. İnşallah gitmişsindir de bir de senden okurum :)
YanıtlaSilOna gitmedim valla:) ne bileyim içim çekmedi. Kitabını okumadığım için olabilşr. Kitabı okusam kesin gitmek isterim bence.
Sil