*** Dikkat, bu yazı Ezel dizisi hakkında spoiler içermektedir***
En sevdiğim dizi Ezel, 20 Haziran 2011'de final yaptı. Aradan 10 sene geçti, Ezel benim için özel yerini hâlâ korumakta.
Her şey 28 Eylül 2009'da başladı. O kadar net ki hafızamda. Eski tüplü televizyonumun önüne yere yatmış, yeni sezonda başlayan diziler arasında dolaşıyordum. Show Tv'de Ezel'in ilk bölümü yayınlanıyordu: Kıbrıs'taki kumarhane sahnesi. Tam olarak şöyle düşündüm: Kenan İmirzalıoğlu dizisi mi seyredeceğim ya? Hayatımda bundan kısa sürede tükürdüğümü yalamamışımdır herhalde. İlk flashback sahnesinde hikâye beni esir almıştı.
Kerem Deren ile Pınar Bulut'un Monte Cristo Kontu'ndan esinlenen dahiyane senaryosu, arkadaşlarının ihanetine uğrayarak hapse düşen Ömer'in intikam öyküsüdür. Ömer arkadaşlarını çok sever, onlara tamamen güvenir, bu güven de Ömer'in sonunu getirir. Ömer'in sevgilisi Eyşan kilit rol oynar, ustası Kerpeten Ali para için kardeşi gibi sevdiği Ömer'i harcamaktan kaçınmaz. Cengiz'in en başta Eyşan'da gözü vardır ve o gözünü kırpmadan ihanet eder Ömer'e. Eyşan'ın dolandırıcı babası Yakışıklı Serdar'ın kurduğu planla, Ali ile Cengiz kumarhane soyarlar, güvenlik görevlisini de öldürürler. Önceden hazırladıkları sahte deliller ve geceyi Ömer'le geçiren Eyşan'ın yalancı tanıklığı ile Ömer soygun ve cinayetten hapse atılır. Onun kumarhaneyi soyduğuna inanan gardiyanlardan dayak yer, çok acı çeker. Sonunda 20 senedir hapis yatan İstanbul'un namlı kabadayılarından Ramiz Karaeski yani Ramiz Dayı, Ömer'i kanatları altına alır. Onu eğitir, ona kitaplar okutur, kumar oynamayı öğretir. Başına gelenleri anlamasını sağlar. Bir gün hapishanede çıkan yangında, Ömer'in çaldığı paraları sakladığına inanan gardiyanlar Ömer'e saldırıp yüzünü keserek bedenini bir köşeye atarlar. Ramiz Dayı Ömer'i kurtarıp hapishaneden kaçırtır, onun yerine de yangında ölen birinin cesedini geçirir. Böylece dışarıda Ömer artık hapishane yangınında öldü diye bilinecektir. Halbuki Ramiz Dayı'nın kaynakları ve tanıdıkları ile Ömer'e estetik ameliyat yapılır ve Ömer zengin ve güçlü Ezel olarak yeniden doğar. Şimdi detaylı bir planla ona ihanet eden arkadaşlarından intikam alacaktır.
Ezel'i sevmemin sebebi salt bir intikam hikâyesi olması değildi tabii. Senaryo yazarları Kerem Deren ve Pınar Bulut ile yönetmen Uluç Bayraktar'ın yarattığı harikulade anlatım biçemi bu diziyi eşsiz kılmıştı. Adeta harika bir kitabı okumak gibiydi Ezel; Ramiz Dayı'nın davudi sesiyle yaptığı edebi alıntılar her bölüme lezzet katıyordu. Ters köşeleri meşhurdu Ezel'in, bir sürprizle sizi şaşırtıp ters köşe yapıyor sonra ama aslında o işin de görüldüğü gibi olmadığını gösterip ters köşe içinde ters köşeye getiriyordu. Olaylar sündürülmeden bölüm içinde açığa çıkıyordu. Bu şekilde çok hızlı tempoya sahip oluyordu dizimiz. Hatta dizinin ilk efsane sahnesi de böyle bir andı.
Bu sahnede Ezel, intikam planının başında Cengiz ile Eyşan'a yanaşmış, evlerinde misafirdir. Eyşan yanında Ömer'in kör anası Meliha ve küçük kardeşi Mert ile çıkagelir. Meliha Ezel ile tanışırken kokusundan oğlunu tanır. Ezel tabii oğlun değilim der. Evine dönen Meliha odasına kapanmış kahrolarak ağlarken Ezel'in cebine bıraktığı yüzüğü bulur. Bu yüzük Ömer'in Eyşan'a evlenme teklif etmek için annesinden aldığı aile yadigarı yüzüktür. Meliha o an Ezel'in Ömer olduğunu anlar. Müthiş bir sahnedir.
Başka herhangi bir dizide bu sahne uzar, en azından öbür bölüme kalırdı ama Ezel bize Meliha'nın yüzüğü bulmasını şak diye göstermişti. O dönem diziyi Ekşi Sözlük'te yorum yaza yaza bir sürü kişi beraber izliyorduk. Bu sahne Ezel'in gerçekten yükselişe geçtiği andı.
İlk bölümlerden unutamadığım bir sahne de Ezel'den şüphelenen ve Dayı'nın izini bulan Kerpeten Ali'nin Ramiz Dayı'yı Samatya meydanında kıstırdığı portakallı sahne. The Godfather filmine nefis bir selam çakan bu sahnede Ramiz Dayı'nın Ali'yi ilk defa göt edişine tanık oluruz. Sonradan Ali'nin adamları Dayı'yı paketleyip Ali'ye götürürler. Dayı Hasan Sabbah'ın hikâyesini anlatmaya başlar, sahnenin sonunda birden bağlı tutulduğu iskemleden kalkıverir, zira elleri bağlanmamıştır aslında, Ali'nin elemanlar da Dayı'nın adamıdır hep. "Emri vereyim mi kardeş" sahnesi diye bildiğimiz bu sahne de dizinin unutulmaz anlarından.
Ramiz Dayı'nın "bir ihtimal daha var" oyunu da benim en sevdiklerimdendi. "Ben adamlarıma öldürmeyi değil ölmeyi emrederim, öldürmek için gelen öldürmeden dönebilir ama ölmek için gelen ölmeden dönmez" diyerek Kerpeten Ali'ye Kerpiç Ali diyen hasmını indirmişti.
Kerpeten Ali ile adamı Tefo dizide Dayı'dan sonra en sevdiğim karakterlerdi. Tefo'yu ilk bölümde Ali'nin yanında görmüştük, sonradan anlaşıldı ki aslında Dayı yerleştirmiş onu oraya. Tefo çok çetrefilli bir karakterdi, ezikti, bir köpek gibiydi, ne Dayı ne Ezel onu tam olarak sahiplenmişti. Ruhu azap içindeydi Tefo'nun sürekli, çünkü kendi deyimiyle "kız kardeşini vurmuş orospu çocuğunun teki" idi. Tefo en çok Ali'yi sevmişti. Ali ile Tefo tv tarihinin en ikonik ikililerden biri olarak tarihe geçti bence.
İkilinin ilk sezonda Ramiz Dayı'dan kaçtığı ve "tren sahnesi" diye bilinen bölüm şahanedir. Hareketli bir kovalamacadan sonra ikilimiz trene atlar, Ali "Hadi Dayiii biz kaçtıııkk" diye el sallar Ramiz'e. İkisi de özgürlüğe giden yolda alabildiğine neşeliyken çat Dayı arar Tefo'yu. Tefo telefonu Ali'ye verince de Ömer'i anlatır ona ve Ali anlar Tefo'nun aslında onu öldürmek için tutulmuş bir fedai olduğunu.
"Bir gün içerdeyken avluda bir çocuk gördüm. Çocuk perperişan dünya başına yıkılmış gibi üzgün. Yanına gittim 'niye böyle üzgünsün çocuk' dedim. Baktı, 'dayı' dedi 'dayı beni öldürdüler.' Güldüm. Teselli edeyim dedim. Çocuk dedim 'burada herkes ya ölmüştür ya öldürmüştür zaten.' Kaldırdı kafasını bana baktı, 'mesele o değil, mesele ölmek değil dayı' dedi. Mesele neymiş biliyor musun? Mesele en mutlu olduğun o gün, en güzel hayaller kurduğun o gün ölmekmiş mesele. Neymiş mesele? Mesele ölmek değil, mesele dost bildiğin en güvendiğin adamın eliyle ölmekmiş mesele. Ömer'i sormuştun bana, şimdi anladın mı Ömer'i?"
Tabii ters köşe burada bitmez, Tefo nedamet getirir, Ali de onu bağrına basar ama Tefo Ezel'in adamı olmaya devam edecektir aslında.
Risk almaktan çekinmeyen bir diziydi Ezel, karakterleri öldürmekten çekinmiyordu. Öldürme işini ekseri "kenafir gözlü converse'li psikopat katil" diye adlandırdığımız Temmuz Bey yapıyordu. Bu tipin dizideki gerçek ismini çok sonra öğrenmiştik diye hatırlıyorum.
Dizide en takdir ettiğim şeylerden biri de, ilk sezonda mükemmel bir Kenan Birkan efsanesi yaratmalarıydı. Ramiz Dayı'nın can düşmanı Kenan Birkan, ilk sezon hiç görünmedi. Ama efsanesi aldı başını yürüdü. Öyle bir inşa ettiler ki Kenan Birkan'ı, hiç görmeden korkar olduk ondan.
Birinci sezon final bölümü "İkinci Hayat" bana göre televizyonda izlediğim en etkileyici, en iyi işti. Ramiz Dayı, meşhur "ikinci hayat" tiradına bu bölümde başladı.
"Herkes ikinci hayatı yeni bir şans zanneder, kimse söylemez, ikinci hayata başlamak için ya dostlar çevirecek sana sırtını, ya da sen dostlara. İkinci bir şans kazanmak kızım, ilk şansı kaybetmek demektir. Bize de öyle oldu. Öyle bir şey oldu ki, çocuk dostu düşmanı bir kenara fırlattı. Öyle bir şey oldu ki, biz ne olduğunu anlamadan yerlere savrulduk. Ben de o zaman öğrendim. İkinci hayat kızım, ilkinde ihanete uğramak değil, ilkine ihanet etmekmiş. Herkes ikinci bir şanstan bahseder. Ama kimse kötülüğe açılan kapıdan ilk defa nasıl girmiş hatırlamak istemez. İlk hayatla ikincisi arasında bir ömür vardır. Hiçbir şey bitmez. Her şey değişir."
Bölüm içinde geri dönüşlerle anlatılan olaylar son dakikalarda 6 ay ileri flashback yaptı ve öyle bir Kenan Birkan beklentisi yarattılar ki, bütün yaz Kenan Birkan'ı kim oynayacak diye ortalık yıkıldı.
Büyüleyici olansa, tiradın devamını haftalar haftalar sonra, ikinci sezonun Yeni Hayat isimli bölümünde izlemekti. Zira yazarlarımız tam 18 haftada, hikâyeyi, sezon finalinde flashforward yaptıkları yere bağlamışlardı. 33.bölüm ile 52. bölüm, ilk sezon ile ikinci sezon birbirine kenetlenmişti. Hikâye anlatımın kusursuz bir örneğiydi bu gerçekten.
"Herkes ikinci hayatı yeni bir şans olarak görüyor. Kimse önceden söylemez ama ikinci hayata başlamak için ya dostlar çevirecek sana sırtını, ya da sen dostlara. Kimse bahsetmez doğruların yanlışlara karıştığı bir zamandan. Herkesin bir yana dağıldığı, kendi yaptıklarımızın kendi yuvamızı salladığı zamandan. Dostların elveda demeden gittiği, silahların masumlara verildiği, bu alemin usulca ters düz edildiği bir zamana geldik. İkinci bir şans kazanmak kızım, ilk şansı kaybetmek demektir. Tam kazanacakken birden yenilmek demektir. İkinci hayat kızım, ilkinde ihanete uğramak değil, ilkine ihanet etmekmiş."
Ezel'in ikinci sezonu, ilk sezonun seviyesine asla ulaşamadı. Senarist Kerem Deren, izleyicilerin Ezel ile Kenan Birkan'ın kavgasına ilgi göstermediğini söylemişti bir röportajında. Doğrudur. Aslında ilk sezon finalinde gösterdikleri flashforward sahneye doğru hikayeyi inşa etmeleri mükemmeldi. Ama biz Ezel'in Ramiz Dayı ile her zaman kazandığı dünyayı sevmiştik. Halbuki ikinci sezonda Ezel elindekileri kaybetmiş, dibe vurmuştu. Dayı tekerlekli sandalyeye mahkum kalmıştı. İkinci sezonun başında, Dayı'nın torunu Sekiz rolünde Ezel'e konuk oyuncu olarak Kıvanç Tatlıtuğ geldi. Bence o da olmamıştı, bu hikâyede ona yer yoktu. Ezel'in ilk sezonda Batman gibi silah kullanmayan idealist bir kahramanken, ikinci sezonda elini kana bulaması da seyirciyi üzmüş olabilir.
Sırların ilk sezonda ortaya çıkması, Ezel'in kimliğinin faş olması da ikinci sezon düşen performansın sebebi olabilir. Aslında ben sebebin hep bu olduğunu düşünmüşümdür. 1400 sayfalık Monte Cristo Kontu romanında, esrarengiz Kont'un aslında Edmond Dantes olduğu en sonda, intikamını aldıktan sonra ortaya çıkar. Ezel ise hem kimliğini açık etmiş, hem de ona ihanet eden arkadaşlarını (en azından bazılarını) affetmişti. İkinci sezonda hikâye, Ramiz'in Kenan'dan alacağı intikama yönelmişti.
İkinci sezonun en güzel kısımları, sepya tonlarda çekilen ve dizinin mitolojisini anlatan yan hikâye idi. Dizi içinde bir başka komple dizi izledik adeta. Ramiz ile Kenan'ın gençliklerinde yaşadıklarını, Ramiz'in güce yükselişini, fettan assolist Selma yüzünden iki dostun düşman olmasını anlatan ve ilk sezondan beri merakla beklediğimiz, Karagözlüm Gazinosu'nda yaşanan trajik olayları nihayet öğrendiğimiz eşsiz bir hikâye idi bu.
Olağanüstü "Mükemmel Bir Cinayet" bölümünde, Dayı sonunda intikamını aldı, yaşamda ayrı düşen iki dost ölümde buluştular. İkinci sezondan asla unutamadığım sahne de budur. Ramiz ile Kenan'ın ölümde kavuşmaları ve Dayı'nın Ezel'e "Bazı dostluklar ölümle yeniden başlar. Bazı hasretler ancak ölümle sona erer. Sen yeğen, hasrete son verdin. Yeniden buluşturdun bizi. Sağ ol yeğen, iyi ettin. İyi ettin. Sağ ol." diye teşekkür etmesi.
Tabii Ramiz Dayı haftalar önce, "Yaşanmamış Hayatlar" isimli bölümde ölmüştü. Dayı ile yasak aşkı, cilveli assolist Selma Hünel'in herkeslerden gizledikleri biricik kızları Azad'ı kaçırmıştı Kenan Birkan. Ezel ile Dayı, Kenan'ın elinden kızı kurtarmak için Azad'ın tutulduğu sarnıcı bastılar. Handel'in Sarabande'si eşiğinde alabildiğine estetik, ağır çekim bir vuruşma izledik. Finalde Dayı'nın göğsünden kurşun saplanmış kitabı çıkartması ve Ruhi Bey şiiri eşliğinde, "Ben Ramiz Dayı, ölümü gömdüm geliyorum, bir sonbahar günüydü geliyorum, güneşler buz gibiydi geliyorum" diyerek Ezel'in kollarında can vermesi mükemmeldi.
Dizi karakterlerini yazının ikinci kısmında inceleyeceğiz.
EZEL
İhanet onları ayırdı, intikam birleştirecek!
Yapım: Ay Yapım, Kerem Çatay
Senaryo: Kerem Deren, Pınar Bulut
Müzik: Toygar Işıklı
Görüntü Yönetmeni: Veysel Tekşahin
Yönetmen: Uluç Bayraktar
Diziyi maalesef zamanında izleyemedim yaşımdan mütevellit, çoook sonra YKS'den sonra 2020 yazında izleyebildim. Ama aynı senin bu yazıda tarif ettiğin heyecan ve merakla izledim ekran başından izler gibi. O sıralar -sanırım 40. bölümlerdeydi- tesadüfen senin Ezel yazılarınla karşılaştım, kendine has muzip tavrınla bölümleri incelediğin yazılar çok hoşuma gitmişti. Önce izlediğim yere kadar olan tüm yazılarını sırayla okudum. İzlediğim bölüme kadar gelince de en az izlemek kadar sevdiğim bir diğer şey ; her bölümden sonra buraya gelip o bölümle ilgili yazını okumak oldu. Hala ara ara girer herhangi bir bölümle ilgili yazını okurum :D Bu yazıyı da ekşide tesadüfen gördüm gene, Ezelle ilgili o zamandan beri hiç yazı yazmamışsın diye hayal kırıklığına uğramıştım ama bunu görmek bayağı mutlu etti beni. Amma uzattım ama aynen katılıyorum dediklerine. Ezel gerçekten de senaryosuyla, kurgusuyla, yönetmenliğiyle, oyunculuklarıyla, müzikleriyle, yapım kalitesiyle her şeyiyle çok farklı ve profesyonel bir işti. Hissettirdiği duygular, karakterlere bağlanışın çok başka. Bizden böyle bir dizi çıktığı için çok mutluyum. Benim de en sevdiğim dizi izlediğim zamandan beri..
YanıtlaSil