Şimdi ben 34 yaşındayım, olimpiyat açılışı sorsalar benim için Cuma gecesine kadar tek bir sahne, tek bir efsane vardı: 1992 Barcelona Oyunlarının açılışında, ok atışıyla meşalenin yakıldığı an. Açılış dediğin, olimpiyat dediğin benim için oydu, başka da bir şey yoktu. İşte Londra Oyunlarının açılışı, bu hatıraya ikinci bir efsane sahne ekledi. Bundan böyle benim için 1992'deki meşalenin yanışı ve 2012'de Kraliçe Elizabeth'in paraşütle olimpiyat stadına inişi var, ötesi yok:) Barcelona hala birinci sırada ama:
Londra Oyunlarının açılış töreni, İngiliz tarihine adanmış devasa bir tiyatro oyunu gibiydi. Olimpiyat stadı, mutlu ve yeşil ülkeyi temsilen, çayır çimenle kaplanmıştı. Jane Austen romanlarından aşina olduğumuz yemyeşil kırlar, tombul koyunlar, beyaz boneli çiftçi kadınlar, İngiltere'nin sanayi öncesi devrini sahneliyorlardı. Tabii yüzlerce oyuncunun, devasa stadyuma yayılmış olarak performans sergilediğini düşününce oldukça çarpıcı bir görüntü idi bu.
Sonracığıma benim bir dönem (90'larda, Dead Again ve Mary Shelley's Frankenstein zamanında) pek sevdiğim, aslında Laurence Olivier'den sonra en yetkin Shakespeare oyuncusu sayılan, Kenneth Branagh geldi stada. Bütün gece karşılaştığımız sürprizlerin ilkiydi bu.
Kenneth, Shakespeare'in bir oyunundan satırlar okudu ve şiirsel kır yaşamından sanayi devrimine geçtik. Bu esnada stadyumda sürekli değişen canlı müziğin etkisi de büyüktü tabii.
Sanayi devrimiyle birlikte, stadyumdan devasa fabrika bacaları yükselmeye başladı. Bu esnada, kırsal yaşam ile endüstriyel yaşam arasındaki sömürü devrini atladıkları gözümüzden kaçmadı. Ulan tarlaları süre süre yapmadınız herhalde o sanayi devrimini, hani Afrika'dan Hindistan'dan gelen zenginlik, elmas madenleri??
Stadyumda görüntü bir anda değişti, yeşilliklerden karalara geçtik. İşçi sınıfı doğdu ve demirciler çalışmaya başladı.
Sahneye devasa oluklardan maden akmaya başladı ve demirciler, muazzam olimpik halkaları dövdüler. Ve bu halkalar stadın üzerinde yükseldi, onbinlerce izleyici üzerine ışık yağmuru yağdı adeta. Gerçekten etkileyiciydi bu sahne:
Tarih ilerliyordu, stadyumda Birinci Dünya Savaşında ölenlerin anısına gelincik yağmuru yağdı, o dönemde kadınlara seçme ve seçilme hakkı için yürüyüşler yapan kadın hakkı savunucusu süfrajetler geçiş yaptı, bu esnada halkalar yükseliyor; deli gibi davullar ve vurmalı çalgılar çalınıyordu.
Ve gecenin efsane anı başladı. Sıra Monarşiye gelmişti. Ama izlediğimiz şeyi hiç kimse tahmin bile edemezdi. Smokin içinde nefes kesici James Craig; Bond-James Bond- arabasından indi, Buckingham Sarayının kırmızı halı kaplı koridorlarında ilerledi. Tombul ve bakımlı corgiler ona eşlik ettiler, neşeyle havladılar. Saray Teşrifatçısı, Bond'u şatafatlı bir odaya getirdi. Antika yazı masasında, beyaz saçlı bir kadın çalışmakta idi.
Bu kadın, İngilizlerin 86 yaşındaki kraliçesi 2.Elizabeth'in TA KENDİSİYDİ.
Good evening Mr Bond |
Ne kadar şaşırdığımı ve eğlendiğimi anlatamam. Böylesine tutucu ve gelenekselci bir ülkenin hükümdarı, olimpiyat oyunları şerefine Bond filminde oynamayı kabul etmişti. Ne kadar açık fikirli ve espri sever bir yaklaşımdı bu. Hayran kaldım kadına. 86 yaşında Bond kızı olmuştu bizim tonton kraliçe. Okuduğuma göre kraliçe fikirden bahsedilince çok hoşlanmış. Yalnız kıyafetini kendi seçmesi gerektiğini bildirmiş. Tüm organizasyonun genel sanat yönetmeni Danny Boyle, bu kısa filmi Nisan ayında bizzat Buckingham Sarayında çekmiş. Kraliçe tek çekimde işi halletmiş.
Neyse efendim, teşrifatçı ve kıymetli corgiler eşliğinde, kraliçenin servisindeki James Bond ile kraliçenin ta kendisi, saraydan çıktılar
Onları bekleyen helikoptere binen ajan ve kraliçe, Londra'nın en güzel yerleri üstünde uçarak olimpiyat stadına geldiler.
Veee, kraliçe 2.Elizabeth paraşütünü takarak olimpiyat stadyumuna uçarak giriş yapan gelmiş geçmiş ilk hükümdar olarak tarihe geçti:))) Allahtan atlayan dublöre paçalı don giydirmişler de, kadıncağızın namusuna laf getirmediler.
hooppaaaaaa |
Kraliçe stadda belirdiğinde haliyle ortalık yıkıldı. Bond-Kraliçe filmi bence efsane idi ve olimpiyat tarihinde yerini almıştı.
Uça uça gelince, saçı başı dağılmış. Çok kızmış Elizabeth |
Bu unutulmaz sahnelerin ardından, sağır ve dilsiz İngiliz çocuklardan oluşn bir koro, milli marşları God Save The Queen'i söyledi, ben bile azıcık eşlik ettim artık, bu kadar olurdu çünkü. Bu yavruların marşını dinlerken Elizabeth'in gözleri doldu resmen.
Sonra gösterinin çocuk edabiyatı temalı kısmı başladı. Stadyumda sayısız yatak, yataklarda minik bebeler, aynı zamanda ulusal sağlık sistemi ve çocuk hastanelerine de gönderme yapılmakta idi.
Derken sahneye bir başka kraliçe çıktı: J.K Rowling... İngilizlerin çocuk edebiyatına kazandırdığı eserlerden sadece birinin, Peter Pan'ın giriş bölümünü okudu. Buralar hep İngilizlerin bizi kültürleriyle dövdükleri yerlerdi gösterinin.
Neyse, hikaye dinleyen bebeler yatıp uyudular
Ama derken en büyük kabusları; işte İngiliz edebiyatının nefis kötü adamları stadyumu doldurdu: Kaptan Kanca ve en korkuncu Voldemort idi haliyle bu canavarların.bu
Çocukları kurtarmaya gelen de sihirli dadı Mary Poppins oldu, gökten stada bir sürü Mary Poppins yağdı dostlar. Bizim Harry'nin 7 sene uğraşıp yokettiği Voldi'yi, Poppins dadıları 5 dakikada tarumar ettiler:))
Sonra stadyumda devasa bir orkestra meşhur Ateş Arabaları - Chariots of Fire melodisini çalmaya başladı. Aaa, bir de ne görelim?? Sıfatına tükürdüğümün Mr Bean'i, Rowan Atkinson orkestraya eşlik ediyor, org çalıyor idi. Ama Bean deyip hor görmeyin, aktörümüz Kraliçe'den sonraki en büyük tezahüratı aldı dostlar.
hay senin tipineeee:)) |
Gelgelelim, gösterinin en mükemmel, en şahane kısmı; İngilizlerin müzik tarihlerine adanmış olan bölümdü. Burada çok güzel bir mizansen yapılmış, genç bir kız ile oğlan dansçının başını çektiği yüzlerce kişi; on yıllar boyu tarihe geçmiş şarkılar eşliğinde bir aşk hikayesi anlattılar bize.
Eric Clapton'dan Wonderful Tonight ile başlayan bölümde; Rolling Stones'dan Sex Pistols'e; The Beatles'dan kaçınılmaz olarak Queen'e; rock'ın tarihini biz yazdık dercesine muhteşem bir kolaj izletti İngilizler devasa stadyumda bize.
Müzikler, danslar, rengarenk kıyafetler derken nihayet genç çiftimiz onyıllar boyu süren arayışlarını tamamlayıp kavuştular.
Ve öpüşen bir tek onlar değildi, müziğin yanısıra sinema tarihinin unutulmaz öpücükleri de ekrana yansıyordu ki, birden William ile Kate'in kraliyet düğünü öpücükleri ekranları doldurdu. Olimpiyat tarihine de geçmiş oldu bizim çocuklar böylece.
Ondan sonracığıma, gösterinin enn sıkıcı bölümü başladı. Uykuyla savaşıp yerlerde yuvarlandığım bu bölüm, oyunlara katılan ülkelerin geçit töreni yaptığı kısımdı haliyle. Geçe geçe bitmediler maşallah, adını sanını duymadığım, varlığından haberdar olmadığım, merak edip bakınca benden genç olduklarını öğrendiğim irili ufaklı yüzlerce ülkeden binlerce sporcu stadyumda bayraklarını dalgalandırdılar gurula.
Bizim kafilemizde bir sürü kız vardı, bayrağımızı da milli voleybolcu Neslihan Darnel taşıdı, çok güzeldi ve pırıl pırıl bir gülümsemesi vardı sporcumuzun. Pek hoşuma gitti:
Geçit töreni o kadar uzun sürdü ki, kraliçe Elizabeth artık sinirden köpürdü:
Geleneklere göre ilk sırada Yunanistan geçit yaptı, sonra alfabetik sırayla bütün ülkeler, en son da evsahibi ülke Birleşik Krallık çıktı sahneye. Tam bu esnada kamera Kraliçe'ye döndüğünde kadın tırnaklarını yoluyordu, ayol ne güldüm ne güldüm, bu kadar saat uykusuz kaldığıma değdi dedim yeminle:))
Ve artık sıra meşalenin yakılmasına gelmişti. Önce Elizabeth, "Oyunları resmen açıyorum" diyerek Olimpiyat Oyunlarını başlattı. Artık uykusuzluktan fenalaşmış, bayılacak gibiydi teyzem ama. Sonra jilet gibi giyinmiş Beckham'ın eşlik ettiği meşalenin Thames nehrinden yukarı geldiğini gördük.
Meşaleyi veteran sporcu Steve Redgrave teslim aldı ve stadyuma getirdi. Ulan yoksa bu adam mı yakacak olimpiyat ateşini derken, Steve amca ateşi 7 genç, adı sanı duyulmamış sporcuya teslim etti.
Gençler stadda tur atıp yine veteran olimpik sporcuların yanına geldiler, onlara sarıldılar, helallik aldılar??
Sonra her biri, yerdeki bir devasa bronz yaprağı tutuşturuverdiler
Olacak şey değil, birbiri ardına bu yapraklar sarmal şekilde yanmaya başladılar. Her biri, oyunlara katılan bir ülkeyi temsil ediyordu
Sonra müthiş bir hareketle, yaprakların takılı olduğu dev çubuklar yükselip birleşti ve Olimpiyat Ateşini oluşturdular.
Böylece Londra'da, ateşi kimin yakacağına dair tüm bahisler düşmüş oldu. Bu işe en çok limon yalamış tipli Charles şaşırdı:))
Daha bahsedilecek detaylar var ama bu yeterince uzun bir yazı oldu,
Siz de beğendiniz mi açılış törenini? İstanbul'da düzenlenirse bu organizasyon, ne ederiz, düşündünüz mü?
xo xo