30 Mart 2009 Pazartesi

Her kim ki kuyruğu iyice yıkamadan yer; bilmez herhalde kuyruk nereye değer.

Her kim gün boyunca arı kadar aktif,

bir boğa kadar güçlü,

bir at kadar çalışkan olduğu halde,

akşam olunca bir köppek kadar bitkin eve dönüyorsa (itoş gibi :));

bir veterinere görünmelidir.

Çünkü eşşşşek olması,

kuvvetle muhtemeldir.


Rüya tabiri

Yahu haftasonu blogger'la ilgili kriz yaşadım, belki de evdeki pilkisayarım bunalıma girmiştir, bilemiyoruz. Fakat bu yüzden dilim şişti, anlatamadım ayol anlatacaklarımı.

Hee işte geçen sabahın köründe uyandım, ne fena değil mi, haftasonu erkenden uyanmak? Bir de ben bir uyandım mı sonra zor uyurum, ooyy, neyse bu sefer uyumayı becerdim ama kabus gördüm, karabasan bastı :))

Efendim, rüyamda benim 25 yıldır saçlarımı emanet ettiğim emektar kuaförüm İsmail abi, saçımın üst katını böyle paççoz varoşik bir civciv sarısına boyamış, ben ayna karşısında kriz geçiriyorum. Üstü caart sarı, altı koyu kestane kafama bakarak bunalıyorum... Saçım da şu andaki gibi sanat eseri kesimli değil ; dümdüz, küt, d'Artagnan tipi yanaklarımın iki yanından uzanıyor.

Neyse İsmail'le kavga ederek o üst katlardaki rezil sarıları kesitriyoruz. Sonra bakiyorum, bu sefer saçımın arkası kısacık, önler embes embes duruyor, yahu diyorum, güzelce kessene şuraları... Aaaaa, adam çıldırıyor, makasla şakır şukur doğramaya başlıyor saçlarımı, ben de duuurrr, kesmeeee!!! diye bağırırken uyanmışım oooyyyy....
Pazar günü oyumu koyduktan sonra Secret Files Tunguska isimli adventure tarzı oyunu oynadım, gece yarısına kadar sürdü, bitmek bilmedi, bir sürü de kopya çektim, çünkü onu al bununla birleştir, oraya buraya sokup bulmaca çözmekten içim sıkıldı.
Ben artık vurdulu kırdılı adam ödürmeli oyunlara geçmeliyim, sinirimi öyle çıkartırım gibi geliyor.

29 Mart 2009 Pazar

Blogger'da sorun mu var?

Yoksa sorun bende mi , biri lütfen mail atar mı bana: admin@realfiesta.com

Mesela Hadsiz'in bloguna girebiliyorum ama yorumlara bakamıyorum, yorum penceresi açılmıyor. Keza Ranini'nin blogunda da aynı şey söz konusu. Burada da yorumları okuyamıyorum. Dashboard'a ktunnel vasıtasıyla girdim, pes pes pesler pesi.

Neler oluyor , neler oluyor?

26 Mart 2009 Perşembe

Sahtekarlar

Dün akşam Julia Roberts ve Clive Owen'ın oynadığı Duplicity-Sahtekarlar isimli filme gittik sayın seyirciler. Filmden önce açlığımızı bastırmak için Ali Nazik kebabı, duble patates kızartması ve zeytinyağlı sarma yedik. Üzerine beşer tane çay içtik de kendimize geldik!

Sonracığıma ÇookŞeker'den ne kadar pislik varsa torbalara doldurduk ve de filme girdik ama iyi ki almışız o şekerlemeleri , film o kadar sıkıcıydı ki! Olmamış olmamış olmamış! Bütün film boyu çikolata şeker takıldık.
İşte filmde bunlar 2 ajan, emekli olunca büyük voliyi vurmak için en iyi fırsatı yakaladıkları an planlarını uygulamaya başlıyorlar. Çok önemli bir formülü çalacaklar güya. Fakat film bunu lineer bir montajla anlatmadığı gibi sıkıcı da. Aman ne bir eğlence , ne bir heyecan. Anladık ava giden avlanır. Öyle sıkıcı sıkıcı da bitti film. Julia Roberts da yaşlanmış, ata dönmüş, götü de yerinde idi dostlar...

Yani şu dünyada The Sting diye bir film var, Robert Redford ve Paul Newman'ın oynadığı, harikulade bir oyun içinde oyun filmi. O varken bu Duplicity çok gerennnksiz olmuş bebeğim.

24 Mart 2009 Salı

Darbe Günlükleri - 3

Mine G.Kırıkkanat
Vatan Gazetesi , 24.03.09


21 Ekim 1999: Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı öldürülüyor.
21 Ocak 2000: İki yıl önce Mersin’de kaçırılan İslamcı feminist Konca Kuriş’in cesedi, Hizbullah’ın Konya’daki mezar evinden çıkıyor.

2000-2001 arası yapılan operasyonlarda, değişik illerde Hizbullah’a ait mezar evlere, hatta bazıları sahillere gömülmüş 60’tan fazla cesede ulaşılıyor. Türkiye’de 1991’den öteye
kaybolup ne ölüsü, ne de dirisi bulunabilen insan sayısı bu tarihe kadar 543...

24 Ocak 2001: Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan öldürülüyor.

25 Ağustos 2001: İş adamı Üzeyir Garih öldürülüyor.

18 Aralık 2002: Prof. Dr. Necip Hablemitoğlu öldürülüyor.

15 Kasım 2003: İstanbul’daki Neve Şalom ve Beth İsrail sinagoglarına yapılan saldırılarda 27 kişi öldürülüyor.

20 Kasım 2003: İstanbul’daki İngiltere Başkonsolosluğu ve HSBC Genel Müdürlüğü’ne yaptığı saldırılarda 30 kişi öldürülüyor.

3 Mayıs 2004: Tuzla’da “Dost Tarikatı” lideri olduğu öne sürülen Em. Binbaşı İhsan Güven ve İmam Hatip Lisesi Felsefe öğretmeni eşi Sibel Güven’in başlarından kurşunlanmış cesetleri bulunuyor.

5 Şubat 2006: Trabzon’daki Santa Maria Katolik Kilisesi’nin rahibi Andrea Santoro
öldürülüyor.

17 Mayıs 2006: Danıştay’a saldırı. Yargıç Mustafa Yücel öldürülüyor, dört yargıç
yaralanıyor.

19 Ocak 2007: Gazeteci Hrant Dink öldürülüyor. Trabzon’dan gelen katil Ogün Samast, “Cuma namazını kıldım, vurdum,” diyor.

18 Nisan 2007: Malatya’daki Zirve Yayınevi’nde biri Alman 3 kişi, İncil basıp dağıttıkları gerekçesiyle Hizbullah usulü bağlanıp boğazları kesilerek öldürülüyor.

12 Haziran 2007: Ümraniye’de bir evde bulunan silahlarla, Ergenekon davasına konu olacak operasyonlar başlıyor. Ergenekon, dalga numaraları verilen toplu gözaltılarla 2008’in tamamına yayılıyor ve gerek soruşturma, gerekse yargılama süreci halen devam ediyor.
***
Ey Türkiye’nin masum ve düzgün yurttaşları, Sayın Seyirciler!

Yukarıda üçüncüsü yer alan ve son ikisini tümüyle belleğime dayanarak hazırladığım olaylar dizini, çok eksiktir. 12 Eylül 1980 darbesinin binlerce ölüsü, işkence malulü ve darbeyi izleyen mezalimin doğurduğu PKK terörüne verilen 30 bin can, aynı yıl Çorum ve 1995 Gazi Mahallesi’nde gerçekleşen, nedense hep Alevileri hedef alan toplu katliamlar, Van, Şemdinli gibi isyan provalarını sıralamaya değil gazete, kitap yetmez, ansiklopedi gerekir.

Ama üç makaleye yayılan bu sınırlı tarihçeyi hazırlarken, parçaları alt alta
sıralamanın böylesine korkunç bir bütün oluşturacağını, inanın öngörmemiştim,
ortaya çıkan dehşet tablosuna ben bile şaşırdım! Bu sıralamaya dair
gönderdiğiniz mektuplardan sizin de etkilendiğinizi anlıyorum...

Bu tabloya, fon rengi olarak her gün işlenen ortalama 5 cinayet, 2,5 tecavüz (Emniyet istatistikleridir) , cesetleri bulunan ve bulunamayan kayıpları eklediğinizde sonuç çok açık:

Türkiye, eşi benzeri hiç bir demokraside görülmeyen bir şiddet ülkesidir. Terör, töre, suikast, toplu ve münferit cinayetleri birleştirdiğinizde, böyle bir şiddet yaygınlığı, uygarlık belirtisi olmasa gerekir. Hatta suikast ve katliam yoğunluğu, 1970’den öteye (1980 darbesine kadar 5 bin, sonra 30 bin kişi katle kurban gitti) geri kalmış ülkelerle dikta rejimleri ortalamasını da
aşmakta, bir iç savaş sonuçlarına taşmaktadır.

Oysa hepimiz biliyoruz ki Türk halkı ne diğerlerinden daha kötü yürekli, ne de acımasızdır. Tam tersine, iyilik, dostluk, yadımseverlik ve dayanışma nitelikleri başka toplumlardan daha yüksektir.

Öyleyse niçin bunca cani vardır bu ülkede? Nasıl olup da ardı arkası kesilmeyen bu cinayetleri işleyen, suikastları ve katliamları yapan, yenilerini de yapmaya hazır bunca adam çıkmaktadır bu toplumdan?

Nerede hata yapılmış, bu şiddet potansiyeli nasıl hazırlanmış, azımsanmayacak sayıda ölmeye ve öldürmeye meraklı bir nüfus yoğunluğu nasıl yaratılmıştır?

Net olarak söylüyorum: Yapılan hata değildir, sürekli darbe politikasıdır.

Sürekli darbe politikasını ve Türkiye’nin kimler tarafından nasıl çökertildiğini yarın yazacağım.

21 Mart 2009 Cumartesi

püüüü iççine tükürdüğümün bilokuuu

daha fena birşeyler de yapasım var ama neysssee
yahu bugün Mine Kırıkkanat'ın 2 gündür yayınlamakta olduğunu Darbe Günlükleri'ni postaladım bloga birleştirip, format yamuldu. Yazılar 1 kilometero aşşşağıda çıkmaya başladılar, çünküm sanırım postaladığım yazının marjları mı fazlaydı ne? Ammaaan bir kafam attı, herşeyleri sıfırladım beee yuhh dangalak !

Gece vakti olmuş ben hala formatı düzeltiyorum, öööff

ama oldu galiba

hey gidi heyyy


20 Mart 2009 Cuma

Hurmadan evrim palmiyeden devrim

Mine G. Kırıkkanat ,
Vatan Gazetesi, 20.03.09

Darbe Günlükleri

4 Şubat 1949: TBMM Genel Kurulu. Dinleyici localarından, birden fazla ziyaretçi ezan okumaya başlıyor. Yaka paça dışarı çıkarılıyorlar. Ertesi gün gazeteleri, “iki meczup”tan söz ediyor.

1 Mart 1950: İktidar partisi CHP, tekke ve türbelerin kapatılmasına dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. İlk 19 türbeyi halka açma görevi, nedense Milli Eğitim Bakanlığı’na veriliyor.

14 Mayıs’tan öteye 1950: İktidar partisi DP’nin çiçeği burnunda başbakanı Adnan Menderes, “Millete mal olmuş inkılâplarımızı saklı tutacağız” sözüyle mürtecilere diğerlerini hacamat
edecekleri müjdesini veriyor. TV’lerin olmadığı Türkiye’nin yegâne devlet radyosunda dini programlar başlıyor. Milli Eğitim Bakanlığı, ilkokullarda seçmeli din dersi başlatıyor. Arap harfleri yasağı kaldırılıyor, Arapça Kur’an kursları ve imam hatip okullarının temeli atılıyor. Türkçe okunan ezan, Arapçaya döndürülüyor.

1953: Köy Enstitüleri kapatılıyor.

1955: Menderes, DP meclis grubuna sesleniyor: “Siz isterseniz Anayasa’yı değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz!”

1956: Menderes’in seçim vaadi: “İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii’ni ikinci bir Kâbe yapacağız!”

1957-1959: Seçmeli din dersi, liselere tırmanıyor. Din dersi öğretmeni yetiştirmek için okullar kuruluyor.

26 Ağustos 1965: Milli Eğitim Bakanı Cihat Bilgehan, “imam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerini” açıklıyor.

1967: Süleyman Demirel, Başbakan. TBMM’de iftar yemekleri başlıyor.

21 Şubat 1968’de Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, Demirel başkanlığındaki AP iktidarının Büyük Türkiye hedefini ifşa ediyor: “Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu çmak!”

1975-1978: Süleyman Demirel, Başbakan. Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı. İlk ve orta öğretimde din dersi zorunlu kılınıyor. Olanlara ek, 233 imam hatip okulu daha açılıyor.

21-25 Aralık 1978: Kahramanmaraş’ta “Allah için cihada” çağrılan Sünniler, tekbir getirerek “Müslüman Türkiye” sloganıyla sokağa dökülüyor. Üç gün boyunca sol partiler ve Alevi dernekleri ateşe veriliyor, çoğu Alevi 111 yurttaş öldürülüyor. Başbakan Demirel, “Bana sağcılar,
milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz!” diyor.

12 Haziran 1979: Necmettin Erbakan, haftalık tatilin cuma günü olmasını, nikâhları müftülerin kıymasını, “mektep” lere Kur’an dersi konulmasını talep ettiği konuşmasında, “Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamaz?” diye soruyor.

4 Temmuz 1980: Çorum katliamı. Ölü sayısı 58. Başbakan Demirel, sağcıların solcuları öldürdüğü “Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın!” yorumuyla, Türk İslam sentezinin yaratıkları Müslüman Milliyetçilere, yeni hedef olarak solcu Fatsa’yı işaret ediyor.

22 Temmuz 1980: DİSK’in kurucu başkanı sendikacı Kemal Türkler öldürülüyor. (Bu cinayetin davası 30 yıldır sürüyor. Davanın sonuncu tutuklu sanığı da 2010 Temmuz’unda zaman aşımından serbest bırakılmayı bekliyor...)

7 Eylül 1980: MSP’nin Konya mitinginde atılan sloganlar: ’Ya şeriat, ya ölüm/Dinsiz devlet yıkılacak elbet/Anayasa Kur’an/Laiklik dinsizliktir.

10 Ağustos 1981’de, 1 numaralı darbeci Org. Kenan Evren, Çanakkale’de 12 Eylül darbesinin amacını açıklıyor: “Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz!”

1983 yılında, 1739 sayılı yasanın 31.maddesinde yapılan değişiklikle camiden okula geçiş ve imamların okullarda öğretmen olmaları sağlanıyor.

Mart 1987, Süleyman Demirel konuşuyor: “Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok. Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir. Şayet Kur’an kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur... Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır...”

28 Aralık 1989: Turgut Özal, Başbakan. Hükümet üniversitelerde türbanı serbest bırakıyor.

2 Kasım 1990: Güneydoğu’da “faaliyet” gösteren irticai terör örgütü Hizbullah’tan ilk kez Cumhuriyet Gazetesi’nde söz ediliyor.

31 Ocak 1990: Prof. Dr. Muammer Aksoy öldürülüyor.

7 Mart 1990: Gazeteci Çetin Emeç öldürülüyor.

4 Eylül 1990: Dine yönelik eleştirileriyle tanınan eski müftü, yazar Turan Dursun öldürülüyor.

6 Ekim 1990: Prof. Dr. Bahriye Üçok öldürülüyor.

31 Ocak 1991: Turgut Özal, Cumhurbaşkanı. Dini ve dine göre kutsal sayılan gerekçeleri kullanarak halkı devletin güvenliğini ihlal edebilecek hareketlere teşvik ve bu amaçla örgüt kurulmasını suç sayan TCK’nın 163. Maddesi kaldırılıyor.

16 Şubat 1992: Doğu Perinçek ve İP’nin dergisi “2000’e Doğru”, “Hizbullah’ı Çevik Kuvvet mi eğitiyor?” başlığıyla çıkıyor. Haberi yazan ve görüntüleyen, derginin Diyarbakır muhabiri Halit Güngen.

18 Şubat 1992: Gazeteci Halit Güngen öldürülüyor.

20 Eylül 1992: Gazeteci Musa Anter öldürülüyor.

22 Ocak 1993: Gazeteci Uğur Mumcu, “İmam Subay” başlıklı ve sonuncu olacak makalesinde: “Dinsel ticaret 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra parasal kaynağa da kavuşarak devlet içinde de köşe başlarını tuttu. 1983 yılında Milli Eğitim temel yasasını değiştirdiler, bugün Harb Okulları yasasını. İmam hatip olarak yetiştirilenler emniyet müdürü, savcı, yargıç,
kaymakam olacaklar, bu yasa değişikliği TBMM’den geçerse subay da olacaklar” diye
yazıyor.

24 Ocak 1993: Gazeteci Uğur Mumcu öldürülüyor.

17 Şubat 1993: Org. Eşref Bitlis, organize bir uçak kazasında ölüyor.

2 Temmuz 1993: Sivas’ta Alevi derneklerin düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılan 33 aydın yakılarak öldürülüyor. Madımak Oteli’ni ateşe veren Sünni mürteciler, yangından kaçanlar linç etmeyi beklerken: “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak/Şeriat gelecek
zulüm bitecek/Kahrolsun laiklik” diye haykırıyorlar.

27 Mart 1994: Necmettin Erbakan’ın başkanlığındaki Refah Partisi, İstanbul ve Ankara dahil 22 ilde yerel seçimleri kazanıyor.

19 Nisan 1994: Necmettin Erbakan konuşuyor: “Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak, kansız mı? 60 milyon buna karar verecek...”

10 Kasım 1994’te Anıtkabir’e saldıran “meczup” haykırıyor: “Sizleri Kur’ana davet ediyorum!”

11 Ocak 1995: Yazar ve şair Onat Kutlar öldürülüyor.

9 Ocak 1996: Bir gün önce gözaltına alınan gazeteci Metin Göktepe, polislerce dövülerek öldürülüyor. İş adamı Özdemir Sabancı, Haluk Görgün ve Nilgün Hasefe, Sabancı Center’a yapılan terörist baskında öldürülüyor. Katillere kapıyı açan terörist işbirlikçi Fehriye Erdal’ın, İstanbul eski emniyet müdürü yardımcısı Hüseyin Kocadağ’ın “ricasıyla” işe alındığı
söyleniyor.

28 Temmuz 1996: Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfi Topal öldürülüyor.

3 Kasım 1996: Bir Mercedes’le bir kamyon çarpışıyor, içinden Hüseyin Kocadağ, Abdullah Çatlı ve Gamze Öz’ün ölüsü, DYP milletvekili ve Kürt aşiret reisi Sedat Bucak’ın dirisi, ama bagajından politikacı / mafya / kontrgerilla işbirliği çıkıyor. Susurluk skandalı patlıyor.

26 Kasım 1996: Başbakan yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, Susurluk’ta ortaya çıkan “faili meçhul” eşkıyalığı, “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir,” diye savunuyor.

11 Ocak 1997: Başbakan Necmettin Erbakan, 51 adet tarikat ve cemaat şeyhine başbakanlık konutunda iftar yemeği veriyor.

8 Mayıs 1997: RP Şanlıurfa milletvekili İbrahim Halil Çelik, “Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak,” diyor.

17 Temmuz 1998: İslamcı feminist yazar Konca Kuriş, Mersin’deki evinin önünden silahlı üç kişi tarafından kaçırılıyor.

Seri cinayetler, tümevarım sistemiyle çözülür, sevgili seyirciler. Seri katili, cinayetlerin zaman ve mekândaki ortak noktalardan yola çıkarak belirleyebilirsiniz.

Darbeler de farklı değildir. Hele her darbe öncesi ve sonrası kan banyosundan geçen Türkiye’de.

Biraz sabredin. Yukarıdaki kronolojiyi tamamladığımda, siz de Türkiye’deki cinayet ve katliamların ortak noktasını görecek, darbelerin ne işe yaradığını ve darbecilerin kim olduklarını anlayacaksınız.


Şimdiden görmeye başladığınıza eminim...

17 Mart 2009 Salı

çantanı fazla kurcalama, altından çapanoğlu çıkar :)))

Canım Hadsizim tarafından bir kere daha mimlendim sayın seyirciler, bugünkü MİM konumuz , çantanda ne var?

Vallahi, bugün çantamda 2 paket Knorr fesleğenli ve kekikli salata sosu var, atmıyorum kızım, ofiste salataya koyalım diye getirdiydim. Knorr'un en güzel sosu bu hee.

Ondan sonracığıma 1 adet akbil; 1 paket mentöllü, 1 paket sade Selpak; ucunda Snoopy'nin şu küçük tüylü sarı arkadaşı olan 1 adet anahtarlık... bunlar fiks mönü olduğundan geçiyorum. Eskiden tarrrrağım da vardı fekat saçlarım kısacık kırpık kırpık kesildiğinden beri toka, tarrrak vs vs taşımıyorum dostlar.




Gelelim diğer zamazingolara.


Çanta ve bozuk para aparatı : Nine West . Yahu o çingiş pembe çantada da aklım kaldı, ilk fırsatta o da benim olmalı.

Çantanın arka gözünde , Celal Birsen Ultra Light düdük boy şemşiye, böyle götüme bile sokabilirim hatta orada açılabilir püahahaha, o kadar minik ki, hiç de ağırlık yapmıyor. Ben de yağmura yakalanırsam sıçmık sıçmık ıslanmaktan kurtulmuş oluyorum tabii.

İç gözde eski Mango cüzdan, bundan çok sıkıldım ama değiştirmem lazım. Büyük cüzdanları beğeniyorum ama, çantaların cüzdan gözüne sığmıyorlar. Halbuki ben aval aval dolaşan bir kadınım, o yüzden cüzdan daima iç fermuarlı iç gözde saklanmalı.

Öndeki pratik ceplerde ; 1 adet Nivea cherry lip care ve 1 adet Nivea hydro care lip care, doğal yollardan nemlendiremediğim zavallı dudaklarımı bunlarla nemlendiriyorum işte.

Yine arkada siyah Sephora makyaj çantası,

Sephora colorful palette no 3 far takımı

Sephora all over shadow far fırçası

Sephora ultra black mascara

Yves Saint Laurent Perfect Touch fondöten, 3 numero

Yves Saint Laurent Blush Variation allık, 9 numero

Allık sürmek için Sephora yuvarlak uçlu fırça, fakat kesik uçlu fırça alacağım dostlar :)

1 adet Sephora gloss ultra-brilliance 13 numero ve 1 adet Sephora gloss ultra-brilliance 90 numero. Biri daha hafif doğal görünüm veren nar çiçeği, diğer daha olgun ve de dolgun görünüm veren kopkoyu kırmızı

Ruj olarak Max Factor Lipfinity colour&gloss 560 radiant red

1 adet minik uğur böcüğü, geçen gün eve çiçek alırken çiçekçi hediye etmişti, şans getirsin diye

Bir çift krem rengi deri eldiven, Park Bravo'dan , dar kesim, tek ince ve uzun yerim olan güzel ellerimi korumak için. Kızım yoksam benim ellerime nazar değidi de ondan mı tırnağımı çarptım beaaa?

Kermit case içinde Nokia cep telefonu, kendisinin acil yenilenmeye ihtiyacı var ama N85'den vazgeçtim, sene sonunda N86 8 mp almaya karar verdim.

Gloria Jeans kahve kartı, beleş kahve içelim diye... Ne yazık ki en sevdiğimiz Creme Brulee Latte artık menüde yok.

anaaaa, bu kadarcık işte.

Ve işte bu mimi forward etme zamanı geldi, ben de bu MİMi canım Lady Charlotte'uma, canım Zekish'im ve canım La Capitana'ma yolluyorum.

Real Fiesta ekibi , hadi bakem, neler var çantanızda kızımmm, dökülünnnn :) Bekliyorum post'larınızı :)

xoxo

14 Mart 2009 Cumartesi

Brie peyniri ve Doluca öküzgözü

Amanın, amanın sayın seyirciler amanınnn

kendime doğumpastası niyetine bu sene doğum fıstık sarması aldım hee, bir de en büyük boy nutella, fıstık sarmayı nutellaya bandırıp yeme fantaaazim var püahahaah


Efendim, sabah aile saadeti içinde mükellef kahvaltıdan sonra, bir gayretle temizliğe giriştim, babamın getirdiği harika frezyaları başköşeye yerleştirip odamı derleyip toparladım, annemin gözleri yaşardı beeaaa. Sonra çok akıllıyım ya, laptopun üzerinden elenktrüklü süpürgeyi geçireyim dedim, hani tozunu çekeyim diye, anaa pıt diye C tuşunu yuttu süpürge, ben salak salak bakarken M tuşu da elektrik süpürgesinin toz torbasına doğru uçmuştu bile. Haydi makineyi kaparsın, toz torbasını çıkartırsın, tuşları bulur dezenfekte eder yerlerine geri takarsın .... inanılır gibi değil!

Sonra kırk yıllık kuaförüme gittim koşa koşa, Çünkü geçen hafta kestiği arkası kısa önü uzun saç böyle eski küt saçlar gibin olmuş idi ve pek sevmemiş idi, bu saç çok D'Artagnan oldu, biraz daha kat atalım diye inledim ve iyice deli kırpık oldu saçlarım.
Kuaförden Pelit'e uçtum, framboazlı milföy pasta aldım, işte şöyle birşey:


Böylece geçen hafta turta yiyesi gelip yiyemeyen bir takım arkadaşların şişen yerleri inecekti:))
Pastamı da aldıktan sonra , evlere şenlik bir şöfer kardeşin taksisiyle, kutlamayı yapacağımız Minik Sino'nun evine doğru yola çıktım. Arkadaşın evlere şenlik olmasının sebebi, işte ben mütemadiyen konuşurum, kendimle sürekli komik bir diyalog içindeyim, mesela telefon çaldı, Dönis arıyor, haloooo dedim, hat kesildi tam o esnada, ben de KENDİ KENDİME ne olduuu dedim, şöfer bey sesini beğenmedi diye patlattı. Ayol adam bütün yol kendi kendime söylediğim herşeye cevap yetiştirdi püahahaah.


Sonracığıma ne olsun, Sino'nun yatağı etrafında yayılıp camış gibi yedik. Doğum pastası, doğum milföyü, doğum keki, arnavut böreği derken tam seksenli yılların hanım kadına günleri gibi oldu ayol bu yıl ahahahahaa, bir de bu paççozun başkanları geçen akşam beni kandırıp eve dehledikten sonra La Senza'ya gitmişler de, bana mini şortlu seksi bir pijama takımı almışlar, canlarım benim. Şimdi bu şortlu fistolu takımı giyip camlara çıkıp cam sileceğim :))))

Akşam olunca herkes birer birer dağılmaya başladı, biz de Arzu'yla Profilo'ya gittik, önce birer Americano patlattık, üzerine alışveriş yaptık. Sonra biz de evlere dağıldık. Evde valide hanım ve peder bey ile güzel bir şişe Doluca öküzgözü açtım, yanında ev sevdiğim ayak kokulu Fransız peyniri olan Brie ile yedik içtik muhabbet ettik. Şimdi de çok midem bulanıyor uufffff.

Bir sonraki doğumgünümü şu konseptle kutlamak istiyorum :

http://www.youtube.com/watch?v=YFwOe0EPOJs
hadi bakalım!
xoxo

12 Mart 2009 Perşembe

Hallelujah it's raining men

İşten çıktım ki gadanallah!!! Şakır şukur yağmur yağıyor. Halbuki bugün yakası kürkle süslenmiş, bele oturan v yakalı güzelim paltomu giymiş idim. Cevahir'e gidene kadar da sümsüğe döndüm elbet. Oraya gitmemin sebebi de Celal Birsen Birben'den 35 yeTAleye hemi de 2 sene garantili paççoz bir şemşiye almak idi. Katlayınca düdük kadar oluyor neredeyse cüzdanıma sokacağım, ayol bu benim götümü örtmeye yetmez demedim aldım tabii ne yapayım? Islanmayı heçç sevmem.

Sonra kendi kendime "işte bu banal C.'ye kadar geldim madem, bir de D&R'a bakayım" dedim, D&R'a giderken Nine West'e uğradım ve o harika yazlık pembe çantayı gördüm, öff çok güzeldi nubuk galiba. Çantayı düşünerek D&R'a gittim ve U2'nun yesyeni albümü çıkmış sayın seyirciler . No Line on the Horizon.




Hey gidi, U2'nun bir önceki albümü How to Dismantle an Atomic Bomb'u Lady Charlottecuğum daha çıktığı gün Evropa'dan getirmişti , bu yenisinin çıkışı aklımdan uçmuş gitmiş...
Albümden henüz sadece 3 şarkı dinledim, Bono'nun sesi bitmiş mi bana mı öyle geliyor? Nerede o bulutların üstünden üflercesine söyleyen yumuşak ses, nerede bu tiz cırlak ses? İlk anda açılış şarkısından nefret ettim, albümle aynı ismi taşiyan No Line on the Horizon... Devamında gelen Magnificent ve Moment of Surrender hoşuma gitti, bunlar en eski U2 şarkılarına benziyorlar sankim ama gece vakti bu yorgunnn kafayla, aklımda cart pembiş çantanın hayaliyle şarkılardan birşey anlamadım ve albüme haksızlık etmemek için haftasonuna erteledim dinlemeyi.
Aaa, söylemeyi unuttum, CD'yi almış eve dönerken Teknosa'ya uğradım ve kendime doğumgünü hediyesi olarak (Nine West'den aldığım petrol mavisi çanta sayılmazzzz, indirimden kalan bir parça idi o) Sony müzik seti aldım. İşte ucuz, 3 cd çalabilen, mp3, dvd vs vs çalma yetenekleri de olan, masa üstü portatif müzik sistemi. (Müzik seti deyince seksenlerden kalma gazulet birşey geliyor insanın aklına:)) CDç alarımın kapağını kırdım, laptopun sesi de yeterince yüksek gelmiyor bana, oysa evi hoplatmak istiyorum ben , o zaman madem kendime bir Sony alayım dedim. Yarın eve teslim edeceklermiş.
İşte hayatta aldığım ilk müzik setinin açılışını U2'nun Achtung Baby isimli olağanüstü şahane albümü ile yapmıştım. Son müzik setimin açılışını da yeni U2 albümü ile yapmayacağım herhalde, açılış kesinlikle Queen olacak ama şarkıya karar veremedim, Innuendo mu? Tie Your Mother Down mı? Under Pressure mı?
Fakat asıl mevzuyu hepimiz biliyoruz değil mi? Bakalım çanta yarın sabah da aklımda olacak mı? :)
xoxo

8 Mart 2009 Pazar

kahkül, kırmızı ruj, gece kremi

Kadın olmak ne güzel şey değil mi? Adamlar asla saçını yeni kestirmenin verdiği zevki hissedemezler. Mesela şimdi benim saçım kısacık kahküllü ve ustura ile çılgınca kat atılmış, arkaları kısa önleri uzun kesildi, oh la laaa... Tabii böyle bir saç kesimine bence en yakışan şey kırmızı ruj! Ben de Max Factor Lipfinity serisinin en kırmızısını aldım. Sonracığıma gece + gündüz + göz çevresi krem setimi yeniledim, 30 artı moduna geçtim dostlarr, ne de olsa gelecek Cumartesi günü en hoşşik yaş olan OTUZBİR yaşıma gireceğim. Ay nasıl bir yaş bu beeaaa??? neyse, bu krem setlerinde gece kremim hep önceden biter, çünkü avuç avuç dizlerime sürüyorum gece kremini, siz de sürün. Bir kadının yaşı dizlerinden hemen belli olur, ayrıca bir hanımefendinin asla buruşuk dirsekleri olmamalı.

Herneyse, bir de şu kapıya sıkışan parmağım var. Artık acımıyor ama tırnağın altı mosmor hala, o yüzden ben de diğer tırnaklarımı da morartmaya karar verdim ve de siyah oje aldım, nasıl? işte adamlar asla bizimle başedemezler heee! Halbuki bir adam gider öbür parmaklarını da kerpetenle sıkıştırırdı püahahaha

Şimdi gideyim de oje süreyim o vakit.



7 Mart 2009 Cumartesi

it's a kind of magic...

Dün gece Arzu mamikimle Babylon'da, A Kind of Magic isimli Queen tribute grubunun konserine gittik sevgili seyirciler, ah ah nothing realy matters, nothing really matters to me, öyle değil mi Freddie?

Konserden önce M&M restoranda şahane bir 3 mantarlı biftek yedik, o mantarlı sos o kadar lezizdi ki tabağı yalayacaktım neredeyse, bütün haşlanmış sebzeleri, patatesleri, brokoli parçacıklarına kadar herşeyi sildim süpürdüm. Biftekle beraber bir şişe şarabı götürdük ve bol bol kadın muhabbeti yaptık.

Restorandan çıkıp koşturarak Babylon'a gittik ve en önde çılgıncasına çığlıklar atarak, dansederek izledim konseri, çünkü bütün şarkıları biliyor idim. O kadar tepindim, höykürdüm ki, etrafımda boşluk oluştu ayol, kimse yanaşamadı, oh olsun.

Bu A Kind of Magic grubunun üçüncü Queen tribute konseri imiş Babylon'daki. Ben kendilerinden Okan Bayülgen'in programı ertesi Ekşi Sözlük'de çıkan yazılar sayesinde haberdar oldum. Ve Queen aşkımızı, Freddie Mercury özlemimizi biraz olsun bastırırız diyerek Babylon programında görür görmez biletlerimizi aldık.


İlk şarkı gaza getirici We Will Rock You idi. Sonra kudurtucu Tie Your Mother Down ve A Kind of Magic geldi. Agresif I Want It All sonrasında I WANT TO BREAK FREEEE diye gırtlağımı parçalıyordum, iyi ki bugün sesim kısılmadı, bütün gece böğürdüm deli danalar gibi heee.

Sonra solist klavyenin başına oturdu ve de These Are the Days of Our Lives'ı söylediler Innuendo albümünden. Freddie'nin son kaydettiği , akabinde uçarak gittiği video... I still love you...

Radio Gaga'da eğlenirken o şarkının alameti farikası el çırpmalarımızla gruba eşlik ettik, fakat arkasından gelen Under Pressure'ı hiç beklemiyordum, helal olsun dedim gruba, insanity laughs under pressure we're cracking, can't we give ourselves one more chance, why can't we give love that one more chance... nasıl söylediniz bu şarkıyı aferin!

Sonra oğlan yine klavyenin başında idi ve this is a tricky situation diyerek beni çok heveslendirdi ama It's a Hard Life'a devam etmedi, Don't Stop Me Now'ı söyledi, yine helal dedim kendilerine, bir de piyanoyu ayakta çalarak söylerse tamam olacak.

Sonrasında Let Me Entertain You ve ardından yine pek sevdiğim One Vision geldi, ve tabii Bohemian Rhapsody... So you think you can stone me and spit my eye? so you think you can love me and leave me to die? Grup aynen Queen'in konserlerini taklit ettiği için Bohemian'dan sonra Hammer To Fall geleceğini tahmin etmek zor olmadı. Somebody to Love, You Don't Fool Me, Crazy Little Thing Called Love'dan sonra Another One Bites the Dust ile doruk yapan gecenin sürprizi Fat Bottomed Girls oldu. Ve sonunda, The Show Must Go On ... Freddie senin için söyledik, duydun mu bizi ?

Her Queen konseri gibi, bu tribute konser de, We Will Rock You ve We Are the Champions ile son buldu.


Konserden sonra Arzular beni resmen eve taşıdılar, o kadar zıplamış dansetmiş bağırmışım ki, boğazım ağrıyor, dizlerim tutmuyor, resmen kıçım çıkmış idi . Sabah da erkenden uyandım, işte 2 saattir bangır bangır Queen'in Wembley konserini izliyorum, annem babam evden kaçtı , ne kötü insanım beea

Ah be Freddie, kimse senin gibi , 100.000 kişiye aynı anda şarkı söyletemez, coşturamaz, o benzersiz sesinden akıp giden şarkılarını kimse senin gibi söyleyemez.

Neyse şimdi benim hemen kuaföre gitmem lazım. Saçım uzadı papaza döndü, acil kesilip kat atılması, havalı bir şekilde kısacık olması gerekmekte.


This flame that burns inside of me
I’m hearing secret harmonies
It’s a kind of magic
The bell that rings inside your mind
It’s challenging the doors of time
It’s a kind of magic
It’s a kind of magic
Magic is QUEEN!

Insanity laughs under pressure we're cracking
Can't we give ourselves one more chance
Why can't we give love that one more chance
Why can't we give love give love give love give love
give love give love give love give love give love
'Cause love's such an old fashioned word
And love dares you to care for
The people on the edge of the night
And loves dares you to change our way of
Caring about ourselves
This is our last dance
This is our last dance,
This is ourselves
Under pressure
Under pressure
Pressure

4 Mart 2009 Çarşamba

Ev ve kocayı idare işleri

NTV Tarih dergisinin bu ayki sayısından alıntıdır

60 senelik bir kadın dergisinden (Ev-İş) , 10 derste kocanızı nasıl idare edersiniz :




1) Evde birşeyi kırarsanız kabahati tekir kediye yüklemeyiniz, bayın hiddetinden birşey tenzil edemezsiniz. Doğruyu söyleyiniz. (Püaahahahaahaaa)

2) Kocanız tabii güzel olmanızı ister. Fakat evvela evin masrafını, sonra tuvaletinizi düşünmelisiniz. (Ooolduu)

3) Kocanız yorgun argın işten geldiği zaman sakın sokağa çıkacağınız için giyindiğinizi söylemeyiniz. "Siz geleceksiniz diye giyindim" deyiniz. (Niye sizli bizli konuşuyoruz kocayla beaaa ???)

4) Yapmak istediğiniz her ne olursa olsun bir defa da kocanıza danışmalısınız. Onun fikrini kabul etmeğe mecbur değilsiniz ama, bir kere sormak vazifenizdir. (Evlilik mi , memuriyet mi, ne vazifesi?)

5) Erkekler çocuk gibidirler. Kocanıza şefkat, muhabbet gösteriniz fakat sırnaşmayınız. (Ahahahahaa)

6) Sinirli ve huysuz iseniz aksiliğinizi asla önünde belli etmeyiniz. Kocanız sizi yumuşak başlı bilmelidir. (Artık kızmaya başlıyorum!!!!)

7) Kocanızla haftada 2 kere beraber sokağa çıkınız. Diğer günler erkeğinizi serbest bırakınız. (Kendimi de alemlere özgür salacağım herhalde, oooh serbest evlilik???? Allallaaa, ne paçozun başkanı bir liste bu beee)

8) Tatil günleri annenizi eve davet etmeyiniz. Gelecek olursa bir daha gelmemesini tatlı bir dille ihtar ediniz (Aaaaaaaaaaaa!!!! )

9) Eğer kocanız size uzun bir şey anlatıyorsa onu dikkatle dinleyiniz; veya dinler gözükünüz. (Yuh, ne ikiyüzlü birşeymiş eski zaman anlayışı beaaa)
10) Kocanıza katiyen evişi gördürmeyiniz. Ev-İş sadece sizin için çıkarılmaktadır. (Siieeee...)

Bir de Ademi iktidar bel gevşekliğine karşı SEKSÜLİN hapı var imiş oyy oyyy oyy

İşte çaresizlik böyle birşey.

Bugün sanki çember kapandı, döngü tamamlandı. Ya da tarih tekerrürden ibaret. Sanki eski işyerinde, Lady Charlotte'un odasında höyküre höyküre ağladığım, onun da bana ardı ardına kağıt mendil verdiği gündeyim. Bana şöyle demişti : İşte çaresizlik böyle birşey.
Bu sefer gözyaşı falan yok tabii, kaşşarlaştığım için , sadece çok kızgınım!!!! CUMA GÜNÜ !!!! YAPMAK İSTEDİĞİM!!!! TEK ŞEY VAR. Yapamayacağım. İşte çaresizlik böyle birşey.




2 Mart 2009 Pazartesi

itiraf edeyim de kurtulayım

Kaç gündür yazamadım, fakat itiraf edecek haltlar var dostlar, o vakit hiç durmadan anlatıyorum



Bir kere Cuma gecesi Lady Charlotte ve bizim eski işyerinden arkadaşlarımızla çıkamadım, hevesim kursağımda kaldı, halbuki en sevdiğim yeşşil farımı bilem sürmüş idim. Fakat gece vakti yeni sezon siparişleri geldi ve mesaiye kalmam gerekti.

O geceyi böyle paçoz gibi geçirdikten sonra Cumartesi sabahı Mamik ile buluşup Tosun Dönis'e kahvaltıya gittik... Eh, tosunum yemeyi yedirmeyi çok sever, bir de hamarat ki, ev yapımı acılı sucuk kızartmış, domatesli SOSİSler pişirmiş, çeşit çeşit peynir, sıkma portakal... Doya doya yedik içtik itiraf ediyorum... Sonra Arzu kakaolu kek yaptı, Dönis de bezelyeli havuçlu kıymalı börek.. bunlara el sürmedik çünkü hastanede yatan minik Sino'ya götürecek idik, Mecidiyeköy'den geçerken Lady Charlotte'u da almıştık, işte sonra biz oracıkta arabanın içinde o böreklere gömüldük dostlar .... Ulan bir tabak dolusu sıcacık mis gibi nar gibi böreği neden bana veriyorsunuz taşıyayım diye paççoozzzzzlarrr.. Burnum düştü beaaaaaaaa !!! Al böyle olur sonunda!
Kek ve böreklerin kalanını da Minik Sino'ya götürüp arkadaşımızı ziyaret ettikten sonra Lady Charlotte ile ikimiz Bağdat caddesine gidip Real Fiesta'nın tek ipincecik üyesi olan Zekish arkadaşımızla buluştuk. Tabii bu kadar yemek içmekten sonra artık hafif birşeyler atıştıralım dedik ve Kırıntı'da nachos, mozarella sticks ve soğan halkalarına gömüldük :))) Sonra da eve gelip uyuyakaldım tabii :))) Pazar günü bayağı ve de banal bir roman okuyarak ideal biçimde geçti... ne bilgisayar ne tv ohhh ... Bugün ise resmen kabustu be, ne oldu anlamadım, bir anda bir sürü mesele çıktı ve hepsiye biraz ilgilendiğim için çok çalıştım ama bir bok halledemedim... aman dizlerim ağrıyor, uykum geldi, yoruldum... Halbuki Real Fiesta'nın İstanbul sayfasını yapmak üzere Lady Charlotte'a ve Zekish'e söz vermiş idim. Acaba ne zaman bitecek idi?