25 Şubat 2008 Pazartesi

Real Fiesta ile Oscar gecesi

Dostlar, her sene olduğu gibi Oscar töreni raporuma başlıyorum, ama başını kaçırdım, makyaj ödülü ile izlemeye başladım, o da LA VIE EN ROSE a gitti, ben o filmi nasıl izlememişim anlamadım gitti, en sevdiğim şarkı.

Ve en iyi yardımcı erkek oyuncu Javier Bardem (Havyar Badem) hımm, çok hoş, yakışıklı, zaten benim gibi yıllarca Cervantes'e gittiysen kesin birkaç filmini izlemişindir.

Töreni sunan adam da kim? tanımıyorum? Çok tatsız espriler yapıyor. Oscar törenini Billy Crystal sunduğunda çok beğeniyordum. Bir de programda ara ara verdikleri , eski kazananlar, eski filmler, belli bir temadaki biraraya getirilmiş sahneler vb, kolajları çok seviyorum, tarihi bir kişiliğim ne de olsa hahayyt.





İşte en iyi yardımcı kadın oyuncu oscarı sunuluyor, Cate Blanchett ne hoş. Diğer adaylar zenci, anoreksik, çeşit çeşit . Kazanannn anaa anoreksik ablam, evet evet sorunlu bir arkadaş, oscarın doğumgününü kutladı ayol, üzerime iyilik sağlık püahahahah. Bu arada kendisi from London, bilemiyorum hhahahaa

Şimdi iki tane kazma en iyi uyarlama senaryo ödülünü sunuyor, geçmişte kazananlara göz atınca , leave the gun take the cannoli, hey gidim hey, the godfather hakikaten uyarlamanın şahıdır bence, gayet piyasa işi romandan bir sanat eseri çıkartmak büyük iş.

Bu sene oscar'ın 80. yılı olduğu için çok hoş eskiye yönelik kolajlar veriliyor. Ben de ne kadar eski meraklısıyım, hatta en sevdiğim peynir küflü peynir püahahaah tövbe yarabbim, neyse devam edelim, şimdi akademi ödülleri nasıl dağıtıyor, çok eğlenceli bir şekilde bunu izledik.

İşte en iyi aktris ödülüne sıra geldi. Aaah Julie Christie, yani bir zamanlar Doktor Jivago'nun uğruna Sibiryalarda süründüğü Lara... İnanamıyorum Edith Piaf'ı oynayan Marion Cotillard ne kadar güzel bir kızmış. Bir diğer aday Laura Linney yıllardır her kategoride aday olur ama kazanamaz, ve kazanannnn işte güzel minik Fransız kızı kazandı! inanılmaz! Ağla zırla minik Amelie...




Ooo Jack Nicholson baba, filmlere adanmış bir konuşma yapıyor... bu güne kadar en iyi film oscarını kazanmış filmleri .... anlatacaktı ki NTV cart diye kesti, reklama girdi, bu kadar terbiyesizlik olmaz, şurada çok ağır bir laf edeceğim ama sitemizi 18 yaşından küçükler okuyorsa yazık, tarumar olmasınlar. Allah allah ya! Adamın lafının orta yerine reklam sokan zihniyetin alnının çatısına turrrup suyu sıkayım. Ay çok kızdım.

Hah! işte, yıllar boyu en iyi film oscarını kazanmış filmler. Mesela eskilerden izlediğim çok fazla, 2000lerden sonra biraz eksik, hatta sinemada izlediğim yok denecek kadar az, hepsini sonradan dvd'den izlemişim, çünkü artık yaşlıyım, yorgunum vb vb.

Ben bu töreni tuhaf bir sırayla izliyorum... Mesela eskiden en önce yardımcı oyuncuların ödülü sonra teknik ödüller sonra en iyiler verilirdi. Bu sene karışık bir sırayla gidiyoruz, mesela en iyi aktris ödülü verildi, araya bir sürü başka birşeyler girdi, neyse izlemeye devam edelim.

En iyi şarkı oscarı Disney'in sevgi pomarcıklarına değil, gariban bir takım tiplere verildi, oh olsun. ödülü de sunan John Travolta, greased lightningimiz, botokstan suratı tuğla gibi kalıp şeklinde görünüyor ayol.

Sıra geçen sene ölmüş olan sinema emektarlrını andığımız In memoriam'a gelmişti. Şu Hillary Swank'i de hiç sevmem.

İşte ilgilenmediğim ödüller geçip gidiyor

Harisonnnnn İİndiana Joness müziğiyle geldi, allaam muşmulaya dönmüş bu haliyle nasıl yine indy olacak , çatlayacağım meraktan. Harrison Ford en iyi orijinal senaryo oscarını sunuyor. herhalde kimin kazandığıyla ilgilenen yoktur hahahahyy

İşte geçmiş yıllarda en iyi aktör oscarını kazananların kolajı Marlon ile başladı, bir zamanlar herkesi genç ve güzelken görmek çok tuhaf . işte Al! O kazandığı zaman salon yıkılmıştı , ben de ayaktaydım, sene 1992, hey gidim hey. Johnny Depp'in de kaçıncı adaylığı, ne yapsa aday oluyor ama maş 3-1 bitiyor hep. Hımm Tommy Lee Jones'un herhalde son şansıymıştır ama geçmişler olsun. Ve kazanann Daniel Day Lewis. O da çok yaşlanmış, halbuki Last of the Mohicans filminde bizim sülalenin bütün kadınları tarumar olmuştu ayol. o boy pos, o gözler o saçlar, hepsi history olmuş şekerler.

Heyy Martin Scorsese, en iyi yönetmen ödülünü sunuyor. Çok acayip spoiler verdi ve ödülü de Coen kardeşler kazandı.

Son olarak en iyi film hangisiymiş onu öğreneceğiz, iişte kazanan yine tipitip Coen biraderler.

Bu çok sıkıcı oscar töreni de burada sona ermişti, bunun yüzünden uykusuz kaldığıma inanamıyorum hayret bir vaka !

23 Şubat 2008 Cumartesi

güzel bir gün

Bugün hem Cumartesi, hem hava pırıl pırıl güneşli, o vakit biz de gezmeye gidelim dedik ve bütün gün La Capitana ile İstiklal Caddesi'nde gezip tozduk sayın seyirciler. Megavizyon'da buluşup öncelikle Accesorize'ye girip incik boncuklara baktık, oradan Benetton'a girdik. Haftalardır devam eden indirimden kalan 2 adet yuvarlak yakalı sweat shirt , bir de açık v yakalı altınlı grili bir bluz aldım. Yani şu indirim döneminde birşey alamasaydım içime dert olacak idi. Ala ala da 3 tane penye aldık, neyse.

Benetton'dan aşağı doğru yürümeye devam ettik, Gutan'a, Kemal Tanca'ya baktık. Gutan'da son kalmış nefis bir çizme vardı ama kahverengisi kalmış, gutulamadım. Ah ah, işte Gutan'a vaktinde gitmezsen en güzel çizmeyi kaçırırsın, bu her sezon böyledir. Tünel'e doğru yürümeye devam ettik, ikinci Accesorize'ye de girdik, ama boncuklara 30, 40 lira vermek çok saçma olacağından paramızı harcamadan çıktık. Tünel'e doğru, ufak bir dükkandan, bana siyah çizmeler aldık, oh oh oh. Tünel civarında daha önce girmediğimiz sokakları keşfettikten sonra geri dönüşe geçtik. Yoldaki tüm kırtasiyelere girip La Capitana'ya 0,8 kalın uçlu yeşil keçeli kalem aradık ama bulamadık tabii.

Yemeği Ara Kafe'de yedik, tabii ki balkan köfte seçtik. Her zamanki gibi enfesti, patlıcan püresi ağızda dolgun ve nefis bir tat bırakıyordu, ve her sefer olduğu gibi yemeğin boyutu biraz daha ufalmış gibi geldi bana. Yemekten sonra kahvelerimizi Cafe İst'de aldık, servis bir rezaletti, bu kadar tembellik de fazla canım! Fakat karamelli-fındıklı İst.Taksim kahvelerimiz lezizdi.

Kahveden sonra İstiklal Kitabevi'ne girdik, bizimki yine yeşil bilmemne kalemi aradı, bütün kalemleri tek tek denedi, sonunda ayıp olmasın diye 2 tane kalem almak zorunda kaldı püahahahah. Buradan Teknosa'ya geçip bana Airties adsl modemi aldık. Ve artık eve dönmeye karar verip metroyla Levent'e geldik. Ben çarşıdan geçip haftalık alışveriş için Etiler'deki Migros'a girdim, böylece yarın dışarı çıkmama gerek kalmaz. Pazar günü dışarı çıkmaktan nefret ederim, çünkü bizim burası o kadar kalabalık oluyor ki, Beşiktaş'a kadar 2 saatte falan gidebiliyorsun, dönüş de ayrı bir eziyet. Herneyse.

Eve gelirgelmez modemi kurdum ve şakırt! İnternete bağlandım! Böylece bu yazıyı yazmaya başladım. Bu arada E.R.ı izliyorum, hoş Dr.Mark öldü, Elizabeth gitti, Carter da Afrika'ya taşındı, dizinin eski tadı yok. Kedicik yayılmış uyuyor. Yanıbaşımda da yeni aldığım kitaplar beni bekliyor, gittigidiyor.com'daki bir sahaftan aldım, tam 10 cilt, yıllardır merak ettiğim, heyecanla okumaya başlayacağım, efsanevi PARDAYANLAR. Birazdan E.R. bitecek ve ben sabaha kadar şövalye Pardayan'ın 16. yüzyılda Paris'te yaşadığı maceraları okumaya başlayacağım.

21 Şubat 2008 Perşembe

hayata mektuplar...

hayatım hayata mektuplar yazarak geçti ,
bazı zamanlar yaşamayı unuttum
mektup yazmaktan ,
onu hep anlamaya çalıştım ,
o beni anlamasa da ,
hep yazmaya devam ettim ,
ondan tek bir mektup almasam da…
öyle güvendim ki hayata,
izin verdim yakınlığına , yine de
bir anlam bulup sunamadı mantıklıca….
kanımca düşünüyor hala , o yuzden yazamıyor bana .
ama insanoğlu işte, bekliyor umarsızca...
bilse de gelmeyeceğini ,
kandırmaya devam ediyor kendini...

20 Şubat 2008 Çarşamba

Al Pacino Sevgisi

yeni resimler ekliyorum , bakiyor musunuz

yazı da yazacağım, evdeki adsl modemim bozuldu, hafta sonu bir tane alınca Pacino film yorumlarına geçerim

Al Pacino Sevgisi








18 Şubat 2008 Pazartesi

Amanın kar buz tipiii

İstanbul'a Sibirya soğukları geldi dostlar, bizim bahçe yarım metre kar. Sabah babam benimle kalkıp karları küremese işe gelemezdim. Bebek karla kaplı, sahil yolu açık ama yan yollar ve de bizim yokuş imkansız bir durumda oyyy. Okullar da tatil, hatta üniversiteler de tatil. İşler tatil değil ama , işe gitmek zorundasın, ne uyuz değil mi. Benim de ADSL'im kesik olduğu için mecburen geldim. ADSL'im neden kesik bilemiyorum, ya kablolarım koptu, ya da borcumdan dolayı kapattılar??? Dış dünyaya bağlanmadan, ikide birde accuweather.com'dan havayı kontrol edemeden, kariyer.net'e bakamadan evde oturmak biraz sıkıcı. Ama bu sabah karda macera yaşamak yine de hoştu. Tabii o Sarıyer-Taksim otobüsünü yakalayamasam ne olurdu bilmem. Oradan Taksim'e geldik, ya da Uludağ diyebiliriz. Ulan tam otobüsten ineceğiz, şu Gaste denen Allahın cezası şeyi dağıtanlar burnumuza sokmasınlar o İstanbul Belediyesi yalakası iğrenç gazetelerini. Biliyorsunuz o berbat fosforlu kıyafetleri ile bu dağıtıcılar kentimizi sarmış durumdalar. Adım başı birisi "buyrun ücretsiz gazetemiz" diye burnumuza sokuyor bu kağıt paçasını. O gazete sandığınız saçmalık için kesilen ağaçlara yazık. En sonunda bugün dayanamadım, o tipide burnuma gazete sokan birine, "siktirin gidin kardeşim "dedim, tabii çok duyulacak şekilde değil, ailemizden bir kadının ağzından bu lafların çıkması skandal ne de olsa ama en azından kendim duydum, biraz olsun sinirim yatıştı. Neyse Taksim'den de otobüsüme yetiştim ve üşüyerek de olsa şirkete geldim. Akşama eve nasıl döneriz Allah bilir, bizim yokuş artistik buz patinajı pistine dönmüştür çoktannn.

13 Şubat 2008 Çarşamba

Tehlikenin farkında mısınız?

Eski Tahran Büyükelçisi Korkmaz Haktanır'ın eşi Handan Haktanır'dan uyarı var:"İran'da örtü okula sinsice girdi; 3 yılda herkes örtündü"

Önceki gece NTV'de akademisyenlerle türbanı tartışıyorduk, ki internet adresimize bir mektup düştü.Tahran'da yaşamış, "adının açıklanmasını istemeyen" bir diplomat eşi, İran'daki örtünme konusundaki deneyimini aktarıyor, Türk kadınlarını uyanık olmaya çağırıyordu. İsmi kontrol ettik; doğruydu.Mektup, 1991-94 yılları arasında Türkiye'nin Tahran Büyükelçiliği'ni yapan Korkmaz Haktanır'ın eşi Handan Haktanır'dan geliyordu.Yayında isim vermeden, mektuptan bölümler okudum.Yayından sonra da kendisine ulaşıp mektubun tamamına bu köşede yer vermek için iznini istedim.İşte Handan Haktanır'ın "türban uyarısı":

"Ruj süreni sopaladılar"
"Tahran'da görev yapmış bir diplomatın eşi olarak, türban konusunda düşündüklerimi bir iki cümleyle ifade etmek isterim:
Tayin yerimiz olan Tahran'a uçağımız inerken 'hicab'ımı başıma geçirdiğimde kendimi şöyle teselli ediyordum:'Nasıl olsa burası benim ülkem değil. Birkaç yıl dişimi sıkar katlanırım. Çok şükür ki biz Atatürk kızlarıyız ve böyle şeyler bizim başımıza gelmez.' Tahran'daki görev süremiz boyunca (gayrimüslimler de dahil olmak üzere) 'hicab'sız dolaşan tek bir kadın görmedim. Bir yabancı diplomatın eşi, şapka takarak bu yasağı delmeyi denedi, ancak devrim polisleri kendisini derhal ikaz ettiler. Bir başkasının eşi ruj sürdüğü için karakola alındı ve ellerine sopalarla vuruldu. Bu hanım bir keresinde 'Eğer Müslümanlık buysa, Hıristiyan olduğum için çok şanslıyım' demişti.

"Süreç 3 yılda tamamlandı"
"Tayinimizin ilk günlerinde İranlı hanım dostlarım bana sürekli olarak Türk kadınlarının dikkatli olmalarını ve erkeklerin bilinçaltındaki güvensizlik duygularından ve endişelerden kaynaklanan bu uygulamanın, sinsice ve adım adım geldiğini söylüyorlardı. Bir gün okullarına gittiklerinde kapıda 'Bundan böyle hicabsız derslere giremeyeceklerine' dair bir kâğıt bulmuşlardı. Dedikleri kadarıyla, sürecin tamamlanması üç yıl almıştı. Ondan sonra ise çok geç olmuştu. İtiraz edenlerin sayısı giderek azalmış, sonuçta yıllar sonra bu ortam içine doğan kızlar için 'hicab'lı olmak son derece doğal ve yerine getirilmesi gereken bir şart olarak algılanmaya başlanmıştı. Bu uyarıları ben o zaman masal dinler gibi dinlemiştim. Evet, ben de onlar gibi giyiniyordum, ama bu benim değil onların sorunuydu. Bizim ülkemizde böyle şeyler olmazdı.

"Rüyamda korkuyordum"
Ancak, bir süre sonra vestiyerden 'hicab'ımı alıp taktığımı, ancak sokağa çıktıktan sonra fark ettiğimin ayırdına vardım. 'Hicab', benim için de artık bir refleks haline gelmişti. Öyle ki, bazen rüyalarımda bile kendimi başı açık olarak gördüğümde korkuyla uyanıyor 'Devrim polisleri geliyor, ben ise hicabımı takmamışım' diye paniğe kapılıyordum. İşte o zaman, 'hicab'ın aslında buzdağının görünen parçası olduğunu; asıl amacın, kadının ezilmesi, kontrol altına alınması ve korku altında yaşayan, ikinci sınıf insanlar olduklarına inandırılması olduğunu anladım. O nedenle Türk kadınlarının çok dikkatli olması ve son derece masumane bir şekilde, özgürlük adı altında gelen bazı uygulamaların, ileride çok daha baskıcı bir rejimin ayak sesleri olabileceğini asla akıllarından çıkarmamaları gerekmektedir. En içten saygılarımla..."

can.dundar@e-kolay.net


12 Şubat 2008 Salı

10 Şubat 2008 Pazar

Real Fiesta Kitap Kulübü

Real Fiesta ahalisinin okuyup sevdiği kitapları, tavsiyelerini bulabileceğiniz yeni blogumuz açıldı :

Real Fiesta Kitap Kulübü



4 Şubat 2008 Pazartesi

catnip

Bu akşam 7'de bir toplantıya girmem gerekti ve işten geç çıktım dostlar. Ben de kendime bir eğlence aradım, kedime oyuncak aldım.

hayvan tükkanına girip oyuncaklara bakarken yanıma gelen tezgahtar kardeşe dedim ki, kedimi çıldırtacak bir oyuncak arıyorum, o çıldırsın ben güleyim... O da 2 tane tavla zarı şeklinde, ama hanideyse birer ceviz kadar büyük 2 tane top verdi. Topların özelliği kedicik bir pati atınca ışşıkları yanıyor ve hayvanceğizi çıldırtıyor eueuheueueh

Tam bunu alırken aa bir de ne göreyim?? Bir farecik. Beyaz, kuyruğu ile kulakları pempe, kuyrukunun ucuna da çıngırak takmışlar, tam benim kedimin patisine layık. Meğer içine catnip doldurmuşlar, kediyi çıldırtan bir ot. Neyse eve geldim, catnipli fareyi bizim şişkoya verdim, oynadı sıçradı, ama sonunda serildi uyumaya, şimdi de dibimde horluyor. ben de merak ettim, nedir bu catnip , kediye zarar verir mi diye, meğer kedi otu imiş, nane gibi birşey, kokusu da kediciği coşturuyor.

İşte bir akşam vakti yorgun argın bunlarla uğraşıyor idim.