21 Haziran 2005 Salı

dostlara selam olsun

uzunnnnnnn zaman olmuş yazmamışım hiç.
a dostlar ne güzel yazmışsınız öyle, şiirler, yazılar, sözler....
zekishcim ne acıtıyor bazen yazdıkların, ama nasıl da bir o kadar güzeller.
ne zaman döneceksin?

ben de de bir hareketlenme oldu blogger okuyucularım.
2 iş denemesinden sonra yeni bir işe girdim ve son noktayı koydum!(umarım!!!!!!!!!)
artık başka yere gitmeyeyim ve burada kalayım diyorum. her sabah taaaaaaaaaaaaaa hadımköye gidiyorum ama iş aşkıyla herşeye katlanır oldum anlayacağınız.
piyasada iş yok, iş varsa düzgünü yok, düzgünü varsa para vereni yok.
tekstil sektörü denen olay gittikçe batıyor sanırsam. bu son denememiz.
ne yaptıysak şimdi yapacağız gibi geliyor bana.
saat kaç oldu ben uyumaya gidiyorum
sabah 06:30 da kalkıyorum artık bir hadımköy insanı olarak
bye
have a nice sleep

19 Haziran 2005 Pazar

yine yollardayız dostlar

Real Fiesta gezginleri çantalarını topladı, flip floplar, 20'li pakette yara bantları, metro haritaları hazır. Güzergahımız İspanya dostlar! Madrid-Toledo, Barcelona-Andorra gezimize hazırız, müzeler gidecek, ara sokaklarda kaybolacak, tapas yiyerek sangria içeceğiz. İşte yine seyyahların macerasever ruhu bizi ele geçirdi gidiyoruz...

Hasta luego!

16 Haziran 2005 Perşembe

ah ayacıklarım

Tahmin edersiniz ki ofisteki tüm kızlar aynı ayakkabıdan alıverdi: apartman topuk espadril sandaletler! Eh pek hoş, herkes kazık gibi uzadı, milli voleybol takımı gibi dolanıyoruz şirkette, ama ayaklar yamuldu, minik su kabarcıklarıyla bezeli, acı içinde yanıyor! Çünkü ben bugün tur şirketine pasaportumu almaya gittim ve Harbiye'den yürüyerek döndüm Taksim'e... Ah ah ah ayacıklarım! Bir otobüse atlayıp Akmerkez'e geleyim dedim, çünkü buradaki Garanti geç saatlere kadar açık olur, işimi hallederim dedim, trafik vardı, 1 saatte geldim, ayaklarım o kadar acıdı ki anlatamam. Neyse banka açıktı, işimi hallettim, marketten de seyahat için pil, şampuan, kıldan tüyden şeyler, 20li paket yara bantı falan aldım. Çünkü Real Fiesta blogerları çok yakında yine yollara düşecek benim canımdan çok sevdiğim dinleyenlerim! Bizi izlemeye devam edin, maceralar yakında bu ekranlarda!

Of ben bir Star Wars filmi seyredeyim, ancak kendime gelirim. Yarın da flip flop giymeyeni eşşekler ..... E mi!

emanet ask 2

bilmem nerede kiminledir...
belki aski ozluyordur
benim gibi...
yada coktan vazgecmistir
benim gibi...

:(Bir varmis,bir yokmus...Hikayeye gore,esas oglan Londraya geliyormus.Esas oglan gelmemis,kiz beklememis.Hikayeyi esas kiz yazmis,oynamis,bitirmis...:)

12 Haziran 2005 Pazar

Pera Müzesi

biliyorsunuz şimdi türkiyede moda müze açmak ; bunun ne kadarının memlekete yarar sağlamak için , ne kadarının isim yapmak için ?

bugün pera müzesine gittim.

biliyorum herkes bu müze hakkında çok iyi yazılar yazacaklar , müzeyi yerlere göklere sığdıramayacaklar ama gerçek şudur ki : olmamış dostlar , olmamış.

bu müzenin ruhu paramparça , bedeni süslü bir bebek.

1. kat iki bölümden oluşuyor :
birinci kısım ; türk ölçüm aletleri , gerçekten muhteşem , herbir anı yaşamaya değer....
eğer müze sadece bu kısımdan oluşmuş olsaydı , muhteşem olurdu ama öyle olmamış.
oyuncakların sergilendiği büyük bir vitrin olmuş maalesef.
ikinci kısım ; anlamsız çiniler birliği , çabuk geçtim.

2.kat : osmanlı saraylarından görüntüler ; padişahlar , kadınlar , haremler , pütün osmanlı padişahlarının yüzü kadınsı detaylar içeriyor , gidince ne demek istediğimi hemen anlayacaksınız ve oğlan mektebini bu noktada anacaksınız.

3. kat , 4. ve 5. katlarda da değişik resimler.
aralarında güzel eserler de var ama bütünlük olmamış.
bosnalı kız isimli çalışmayı çok beğendim , başka beğendiğim çalışmalar da oldu ama isimlerini hatırlamıyorum.
iz bırakan birşey olmadı ne yapalım!

Sadri Alışık

Dün kalabalığa aldırmadan Taksim’e çıktım ve İstanbul kitapçısı’ndan TRT’nin Çalıkuşu dizisinin vcd’lerini aldım. Bir de Aydın Boysan’ın “Nereye Gittin İstanbul” adlı kitabını aldım ama bu başka bir yazının konusu.

Eve gelince de 7 tane cd’yi seyrettim bir güzel. Ah Çalıkuşu, “Kamuran bana fondan verir, ben Kamuran’a veririm”. Dizide mesela Aydan Şener çok genç, güzel ama Allahım nasıl bronz bir ten, Kenan Kalav keza, Bodrum’dan yeni dönmüş diziye başlamış gibiler. Esmer, yanık, sağlıklı ve çok modern görünüyorlar, hani nerede nazlı, sarışın, bembeyaz tenli Kamuran? Bir de feci devamlılık hataları var, Kamuran kravatıyla oturmaktayken, Feride’nin peşinden koşarak köşkün bahçesine çıkar, o da ne, papyona dönmüş kravat! İçeri girince yine kravat takmaktadır. Yahut bir sahnede Feride’nin kullandığı şemsiyeyi, diğer sahnede Şeyh Yusuf Efendi’nin ablası kullanmaktadır, falan filan. Fakat o ne içe işleyen, insanı sarsalayan bir müziktir? Esin Engin’in harikulade müziği eşliğinde duygulana hislene izleriz Çalıkuşu’nu.

Ve sahneye Sadri Alışık çıkar, Doktor Hayrullah rolune cuk oturmakla kalmamış, tüm babacanlığı, mertliğiye, jargonu ile Doktorumuz olmuştur, ne detaylı, ne incelikli bir oyunculuktur? Anlamlı bakışları, titreyen sesi, gülen gözleri ile bulunduğu tüm sahneleri aydınlatır, bu diziyi bir sanat eseri haline getiren de , şaheser yapan da Sadri Alışık’tır. Hayran oldum ona bir kere daha. Burnumu bilgisayara dayadım onun belirdiği her sahnede. Bu kadar mı az ama çok oynanır, işte ustalık budur, nur içinde yatsın, selam olsun kendisine.








11 Haziran 2005 Cumartesi

reiki, r2d2

usui reiki kanalının derinliklerinden kocaman bir merhaba dostlar ,

ben minik rustic , usui reiki kanalından kendime ve sevdiklerime şifa vermeyi öğrenmek üzere geçen haftasonu çalışmalara başladım ve devam edeceğim.
sizi biraz konu hakkında bilgilendireyim :

bu dünyada hepimiz yaratanla bereber çizdiğimiz , oynamayı kabul ettiğimiz rolü oynuyoruz.
ve buna kader diyoruz.
bu dünyadaki davranışlarımız da karmayı oluşturuyor.
iyilik yap iyilik bul , kötülük yap kötülük bul.

bu reiki dedikleri insanda değişik şekillere dönüşebilen bir enerji realitesai üzerine kurulmuş. fiziksel ,bioelektriksel , elektriksel ve bio enzim enerjiler karşılıklı olarak birbirine dönüşebilir. her canlı hücre bir şebekeye bağlı olarak yaşar, bağımsız değildir. bu şebeke yalnız kan dolaşımı ile ilgili veya kimyasal değil aynı zamanda sinirlerimizle de ilgilidir.

reiki , uygulayan kişinin ellerinden , rahatsızlığı olan kişiye gönderilen , iyileştirici , şifa verici bir enerji çeşididir.

usui reiki denilen şey ise , usui sensei isimli bir abinin kullanmış olduğu şifa tekniklerinden biridir.

çakra ise , enerji kaynağından yayılan enerjileri bedene ulaştırma görevini üstlenmiş , kutsal enerjilerin vücudumuza girmesini sağlayan giriş kapılarıdır. tam 7 tane çakramız var.

bu çakraları açtırdık , zaten sadece biri kapalıymış. vishudda, boğaz çakrası denilen 5. çakram ,
içime ata ata tıkanmış.

hadi vatana millete hayırlı uğurlu ola :-))

reiki nin r2d2 ile olan bağlantısını bulmakta , sizlerin ilişkilendirme kaabiliyetine kalmış.
o zaman yazımızı bir kalsikle kapatalım:
may the force be with you!

Cem Adrian dan

Junior gelincik gonderdi,Cem Adrian a ait sarki sozleri...Henuz sarkiyi dinlememis olsam da sozlerine bayildim.Iste bir gelincik sarkisi...

"Bu sehirde bir kadin var adi bana özel....
elleri var küçücük ,yüzüyse çiçeklerinden güzel....
kimse bilmez benden baska bir kalbi var kocaman ama bana özel
bazen kizar dünyaya ama sadece kendini üzer
göremezler, izin vermese asla üzemezler...

çözemezler,onun bir düsü varki
asla asla bilemezler...
onu neden sevemezler,
bilemezler
hiç hiç sevemezler...
bazen bakar gökyüzüne bulutlari izler
kus olup uçmak kanat çirpmak o bulutlari geçmek ister
yemyesil çimenlerde sirilsiklam kosmak ister
bu gri sehrin tüm yollarini rengarenk boyamak ister
...
simdi o kanatlarini rüzgara açmis dur diyemezler diyemezler
yildizlarin arasinda o kadar parlakki onu seçemezler...seçemezler

baska sularda... simdi baska rüzgarlar ariyor ...
baska yollara yürüyor... baska baska baska..."

9 Haziran 2005 Perşembe

Yitirmek

dostlar bunu ben yazmadım ama paylaşmak istiyorum:

Hayatı rüyalarına küçük gelenlerin çilesidir, 'yitirmek'. Her şeyi bir torbaya doldurmaya çalışırken torbası yırtılanların öyküsüdür bu.En sevdikleri bir bir pencesinden yırtılıp kara deliklerden, geçmiş zamanlara savrulanlar öğrenirler zamanın koynunda 'gidenin' gittiğini, bir daha hiç gelmeyeceğini. Yenileri koymak üzere boşaltılan raflar tozlanmadan daha pişmanlığın hızla süratına çarpılan kapılarının artık bir daha hiç açılmayacağını.

İnsan nasıl da gözü kara cesur oluyor, hayatın rutin akışına ters yönde esen bir yel eser esmez. Nasıl da her şey çok farklı olacak, her farklılık yalnızca mutluluk getirecekmiş gibi atıyor kendini bilinmezin koynuna. İnsan nasıl da süslüyor yalanları tek tek yalancı heveslerin sarhoşluğunda. Kendisine aitmiş gibi hoyratça kullanıyor büyük bir cömertlikle ona emanet edilen yürekleri, güvenleri. İhanet yeninin koynunda kendine sonsuz sebepler üretirken, derinlerde bir yerlerde bir his acıyla baş eğiyor eskinin artık demirlerin arkasından süzülen ve gittikçe uzaklaşan güzelliğine.

Hayatının tınısını bir kez yitirmeye görsün insan, hızla kaybediyor dengesini. Yolunu, yönünü değiştiriyor sevdiklerinden, köklerinden öyle çabuk ,öyle bihaber, gökkuşağının peşinde. Cenneti o gökkuşağının ayağının dibinde bulmaya niyetli koşarken nefes nefese, bulutlar kapatınca gökyüzünü insan nasıl da soğuk gerçeğe çarpıyor hızla atan sıcacık yüreğini.İnsan nasıl da soğuyor...

Usul usul, yavaş yavaş pişmanlığı bilgeliğe dönüştürürken, insan nasıl da büyüyor...Hayatı esner zannedip her şeyi sığdırmaya çalışanların öyküsüdür bu. Kıymet bilmeyi, sahip çıkmayı, sevmeyi tecrübelerin en acılarıyla öğrenenlerin öyküsüdür bu. Geriye dönüp bakmak için yeterli direnci bulduğunda, geçmişe iç çekenlerin öyküsüdür bu.

O en sevdiklerime, o en sevip de yeterince söyleyemediklerime, o en çok söyleyip de yeterince sevemediklerime selam olsun...

me myself

Ah bu ben,
cok sey mi isterim kendimden?

Anlamak isterim hayati,
bilirken anlamsizligini...

Hem kendim olmak isterim hem onlarla olmak,
bilirken oyunun kurallarini...

Hem aldanmak isterim pembelerine hem aldatilmamak,
bilirken acimasiz yalanlarini...

Ne hatirlamak isterim ne unutmak acilari,
bilirken imkansizligini...
...
Ah bu ben,
ne isterim kendimden...

6 Haziran 2005 Pazartesi

Artoo! Where have you been?

Dün dükkan dükkan dolaştığım yetmiyormuş gibi, bugün de Taksim’de ve Akmerkez’de R2D2 arayışımı sürdürdüm. Grand Rue de Pera’daki oyuncakçıda yoktu benim minik dostum. Ben de Hisarüstü otobüsüne atladım , Akmerkez’e geldim, oyuncakçıda “Star Wars bebekleri yok mu” diye sordum ilkin, “bardak var, yeni geldi” dedi satıcı çocuk. “R2-D2 arıyorum ben” dedim, “kaç yaşındaki çocuk için?” diye sordu, “kendime!” dedim, “kendim için, R2-D2 robotu arıyorum”, “hani şu elektirikli süpürgeye benzeyen mi?” dedi bizimki, “evet o” dedim gülerek, o da bana “çoktan tükendi onlar” dedi, “ama isterseniz şişme koltuk verelim?” “ay şişme koltuğu ne yapayım, ben robot istiyorum” diye anlattım, “o zaman Burger King’ten çocuk menüsü alın” diye önerdi, “dandiktir onlar” diye itiraz ettim, “yoo , çok güzel, oynuyor hem, çocukların elinde gördüm” dedi, “peki” dedim.

Gidip Burger King’ten 2,5 YTL’ye R2-D2 droidi ve de Millenium Falcon oyuncağı aldım, ne kadar mutluyum. Pek te adi bir şey ama işte elimde tutabileceğim bir Artoo unit’im var artık!

5 Haziran 2005 Pazar

bunu söylemeliyim

ilk üçlemenin son filmi, aslında tüm Star Wars hikayesinin de sonunu anlatan Return of the Jedi'ın son sahnesinde, Luke,Leia, Han ve diğer asiler, Ewoklar ve tüm diğer sistemlerdeki canlılar, İmparator'un ölümünü ve evrenin bağımsızlığa kavuşmasını kutlamaktadır. Bu sırada Luke arkadaşlarından ayrılır ve ormana doğru bakar, orada artık Güç'le bir olmuş Yoda'nın, Obi-Wan'nın ve babası Anakin'in hayaletlerini görür... Bu film 20 yıl önce çekildiğinde, Anakin'in hayaletini 45-50 yaşlarında bir amca oynamıştı, biz de Anakin'i orijinal insan formunda böyle yaşlı başlı, babacan bir amca olarak görmüştük.

Efenim, şimdi bu yeni filmler çekildi ya, Anakin'in gençliğine tanık olduk hepimiz. George Lucas abi, sen al bu genç Anakin'i, altıncı filmin sonundaki o sahneye yerleştir. Bir baktım Hayden Christiensen bakıyor bana! Ulan! Bir de o karanlık bakışlarıyla bakmasa... Sanki "daha elimden çekeceğin var eşşek sıpası" der gibi Luke'a dikmiş gözlerini?? Ulan inanamadım. ne halt yedin sen George Lucas amca???

Orijinal filmde Luke'un babası :

Sen git pislik bakışlı youngling katili ananınki skywalker'ı koy buraya:

kermit orta dünya'da

Zeytinburnu'ndan Bostancı'ya uzun bir yolculuktan sonra , minibüs caddesinden dolmuşa binip Kadiköy'e geldim. Allah aşkına Bahariye'de Garanti Bankası yok mu? Moda'ya kadar yürüdüm eşşek gibi, aç susuz, bitap düştüm. Para çekebildikten sonra bir şişe su alıp, sırt çantam ve sus şişemle turist kız gibi yürüyüp Orta Dünya'ya geldim, Star Wars Episode 1-2-4-5-6 ları satın aldım, oh ne kadar mutluyum, artık istediğim kadar hayal alemlerinde kendimi kaybedebilirim. Sonra Kadıköy sokaklarında dolana dolana Hacıoğlu'na geldim, 2 lahmaç attırdım ooohhhhh. Vapura bindim, püfür püfür, deniz şahane görünüyordu, çok hoşuma gitti.

Beşiktaş'ta boş bir Ortaköy otobüsü gelince ona bindim ki, Ortaköy'deki sıkışık trafikte oturabileyim. Ortaköy'den de tekrar otobüse binip Kuruçeşme Migros'un önünde indim, Migros'tan yüklendiğim torbalarla da bir taksiye atlayıp eve geldim, cips ve Efes Şişe Fıçı bira eşliğinde Star Wars Episode VI : Return of the Jedi'ı seyrettim, ağzım kulaklarımda... Sonra başa dönüp Episode I : The Phantom Manace'ı seyrettim. Oh oh oh...

3 Haziran 2005 Cuma

Bugün Gaye dedi ki

“yüzün sapsarı, ne olacak senin bu halin” ... mutsuzluk bu kadar fiziksel şekilde yüzeyde görünmemeli.
Bu yüzden akşam eve gelince en salaş pantolonumu giyip sahile indim, içim açılsın diye. O kadar fena görünüyordum ki kimse laf atmadı. Yürürken düşüncelerimi beynime kazımaya çalıştım ki, onları buraya yazabileyim. Blog için yürüdüm yani. Sahile indiğim anda kafam çalışmaya başladı, parkın önündeki büyük ağacın önünden geçerken “şu ağacın da fotoğrafını çekeyim de siteye koyayım” diye düşündüm, ağaç ile Divan pastanesi arasında işyerinde olanları düşündüm. Nasıl en parlak yıldızken, kocca bir hiç olduğumu düşündüm. Ama Divan’ın önüne geldiğim anda düşüncelerim Okan’a kaydı, yıllar önce bir sabah burada nasıl kahvaltı yaptığımızı, sıcak Pazar gününde herhangi 2 arkadaş gibi nasıl avare avare Bebek ‘te yürüdüğümüzü hatırladım. Açıkçası buradan her geçişte bunu düşünürüm, o günü hiç unutamam ama nedenini size söyleyemem. Belki daha sonra.

Güneş pastanesini geçip Boğaziçi istikametine çıkarken de bu satırları nasıl yazacağımı düşünüyordum, düşüncelerim Okan’dan işe kaydı yine, başlamadan biten kariyerimi, saçmasapan işimi düşündüm. Atıl kalan bir fabrika, kenara çekilen bir kayık, yayından kaldırılan bir kadın programıyım ben.

Karanlık düşünceler acı verir, bu yüzden ben her gece herhangi bir Star Wars filmi seyreder ya da Ekşi Sözlük okurum, böylece düşünmem o tatsız gölgeleri hayatımdaki. Ama Rustic’in dediği gibi “Acılarını böyle unutamazsın Kermit!”

Ben sadece bir hayal dünyasında kendimi kaybetmek istiyorum.

2 Haziran 2005 Perşembe

Tombi'nin doğumgünü

sevgili günlük,




dün akşam İspanyolca kursundan
arkadaşım Tombi'nin doğumgününe gittim, Etiler'de
Mutfaktayız 'da... Tombi, Master Yoda
kadar bilge , tam 105 yaşına bastı, yani köpek yılına göre 15... Kıvırcık
saçları ve siyah papyonuyla çok şeker, çok sevimliydi...




Mutfaktayız
'da bizim için harika bir sofra kurulmuştu, peynir-ceviz-kayısı
tabağı, kraker tabağı, kuru yemişler, cipsler ve cips sosları, milföy hamurundan
minik kuruhasanlar, şaraplar ve Semen'in yaptığı muhteşem pasta...






Tombi pastasının mumunu üfledi,
yemesi de bize düştü, biraz sonra Tombi'nin etli butlu kız arkadaşı Sindy geldi,
Allah ikisi salonu birbirine kattı, yarı yaşındaki tombik ve de şirinlik muskası
kızı gören Tombi coştu, canlandı, kızın peşinden koştu, ataklar yaptı, biz de
"bastır Tombi" diye onu cesaretlendirdik ama nafile, gecenin yorgunluğundan
olacak, Tombi vukuat gerçekleştiremedi...


Gecenin devamında geç saatlere kadar
muhabbete devam ettik, Tombi de kaçırdığı sevgilisinin ardından hayallere daldı



iyi ki doğdun Tombiş!