“yüzün sapsarı, ne olacak senin bu halin” ... mutsuzluk bu kadar fiziksel şekilde yüzeyde görünmemeli.
Bu yüzden akşam eve gelince en salaş pantolonumu giyip sahile indim, içim açılsın diye. O kadar fena görünüyordum ki kimse laf atmadı. Yürürken düşüncelerimi beynime kazımaya çalıştım ki, onları buraya yazabileyim. Blog için yürüdüm yani. Sahile indiğim anda kafam çalışmaya başladı, parkın önündeki büyük ağacın önünden geçerken “şu ağacın da fotoğrafını çekeyim de siteye koyayım” diye düşündüm, ağaç ile Divan pastanesi arasında işyerinde olanları düşündüm. Nasıl en parlak yıldızken, kocca bir hiç olduğumu düşündüm. Ama Divan’ın önüne geldiğim anda düşüncelerim Okan’a kaydı, yıllar önce bir sabah burada nasıl kahvaltı yaptığımızı, sıcak Pazar gününde herhangi 2 arkadaş gibi nasıl avare avare Bebek ‘te yürüdüğümüzü hatırladım. Açıkçası buradan her geçişte bunu düşünürüm, o günü hiç unutamam ama nedenini size söyleyemem. Belki daha sonra.
Güneş pastanesini geçip Boğaziçi istikametine çıkarken de bu satırları nasıl yazacağımı düşünüyordum, düşüncelerim Okan’dan işe kaydı yine, başlamadan biten kariyerimi, saçmasapan işimi düşündüm. Atıl kalan bir fabrika, kenara çekilen bir kayık, yayından kaldırılan bir kadın programıyım ben.
Karanlık düşünceler acı verir, bu yüzden ben her gece herhangi bir Star Wars filmi seyreder ya da Ekşi Sözlük okurum, böylece düşünmem o tatsız gölgeleri hayatımdaki. Ama Rustic’in dediği gibi “Acılarını böyle unutamazsın Kermit!”
Ben sadece bir hayal dünyasında kendimi kaybetmek istiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yaz ki muhabbet olsun.