30 Ocak 2005 Pazar

evlenmek isteyen bir takım arkadaşlara

bunu itiraf.comdan kopyalıyorum :

evrimleşendoktor; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 28; İl: İstanbul
Kocamın teyzesi iki gün önce evlendi. 48 yaşında. Bu dördüncü kocası. Birinci ile 17 yaşındayken evlenmiş. 25 yaşındayken iki kızını alıp boşanmış. Kocasıyla cinsel problemleri varmış. İktidarsız diye boşanmışlar! 27 yaşında tekrar evlenmiş. Hem de halasının oğluyla. O evlilik de 31 yaşına kadar sürmüş. Bir oğlu olmuş. Kocası trafik kazasında ölmüş. 33 yaşındayken babasının ortağı ile evlenmiş. Adamın dördüncü evliliğiymiş ve teyzem adamın 15. çocuğunu doğurmuş! Bu enişte ise sevişirken kalp krizinden ölmüş! Bizimki bir anda Edirne'nin en zengin kadını olmuş. İki gün önce de ünlü bir şarkıcının oğluyla evlendi. Balayına Dubai'ye gittiler. Üstelik damat da ondan 14 yaş küçük. Analar ne kadınlar doğuruyor görün istedim.

no comment yani.

istanbul orospu bir kadındır

siz onu çok seversiniz,
(bütün kalbinizle)
o sizin dışınızdakileri.
siz ona herşeyinizi verirsiniz,
(iliklerinize kadar)
o size bedenini.
Siz onun için yaşarsınız,
(Her nefesinizde)
O sizden kurtulabilmek için.
Siz onun için özel olmaya çalışırınız,
(o oynar sizinle)
O sizi başkaları gibi yapmak için savaşır.
İstanbul orospu bir kadındır
(siz de biliyorsunuz)
Ve bir kere tutuldunuzsa eğer
İnanın yok bir çaresi,
Kurtaramazsınız kendinizi…

O duştan sonra beyaz havluya basar ben köpeğimle yatakta yatarım bu zıtlıktan birbirimizi çekiyoruz

işte barbaros şansal , yaşını 10 sene eksik yazmışlar:) , samimi söylüyorum seviyorum ben bu adamı, deli, çok birikimli, sanatkar biri, çok etkileyici!

Allah neler demiş, röportajı okuyun:
"Okan beni keşfetti, ben de onun çift cinsiyetli zekasına aşık oldum"
"taşradan gelmiş eşcinseller modacı olarak ortalarda gezdiler ve terzihaneleri aşağıladılar"
"podyumlardaki tekdüze güzellikten sıkıldım, ben onlara silikonize botokse birlikler diyorum."
Hürriyet Pazar - Barbaros Şansal röportajı

 

TURKS sergisi

gitmek istiyoruz , bu sergi istanbul'a gelmeli!

royal academy of art'ın harikulade web sitesi

turks sergisi'nin nefes kesen web sitesi

İLBER OLTAYLI - TÜRKLER SERGİSİ

Hürriyet Pazar - bu yazıda sergide bulunan bazı parçalar anlatılıyor

28 Ocak 2005 Cuma

bu gece düşündüm ki hayat beştaş gibi, taşlar öyle sallanıyor , değişiyor ... acıtıyor, asla bilemezsin...

bu gece son
biraz sonra
bu kapıdan son kez
çıkıp yine kendimi

vuracağım yollara
kimbilir kaç kere
ıslanacak yüzüm

elimi tut,
düşman olma
ne olur parça parça
olmasın içimiz

mutlu ol, iyi bak kendine
ne olur gözüm arkada kalmasın
uzun uzun seneler var önünde
gün gelir sevgilim acıya
alışırsın, alışırsın

25 Ocak 2005 Salı

eriyip gitmek

Trafalgar Square
Oxford Street
Picadilly Circus
ve diger kulaga hos gelen cadde isimleri, meydan isimleri. adini duyunca orada olmak isteyeceginiz isimler
England , London, dunyanin akin ettigi memleket
yasamaya baslayinca bu sehirde tum bu guzel hayalimizdeki yerlerini baska anlamlara birakmaya basliyorlar. Ilk gordugundeki heyecanin yerini tanidiklik, bildiklik aliyor ve bu da yerini anlamsizliga birakiyor. Bir sure sonra hicbir anlam ifade etmiyor sokaklar, caddeler, magazalar, cekilen fotograflar. Ani olsun diye onunde fotograf cektirdigimiz Picadilly Circus melegi tastan bir kutle olmaya basliyor. Her yer oylesine bir yer oluyor iste. Oylesine.Bir yerden sonra nerede oldugunun bir onemi bile kalmiyor. Ha istanbul ha londra...
insanlar, insanlar, insanlar, yuzlerce insan, yuzlerce turist, biryerden biryere kosturuyorlar.Metro ise adeta bir insan muzesi gibi.Birbirine hic benzemeyen yuzlerce insan. Her birinin istekleri, duygulari, hayatlari, zevkleri, sevgilileri, coluk cocuklari, anneleri, yalnizliklari, hayal kirikliklari, hastaliklari, mutluluklari...Yuzlerine bakiyorum, gozlerine.Kimdir, nedir, nereye gider, kimi sever, ne dinler, ne okur, ne dusunur.Kim bilir?
Bu koca sehirde yuzlerine baktigim bu insanlar yalnizliktan baska birsey hatirlatmiyor bana. Bu kalabalikta mutsuzlar, yalnizlar, kimsesizler, terk edilmisler, hor gorulmusler icice gecmis eriyor. Bir illuzyon sanki hersey gozumun onunden akan. Bu hizda kayboluyor hersey, duygular, istekler, amaclar kayboluyor.
Bu sehir de koca bir tsunami gibi alip goturuyor herseyi yerli yerinden.
Buyuk caddeler, sokaklar, o meshur meydanlar eriyip gidiyor birbirinde. Hersey aynilasiyor.

great brit bri a i n dge t raf al cam ga den r pic a dil l town o x fo r d king c ove t gar de n por to bel so lo hoooooooooooooooo

24 Ocak 2005 Pazartesi

HOW TO DISMANTLE AN ATOMIC BOMB

nihayet “how to dismantle an atomic bomb”
bono’nun sesini duymak ne güzel, ne güzel, ne güzel

“vertigo” enerjisiyle çarpıyor

2.şarkı başka bir şarkıyı anımsatıyor bana

5.şarkıdayım, albüm bence “all that you can’t leave behind”dan daha iyi, daha u2
ama başka eski bir u2 albümünden daha iyi mi, bilemedim

biraz “rattle and hum” tadında mı ne? o ilk boy, war falan gibi sert rock değil, achtung baby gibi saf rock değil, zooropa bambaşkadır bence, onun gibi kendini kaybettiğin bir hülya değil, pop desem, ondan daha pop bu yeni albüm, synthesizer kullanmışlar baba, back to 80’s

evet evet “rattle and hum” tadında

ama o şarkıyı bulamadım hala, “stay” gibi, “if god will send his angels” gibi, “bad” gibi tekrara takıp bin kere dinleyeceğim şarkı hangisi olacak?

hımm , 6. şarkı tam rokingen gençlik şarkısı, wallahi de billahi de 90’ları anımsattı bana
7.şarkı da 80’ler olmuş

disk ikinciye dönüyor, çünkü hala “o” şarkıyı arıyorum

3. olabilir...
9 da olabilir...

ya da rustic'in dediği gibi "bazen olmaz"

22 Ocak 2005 Cumartesi

bayram dehşeti ardından perperişan

kaç kişi toplandık Allahim? biz, abiler, abilerin karıları, abilerin piçirikleri, biri kütüphaneme saldırıp kitaplarımı tek tek çekip yerlere atar, bardak altlıklarımı darmaduman eder, diğeri, bütün gün garfield ya da barbie web sitesine girip oyun oynamamızı için beynimi yer, sonra halalar, halaların kocaları, halaların çocukları-kuzenlerim, onların kocaları, karıları... ki tuba 9 aylık hamile, her an ciyak diye bağırıp oralığı karıştırabilirdi, sonra amcalar, amcaların karıları, çocukları-kuzenlerim

yakında tuba ve sibo da doğurunca siz düşünün olacakları, odama, kitaplarıma, objelerime saldıran bisürü küçük canavar olacak a dostlar



sonra bütün bu büyük ailenin yemek masası, bu masanın kurulması zaten bi saat sürüyor, fakat biz 15 dakikada silip süpürdük çorbayı, nohutu, pilavı, zeytinyağlı dolmayı, barbunyayı, mercimek köftesini, bi kilo turşuyu, 3 tabak salatayı, 2,5 litrelik colayı... ardından halamın marifeti, ev yapımı cevizli baklava...




ve kahveleri yapmak ta bana düştü dostlar, allahııımmmmm, ayaklarıma karasular indi, kaç saat mutfakta kahve pişirdim, bi kavonoz kahve bitti ulan, bittim ulan bittim, üzerine 2 saat barbi oyunu oynadım, ulan keserim şu anda hepinizi, gözüme görünmeyin laaaaannnnnn

neyse bu yemek herkesi biraz bastırmıştı, o yüzden 2 saat sonraki çay saatinde öbür halamın yaptığı profiterölü, çikolatalı kurabiyeleri, tuzluları, kestaneli pastayı yiyene kadar biraz dayanabildik!!!

bu arada biri de fındık fıstık, karışık çerez getirmiş, onları çoktan yedik tabii onu da söylemiş olayım

gerisini hatırlamıyorum, birileri geldi, birileri gitti... sirenler öttü, arnavutköy’de yangın çıkmış meğer...

kafam ambale oldu , bittim bu ne yaaahuu???

Not : baklavayı yapan halam bana da fal baktı, böööyylee uzun boylu, esmer, üçgen vücutlu bir kısmet gördü, aahahahaahahah bu ne lan playboy tivi mi ahahahahaahaaa? İsminde de H ve N varmış, ne olacak ki, olsa olsa HİNDİ olur o, oaoahaahahahhaaa

19 Ocak 2005 Çarşamba

sevgili günnük...

bir arefe günü, kırmızı rujumuzu sürüp canımız Sami beyle bayramlaştık, o da bize iyi eğlenceler diledi , böylece hayır duamızı da alıp kendimizi nişantaşılara zor attık a dostlaaarrr yetişiiinnnn yangıınn vaaarrrr diye bağırmak istedim birden oooooffffffff

kırıntı’da uzunca bir süre ayakta dikelek vaziyette yer bekledik, bu arada bir ikram bir izzet sormayın, cipsler, sosisler, minik bardakta mercümük çorbaları, hani bi de içkiyle tatlı verseler ben oradan tamam çıkar giderdim artık, neyse tam çökelek hale gelecektik ki, yerimiz hazırlandı, geçtik oturduk, yedik yedik yedik... sipeniş börgır, lazanya ve fişençips vardı mönümüzde.

bu arada yan masada sosyetik bi karı, yanında 2 piçirikle oturmakta, piçiriklerden birincisi hamburger yedi, sonra “bakaaarrr mıısınııızz” diye bağırarak garsonu çağırıp boyama getirtti, kalem getirtti, oturdu boyamaya

ablası piçirik ise fahita yedi ve evlere şenlik, o küçücük kızın SAĞLAM BİR FAJİTA YEME TEKNİĞİ vardı dostlar, ulan biz 20 yaşımızda öğrendik, bu öteki törkiya piçlerindeki formasyon durumu nedir yani? anlayan varsa beri gelsin? zaten bunlar büyüyünce o sevmediğimiz acayip tiplere dönüşüyor, böyle cilalı, sana bana benzemeyen tuhaf tipler, sabah beşte zaga’dan dönerken etiler’de gördüğümüz berbat tiplere dönüşüyorlar.



hasılı, o kadar doyduk ki, çıktığımızda rustic’e fenalık geldi, sonra ben topşop’tan ipli don alırken o dışarda bekledi, bi havalandı, sonra mango’ya gittik, tüyloş bi çanta aldım, oradan konak pastanesi’ne gittik ve meşhur acıbadem kurabiyesi ile mantar kurabiyesi’nden aldım, çünkü babam geçen hafta takır takır benim fişleri yazdı a dostlar aaaaa, çılgın bi iş yahu, kurabiye fırınını alsam yetmez ahahahahah

derken glorya cins nişantaş üssüne uğradık, birer krem bürüle latte içtik, böyle yazınca ne iğrenç oldu canım, bürüle ahahahahah, hiç te beğenmedim nişantaşı’ndaki glorya’yı, pis, berbat bi yer, en güzeli taksim’de bu meretin....

hülasa akşamı akşam ettik, ben oradan beşiktaş’a uğrayıp ruj aldım, aklımdaydı 3 haftadır, ve işte bugün de böyle geçti sevgili günlük

xo xo

kapaaaakkkk

işte rafi'nin sergisi uzatılmamış, yalanmış, kapak oldu bu da bize, vallahi de gidemedik, billaha da göremedik, artık sitesinden bakarız

kapakapakapakapakapakapakapakapakapakapaakkkk....

18 Ocak 2005 Salı

Portakal Sanat ve Kültür Evi

iflah olmaz kültür mantarlarına

Portakal Sanat ve Kültür Evi

sergi tarihi özel izinle uzatılmış, 19'u son gün... acaba gidebilecek miydik? yarın bu daşşşbord'da okuyun!

hatta

kimsenin konuşmasını da istemiyorsun
sadece kafandaki müziği duyabileceğin kopkoyu bir sessizlik istiyorsun

sanırım.

gece.

alkol.

tchaikovsky.

SESSİZ KALMANIN BEDELİ

En sonunda artık konuşmaya hiç isteğiniz kalmıyor.

17 Ocak 2005 Pazartesi

herşey ne için?

daha iyi bir hayat için mi? hayır
daha iyi bir yaşam standardı? Umurumda bile değil.
daha çok para? Hiç işim olmaz
zengin koca? Bekarlık sultanlık.
ev?bir depremde yerle bir olmayacak mı?
spor araba?bir gün iş dönüşü haliçte ölme riski
herşey ne için?
Ah ne ister deli gönlüm şu hayattan?
Çözemedim ki kendimi…
Neden herşeyin daha çoğunu istiyor herkes?
Hayatın daha çoğu yok ki?
Ömür biçilmiş , yazı yazılmış.
Kasmayalım , yaşayalım
‘yarın bize vaad edilmedi ki’
sen üzme kendini real kermit ,
kötü olan gün değil ,
kötü olan gece değil ,
kötü olan hayat değil , kader değil ,
kötü olan insanlar ……


şu Allahın belası boarda bugünün ne kadar bok bi gün olduğunu, hayattaki dertlerimi yazdım yazdım yazdım ve BOMM hepsi bi anda uçtu, nasıl oldu ne oldu bilmiyorum, ay nefret ediyorum yaa, işte kötü bi gün ya , beni blogger yapan kaderime ne diyeyim

16 Ocak 2005 Pazar

bir de şunu eklemek isterim ki

hacı hacıyı mekke'de, ibne ibneyi dakkada bulur!

kaynak:ekşi sözlük

link mink yok, girin sözlükte takılın!

15 Ocak 2005 Cumartesi

tikky atasözleri

işte size ekşi sözlükten tikky atasözleri, ben size en etkileyici olanlarını seçtim , link verme özürlü olduğumdan daha geniş bir arşiv için ekşi sözlükten takılın işte.
sizin mideniz geniş mi ha?

6. ayakkabim nike,benzemem bir sike
kulagimda kupe,vurdurum gote
(galapagosluiguana, 21.09.2004 16:23)

23. - ana gibi yar bagdat gibi diyar olmaz* (bilinçli tiki) - respect *
(thug love, 21.09.2004 22:55 ~ 22:57)

30. hacı hacıyı mekkede tikky tikkyi caddede bulur.
(nukleer baslikli kiz, 21.09.2004 23:58 ~ 22.09.2004 00:03)

55. tikky olunmaz tikky doğulur.


56. çirkin fotoğraf yoktur, az photoshop vardır.
(bushwacker, 25.09.2004 02:08)
74. tikky degilim sadece tikky sikiyorum.
(lasombra, 15.01.2005 16:38)
75. el tikkyle gerdeğe girilmez deermişim.
(bilmezuydurur, 15.01.2005 16:41 ~ 17:36)
95. ev alma piyasa al.
(mumbly, 15.01.2005 19:03)
Copyright © 1999-2012 Sourtimes Entertainment

14 Ocak 2005 Cuma

forever young. I want to be forever young.

let's dance in style,
lets dance for a while
heaven can wait
we're only watching the skies
hoping for the best
but expecting the worst
are you going to drop the bomb or not?
let us die young or let us live forever
we don't have the power
but we never say never
sitting in a sandpit,
life is a short trip
the music's for the sad men
can you imagine when this race is won?
turn our golden faces into the sun
praising our leaders
we've getting in tune
the music's played by the madmen

forever young, i want to be forever young
do you really want to live forever,
forever and ever

some are like water,
some are like the heat
some are a melody and some are the beat
sooner or later they all will be gone
why don't they stay young
it's so hard to get old without a cause
i don't want to perish like a fading horse
youth is like diamonds in the sun
and dimonds are forever
so many adventures couldn't happen today
so many songs we forgot to play
so many dreams are swinging out of the blue
we let them come true

forever young, i want to be forever young
do you really want to live forever,
forever and ever

12 Ocak 2005 Çarşamba

24 - Televizyon dizisinde 'terörist Türk aile' - 8 Ocak, 2005 1

Bu özet kullanılabilir değil. Yayını görüntülemek için lütfen burayı tıklayın.

24 - 4.sezon

wallaha tipik amerikan dingilliği mi, salaklığı mı
yoksa şu muazzam memleketi, yonanistan kadar tanıtamamış bir milletin müstehak olduğu durum mu bu?

evet bizi arap sanıyorlar, çöllerde düvelle gezip önümüze geleni doğradığımıza inanıyorlar, bizim için bir espri haline gelmiş bu stereotype'lara inanıyorlar gerçekten de!!

ulan barboros şansal'ı turizm bakanı yapsınlar
yıkılırrrrrrrrrrrrr

{ Vatan Gazetesi � }

Hayallerimi bana bırakın

Etrafım hayallerimi çalmak isteyenlerle dolu hep ,neden?

Kimisi sevgilimi istiyor ,kimisi arkadaşlarımı,
kimisi benim projemi yapmak istiyor ,kimisi beni proje yapmak ,
kimisi benim olduğum gibi olmak isteyor…
kimisi saçını boyatıyor mesela bana benzemek için,
kimisi benim kıyafetimi giyiyor.
kimisi benim cümlelerimle konuşuyor , benim düşüncelerimi düşünüyor kimisi ,
kimbilir belki de kendinden kaçmak için
beni kullanıyor hep birisi…
beni büyütüyorlar içlerinde,
kendilerini küçültüyorlar dışseslerinde
düşsellerinde benim hayatımı yaşıyorlar,
beni yaşatıyorlar heryerde.

Anlayan anladı , anlamayan havaya baktı,
ağzına sanal bir kuş kaçtı.
Bu da şairin isyanıdıydı…

5 Ocak 2005 Çarşamba

bugün gülmek için ne yaptın?

hayat ne kadar rutin. büyümek ne fena. üniversitede olsak, nerede akşam orada sabah gezip tozarak, her gece içeip sarhoş olsak ve bu bize koymasa, çünkü sabahın karanlığında kalkıp işe gitmek zorunda olmasak. ama bu çirkin dünyada illa ki büyüyeceğiz. maaşımız, servisimiz olacak, her ay kredi kartı borcunu ödemek için her sabah karanlıkt kalkıp işe gideceğiz, her akşam boğucu bir trafikte boğuşup eve leş gibi geleceğiz. ve bu bile bir şans, evet bu rutin hayata sahip olmak bir şans, bir ofis işin olması, maaşının olması şans, çünkü o kadar çok insan buna sahip değil ki, en temel yaşam hakkı, insanca yaşamak için en gerekli ihtiyaçlar lüks ve şans artık. bir elin parmakları kadar arkdaşım var. hiçbirimiz hayallerimizin peşinde koşmuyoruz. hoş benim hayalim falan kalmadı, şu anda ne istiyorum bir düşüneyim: yarın sabah uyumak istiyorum, sabahları karanlıkta uyanmak zorunda olmamak istiyorum, işten erkenden çıkmak, istiyorum, ama işimle ilgili birşeyler yapmak istiyorum, kendi sınırlarımı ölçmek, kendimi zorlamak, sonunda kendime aferin diyebilmek istiyorum, tek derdim kendimle, kendimi hayal kırıklığına uğrattığımı sanıyorum, potansiyelime ihanet mi ediyorum. merak içerisindeyim, hayallerimize ne oldu yahu? herhalde hiçbir zaman tekneyle dünyayı dolaşmayacağız ya da bir çanta takıp sırtımıza, tibet’e gitmeyeceğiz. ama işte buradayız, uzayda bir yer kaplıyoruz , ahmet bey’in dediği gibi bize vaad edilmiş hiçbir şey yoktu, o halde mutsuzluğumuz neden? bize hiçbir şey için söz verilmedi, işte dünya bu, hayatın bu, yerse durumları var yani. o zaman neden mutsuzuz? en azından hala “aman boşver, kasmayalım” diyebiliyoruz, gülebiliyoruz. o halde bizden iyisi yok bence, çünkü kimse GÜLMÜYOR. biz her fırsatta gülüyoruz, artık çoğunlukla hiçbir şeyi takmamaya çalışıyoruz, ne yapayım, bu işte, hayat bu, şu andan ne alırsan o kadar, bugün ne kadar güldüysen yanına kar kalan o, gerisi de boş, o yüzden hep bunu düşünmeli, bugün gülmek için ne yaptın?

2 Ocak 2005 Pazar

REAL FIESTA -- > MACARİSTAN

REAL FIESTA -- > MACARİSTAN

dostlar, macaristan maceralarımı siteden okuyabilirsiniz, ne yazık ki bu seyahatin büyük bölümünde macar şaraplarıyla bulut gibi olduğumdan çok fazla şey hatırlayamadım, zaten 1999'da gittiğim ilk seyahatimdir kendisi...

saygılar

site taratoru.

kırmızı rujdaki keramet

anlamadım sayın seyirciler ben bu işi, yıllardır bişeyi kaçırmışım, uzun yıllardır pastel tonda pembe rujlar, ya da sadece parlatıcı, çilekli nivea lipcare falan sürerim, dün gece ise kıpkırmızı rujumu sürdüm ve aman Allah herkes bana ne kadar güzel oluğumu söyledi... arrrrrrrrrrrrggggghhhhhhh bu muydu yani işin sırrı??? bunca senedir kırmızı ruju mu ıskalamıştım yarebbimmm???? ruj da harbi kalıcıymış, sürdüm gittim zaga'ya... kahve içtim, kola içtim, insanları öptüm, programı seyrettim, çorba içtim, eve geldim hala duruyo... işte sabah oldu , o kızıllık hala dudaklarımda, ulan her rengini alacam tamam, nasıl olsa para bok!!! tövbee tövbeee


1 Ocak 2005 Cumartesi

yılbaşı eğlencesi, daha doğrusu rezaleti

yılbaşı pirokramimda değişiklik yaptım ve özgür arkadaşımızla erol’un partisine gittik... (ana real kermit’in kedisi erol adam olmuş parti veriyor demeyin, bu erol başka, cervantes’ten, miyavlamıyo ahahahaha) ortaköy’de titanik ucuzluk pazarı yanında bilmemne apartımanına girdik, alt kata indik, Allah girişte kırmızı pavyon lambası, , abiler askılık koymuş, koridora alçak masa ve iskemleler yerleştirmiş, ortam tam bar ve fuhuş havasında, bi tane küçük mutfak, alkol ve doritos alaturka dolu, bi tane dj odası, ama aslında orada bi yüklük var, yer yatakları toplanmış üzerine, bi de çıplak marley bi oda, tam bi bekar evi, ışık yok, mumlar yakılmış, bangır bangır müzik... müzik başarılıydı, başladık şarap içmeye, abiler gassaray mezunuymuşlar ama beğenmedim tiplerini, bu erol kesin abaza bence, bi de haluk vardı, bütün gece zıpladı arkadaş, aman aman bence o da! Sonra bi oğlan tequila dağıtmaya başladı, ben de bi shot içtim önce, çok hoşuma gitti, “buralarda tequila dağıtan sempatik bi çocuk vardı, nerede o?” diye sordum birine, ana çocuğun ta kendisine sormuşum, tesadüfe bak hahayt, ben bi tane daha shot içtim ve herhalde alkolun etkisiyle çocuk bana bi sempatik gelsin, bi sempatik gelsin sormayın a dostlar, sekiz (8) tane tequila içtim tövbe 2’den fazla içmem ben!!! Haliyle gece yarısı olunca çocuğu öptüm bi güzel, ve sonra koptum, bulut gibi oldum, zurrrrnaa gibi sarhoş oldum, başladım kusmaya, önce bi tabak doritosun üzerine yallah, sonra özgür beni dışarı koridora taşıdı, Allahım bi saat kustum, böle kusmuk içinde başlayan bi yıldan hayır gelmez ben size söyleyeyim ahahahaha, neyse kusmuk tükendi ama ben yılmamışım, safra boşalttım, zaten beni o mahvetti... sonunda özgür beni aldı, taşıdı resmen garibim, arabaya koydu , eve getirdi, yatağa yatırdı... ulan bu iki oldu, bi kere de üniversiteden mezun olurken bu kadar içip kusmuştum, çito beni yatırmıştı yatağa... sonra 1 ocak günü öğlen 12’de kalktım, bi posta daha safra boşalttım , hiçbişi yiyemedim, yattım 3 saat daha uyudum, kalktım bi tabak çorba içtim, ama mide berbat, biraz uzandım, sonra esti bana, atladım beşiktaş’a gittim, 2005 günlüğümü aldım, ardından kendime kırmızı, kıpkırmızı bi ruj aldım dostlar, bu sene dağıtacam ortalığı herkes sıkı dursun, kırmızı rujlu site taratoru geliyooorrrrrr