30 Kasım 2004 Salı

hakiki fotoğraf nedir

beni etkileyen pek çok fotoğraf vardır, bunlar çok zekice çekilmiş reklam fotoları olabilir, güzel insanların harikulade siyah beyaz sanatsal fotoğrafları olabilir , national geographic'te yavru ayılar, hipopotamlar, japon turnaları da olabilir, hatta bir kermit fotoğrafı beni güldürebilir, hayran olduğum birinin gündelik, doğal halde çekilmiş fotolarını hiç unutmam, misal serge gainsboug ile jane birkin banyoda, hatta bi ara bu fotoyu wallpaper yaptım da şirkette gaye annemle babam sanmıştı onları



fakat bence gerçek fotoğraf bu etkileyici ya da anlamsızlığıyla çapraşık sanatsal fotoğraflar değil kesinlikle, bence gerçek fotoğraflar gerçek anları hapsettiklerimiz, bayramda tüm aileyi toplamayı başarıp deliler gibi gülerek çektiğimiz fotolar, mezuniyet gününde arkadaşlarla, barda içerken, yabancı bir memeleketin dar sokaklarında gezerken, gülerken, ağlarken, sarhoşken, aşıkken, depresyondayken , nefret ederken, ihanet ederken, merakla bakarken ve hiç bakmazken çekilen fotoğraflar, bakınca beni güzelliği, anlamı ya da çapraşıklığıyla değil, bende uyandırdığı hatıralarla , duygularla etkileyen fotoğraflar. bence gerçek fotoğraf bu.

ah ulan bu eski fotolara bakıyorum, hepsini taramam lazım, siteye koyacağım, altüst oldum, ne maceralı bir hayat yaşamışım, şimdi böyle uyuz uyuz oturuyoruz... gidelim sıkı bi içelim bu hafta sonu yaahuuuu

L’amour physique est sans issue...

29 Kasım 2004 Pazartesi

İlişki dediğin nedir ki?

İlişki dediğin nedir ki?

İdeal ilişki için ideal adam şartları: Bir adam bu cümleyi izleyen özelliklere haiz oldu, oldu; olmadı; o ilişki ideal mideal olmazJ

Adam dediğiiin; ilkin, tip olarak ceymis diin’e benzemese de, yamuk bi tip olmayacak, ille de kız gibi güzel ve de zarif olmasın evet, ama; yüzüne de bakılır olacak. Netekim erkeğin yakışıklısı da pek hayır getirmez. Bütün kadınlar olmasa da, hatırı sayılır sayıda kadını peşine takar alimallah...Ondan sonra uğraş dur...

Adap erkan bilecek; bir muhallebici olsun, bir restaurant olsun, cikis bir bar olsun girdi mi, gereği neyse yerine getirecek, ortamlarda sırıtmayacak! Bir şökeletli sufle bir dondurmalı birowni olsun şanımıza halel getirmeyecek, nerden bulaştık bu abiye de dedirtmeyecek.

Her tür müziği hakim olacak , yerinde türkü çığırıp halay çekecek, yerinde çil aut beybi çil aut!

Sonra anadolu terbiyesi, olmazsa olmaz! Efendi adamın hali başka...

Veee son olarak, adam dediğin peşinden koşturmaz, peşinden koşar!... Senin nazının farkında bir şekilde, seni ikna etmeye çalışmaktan yorulmaz. Tabii kız da bu arada iki ileri bir geri ilgisini belli edecek ki, adamın şevki kırılmasın. Nedir günümüz erkeğinin reddedilme fobisi! Ama bugüne bugün, erkekler değil kızlar koşturur oldu beylerin peşinden, olmaz yahu, bizi bozar! Ama genel geçer kural hala erkeğin kadını ikna etmesi olmalıdır. Çünkü inandığım şey odur ki; peşinden koşulmayan kadınların önemi her zaman gerektiği gibi anlaşılamamaktadır, değil mi ya?.



Diyelim ki bunların hepsi oldu, bitti ; tam da bu özelliklere göre bir erkek bulundu. O ilişki ideal mi demektir? Elbette ki hayır! Bunu düşünmek, durum için fazla saflık göstermek olur sanki. Çünkü bir ‘ ilişki = stres ’ demektir. İdeal bir ilişki olsa da, bu durumun hayatınızdan stres denen olguyu çıkaracağını asla zannetmemeli! Bunun olacağına inanmak, gökkuşağının altından geçmeye inanmakla eşdeğerdir nazarımda.

Şökeletli sufleye, tek buzlu viskiye hacet yoktur, daha fazlasına kafa yormaya da gerek yoktur! Tek olanı biteni; biraz arabesk olsa da, bir yazarın dediği gibi yüreğinizin götürdüğü yere gitmektir...

İnce işler bu işler, ağır geldi bana, derhal topukluyorum ortamdan...

28 Kasım 2004 Pazar

yine öküz gibi yedik

bikaç tane kız taksim odakule'de ya da nişantaşı kırıntı'da buluşur. bunlar sakin görünümlü, spor giyimli, temiz yüzlü tiplerdir, arızaları dışarıdan görünmez, saçlarında mavi meçler olmadığı gibi , aralarında mini deri etek, file çorap ve çivi topuk siyah yılan derisi ayakkabı giymiş olanları da yoktur, en fazla rumuz goncagül arkadaşın meşhur , ucu çarık gibi havalara bakan kovboy çizmeleri vardır, takır takır yürümektedir, yani bunlara bakınca böylesi bir yeme kapasitesi, öğütme ünitesi, boşaltım sistematiği beklemezsin bunlardan, insan görünümlü tipler bunlar, yemezler bu kadar dersin, fakat heyhat, tiplerimiz çoktan hedefe kilitlenmiş, midelerinin doğrultusunda keklik tadında sektire sektire ilerlemektedirler

bu aşamada sürecimizi a.nişantaşı ve b.taksim olarak ele alacağız
a. grubumuz, kırıntı'ya girer , üst kattaki sevilen masaya oturur, ve o sakin, o aklıbaşında tipler ardı ardına onion ringleri, mozarella stickleri, eritme peynirli nachoları kıvırıp yutar, vakarlı ince cila çoktan çatlamış, isterik kahkahalar arşüalaya ulaşmıştır, yetmez, ispanyol burgerleri, dana kaburgaları "ugh zagor , arkadaşın kahvaltıda bir bizon yedi!" , fajitalar birer birer yutulur, bitmez üzerine brovni sipariş edilir, allah yanında dondurmasıyla, tanrılar çıldırmış olmalı...



anlamadım ki ben neremize yiyoruz bunları?

b.eğer odakule'de buluşulmuşsa, çeşitli parametrelere göre ince hesaplar yapılır, mekan seçilir, artık bibuçuk'ta kanat mı, tilek-pera'da kılap sandaviç mi, ara'da köfte mi, çılgın sucuk'ta kaşarlı-sucuklu-acılı dürüm mü (ama rustik her seferinde ishal oluyo, bende minik pırtlamalarla yoğun kavurucu gaz kütleleri oluşuyo, rumuz goncagül'ün midesi deliniyo bu dürümden), asmalımescit'te meyhane mezeleri mi, canım ciğerim mi ne uygunsa, yenir yutulur, yeter mi yetmez tabii, halbuki öğlen yemeğinde karavanada ciğer-piyaz yemişsin kaz gibi, üzerine helvayı yutmuşsun, yetsin sana? yok! tamam yedin akdeniz pizza'yı, üzerine git sen özsüt'e, çikolatalı sufleyi yut, bi de o kabın kıyısını köşesini kaşığınla kazı iyice aman bi kırıntı sufle kalmasın! (ayrı tabakta da dondurması var bunun bir de)

ve her hafta mutlaka böylesi bir gece yaşanır ve bu gecelerin mottosu daima aynıdır.

25 Kasım 2004 Perşembe

gelecek

efendiler,

ulusal kalite konferansı'nın ikinci gününü tamamlamış bulunmaktayız
bugün oturumlar"manfred kets de vries"nin ki kendisi "yönetim ve liderlik profesörü"dür ultra hiper ineraktif sunumu ile başlamış oldu, amcam kısaca yöneticilere "bugünü yaşayın çünkü ölüm saati geldiğinde 'keşke ofiste daha çok vakit geçirmiş olsaydım' demeyeceksiniz" buyurdu. başka zirvelere tırmanmak yerine , nehirde yüzün, günbatımını izleyin vb vb öğütler verdi, oldukça duygusal, komik ve etkileyiciydi.sözlerinden beni en çok etkileyen "MENTAL HEALTH IS HAVING A CHOICE" oh my god! bu herşeyi açıklıyor! ve şu da bence çok vurucuydu
"WHAT IS HAPPINESS? it is having: 1.something to do 2.someone to love 3.something to hope for" ah ah eyvah dedim içimden, hangisi var bizde? ve konuşmasında yaptığı alıntılardan birini mutlaka yazmalıyım : "EĞER BİRİSİ SİZE EŞŞEK KULAKLI OLDUĞUNUZU SÖYLERSE ALDIRMAYIN, EĞER İKİ KİŞİ BUNU SÖYLERSE KENDİNİZE BİR EYER ALIN "
güzel karikatürler gösterdi, birinde şöyle yazıyordu "THE CUSTOMERS ARE OUR GREATEST ASS (ET) püaahahaha veee en sonunda şöyle bağladı MOST PEOPLE (70%) QUIT THEIR BOSS NOT THEIR COMPANY

efendiler , günün ikinci konferansında jan nahum'u dinlemek üzere "gelecek tasarımı ve vizyonerler" seminerine katıldım fekat kendisi roma'da italyanlar'a türkiyenin neden eu'ya girmekliğinin iyi bişey olduğunu anlattığı için konferansa gelememiş ama paranın gözü kör olsun, videoya çekmiş sunumu yollamış, yani ööle kamaraya konuşup annatıyo, arada slaytlarını da sokuyo mis gibi... fakat sunumunu çok sevdim, türk oto sanayi için bir swot analizi yaptı, çok sevdim ben hep swot örneği araştırırp dururum, bu harikaydı, sonra da oto sektörünün gelecek 20-30 yılını tasarladı ve bu çalışma da heyecan vericiydi çünkü türk oto sektörünün eu'nun bu alanda rekabetçi gücü olmasını öngörmekteydi, ama bence benim içinde bulunduğum sektöre uymaz, çünkü biz moda tasarlıyoruz ve sekiz sene sonra tasarlanacak bir pantolonun spesifikasyonlarına bugünden yön vermek bence imkansızdan öte yanlış, modanın tabiatına aykırı çünkü eşyanın tabiatı vardır ve eşyanın tabiatını değiştirmek için eşyayı değiştirmek gerekir.

efendiler,
bu seminerin ardından açık büfeye gidip biraz tavuk eti ve iki adet zeytinyağlı dolma yedim

efendiler,
günün devamında dünya bankasından bir bey düşüncelerini bir takım fikirlerini tevdi etti, beni çok etkileyemedi, yeni ekonomide çok hızlı hareket etmekliğimizi, international networkingimizin süper olmaklığını, yeni trickleri öğrenmemizi, ve bu hiper-rekabetçi yeni ekonomide %100 güvenilir olmaklığımızı anlattı.

ve nihayet "küreselleşme" temalı kapanış oturumuna ve o harikulade erkek sesi muhteşem fiziğiyle ortalığı yıkan geçen güler sabancı sahnede yerini aldı.
bu oturum hakikatten çok zevkliydi, güler ablam gerçek bi işadamı olduğu için deneyimlerine dayanarak son derece gerçekçi ve pratik konuşuyordu, ve onun konuşmasından çok zevk aldım, çok yeni birşey söylemedi ama netliği ve tecrübesine dayanarak konuşuyor olmasından doğan gerçekçiliği, gerçek hayattanlığı beni etkiledi. diğer iki katılımcı, iki kıymetli profesörden sayın prof dr ilhan tekeli bana 2 no. büyük geldi, yani söylediklerini alıp kafamda bir yere oturtamadım, diger prof orhan güvenen, uzun cümleler kuruyor, lafı daldan dala konarak uzatıyor da uzatıyor ama arada o kadar hoş bir kelam ederek beni yakalıyordu, nitekim her tiradı uzun uzun alkışlandı bu hocanın ama güzel bişey söylüyor, sonra bidolu laflarla bunu boğuyordu, yine de ustalıkla kullandığı teatral ses tonuyla oldukça etkileyiciydi, benim en beğendiğim yorumu şu oldu, türkiye'nin en gelişkin döneminin 1923-1938 arası olduğunu (gsmh 7,2 ve enflasyon -2) bu dönemde toplumda sosyal sermaye (yetişmiş eğitimli insan, iş adamı, bilimadamı, hekim, teknisyen, diplomat vb gibi) olmadığını, ama Mustafa Kemal'in bu eksiği kapatmak için insanüstü çabayla çalıştığını anlattı ve şöyle dedi "1950lerde türkiye'ye demokrasi geldiğini söylüyorlar, 1950lerde türkiye'ye demokrasi gelmemiştir, bu dönem 1923-1938 karşı bir harekettir, evet o insansanlar hoş, beyefendi adamlardı ama dünyayı bilmiyorlardı"
işte bunu açıkça dile getirmesine bayıldım, bravo dedim kendine, fekat akabinde lafı uzattı da uzattı, ama sonra türkiye'nin hemen her konuda geliştiğini, şu salona bakınca dünya çapında adamlar gördüğünü ama siyasi irade ve yönetim konusunda gelişemediğimizi ve değer sisteminde tahribat oluştuğunu anlattı. (sorunların temelinde yatan : 1.matbaanın 300 yıl geç gelişi, 2.osmanlı'da anavatan anlayışı olmayışı 3.sosyal sermaye eksikliği)

efendiler,
hepinize iyi geceler dilerim, kendimi de tebrik ederim, bu kadar şey nasıl aklımda kalmış, helal olsun bana, aman beni konferansa yolladılar allah allah nasıl oldu diye gaza mı geldim ne???

24 Kasım 2004 Çarşamba

kalite

efendiler,

bugün ulusal kalite konferansı'na gittik,
açılış konuşmasını, benim de tokyo üniversitesi'nden danışman hocam olan keniçi ohmaye tevdi etti, konuşmasının özü : artık geleneksel ekonomi değişti, bilgi-işlem tabanlı yeni siber-ekonomi doğdu, bunun da temeli internet ve ingilizce, bu değişime uyamayanlar en azından yönetimi tek elde toplayan merkezi devlet yapısını değiştirip, yerel yönetimleri serbest bırakmalı, yerel yönetimler yabancı yatırımcıyı çekmeli, federasyon yapısı iyidir, o fakir irlanda e-hub kavramını yarattı, köşe oldu, pokemon'u herkes tanır, türkiye avrupa birliğine girmesin, en iyi olduğumuz 3 endüstri seçelim, türkiye'de en çok yatırım yapan ülke fransa... vb.vb. japon iyiydi , kitabını da verdiler, okuruz.

sonra efendime söyleyeyim, "uzun dönemli planlama" konferansına girdik, burada da dpt'den bir bey ile manchaster üniversitesi'nden iki adet ingiliz , bir de koç üni.den strateji profesörü var idi, fekat bu ingilizlere mesela demişler ki, 20şer takkanız var, bunlar da slaytları pırttttt diye geçerek 20şer takkada bitirdiler, anlattıkları konu foresighting-öngörü , ben çok kitabi buldum sunumlarını. ama ama ingilizlerden biri süperdi, off bee içim açıldı açık söylüyorum bak.

sonra bir yeme içme faslı oldu ki , facia! açık büfede yemek bitti sonra bir kazan dönerle bir kazan pilava saldırdık, ayrıca yemek yiyecek masa olmadığı gibi yedikten sonra tabağını koyacak bir masa da yoktu, yerlerde tabak dağları oluştu malesef. tatlı menüsü çok zengindi ama yemedim merak buyurmayınız.

yemekten sonraki seminer "iyi yönetişim - good governance" konusundaydı fakat 3 panelistten 2 tane yabancı olanı GELMEDİ- sebep belli değil! ve geriye kalan emekli büyükelçi, unesco türkiye milli komisyon başkanı , evet müthiş bir beyefendi ve dolu dolu konuştu ama söyledikleri bizi olaydan, zamandan, mekandan koparttı, azınlık hakları, uluslararası ilişkiler derken coştu gitti kendisi .. peki... ama ... yönetişim??

sonunda kaçtık valla, değişim yönetimine gelip erdemir'in değişim öyküsünü dinledik ama ondan önce petlas'ın ki süpermiş, işte onu kaçırdık

ve en son olarak en sevdiğimiz "altı sigma" seminerine girdik, oldukça etkileyici sonuçlar veren bir yönteme benziyor, valla ben bi oturup incelemeye karar verdim.

efendiler,

konuşmamı burada noktalarken vb.vb.vb.

ayın elemanı

merhaba

real fiesta administrattoresi olarak, "rustic" arkadaşımızı ayın elemanı seçtim,
kendisini bir şeref madalyası ile taltif ediyorum
gözlerinden öper, başarılarının devamını dilerim


Ceviz Mucizesi !!!

Bir cevizi elinize alinca, en disinda bir yesil kabuk, sonra tahta bir yapi,
daha sonra ince bir zar ve en İcte de tartismasiz sekilde insan beynini
hatirlatan beyaz bir yapiyla karsilasiriz. Ceviz, disindaki yesil kabugu ile
kafa derisine, sert kabugu ile kafatasina, icindeki zari ile beyin
zarina, asil meyvesi ile de beyine benzeyen harika bir gidadir. Beynimizin
kucultulmus bir modeli olan cevizin meyveler arasinda gümüs iyonu ihtiva
eden tek meyve olmasi elbette harikadir. Fakat bu gümüs iyonuna, icra ettigi
elektronik vazife acisindan ihtiyac duyan tek organin beyin oldugunu
soylersek, saniriz bu muhtesem benzerlik ve mukemmel yaratilis karsisinda
tuyleriniz diken diken olacaktir....

23 Kasım 2004 Salı

bulanık mide

Ben de diğer kadınlar gibiyim aslında...
bi farkım yok , hepsi numara.
Aşık olunca hemen rejim yapmaya karar veriyorum , sanki biraz daha zayıf olsam ne değişecekse , zaten 55 kiloyum ama insanoğlu işte , takıntıların bir toplamı.
işte bugün bu tip rejimlerimin bilmem kaçıncı yüzüncüsüne başladım .
liste aslında çok basitti
sabah 1 bardak su + yarım simit + şekersiz sütsüz ama filtre kahve
öğlen ot salatası + 3.5 adet köfte
ara öğün 3 mandalina ile başlayıp , eti negro hayali ile devam etti...
üzerine açlığı kessin diye 2 sert sigara + 1 de sert kahve
akşam dominos pizzadan 2 dilim vejeteryan , 1 dilim salamlı pizza + l kutu 33lük light kola
saat 11:00 dolaptan çikolatalı – fıstıklı iki dilim pasta
üzerine diktim bir litrelik cola şişesini lak lak bi baktım yarısındayım , midem bir hoş oldu , şimdi de yat geber ekmeği niyetine tuzlu fıstık ile hani böyle kavrulmuş tuzlu mısır tadında bilgisayar başında takılıyorum.,
hem aşık olup olmadığımdan emin değildim ya , walla midem bulanıyo , bu rejim beni çok fena sarstı be ,sonra aşklar niye bitiyor diyorlar , ulan bir hatun bunun acısını heriften çıkartmayacak ta kimden çıkartacak a dostlar?

22 Kasım 2004 Pazartesi

bulanık aşk

ben aşığım dostlar ....
artık dağlara taşlara ait değilim , doğrulara ya da yalanlara
öyle apaçık ortadayım , rüzgara doğru yüzüm
gurur da değil ki umrum , ben aşığım.
aklım dağınık ya da düşüncelerim kararsız değil
adam da pek farkımda değil , hatta hiç farkımda değil
ama ben de onu farketmemiştim yıllarca , ne yani sonradan mı anladım ?
ama hani aşk ilk bakıştaydı ,
hani ilk gün neyse , son günde oydu ,ulan yoksa ben aşık değilmiyim?
bak boka sardık şimdi , az kalsın şair oluyordum , tam köşeden döndüm ,
ulan walla ben evde kaldım!
yok yok ben aşık değilim ,sadece gözlerim bulanık , çok çalıştım bugün ondan olacak.
ay kaçıyım en iyisi bu alemlerden.

21 Kasım 2004 Pazar

Galata vs. Pisa

işte bu Galata Kulesi bize zamanında bir kapak olmuştu ki, öyle böyle değil
akabinde kalkıp Pisa'yı görmeye gitmiştik

Hürriyet te haber yapmış bu kaderin bağladığı kuleleri
bugünkü Hürriyet Pazar'dan galata vs. Pisa - kuleler yazısı

 

19 Kasım 2004 Cuma

ayva

nasıl bir meyvadır bu ayva? şöyle sulusu olur , kurusu olur, kurusu insanı tıkar alimallah tık diye kalırsın bi takılırsa gırtlağına... bi de özelliği kaşıkla yenmesidir ki ben anlamıyorum bunu , evde ne zaman ayva olsa, bizimkiler bir kaşık çıkartırlar, kaşıkla oya oya parçalar çıkartıp yerler, niye ki??? ben bi bıçak alır dilim dilim yerim, fakat bi gün amcama bi dilim ayva verdiğinde "kızım kızım ayva böyle fileto gibi yenmez, kaşıkla yenir" diye hayat bilgisi vermişti, yahu ne yapayım?? bir de bu ayvayı ayılar sever miydi? aklımda böyle bi şey kalmış ama , ayının yediği armuttu galiba, ayva ne ki...ya ben gece onda eve gelmiştim, baktım mutfakta bir adet ayva, fakat bir haftadır görüyorum ayvayı, karşılaşıyoruz yani neyse en sonunda aldım ayvayı, davrandım bıçağa, fekat fekat , bir ayvayı yemişim Allahım , koçanını da kemirdim, işte şuracıkta duruyor çekirdeklerle kemirik koçan, ayı mıyım ben yarebbim, kurbağayım! zaten o kalıntılar yüzünden, onlara baka baka, bu vicdan azabıyla oturup bu yazıyı yazdım , sen düşün! ve fakat bir ayva yenir mi YAAAAAHUUUU , peklik yapar ühühühüüü

18 Kasım 2004 Perşembe

dabülü nedir?

Aslinda "Dabülü", tüm özelliklerini kaybetmekte olan bir ulusun, çağdaşlaşmak adına herşeyini (namusunu, malını, ülkesini) yitirme yolunda , "The" Marmara ile basladigi yolda, basın ve yayın yardımıyla ulaştığı önemli bir basamağın simgesidir.
Komik degil, ağlanması gereken bir olay...


Olay aslında basit bir Adres kodlama:

Gönderici telefonla adres sorar.
Santral "Hürriyet Medya Towers" şeklinde yanıtlar.
Towers'i anlayamaz ve santral anlamasi için kodlar ve mektup zarfi ekteki gibi gelir.

alalhım gelmiyo işte , sayın adminim bak şimdi de resmi koyamadık , vatana millete rezil olduk , boru olduk , dabülü bize kapak oldu iyi mi?

öğrenmenin bedeli

arkadaşın biri şöle demiş :

Önceden öğrenenler indirimli fiyattan öğrenir
Otoriteden öğrenenler özgürlük bedeliyle öğrenir
Deneyerek öğrenenler etiket fiyatından öğrenir
Hayattan öğrenenler gecikme zammıyla öğrenir
Hayattan da öğrenemeyenler boşa gitmiş hayatlarıyla bile öğrenemezler.

waLLa şahsen ben deneyerek öğreniyorum , herkese tavsiye ediyorum.

bu arada arkadaşın adı arthur miller , susan millerin büyükbabası olsa gerek..bunlarda da aiilecek bi durum var yani...

17 Kasım 2004 Çarşamba

what does a "nickname" mean?

kardeşim? ne demek nick name? sanal ortamda edindiğin rumuzun, takma adın, alias'ın değil mi? birileri de gider nick name yerine kendi adını, kendi adı yerine nick name'ini yazar... bir de utanmadan yazının altına dana kadar adını da tekrar yazar, sonra da sahnede söylersin artık

boşu boşuna ah boşuna boşuna topuğumdan vuruldummm

sana diyorum behey rumuz goncagül!!!!

BEŞLİK ÖNDE BEN ARKADA...

Kapadokyadan Pazar gecesi dönücez, yorgun olurum diye tatil dönüşü izin alıyorum, insanlar işlerine dönüyorlar, ama ben onlardan olmıycam, en azında bu seferlik diye. Bu pazartesi iş yok sadece, yatmak var. Ama daha sabahında bu izin gününün, kalktım erkenden bi bok varmış gibi sabahın 8 inde kargalarla beraber. Sonra, sabah yemesi içmesiiii yayıla yayıla, ohhh, tatil varmış anasını satıyım... Ama yok olmuyor böyle, çok geçmiyor bu yayılma faslının üzerinden, kurtlanıyorum, durur muyum... Odamı toplamalıyım hissi vuku buluyor bende, hizmetçi ruhlu muyum, ne bokum anlamadım. Neyse giriyorum temizlik olayına, bi zaman sonra sıra çantama geliyor: Neyse çantamdaki çöpleri boşaltıyorum, fişleri ayırıyorum, (bi de yılbaşı geliyor vergi iadesi hesabı, yahu ücretli çalışan olmak ne zor diye düşünüyorum bi an...) toz toprak içinde çanta. Tabii 3 günlük kapadokya gezmesi boyunca ne bulduysam doldurmuşum, herşeyi boşaltıyorum, çırpmam lazım çantayı, seyirtiyorum mutfak balkonuna doğru, eminim artık, çantada hiçbişi kalmadı. Sonra ters çevirip boşaltıyorum çantayı, boşaltmamla birlikte, bir 5 milyonluk çantanın içinden çıkıp, uça uça uzaklaştı şaşkınım ama yerçekimine güveniyorum, hah tamam yere düşüyor gidip alırım derken, döneee döneee gidip alt katımızın alt katının salon penceresinin önündeki taşlığa konuveriyor. Kuş musun be mübarek ne işin var lan komşunun çöplüğünde, gel buraya diyemiyorum... Yok, alabilmem mümkün değil! Uzanıp alamam, sopa uzatsam, o kadar uzun bir sopa yok, mecbur gidip çalacaz adamların kapısını. Ulan beş milyon için çingenelik mi yapıcam diye geçiriyorum içimden, fakat niye bırakayım abi beş milyonumu elin herifine. Sokaktan mı topluyorum parayı... Tabi heriflerin bu beyin fırtınasından haberi yok... Karar veriyorum ve iniyorum iki kat aşağı, don gömlekten az biraz üsturuplu bir eşofman takımıyla adamın kapısını çalıyorum. Hayır üç senedir oturuyoruz bu apartmanda ama, kimseyle ilgilenmemişim ki bugüne kadar kimseyi doğru dürüst tanımıyorum ki; ‘bilmem ne abicim, sizin salon camın önüne para düşürdüm , bi zahmet verebilir misiniz?’ diyiveriyim. Ama herif birden ‘sen ne biliyosun lan oranın benim salonun camı olduğunu, evimi mi dikizliyosun itttt!!!!’ deyip bana bir kafa atarsa ne halt edicem. Yok diyorum artık, bu kadar uzun boylu da değil, hasta mı ki böyle desin ne alakası var yaa, uyduruyorum lüzumsuz yerlerden. Neyse utana sıkıla çalıyorum sevgili komşularımızın kapısını, çalıyorum, bir daha çalıyorum, eveeet çalıyorum, fakat ıı-ııh ses yok. Dinliyorum içeriden tv sesi falan da gelmiyor. Ulan mahsus mu açmıyor bu adamlar kapıyı, ama yok canım gündüz gündüz adamlar işinde gücündedir demek istiyorum , neyse mecbur çıkıyorum yukarı. Mutfak balkonuna gelip sevgili beş milyonuma bir daha bakıyorum, hava durgun, beşlik hala orada, rüzgar falan götürmemiş diye seviniyorum. Hayır bir yandan da , vazgeçmek istiyorum ama içim rahat etmiyor niye bırakayım abi beş milyonumu, ben o beşlik için kaç saat çalışmışım diii mi ya?. Neyse istiyorum ki birisi bana ; boşver yaa çok para mı siktir et ‘ desin. Annem diyor da bunu, tabii siktiri çekmeden. Beni rahatlatmak istiyor. Sonra akşam üstü oluyor, ben gidip bir daha çalıyorum adamların kapısını, hava kararmaya başlıyor, hala kimse açmıyor kapıyı. Allah Allah var bir yamukluk diyorum, eve çıkıp bakıyorum balkondan, para hala orada alacakaranlıkta bile görebiliyorum. Neyse biraz zaman geçiyor, ben bu sefer herifler evlerinde mi diye balkondan yarı belime kadar sarkıp ışıklarının yanıp yanmadığına bakıyorum; hani belki herifler evlerindedir ve beş milyonumu alıp zengin mengin olurlar diye ödüm patlıyor. Hey Allahım, bu da mı olacaktı? Bir beş milyon yüzünden kafayı mı yiyecektim. Yahu bu para adama herşeyi yaptırır valla. Biraz geçince, kardeşim geliyor , anlatıyorum durumu, çantayı silkelerken paranın, komşunun pencere taşına konduğunu ve mutlaka almam gerektiğini söylüyorum. ‘Yani numune bir insansın, sana ne diyim ben nasıl becerdin bu işi lan’ diyor, dalgasını da geçiyor bir güzel. Neyse beşliğin hatrına katlanıyoruz bu duruma da... ‘Gel hem yürürüz biraz, hem de apartmandan çıkarken çalarız kapılarını’ diyor kardeşim. Annem müdahale ediyor hemen ‘Evladım alacaklı gibi çalmayın adamların kapısını akşam akşam ikiniz birden’ diyor, sinirleniyor haliyle böyle bir şey öğretmemiş ki bize bugüne kadar! Sen neler öğret, evlatların kalksın sana çingenelik öğretsin.... Kadın haklı yahu altı üstü beş milyon, ama yoookkk, biz vazgeçmiyoruz. Evet biz , çünkü artık kardeşim de yanımda, iki kardeşin de gözünü para bürüyor. O da yok canım niye bırakalım paramızı diyor. Haydii, bir posta da öyle çalıyoruz heriflerin kapısını, yoklar, e gene yoklar, çıldırıcam, Abicim, sevgili komşum, kardeşim; hadi ben çingeneyim beş milyonun peşine düştüm , fakat sana ne oluyor da açmıyorsun kapıyı? Ama tabi adamlar hala evlerinde yoklar, kavga etmek istiyor canım tanımadığım insanlarla. Tövbeler olsun yaa Ramazan Ramazan... Neyse elimiz boş, götümüze baka baka dönüyoruz eve. Bakıyorum beşlik hala orada, ama adamlar yok evlerinde. Bu ne biçim bir durum yaa, komşularımızın bize ihtiyacı olabilir diye düşünür insan, döner akşam oldu mu evine. Yok bunlarda öyle bir düşünce, kalmışlar hangi deliktelerse orada. Neyse beş milyonumu düşünerek giriyorum yatağa ama artık yok yapacak birşey. Vazgeçmek durumunda kalıyorum, geçmesem kaç yazar ki? Sabah kalkıyorum işe giderken aklıma paraya bakmak gelmiyor her nasılsa, işten dönüyorum haa diyorum, ulan param noldu acaba komşumun pervazında? Sonra gidip bakıyorum , paranın yerinde yeller esiyor ve bu sefer de beni alıyor bir merak. Essahtan yel mi aldı parayı, yoksa benim komşu mu hacıladı diye. Ama ne önemi var ki ben beş miyonumdan olduktan sonra... Ve fakat ben hala göremedim benim komşuyu , hayır bir şey değil bu sefer komşuların kim olduğunu merak etmeye başladım. Du bakali nolecak?
ÖZGÜR

15 Kasım 2004 Pazartesi

bayram şöleni ziyafeti

işte yine çılgın bir bayramı geride bıraktık, büyük aile toplandı, delicesine yenip içildi, artık bir lokmacık yerim kalmadı denildi, üzerine ama tatmazsam ayıp oldu, herkes aynı anda konuştu, bebek kakasını yaptı, büyük amca "işte tam 'baba' filmindeki aile gibiyiz, italyan ailesi gibiyiz" dedi, çaydanlıkla kahve pişti, kadınlar fal baktı, aile tarihçesindeki en komik hikayeler tekrar anlatıldı, sonunda herkesin kafası ambale oldu...

buyrun şuradan bakın bayram şöleni ziyafeti

delikanlılık

delikanlılık erkeklerin kıçlarını daha rahat yaymak için uydurdukları bir masaldır , sizi siz olun bu masallara inanmayın ama yine de kuralları merak ediyorsanız , işte size link :

www.kalpsiz.net/delikanli_adam.asp

itiraf.com - hayat okulu

AY BU NE BE OAHAHAHAHAHAAA

itiraf.com - hayat okulu: "offnezormus; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 24; il: İzmir
Sevgilim asker. Annesi ile yemin törenine gittik. Tabii birbirimizi inanılmaz özlemişiz. Üçümüz otelde aynı odada kaldık. Suit odaydı. Ben suit kısmında kalıyordum. Televizyon benim kaldığım yerdeydi. Sevgilim uzun zamandır televizyon izleyemediğini bahane edip annesi yattıktan sonra epey bir süre benimle kaldı. Ses çıkartmadan öpüşmek zor oldu tabii ama yine de çok güzeldi. Ertesi gün annesine gece Beyaz Show'u izlediğimizi söyledi. Annesi de, 'Yarın geri gideceksin, bugün erken yatın' dedi. Ama sevgilim, 'Aaa! E bu akşam Zagayı izleyeceğiz biz' dedi. 'Zaga'yı izleyeceğiz' cümlesini duyunca tahrik olan ilk kişi benimdir herhalde! Sevgilim seni çok özledim. Hala da Zaga'yı izlerken bir hoş oluyorum. "

14 Kasım 2004 Pazar

gitsem nereye kadar dönsem neye yarar baba???

http://www.morveotesi.com/pool/lyrics/birderdimvar.txt

mor ve ötesi'nin şaheseri

 

U2 'NUN YENİ ALBÜMÜ TÜRKİYE'DE NASIL YAYINLANACAK??

U2'nun son stüdyo albümü "all that you can't leave behind" türkiye'de universal tr tarafından yayınlanmıştı
ve fakat, universal tr bir takim iskandaller ertesi iflas ederek kapandı,

peki o zaman "how to dismantle an atomic bomb"u kim yayınlayacak kim? albüm 22 kasımda piyasaya çıkıyor, ATYCLB'den beri yeni albüm bekliyorum, gerekirse artık d&r mı olur, mephisto mu olur plakçıların kapısında saatlerce kuyruk beklerim ama o albümü 23 kasımda dinlemek istiyorum, fakat universal tarafından yayınlanan albümlerin şu an memlekete yasal yollardan gelmesi mümkün değil? bu durumda ne yapacağız? korsan'a hayır dediğimize göre paris'e falan giden arkadaşlarımıza reca edeceğiz..

http://www.hurriyetim.com.tr/haber/0,,sid~227@nvid~495844,00.asp

buyrun türkiye'den 21 firma başvurmuş universal'ı temsil etmek için

yahu acele edin!!

Darwin Yanıldı mı?@ National Geographic

Darwin Yan�ld� m�?@ National Geographic

13 Kasım 2004 Cumartesi

yarın bayram , erken kalkın çocuklar

eskiden tabir böyleydi ama şimdi tersine döndü, bugün bayram , bol bol yatın ,yayın çocuklar....

12 Kasım 2004 Cuma

VİDANJÖR

evet bugün ismini söylemeyeyim, özel bi firmada istihbarat şefi olarak çalışan arkadaşımız Taksim'in arka sokaklarında, öğle yemeğinden dönmektedir, fakat o da ne, kocaman bir cisim yolu kapatmış! bizimki ilk kez gördüğü bu şeyin ne olduğunu sormuş, yanındaki "vidanjör" demiş, ne işe yarar demiş bizim meraklı
el cevap "bokları çekmeye"

böylece öğrenmiş olmuş!!!

arkadaşımızı tebrik ediyor, başarılarının ömür boyu sürmesini temenni ediyoruz
ve işte adı geçen vidanjörü real fiesta ekipleri yakalayarak konuşturdu:

2 saat sürdü ama becerdim

yanlış directory yaratmışım allaam çözdüm olayı
ooofff

işte blogumu kendi domainimde tutmanın vverdiği karmaşalardı bunlar

tiksindim yaa

bi türlü post yayınlamayı beceredim

yahu nerden bulaştım bu işeeee

olmuyor da olmuyor

11 Kasım 2004 Perşembe

ALLAHIM ÇILDIRACAM

NEDEN OLMUYOR???

POSTLAR YAYINLANMIYOR REALFIESTA ÜZERİNDEN?

HERKES BUNU KONUŞUYOR

bu haftaki program çok enteresandı, futbol meraklısı hanımla Fatih Altaylı ÇATAÇAT girdiler birbirlerine , F.A. sürekli "gaaaassarayy" dedi durdu, hanım da fenerbahçe aşkıyla cevap verdi, amanallah çataçat giriştiler, resmen maraton gibilerdi , aaaa çok meraklandım !