28 Şubat 2005 Pazartesi

bazen

bazen kızıl saçlı olmak ta çok zor açık konuşayım...
'hem baaazeeeeen
ne yaparsan yaaaaaaap
olmuyooooor bazeeeeen'

26 Şubat 2005 Cumartesi

bazen yeşil olmak zordur, ama belki istediğimiz budur:

it's not that easy being green;
having to spend each day the color of the leaves.
when i think it could be nicer being red, or yellow or gold
- or something much more colorful like that.

it's not easy being green.
it seems you blend in with so many other ordinary things.
and people tend to pass you over 'cause you're
not standing out like flashy sparkles in the water
- or stars in the sky.

but green's the color of spring.
and green can be cool and friendly-like.
and green can be big like an ocean,
or important like a mountain,
or tall like a tree.

when green is all there is to be it could make you wonder why,
but why wonder why?
wonder, i am green
and it'll do fine,
it's beautiful!
and i think it's what i want to be.

(muppet show - kermit'in şarkısı - ekşi sözlük'ten kopyaladım, ahanda haberiniz ola)

wallahi uydurmuyorum , inanmayan gitsin baksın "frog lover's catalog" demiş ahahaha

Frog Gifts.Com, Call 1-800-FROG-FUN (1-800-376-4386), FROGS! FROGS! FROGS! The Frog Lover's Gift Catalog, Florida, USA

işte dünyada kurrrbağalara adanmış sayısız web sitesinden biri

buna inanabiliyor musunuz? kurrrbağacıklar hakkında herşey.. ah canımmm

FROGLAND! AllAboutFrogs.ORG

YOKSA

HAYAT ASLINDA DAİMA İYİ İLE KÖTÜNÜN SAVAŞMASINDAN MI İBARET?

SIR BU MU?

VE ARADA İBRE SANA DÖNDÜĞÜNDE YAŞADIĞIN SEVİNÇLERLE; O GÜÇLÜ VE KÖTÜ OLAN SANA GOL ATTIĞINDA YAŞADIĞIN MUTSUZLUK MU?

BU MUDUR YANİ?

22 Şubat 2005 Salı

21 Şubat 2005 Pazartesi

çok yalnızım

çok yalnız hissediyorum. hep yalnız olduğumu sanıyorum.
bu duyguya alıştığımı sanıyordum, bunca yıl sonra, alıştım, kabullendim sanıyordum
ama alışmamışım, çok zor geliyor, çok zor geliyor, hala neden ağlatıyor bu his beni?
yalnızlık iyi değil midir, yalnızlık güzel değil midir
kapı önündeki masamda çok yalnız hissediyorum
bir daha o güzel, hafif, kaygısız günleri yaşamayacak mıyız?
neden buna gereksindiğimi de anlamıyorum
keşke yalnız olabilsem
o kadar birşey olabilsem, güçlü mü? ne? güçlü olmak bu mu?
şu kısacık ömrümce hep yalnız oldum, ama hiç alışmamışım
ne tuhaf.

neden buradayım?

tezer özlüden minik bir alıntı:

...neden buradayım.herkesin uzağındayım.hiçbir tanıdığım olmayan bu kentte , bu ülkedeyim.yorgunum.yorgun olmasam daha kötü.ama neden buradayım.sözcükleri art arda dizebilmek için mi, kendi sınırlarımı zorlamak için mi,yoksa böyle bir yolculuğun sonunda yorgunluktan herhangi bir otelde yığılıp kalmak için mi...tanınmadığın bir kentte ne denli isterdin yitip gitmeyi...ama öyle kolay değil.henüz rüzgarlara doydun mu.sor kendine...henüz bulutlara doydun mu.yeterince haykırabildin mi henüz...

20 Şubat 2005 Pazar

hayat akıp giderken….

Ben de akıp gitmek istiyorum,
Öyle umarsız ve pervasız…
kimseye dokunmadan ,
kendime bile farkettirmeden ,
Arkama dönüp bakmadan...
İçim daha fazla acımadan
Gözyaşlarım kurumadan
Sadece gitmek
Ve hiç ama hiç düşünmemek
Ölümü , hastalıkları , yanlızlıkları
Sevgiyi ,sevgisizlikleri ve haksızlıkları
Düşünmeden ,
sadece gitmek …
nereye gideceğini bile bilmeden,
daha fazla beklemeden,
kaybetmeden ,
yağmurlar dinmeden , yaz gelmeden
kimse farketmeden ,
öyle sessiz ve pervasız
Gitmek istiyorum …
Herşeyden vazgeçmek
Ve yaşatılan tüm acıları
Yaşadığım tüm acıları
Unutmak istiyorum...
Kızgın değilim hiçkimseye , kendime bile
Ah öyle kırgın ki içimdeki küçük ben
Onu artık teselli edemez görünen ben!

MÜJDE AR RÖPORTAJI

Müjde'yi okuyun ahahahahaha

Biz senelerce donu var donu yokla uğraştık. Güngör Bayrak'la ikimiz. Donları var mı, donları yok mu? Artık açıp gösteriyorduk. Sonra ben birkaç tanesini dövünce benim peşimi bıraktılar, Güngör'le uğraşmaya başladılar. Sürekli ahlak şubesine gidiyorduk. Her sefer de karşımıza aynı adam çıkıyordu. Hep aynı soruyu soruyor: "Donunuz var mı?" Sonra tutanak tutuluyor: "Hayır, donları yoktur."
MİLLİYET İNTERNET - PAZAR

19 Şubat 2005 Cumartesi

hayat dediğin...

biz sadece mutlu olmak istedik bütün hayatımız boyunca , hep bunun için çabaladık , bunun için çabalamaya devam edeceğiz....

bakıyorum da bütün dünya bize karşı son günlerde....

olsun , her zaman söylüyorum , hayat dediğin bir geçici durum değil mi a dostlar?
bu durum da yerini bir başka duruma bırakmayacak mı?
bu da gelip geçmeyecek mi?

biliyorum bir yerlerde gökyüzü hala mavi , bir yerlerde birileri beni bekliyor hala...
hem insanlar kuş misali değil mi?

'giderim alışığım gitmelere , direndi bu can ne bitmelere.....'

bu aralar

para yok , fazla gezemiyoruz, siteye malzeme de çıkmıyor haliyle... zaten nerede o eski alemler? bizim de tadımız yok ki... etrafımızda herşey değişirken, esnek kalmaya, yara almamaya, gücenmemeye ve alışmaya çalışıyoruz, ya da sadece çok çalışıyoruz, geceyarısı şehir dışındaki fabrikadan dönmeye çalışan rustic gibi. ve bu çok çalışmadan hasta olup serum yemesini nasıl açıklayabilirim? ve karşılığını alamadığı bu fedakarlıklar, karşığını göremediğimiz tüm fedakarlıklarımız, bizleri nereye götürecek?

yıllardır süren çalışmalarımın tüm dışkılarını kolilere doldurdum 2 gün önce. hepsi arşiv denen depomsu bir yerde saklanacak, gerçek bir arşiv değil, geri dönüp tekrar bulamayabiliriz onları... işte tüm bu kısacık 4 yıllık kariyerim kolilerde. ve onların bana bir basamak olması gerekiyordu, peki ne oldu?

kapaaakkkkk!

18 Şubat 2005 Cuma

bu şehir....

bu şehir insana tuzak kuruyor ,
bu şehir insanı hayli yoruyor ,
bu şehir insanı hep kandırıyor!

17 Şubat 2005 Perşembe

siz kazandınız

ben kaybettim
ben de artık herkes gibi mutsuzum
bir farkım kalmadı.

evet siz kazandınız.

16 Şubat 2005 Çarşamba

ama ama ama

dağ dağa kavuşmazzz, insane insaneye gavuşurrr

yaaaa

ben daha ne diyeyim?

Mevlana demiş ki ‘ o dağa bir kuş kondu , sonra da uçup gitti . Bak da gör , o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.’

13 Şubat 2005 Pazar

cadı şapkası ile ithal kaka

cuma akşamı rumuz goncagül özgür arkadaşımızla çiçek pasajı’na gittik, ben haftalardır özlemini duyduğum midye tavaları yedim lüp lüp, o da bir tantuni dürüm kıvırdı ooohhh.

pasajın girişindeki seyyar satıcılarda acayip şeyler satılıyordu ama en ilginci “ithal kaka”ydı sayın seyirciler. kol kalınlığında ve tastamam dört lüle ithal kaka. taze geldi hanım. işte başka bi halt kalmamış memelekete ithal bok getirmişler kardeşim ne bu ne? ne? ne? cinlerimi tepeme çıkarttılar yahu.

sonra şööööyle bir tünele kadar yürüyelim dedik, arada pucca çantacısının bulunduğu dar sokağa da girdik, bi sürü tükkan var orada, değişik objelerle dolu. sipsivri, uzun, üzeri yıldızlı cadı şapkası, tüyloş etoller ... pucca çantacısının önü de karlı buzluydu, yürü dedim özgür’e, puka orospusu yüzünden amı götü dağıtmayalım... aznavur pasajı’na da girdik, orada bir galata kulesi biblosu var idi... rustic’e alsam mı diye düşündüm, ama çok muhtemel onu bana tıpa yapardı aahaahahah, sonra acaba oradaki minik mehteran biblolarından koleksiyon yapsam olur mu dedim, hani bir zurnacıyı alırım, bir kündeciyi... ama vazgeçtim.

çıktık pasajdan, yürüdük tünele kadar, gino’nun oradan geçerken bizimki dedi ki “şu gino’dan da nefret ederim”, tam o sırada gino’dan dört tane isveçli tipli, uzun, sarışın abiler çıkmasın mı? “gino’da nefret ettiğine emin misin özgür?” diye bağırdım bizimkine aahahhahahaa. fakat bir isveç popülasyonu farkediliyordu istiklal’de, hoş, uzun boylu, sarışın abiler... halbuki ben, ufak tefek, esmer, karizmatik (abime göre basbayağı angut) tipleri severim... herneyse. yürüyüşümüzü tamamladık, midemiz rahatlamıştı, döndük odakule’ye, gloria jeans’te mutat krem bürüle lattemi içtim... saatlerce konuştuk netekim otobüsü kaçırdığım için yine taksi girdi. kader utansın dostlar.

9 Şubat 2005 Çarşamba

The more you see the less you know

işte // How To Dismantle An Atomic Bomb // en sevdiğim muhteşem şarkı :

City Of Blinding Lights

The more you see the less you know
The less you find out as you go
I knew much more then than I do now
Neon heart dayglo eyes
A city lit by fireflies
They’re advertising in the skies
For people like us
And I miss you when you’re not around
I’m getting ready to leave the ground….
Ooh ooh oohOoh ooh ooh
Oh you look so beautiful tonight
In the city of blinding lights
Don’t look before you laugh
Look ugly in a photograph
Flash bulbs purple irises
The camera can’t see
I’ve seen you walk unafraid
I’ve seen you in the clothes you made
Can you see the beauty inside of me?
What happened to the beauty
I had inside of me
And I miss you when you’re not around
I’m getting ready to leave the ground
Ooh ooh oohOoh ooh ooh
Oh you look so beautiful tonight
In the city of blinding lights
Time… time
Won’t leave me as I am
But time won’t take the boy out of this man
Oh you look so beautiful tonight
Oh you look so beautiful tonight
Oh you look so beautiful tonight
In the city of blinding lights
The more you know the less you feel
Some pray for others steal
Blessings are not just for the ones who
kneel… luckily

8 Şubat 2005 Salı

tekstil ve turizm

eğer turizimci olsaydık, şimdi antalya'da don paça geziyor olacaktık!!!

(copirayt mopirayt - rusticana)

6 Şubat 2005 Pazar

bir pazar günü beyaza kalkmak ve evde kalmak

her sabah uyanınca onuncu dakkadan sonra ev bana batar , hemen sokağa çıkmam lazımdır,neden acaba?
bu ruh daralmalarına bir çözüm bulmam lazım,....
evim hep dağınıktır bu yüzden , toplayacak kadar evde kalamamışımdır çünkü...
ama dağıtabilmişimdir, her zaman...
işte sabah bir uyandım ,her yer bembeyaz,haliyle bugün evde kaldım ,bunun bana faydası oldu amma eve bir faydası olmadı galiba....
bir pazar gününü evde geçirmeyeli uzun zaman olmuştu , bir düşündüm de , hatırlayamadım walla...
kendime süper kahvaltı hazırladım , tv deki bütün abuk sabuk şeyleri izledim ama hiçbirşeye çok uzun dayanamadığım çin heosinde 3 - 5 dakkalık kesitler izledim , kafamda sonra onlar match oluyor , boşlukları da ben dolduruyorum.
şimdi kalkıp kendime puding yapacağım mesela , sonra akşam için kısır yapacağım , allah sizi inandırsın belim ağrımasaydı yerleri de bir süpürürdüm ama böyle işler olunca psikolojik olarak hep bir tarafım ağrı yapar.
sonra serpico filmini seyredeceğim , kitap okuyacağım , çalışacağım , bu gün bitmez bence...

cumartesi - zafer!!! hala genciz, genciz, genciz!!!!!

cumartesi çito ile buluşmayı 2 haftadır planlıyorduk, kara aldırmadık, fırtınalı taksim tepelerinde buluştuk.

önce fiktor levi’de saatler süren bir ziyafet çektik, haydari, acılı ezme, patlıcan salatası, zeytinyağlı sarma, kalamar, patates kroket.... dev biralar....



üzerine krem bürüle latte içtim ben, çito espresso bazlı kafe moka tercih etti

geceyarısı olduğunda kahveci tükkanını terkedip alman bira evine uçtuk, o ne? canlı müzik yok? faaaaakkk! kalkıp eski mojo’ya geldik. MOJO GİRİŞ 20 YETELE.
(vestiyer hala ücretsiz)

cumartesi gecesi yine circus var, şu sırık oğlan, bazı bilmediğimiz şarkılar, çokça 80’ler, bildik yeni şarkılar... take on me, big in japan, psychokiller... eğlenceli ama grup ara verdiğinde sweet child o’mine patlatan , it’s my life ile uçuran dj’i daha çok seviyorum ben!

ve sabaha kadar dans, dans , dans....

4’e doğru program bittiğinde elimi havaya kaldırıp bağırdım: zafer! hala genciz!

işte hala midem bozulmadan bisürü bira içebiliyorum, saatlerce dansedip kulaklarım çınlayana kadar müzik dinleyebiliyorum, hooolleeeeeyyyy

mekandan çıktık, kar yağıyordu, mojo’nun sokağında başka bir mekandan taşan “lemon tree” yi duyduk ve çito’yla sokakta dansettik.

sabah kalktığımda her yer bembeyaz...

cuma - istanbul kara teslim, rustic ve kermit alemlere...

yağacak mı, yağmayacak mı? ne zaman yağacak? ne kadar yağacak, çok mu? yolda mı kalacağız? işe gelebilecek miyiz, iş bize gelecek mi derken, cuma öğleden sonra istanbul semaları kar boşaltmaya başladı üzerimize üzerimize! Allah bir panik, kıyamet, akşamı akşam ettik, arabası olan, 5’te kaçmaya başladı, sonra hepsi haliç’te tıkanıp kaldılar bir bir. biz de rustic’le ne yapalım ne edelim ayaküstü hızlı istişaresi düzenledik, çıkan karar: “eve gidip napacaz, taksim’e gidelim, çok kar yağarsa bi otlede geceleriz”



şirketten bir çıktık ki, Allah fırtına, kardan beter o fırtına uçuruyor insanı, kendimizi taksim servisine zor attık, yol bir saatten biraz fazla sürdü, tepebaşı’nda servisi aceleyle terkettik, iyice bunalıma giren şöfer abi ibo dinlemeye başlamıştı!

böylece asmalımescit’in rüzgarlı dar yollarından dolanarak tavanarası’na geldik, soframızı donattık, haydari, paçanga, patates tava, bira, layt kola... yedik içtik, sonra oralardan taksi bulup eve geldik, mahsur kalma vakası yaşanmadı, ooohhh kar demedik, buz demedik eğlendik, müthişiz biz!



kaybedecek vaktimiz yok baba! bak mesela rustic hiç uyumuyo artık zaman kaybetmemek için!

5 Şubat 2005 Cumartesi

cosmo kramer

cosmo kramer karakteri , yaratıcı ve yenilikçi fikirleri ve muhteşem tarzıyla en beğendiğim heriflerden biridir.
aşağıdaki link vasıtası ile onun yaratıcı fikirelerini hatırlayabilirsiniz ve muhteşem anlara yeniden dönerek nostalji yapabilirsiniz.
yani keyfiniz bilir, canınız isterse , istemezse gidin kendinize yapacak birşey bulun , burda işiniz ne ayol!



http://www.sitcomsonline.com/boards/showthread.php?t=84013


yani şuraya bir resmini koymak için çok uğraştım ama beceremedim.
ben de bilgisayarıma wallpaper yaptım.

2 Şubat 2005 Çarşamba

Koleksiyon merakından kim sorumluymuş?

Eğer siz de mesela çılgınlar gibi mektup pulu, kahve fincanı, porselen bebek vb gibi eşyaları toplamaktan kendinizi alamıyorsanız, suçu beyninize yükleyebilirsiniz. Çünkü Amerika’da gerçekleştirilen yeni bir araştırma, bu hobinin prefrontal korteks tarafından yönlendirildiği şeklinde sonuçlandı. Iowa Üniversitesi bilim adamları, bir beyin hasarından sonra gereksiz eşyaları toplamaya başlayan 86 kişinin beynini incelemişler.

Bu kişiler topladıkları eşyalar üzerinde pek meraklı olmasalar da koleksiyonu bozmaya asla yanaşmıyorlar. Bu özelliklerinin dışında zeka ve bellek testinde normal sonuçlar elde edilmiş. Bu kişiler daha sonra çekirdek spin tomografisiyle muayene edilmiş. "Bu inceleme sonucunda, özellikle de sağ alın lopunda hasarlar tespit ettik. Araştırmamız, basit koleksiyon merakının, prefrontal kortekste meydana gelen hasarlar sonucunda kontrolden çıktığını kanıtlamakta" diyor araştırmayı yöneten Steven Anderson, "Brian" dergisinde.

bu yazı hürriyetim.com dan alınmıştır.

zamanın tekerlekleri hep ileri doğru döner

geri çeviremezsin. bugün farkettik ki, hep aynı şeyi yapıyoruz, çalışıyor çalışıyor, sonra akşam yiyip içiyor, kitap - cd alıyoruz , krem bürüle latte içiyoruz, para bitiyor, yine çalışıyoruz, yine yemek içmek, gutan'dan ayakkabı, krem bürüle latte, yine para bitti...

işte zaman pırrr diye geçecek, bir bakacağız 35 yaşındayız, yüzümüz sertleşmiş, sesimiz kalınlaşmış, belki kalbimiz bile katılaşmış, refik meyhane'de rakı içiyor, kaşarlı mantar güveç yiyoruz, artık hayatın çemberinden, kaderin rahle-i tedrisatından geçmiş kaşar ablalar olmuşuz... işte yine işten çıktık, yedik içtik durumundayız,

demek ki hiç boşuna kendini üzme, sonuçta hayatımız bu, önemli olan aradaki vakti güzel geçirmek

ve de 35 yaşında yine içimizdeki şu minik, neşeli, deli bişey var ya, onu korumuşsak, asıl o zaman "başardık!" derim ben!

kesköseee???