27 Mayıs 2018 Pazar

JUDY ABBOTT İLE HATIRALAR GEÇİDİ: 2007 LONDRA SEYAHATİ -1.Kısım

Kraliyet düğünü esnasında bir fotoğraf fışkırdı hani dostlar; Gelgöt Meghan ergenliğinde Londra'ya gitmiş ve Buckingham Sarayının önünde poz vermiş. Şimdi saraya gelin gitti, ne adak adamıştı acaba diye güldük filan ama aklıma geldi, ben de yıllar evvel Londra'ya gidip Buckinham Sarayı önünde poz vermiştim! Benim iş neden olmamıştı peki? Tinerci gibi gittim diye herhalde ne bileyim :)


Sarayın kapısında kamp kurdum ama almadılar

Sonra düşündüm, ben bu fotoğrafları blogda hiç yayınlamamıştım. O vakitler instoş da yok, daha facebook yeni icat olunmuş, kara veba salgını yeni bitmiş gibi, o kadar eski çağlar yani. Sonuçta ben Londra seyahatinin ekmeğini layığınca yiyememişim dostlar. Madem öyle, hatıralar geçidinde bir yürüyüşe çıkarak güzelim Londra kentinde nasıl gezdiğimi siz canımdan çok sevdiğim izleyenlerime  anlatayım dedim. Hatta döviz kurlarının son hâlini görünce, yazının başlığını da "Londra'ya gitmek gerçekti, hayal oldu" koyabiliriz.

Piccadilly Circus

Londra'ya 2007 senesinin Eylül ayında gitmiştim. Canım Lady Charlotte o zamanlar Londra'da yaşıyordu, onunla kalıp otel parası vermediğimden epey 10 günden fazla sürmüştü gezim, şehrin altını üstüne getirmiştik.  1 Pound 2,5 Lira idi o vakitler. Ufak bir Sony dijital fotoğraf makinem vardı. Her gün bol bol fotoğraf çekip akşamları fotoğrafları Lady Charlotte'ın bilgisayarına aktarıp CD'lere kaydediyorduk ki tatilin orta yerinde gudik hafıza kartı doluvermesin.  Şimdi elimizin ucundaki  telefonların sunduğu imkanlarla karşılaştırınca ağlamaklı oluyor insan.

9 Numaralı hat, Londra'nın en eski hattıymış, antika çift katlılar bu hatta hizmet veriyordu

Londra'da gittiğim ilk yer Piccadilly Circus idi. Ben bu meydanı İtalya'daki romantik meydanlar gibi hayal etmiştim gitmeden, hani ortada şakır şakır bir çeşme, etrafta oturan çoluk çocuk kalabalık, müzik çalan gençler filan. Alakası yok, Piccadily büyük ve çok kalabalık bir kavşakmış meğer. Kavşağın orta yerinde de minnak bir heykel var. Ben bunu hep Eros heykeli zannetmişimdir, meğersem Eros'un kardeşi Anteros'un heykeli imiş.

Piccadilly'deki Eros Sandığımız Heykel

Telofon kulübeleri çok şirindi, hepsinin üzerinde bir taç logosu vardı, Elizabeth'in telefon kulübesi yani bunlar.  Bu şehrin üzerindeki ve altındaki herşey Elizabeth'e ait yani. Seymen Ağa gibi birşey yahu :) (Asmalı Konak izleyenler?)

O zamanlar incecik, uzun saçlı ve gözlüklü idim :)

Piccadily'den yürüyerek Trafalgar Meydanı'na çıkmıştık. Meydanda devasa bir Amiral Nelson heykeli var, Trafalgar'da Fransızlarla savaşırken ölen amiralin hatırasına dikmişler. Arkasında da muazzam National Gallery bulunmakta. Londra'daki diğer harikulade müzeler gibi girişi ücretsiz bu müzenin de. Ah canııım, Pound olmuş 6,5 Lira, Londra'ya gidebilecek hâlimiz olsaydı müzeye de verirdik üç beş birşey girerdik :(

Trafalgar Meydanı ve Nelson Anıtı

National Gallery'nin merdivenlerinde oturup sandöviç yemiştik, Pret A Manger'den almıştık hatta sandöviçleri. Londra'da her köşe başında bu dükkandan bulabilirsiniz, şehir ahalisi de öğünleri sandviç ile geçiştiriyor. Ama etrafınıza toplanan güvercinlere sakın kırıntı atmayın, Londra'da güvercinleri beslemek yasakmış.

National Gallery

Meydandan bakınca Londra'nın simgelerinden Big Ben saat kuleşi pek hoş görünüyordu.

Uzaklarda Big Ben

Westminster Sarayı, İngiliz parlementosunun yani perükalı Lordlar Kamarası ile fakir Avam Kamarasının toplanma yeri.Big Ben, Westminster Sarayı'nın saat kulesine halk arasında verilen isim. Aslında kulenin ismi çok yaratıcı şekilde "Saat Kulesi" imiş, Big Ben de en büyük çanmış kuledeki. Ama genellikle kuleye ve kuledeki saate Big Ben diyorlar. Bu arada kulenin adı 2012'de Elizabeth Kulesi olarak değiştirilmiş. 


Big Ben tam Westminster Metro durağı çıkışında

Westminster Sarayı Gotik tarzda inşa edilmiş çok güzel bir yapı, Londra'da gezerken gözümü alamamıştım bu saraydan. 


Westminster Sarayı

Westminster ismini de hemen yamacındaki Westminster Kilisesinden almış parlemento. O kilise de Kraliçe 2.Elizabeth'in evlendiği ve taç giydiği, ayrıca Prens William ile Kate Middleton'un kraliyet düğününün yapıldığı meşhur kilise işte.

Westminster Abbey

Parlementonun yanında Victoria Tower Gardens diye ufak bir park vardı. Orada çimlere yayılıp bol bol fotoğraf çekmiştik. Zaten Londra'nın güzelliği doğasından kopmamış olması bence. Evet onlarda da gökdelenler var, ama tarihi binaları yıkma pahasına, parkları yok etme pahasına değil. Hepsi bir arada bu şehrin eşsiz güzelliğini meydana getiriyor.


Canım Lady Charlotte

Nehrin üstündeki pek çok köprüden biri olan Lambeth Köprüsünden karşıya geçerek palemento binasının çok güzel fotoğraflarını çekebilirsiniz.

Westminster Sarayı

Westminster Sarayı

Ve Westminster köprüsünden geri dönebilirsiniz.

Westminster Köprüsü

Nehir kıyısında mutlaka yapılması gereken turistik aktivitelerden biri de The London Eye isimli dönmedolaba binmek. Ben gittiğimde 15 Pound imiş biletin tanesi. O zamanın parasıyla 37,5 TL bugün ise 97,5 TL. Bu arada bilet fiyatı da 22,95 Pound olmuş. Yani şimdi gitsek 149 TL. Arkadaşlar biz ölmüşüz ağlayanımız yok, nereye gidiyoruz, böyle 10 yıllık fotoğraflara bakar ağlarız bundan sonra.


The London Eye

Ama dönme dolaba binmeden önce büyük şans eseri Star Wars Sergisi yakalamıştık hemen oracıktaki County Hall'da. Hayatta kırk yılda bir başıma gelen en güzel raslantılardan biriydi o sergiyle aynı zamanda Londra'da bulunmak.

Jedi güçlerimle kolaycacık savuşturdum bu saldırıyı

Sonunda tanıştık!

Sergiyi gezdikten sonra The London Eye için bugün paha biçilmez değerdeki biletlerimizi de County Hall'dan almış ve sıkı güvenlik kontrollerinden sonra bir kabine atlayıvermiştik.


The London Eye


Yukarıdan manzara

Charing Cross ve Hungerford Köprüsü

Miss Judy Abbott ve Lady Charlotte

Londra'daki ikinci günümde zengin semti Kensington'a gitmiştik. Anladığım kadarıyla Londra'da her semtin east'i ve west'i vardı, west her zaman daha makbül olandı. High Street ise o civarın en toşbilli sokağı demekti. Biz de High Street Kensington'da gezmiştik bol bol.

High Street Kensington

Tabii Kensington Bahçelerini de ziyaret etmiştik. Bu parkın benim için en büyük özelliği J.M.Barie'nin Peter Pan romanını burada yazmış olması idi. Hiç büyümeyen, perilerle arkadaşlık ederek göklerde uçabilen Peter Pan benim çocukluk kahramanım idi. Hatta küçükken evde oynarken koltukların tepesine çıkar, uçmayı dileyerek kendimi yere atardım.

Kensington Bahçeleri

Kensington Bahçeleri

Tabii burada aynı zamanda meşhur Kensington Sarayı da bulunmakta. Prenses Diana oğullarını burada büyütmüş, kısacık ömrünün son yıllarını da burada geçirmişti. Prens William ve ailesi ile Prens Harry ile sevgili eşi Gelgöt Meghan hâlâ bu sarayda yaşamaktalar.

Kensington Sarayı
Bu sarayın kapısında da fotoğraf çektirmiştim ama yeterince adak adamamışım herhalde dostlar. Olmuyorsa olmuyor, ne diyeyim.

Kensington Sarayı

Kensington Sarayında o yıllarda olduğu gibi şimdi de sık sık Prenses Diana hakkında sergiler düzenleniyor. Üstelik sarayı gezerken şans eseri bahçede evlatlarıyla yakalamaç oynayan Kate'ciğimizi bile görebilirsiniz. Şimdi baktım, bilet fiyatı 19,50 Pound olmuş. Yani 125 TL. Biz eski fotoğraflara bakmaya devam edelim bence dostlar.

Sergiye gitmedim ama pilemses pozu verdim önünde

Aslında bu park eskiden sarayın özel bahçesiymiş, Sonradan halka açık parka dönüştürmüşler. Sincaplar cirit atıyor parkta, The Long Water dedikleri göl ise Hyde Park ile Kensington Bahçelerini birbirinden ayırıyor.

The Long Water ve Serpentine Köprüsü

Gölün kenarında ise ölümsüz çocuk Peter Pan'ın heykeli bulunmakta. Heykeli bizzat Barie sipariş ederek yaptırmış.


Peter Pan

Kensington'a gelmişken mutlaka Victoria ve Albert Müzesi ziyaret edilmeli. Ben bir gün boyunca akşama kadar gezmiş ve doyamamıştım. Burası harikulade bir sanat ve tasarım müzesi. İçinde mobilyadan Prenses Diana'nın kıyafetlerine, antika gelinliklerden mücevherlere aklınıza gelebilecek her türlü heykel, moda, mobilya, tekstil fotoğraf, seramik vs vs eserlerini görebileceğiniz şahane bir müze.

Victoria And Albert Müzesi

Londra'nın en güzel yerlerinden bir de Covent Garden. Biz Leicester Square metro durağında inerek Long Acre sokağından yürüyüp gitmiştik Covent Garden'a. Bu sokaktaki Stanfords kitapçısına mutlaka uğrayın, sadece gezi kitapları ve haritalar satan şahane bir kitapçı burası. Bu arada Londra'da metroya inmek binmek yok biliyorsunuz. Metroya "tube" diyorlar. Metroya binmek yerine de "tube almak" var, "Leicester'dan tube alarak Kensington'a gittim" gibi. Metrosu da çok eskiden inşa edildiğinden, eski tünellerle yeni trenler arasında seviye farkı olabiliyor. Bu yüzden metroya inip binerken habire "Mind the gap" anonsları yapılmakta. Bu anons o kadar meşhur olmuş ki magnetlerden donlara kadar her yere basmışlar.

Apple Market

Covent Garden'ın göbeğindeki Apple Market'te her gün farklı bir pazar kuruluyor. Binanın içinde de bir sürü restoran ve mağaza var, cıvıl cıvıl hayat dolu çok seveceğiniz bir yer. Burası eskiden şehrin sebze meyve haliymiş, o yüzden hep rüzgarlı ve serin olurmuş.

 Yine bu meydanda bulunan Jubilee Market ise daha küçük, ekseriyetle antika satılıyor burada.

Jubilee Market

Londra'ya gitmişken yemeniz gereken en önemli iki şeyi Covent Garden'da aynı anda bulabilirsiniz:

1) Cornish Pasty : Kıymalı etli börek gibi muhteşem bir lezzet. En güzelini West Cornwall Pasty yapıyor, börek yiyen korsan logosundan tanırsınız. Bunu yiyerek bir çok lezzetli ve ekonomik öğünler geçiştirebilirsiniz.

2) Ben's Cookies : Böreğin üzerine bunu yedikten sonra Londra'nın dünyanın en güzel yeri olduğuna kanaat getiriyor insan. Zaten bu kurabiye işlerini çok iyi beceriyorlar, en güzeli de Ben's Cookies.

Punch & Judy Pub

Covent Garden'daki St Paul Kilisesi aynı zamanda aktörler kilisesi olarak biliniyormuş. Sanırsam burada tiyatro oyunları sergilendiği için.

Bu meydanda bir de London Transport Museum var, ben gittiğimde kapalıydı maalesef, gezmeyi çok isterdim. Ama müze mağazasından çok güzel kitaplar almıştım :)

St Paul Kilisesi



Şimdi gitsem şu pub'da bir Guiness içerdim. Kraldan çok kralcıyız ne de olsa. Bu pub'ın özelliği Seven Dials kavşağına bakması. Seven Dials ise yedi yolun birleştiği bir kavşak. Kavşakta meşhur bir kolon var, kolonda 6 tane güneş saati bulunuyor. Eee neden yedi değil de altı? Çünkü kolon sipariş edildiğinde 6 yolun birleştirilmesi düşünülüyormuş, son anda yedi yollu bir kavşak haline gelmiş Seven Dials.

The Crown Pub

İşte bu da 6 saatli Seven Dials:

Seven Dials

Londra'ya gitmişken bir gün ayırmak gereken müzelerden diğeri de meşhur British Museum.  İngilizler insanlığın başlangıcından itibaren her ırkın yarattığı kültür eserlerini ele geçirip bu muazzam ve girişi ücretsiz müzede sergiye koymuşlar. Her ülkenin kültür mirasından çalmışlar diye kızabilirsiniz, ama korumaya almışlar bu dünyanın mirasını diye hak verebilirsiniz. Her halükarda müze gezmeye değer.

British Museum

Mısır'dan çok sayıda eser getirilmiş buraya, yolda gelirken Tutankhamon'un lanetini de getirmişler mi bilemem.

Firavun 2.Ramses

Mısır'ı işgal eden Napoleon'un ordularının buşduğu Rosetta Taşı da burada sergileniyor. Fransız dil alimi Champollion, bu taş sayesinde hiyerogliflerin dilini çözmüştü. Bizde Reşit Taşı diye de bilinir.

Rosetta Taşı

Bizim Halikarnas Mozolesi ile Efes Artemis Tapınağı kazılarından çıkan tüm buluntular, Antalya'dan Nereid Tapınağı kompile orada biliyorsunuz :(

Halikarnas Mozolesi


Bir Cumartesi günü Londra'da mutlaka Notting Hill'e gitmeli. Çünkü Notting Hill'deki Portobello Yolunda her Cumartesi antika pazarı kurulur. Rengarenk boyalı evlerin önünde açılan tezgahlarda ikinci el kıyafet, aksesuar, ev eşyası, antika kitaplar gibi akla gelebilecek her şey bulunur. Ben de buradan anneme çok tatlı bir çay süzgeci almıştım :)


Portobello Road


Portobello Road


Portobello Road


Portobello Road

Oradan da Camden Market'e gitmiştik, burası marjinal uçuk kaçık bir bölge olarak kabul ediliyor. Yerli ahaliyi ikinci el kıyafet dükkanları işleten Japonlar, dövmeciler, takıcılar, esrarkeşler, Seksenlerden kalma punklar oluşturuyor :) Tıkış tıkış dükkanların arasında labirentte gezer gibi dolaşıyorsunuz ama ne arasanız da bulunuyor.

Camden Market


Camden Market

Camden Town kanal kenarında çok güzel bir yerde; üstelik punkçıları, esrarkeşleri, burcu burcu ot kokusu, sokak müzisyenleri ve ikinci el dükkanları ile sanki Londra içinde başka bir zamanda kilitlenmiş gibi eşsiz bir semt. Keşke gene gidebilseydik de punkçı kardeşlerimizle biraz dağıtsaydık kafayı :)

Regent's Canal

Regent's Canal

Kanala Camden Lock diyorlar

Yazdıkça yazıyorum ama bitmiyor, o yüzden ikiye bölmeye karar verdim bu yayını.  Şimdilik Camden Town'dan güle güle diyorum, Londra serüvenimizin devamında başka müzeler, saraylar, kulelerle beraber olmak ümidiyle sağlıcakla kalın benim canımdan çok sevdiğim takipçilerim.

xo xo