31 Mayıs 2010 Pazartesi

şrreekkk

Dün akşam minik Seval ile Kanyon'da 3 boyutlu Shrek çizgi filmini izledik sevgili seyirciler.

Daha önceki 3 boyut deneyimim Avatar'dan ibaretti. 3 küsur bilmemne saat süren o film başımı ağrıtmış, hatta bizim Arzu'yu hastanelik etmişti, (Arzu Avatar'dan ambülans ile hastaneye oradan eve gitmişti:)

3 boyutlu Shrek Forever After filmi ise tek kelimeyle muhteşemdi. Ay bayıldım yahu, o rengarenk alemin içinde kendimden geçtim, bütün film boyunca sevinç çığlıkları, hayranlık nidanaları ve inlemelerimle salon titredi:)) Filmin açılışındaki atarabası sekansı, cadıların uçuşu, alternatif evrendeki şişko tosun Çizmeli Kedi, minicik Rumpel ve perükaları; dev kabilesindeki tiplemeler , hepsi hepsi mükemmeldi.



******** dikkat spoiler ********

Bu filmde, Şrek artık evinin babası olmuş, rutin gündelik hayatından, insanların onu sevip benimsemesinden bıkmış , ortayaş bunalımda bir dev. O kadar sıkılıyor , o kadar sıkılıyor ki, Fiona'ya "keşki seni kuleden hiç kurtarmayaydım da, hayatıma yalnız korkunç dev olarak devam edeydim " diyor ve ülkeyi ele geçirmek isteyen pislik Rumpelstilskin ile şeytani bi anlaşma imzalıyor. Anlaşmaya göre Şrek 1 günlüğüne eskisi gibi korkunç bi dev olacak ama karşılığında Rumpel'a hayatından 1 gün vermek zorunda. Rumpel Şrek'in doğduğu günü alıyor, ve Şrek kendini hiç hayatta olmadığı alternatif bi evrende buluyor. (Lost'un finali gibi oldu ülen, meğerkim hepsi ölüymüş beyaz ışşığa yürüdüler püahahahah)


Şrek'in hiç doğmadığı dünyada Prenses Fiona kuleden kendi başına kaçmış ve dev kabilesinin savaşçı reisi olmuş. Rumpel ise ülkeyi ele geçirmiş ve cadılarıyla Uzaklardaki Ülke'de terör estiriyor. Aman o cadılar ciyuvvv fiyuvv bi uçuyorlar, Harry Potter halt etmiş, 3 boyut olunca da biz de uçmuş kadar olduk:)))) Ateşli İspanyol Çizmeli Kedimiz ise alternatif evrende aynen bir Garfield gibi olmuş, kucak kedisi olmuş, yumuşamış... o kadarrrrr tatlıydı ki sürekli perdeye uzanıp yoğurmak istedim onuuu.


İşte Şrek kardeş elindekinin kıymetini kaybedince anlıyor ve herşeyin eski haline dönmesi için gerçek aşkın öpücüğü gerekiyormuş, yani gün sona ermeden savaşçı Fiona'nın kalbini kazanmalıymış. O da kendini feda ediyor dev kabilesini kurtarmak için , Fiona'dan öpücüğü kapıyor ve böylece filmin başındaki sıkılıp dellendiği ana geri dönüp Şrek hikayesinin sonunu getiriyor.

******** spoiler bitti ********

Filmden önce 3 boyutlu gelecek program izledik dostlar. Mesela Avatar The Last Airbender filmi de 3 boyutlu olacakmış , mükemmeldi firagman, Appa süzülerek uçuyor, bükülen sular kafamızda patlıyor. minik avatarın oku parlıyor ... Acaba filmde avatar kelimesini kullanacaklar mı, ülen pijjj Cameron bizim avatarımızın ismini çalıp nasıl içine edersin filmimizin sen beaaa



Yalnız genç kızların sevgilisi Prens Zuko çok tipsiz olmuş, kınıyoruz buradan yapımcıları. bana bak yapımcı, bizim pislik suratlı buzlar kralı Zukomuzun nasıl bokunu çıkartırsın sen ya?




İşte hal öyleyken böyleydi dostlar

xo xo

30 Mayıs 2010 Pazar

heyyy, 1 kilo 300 gram daha zayıfım :))))

İşte cumartesi günü diyetisyen kontrolüne gittik vee Seval 1,5 kilo ben de 1,3 kilo zayıflamışız dostlar. Aman ne kadar mutluyuummm. Yeni listelerimizi de aldık. 2 hafta boyunca bu programa uyacağız. Bana böyle çok gibi geldi. Mesela ikindide 1 kap tatlım, akşam dondurmam var ohhhh. Aman iyi iyi :)))

Bu muştulu haberleri ve yeni listeleri aldıktan sonra tıngır mıngır Cevahir'e yürüdük ve akşam yemeği olarak Yami'de etli salata yedik. Bu salatada 110 gr et varmış yani yememiz gereken porsiyon kadar oluyor. Demek ki eskiden bu salataya 4 dilim hellim eklettiğim için şişmanlamışım:))))


Karnımız doyunca keyfimiz de iyice yerine gelince, biraz mağaza gezelim dedik, oyhh en çok oyuncakçıda eğlendik tahmin edersiniz ki, ses çıkartan herşeyin düğmesine bastık, amanın bir gürültü cümbüşü çıktı mağazada, sonra da kılık değiştirme malzemeleriyle eğlendik hahahaahha, sanırsam bizi izleyen vatandaşlar da çok eğlendi.


Sonracığıma işte gezdik dolaştık, olmayan paramızla eski Harry Potter oyunları aldık (fırsat reyonuna düşmüşler 10 liraya:)) ) Artık kahve saatimiz gelmişti, sade bir günün kahvesiyle starbucks meyveli parfesi aldım. Ohh akşamki tatlı hakkını çok sevdim ben ya:)))



Kahvelerimizi içtikten sonra biraz daha dolanıp paramız olunca almak istediğimiz şeylere karar verdik ve de evlere dağıldık dostlar. Eve gelince önce bir iğneyi ateşte kızdırıp ayaklarımdaki su toplayıp şişen yerleri patlattım. Kızgın iğneyle patlatınca hiç acımadan kuruyup iyileşiyor furuklar biliyorsunuz. Şu yazıda bu konuyu irdelemişliğim var:)))

Gece tabii ki Eurovision yarışmasını izledim. Yani Alman kızı o kadar gazladılar ki günlerdir, herkes kazanacağını biliyordu herhalde. Halbuki Ermenistan adına yarışan Angelina Jolie'nin memeleriyle ipi göğüsleyeceğini sanmıştık, o neydi öyle?


Yonan kardeşlerin davul kemençeli HOOPPPAAA şarkısı çok eğlenceliydi , bak ya adamlar kemençeyi de sahiplendiler. Ama şarkıyı söyleyen herif çok pislik bi tipti, hatta biri ekşi sözlükte "teen fucker" tipli diye yazmış çok güldüm:)))

BülenD amca hakkında ise konuşmak istemiyorum. Ulan bu adam vampir galiba, sadece bu yarışma zamanı ortaya çıkıyor. Komşulara veriyor, gidiyor. Dün gece yine bizi delirtti, yok aferim aferimler, yok komşuya verdi, bize de verdiler..Hırvatistan'dan 12 puan gelince amma döt oldu hee püahahahaha. Yarışmadan aklımızda kalan diğer detaylar , Azeri kardeşlerin drip drop drip drop'u , Sırbiş oğlan (hani bübüş ablanın gençliğine benzeyen:)) ) tüllere sarılmış Ukraynalı apla ile İzlandadan gelen volkanik teyze oldular:)))

Ohh şimdi de en sevdiğim pazar aktivitesi olan bayılana kadar oyun oynama ile kendimi eğliyorum. Yeni haftanın maceralarında görşmek üzere dostlar.

xo xo

28 Mayıs 2010 Cuma

Param varsa aklım yok mu zannettin?

yoksa şairin dediği gibi , rejim yapıyorum diye çirkin yemekler mi yiyorum zannettin?

İşte göbek salatam vardı:



Sonra 1 dilim ekmek hakkım vardı öğlen, şu pidelerden birinin birazını yiyebiliyorum yani:


ya da ekmek yerine 1 kase çorba


Yemek olarak da yanında pilav, patates olmadan bir porsiyon döner yedim bugün ammaaa , o kadar açtım ki, dönerin fotoğrafını çekmeyi unutmuşum hahaahahahah

Akşamları da evdeki yemekten, işte 2 dolma+yoğurt ya da sebze, baklagil filan yiyebiliyorsun.

Spora gittiğim akşamlarda ise diyetisyen 1,5 saat önce yememi istedi, mesela dün akşam kurrru fasülye yedim yandaki minik büfeden.



Akşam beşte 2 meyve veya bir gofret yiyebilirimmm. Tahmin edersiniz ki, günün en mutlu anlarından biri bu oluyor :))) Akşam 2 meyve hakkım daha var, onu da mesela 2 kaşık dondurma ile değiştirebiliyorum.


Yani etiket aldatıcı, rejim yapmak ızdırap değildi, Seval'le beraber yaptığımız için de ve kendimizle çok dalga geçtiğimizden inanılmaz eğlenceli olduğunu bile söyleyebilirim. Hergün de Kurtuluş Caddesinde yarrrrım saat yürüyoruz, sonra akşam çıkışta Mecidiyeköy'e kadar daha yürüyoruz, bence iyi gidiyor yani.

Yarın kontrole gidiyoruz, bakalım göreceğiz, kilo vermiş miyim:))))

xo xo

25 Mayıs 2010 Salı

Yemeklere veda

Cumartesi günü Diyetisyen Perihan Çiçek'e gittim sevgili seyirciler. 5 yıl önce de kendisine başvurmuş, güzelce zayıflamış (zayıf olmadım beee sadece normaldim ve çok iyiydim) ama sonra iş değiştirip düzenim bozuılunca deli gibi kilo almış idim.


Kadın bizi ölçtü biçti (panda kardeşim Sevalle beraber gittik diyetisyene) . Böyle bir makineye çıkarttı bizi, makinenin sapını tutturdu :))) Yağımız suyumuz içimiz dışımız ortaya çıktı.

Benim göbeğimde 14 kilo yağ varmışşş. Metabolizmam da yaşlanmış, 39 yaşına gelmiş. Yağlardan çok buna üzüldüm.

Daha önce Perihan Çiçek hastanede çalışırken başvurmuştum kendisine. Daha iyiydi o zaman sanki. Şimdi klinik açmış, biraz işleri  fabrikasyona vurmuş gibi geldi. Neyse takır takır yazdı listeleri, kan şeker ölçümleri istedi, One a Day Weight Smart için dedi.  Şimdi Seval'le rejimdeyiz. Demin hapşırdım, çok yaşa yerine Tok yaşa dedi yavrum bana püahahaahahah bu vaziyetteyiz yani.

Neyseki geçen hafta Dilek & Tolga kardeşlerimin kuzenler gecesine gitmiş idim. Dilekcim 2 gün izin almış da işten biz tosunlara yemek hazırlamıştı.

Koyu ve enfes bir mercimek çorbası ile başlayan ziyafette, ana yemek olarak et ve ÜZERİNDE KAŞŞER ERİTİLMİŞ pilavdan vardı. Ahhhhhh eşşekkkk kafamm. Masadaki mezeler, salatalar o kadar harikaydı ki, onlara gömülüp pilav hakkımı yemedimmm. Hırfff hüngürrr. Şimdi artıkuzaktan bakabilirim pilava ancak dostlar.

Şehriyeli yoğurtlu makarna salatası:


Börrekkkk :


Akdeniz salatası :


Semizotu salatası:

Patlıcan salatası :



Veee benim için gecenin yıldızı , AHTAPOT SALATASI :


Amann ağzımda eridi o ahtapotlar , hepsini yerdim bıraksalar , nasıl löp löp olmuş anlatamam.

Üzeri sucuklarla bezeli bu güzellik de HUMUS oluyor :



Neyseki geçen hafta bu güzellikleri yemişim. Hoş bir veda oldu . Umarım kilolara da bu kadar hoş bir şekilde veda edebilirim dostlar.

xo xo

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Nicole Kidman 2010 Hong Kong UNIFEM Gala Night

Nicole Kidman UNIFEM İyiniyet Elçisi olarak gittiği Hong Kong'da 175.000 USD bağış toplamış








o memeler ne biçim duruyor öyle????

xo xo

23 Mayıs 2010 Pazar

Star Wars : A Musical Journey

Revenge of the Sith filminin soundtrack cd'si bir ekstra dvd ile geliyordu sevgili seyirciler. Bu dvd'nin adı STAR WARS : A MUSICAL JOURNEY idi.

Ne büyük utançtır ki, ben bu dvdyi ilk kez izliyorum.

Dvd 16 bölüm'den oluşuyor. Bölümlerin sunucusu, evlere şenlik Ian McDiarmid (Palpy) . Her bölümde elleri öpülesi usta John Williams'ın klasik müziği eşliğinde, 6 filmden ikonlaşmış sahneler ile, tüm Star Wars hikayesini muhteşem bir müzikal olarak izliyoruz ve tabii John Williams'ın ne harikulade bir müzikal hikayeanlatıcı olduğunu bir kez daha anlyoruz.


1. A LONG TIME AGO
Müzik : 20th Century Fanfare / Star Wars Main Title

Bu böümde ağırlıklı olarak orijinal üçlemeden sahneler var. Ne olsa SW demek orijinal üçleme demek. Son bir kaç sahnede prequel üçlemeyi görüp en son notada Ananınki Skywalker'ın sararmış gözleri ile karşılaşıyoruz.



2. DARK FORCES CONSPIRE
Müzik: Duel of The Fates.

John Williams'ın sanskritçe sözlü muazzam oratoryosu eşliğinde prequel üçlemede karanlık güçlerin yükselişi sahnelerini izliyoruz



3. A HERO RISES
Müzik : Anakin's Theme

Anakin'in tema müziği içli bir çocuk şarkısı gibidir ama notaları Imperial March ile sonlanır. Bu hazin müziği  ufak Anakin görüntüleri ile dinliyoruz. Bölüm  Obi-Wan'ın "You will be a Jedi, I promise" demesiyle son buluyor.


4. A FATEFUL LOVE
Müzik : Accross the Stars

Prequel üçlemenin hüzünlü aşk temasını  Padme ve Anakin sahneleri ile dinliyoruz. Bunların aşkı bana hiç etkileyici, şahane filan gelmemiştir. Halbulki Natalie Portman'ı severim, Hayden tam Ananınki tipli çocuk, ama Lucas amca epik aşkı becerememiş ne bileyim.


Müzik çok hazin ve güzel. Burak kuzenim düğününde bunu çaldırmıştı hatta:))) Müzikalin bu bölümü de Padme ile Anakin'in düğünü ile bitiyor zaten.

5. A HERO FALLS
Müzik : Battle of Heros

Anakin "something's happening, I'm not the jedi I should be" diyor ve üçüncü bölümün en vurucu Anakin-Palpy sahnelerini izliyoruz. Order 66 geliyor



Ve Lord Vader'in yaratılmasıyla bu bölüm sona eriyor.

6.AN EMPIRE IS FORGED
Müzik : The Imperial March

Eh ... en dehşet Vader sahneleri eşliğinde, bu efsanevi müziği dinliyoruz bu bölümde de



" I find your lack of faith disturbing" gibi replikleri de dinliyoruz tabii. Bu bölüm Luke'un Noooo çığlığı ve Vader ile Luke'un son bölümdeki kılıç tokuşturma sahnesi ile bitiyor.

7. A PLANET THAT IS FARTHEST FROM
Müzik : The Dune Sea of Tatooine / Jawa Sandcrawler

Droidlerin bölümü. Artoo ve Threepio'nun meşhur sahne ve replikleri ile John Williams'ın A New Hope için yazdığı  müzikleri dinliyoruz.


 C3PO'nun Attack of the Clones'da Tatooin' e dönen Anakin'i  görüp "The Maker" diye feryad etmesi de bu bölümde gösteriliyor. Hahaha

8.AN UNLIKELY ALLIANCE
Müzik: Binary Sunset / Cantina Band

İşte o Luuke Luuuuke seslenişleri ile başlayan bu bölümde, Luke'un Obi-Wan ile tanışmasını ve tabii tüm Star Wars tarihinin en güzel sahnesi olan Tatooine'in çifte günbatımını izleyişini görüyoruz .


Oynak Cantina Band çalarken (Benim cep tel melodim aynı zamanda ne sandın?) bizimkiler Han Solo ve Chewie ile tanışıyor ve Millenium Falcon'un havalanışı ile bu bölüm sona eriyor.

9. A DEFENDER EMERGES
Müzik : Princess Leia's Theme

Üç filmden en güzel Leia Organa sahnelerini , John Williams'ın şiirsel Prenses Leia teması eşliğinde izliyoruz.


İşte Han Solo ile Leia'nın didişmeleri , Leia'nın meşhur hologram görüntüsü, Han ile I love you - I know sahnesi de bu bölümde yer alıyor.


10. A DARING RESCUE
Müzik : Ben's Death / Tie Fighter Attack

"I'm Luke Skywalker, I'm here to rescue you" repliği ile başlayan bu bölümde, Han ve Luke'un prensesi Death Star'dan kurtarma sahneleri, prensesin Han'ın Jabba'dan kurtarması, Cloud City sahneleri, savaş sahnelerini izliyoruz. Bölüm Death Star'ın patlama sahnesi ile sona eriyor.




11. A JEDI IS TRAINED
Müzik : Yoda's Theme

Bence Star Wars'ın ruhunu en iyi anlatan ve beni ağlatan  tema müziği eşliğinde , Luke ve Yoda sahneleri gözümüzün önünden geçiyor.


"Use the force" diyor Yoda ve 6. filmde force'la bir oluşu sahnesi ile bu bölüm sona eriyor.


12.A NARROW ESCAPE

Müzik : The Astreoid Field

Falcon'un kaçışı yanısıra, Attack of the Clones'da Anakin-Obi-Wan uçuş ve kovalama sahnelerini, hatta podrace sahnelerini bu heyecanlı müzik eşliğinde izliyoruz. Genel olarak hızlı uçış sahneleri bu bölümde yer alıyor diyebiliriz.




13.A BOND UNBROKEN
Müzik : Luke and Leia

Kardeş olduklarını öğrenen ve aralarında tuhaf bir bağ olduğunu farkeden gücün ikizlerinin en güzel sahnelerini izliyoruz bu bölümde. "The force is strong in my family. My father has it, I have it, my SISTER has it" sahnesi de bu dokunaklı tema eşliğinde geçiyor. Tabii Leia'nın nihayet  Han Solo'ya "o benim kardeşim" dediği sahne de bu bölümde.


Bu bölüm Leia ile Luke'un  Empire Strikes Back'in sonundaki hüzünlü uzayın derinliklerine bakma sahnesi ile sona eriyor.


14.A SANCTUARY MOON
Müzik : The Forest Battle (Concert Suite)

Bu heyacanlı bölümde Ewoklar ile Endor savaşını, Gunganlar ile Naboo savaşını izliyoruz. Bol bol patlama sahneleri ile dolu bu bölüm, ikinci Death Star'ın havaya uçması ile sona eriyor.



15.A LIFE REDEEMED
Müzik : Light of the Force

Star Wars'ın en damar teması eşliğinde Vader'ın kaderini izliyoruz. Ian McDiarmid'in şunları sözlemesini izlemelisiniz : As the Death Star crumbled around them, the slave boy of Tatooine, brilliant jedi warrior, and dark lord of the sith found peace at last.



Luke, babasının  Vader kostümünü yakarken biz bir anda genç , mutlu Anakin görüntüleri ile karşılaşıp darmadağın oluyoruz.


16.A NEW DAY DAWNS
Müzik : Throne Room / Finale

Ve işte kapanış, A New Hope filminin sonundaki kutlama töreninin tema müziği ile oluyor dostlar. Bütün kahramanlarımızı bir kere daha görüp, tüm filmlerden kutlama sahnelerini izliyoruz.

Video başlamadan önce sunuşunu bitiren Ian amcanın MAY THE FORCE BE WITH YOU , ALWAYS diyerek bize veda etmesi ise, bütünn tüylerimizi ters döndürüyor anasını satayım.


Ve kahretsin ki, Return of the Jedi'ın sonundaki kutlama sahnesinde, genç Anakin'in Yoda ve Obi Wan ile beraber Luke'a gülümsediği sahneyi de koymuşlar buraya. Ulan Lucas amca. Bunun için seni hiç affetmeyeceğim.


May the force be with you, always .

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Yıllar sonra

Yıllar sonra

Boncuk boncuk sensizliğin acısı,
Gözümden yanağıma, yanağımdan yatağıma
Aktı durdu yıllarca…
Kendime sarıldım hep , pamuk evin siren sesli
korkunç karanlıklarında…
Yapraklarım çırpınırken, ada rüzgarlarında
Aynı hayaller hala avuçlarımda.
Ödünç aldığım elinin sıcaklığını
Kaybetmeyeyim diye;
Avucumu sımsıkı kapattım yıllar boyunca…
Bir yer var mıdır acaba , seni unutabileceğim?
Bir ansız zaman dilimi , bir küçük boşluk ,
Ataletsiz bir an , bir kör kuyu , bir kara delik ,
sadece bir anlık , bir ansızlık!
Ah , kolay mı bu ayrılığı taşımak gözümün ferinde,
Bak hiçbir yere sığdıramadım kendimi senelerce,
Dört bir yanımdan akarken hayat ,
Umarsızca kendi derdinde ,
Tüm bu kaçışlarımın arasında ;
Yolların , korkuların ve sağnak yağmurların tam ortasında.
Sakin bir an düşledim sadece, yıllar boyunca…
Aslında aynı yerde ;
Çok sevdiğim o eski evin yüksek duvarlarında,
Kabarmış minik bir çatlağın
Sessizce çıtırdayan yankısında ,
Saklandım.
Yaşama sevincimin bir kısmı,
Kirpiklerinin ucundaki o esrarlı belirsizliğe hatıra ,
Arta kalanların hepsi , her zaman yanımda .
Ve ben , en güçlüsünden bir kadın formatında ,
Asla arkasına dönüp bakmamış ,
Küçük çilli bir kız çocuğu saklıyorum kuytularda…
Senin tarafından mı , kendi tarafımdan mı
Terkedildiğimi ,yıllar sonra bile hala bilemeyen…
Tek yaprağını kaybetmiş te olsa ,
Rüzgarlara direnip , kelebekler giyen,
Aynı narin gelinciğim hala .
Şimdi yıllar , yıllar sonra bir an ,
Çıksan karşıma .

20 Mayıs 2010 Perşembe

Mor ve Ötesi'nden Masumiyetin Ziyan Olmaz

Morların yeni albümünü dün akşam alıp dinledim. Genel olarak beğendiğimi söyleyebilirim ammaa Dünya yalan Söylüyor'u yine geçememişler. Hiç geçebilecekler mi diye sorarsanız, ben bunu yapabileceklerini düşünüyorum.

Masumiyetin Ziyan Olmaz 'ın çıkış şarkısı , klibiyle ekşi sözlük'te epey tartışmaya sebep olan Yorma Kendini oldu. Bence albümün en tırt , en basmakalıp şarkısını seçmişler çıkış şarkısı olarak.

Sor, Nakba, ve hatta Bisiklet ilk ve ikinci dinleyişte sevdiğim şarkılar oldu. Genel olarak sanki tüm şarkıların altyapısı mı denir, sound'umu nedir neyse işte o hep aynı, son şarkılara doğru artık hep tekdüze bi gürültü dinliyormuşum gibi geliyor ve dingin, tatlı Bisiklet şarkısını belki bu yüzden en sona çakmış Morlar.

Ama bir de ARAF var. Benim için albümün kendine aşık eden, kendini tekrara aldırıp yedi bin kere dinleten şarkısı işte bu, Araf.

Yerimi bilmem, bilmem ne taraftayım
Sesimi duymam, ne zamandır araftayım

Sonuçta Morları hala seviyoruz, yine albüm yapsınlar, yine para verip alırız. 


http://www.masumiyetinziyanolmaz.com/

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Kırklareli Edirne seyyahati

Selam dostlar.

Haftasonu Kırklarelili canım arkadaşım Çiğdem'in ve ailesinin misafiri olarak şahane bir gezi yaptım. Cuma pek dertli, üzgün, kızgındım. Cumartesi yola çıkınca dertler tasalar hepsi arkada kaldı, yemyeşil bir memlekete gidince herşey unutuldu.

Kırklareli'ye vardığımızda hava kapalıydı, rüzgarlıydı. Çito'nun ailesi Karahıdır köyünde yaşıyor, ferah, aydınlık ve binlerce çiçekler rengarenk dolu bu güzelim evde dinlenip zeytinli ekmek yedik önce.


Çitonun annesi Ümran teyze bize güveçte kurufasulye pişirmiş, tepsi tepsi mantı yapmış. Ah o kurru fasülyeyi yiyemedik, ona yanarım.


Mantıları yuttuktan sonra , havaya boşverip DUPNİSA MAĞARASI'na doğru yola çıktık. Kırklarelinden araba ile 45 dakika sürmüştür herhalde. Yol boyu manzara olağanüstü idi. Oralar zaten tarlalık, ekinler uzamış, yemyeşil dalgalanıyori tarlalar kankırmızı gelinciklerle bezeli, kenarlarda kucak kucak papatyalar. Bazen gözalabildiğine bir kır, ortada tek bir ağaç. İnanılmaz şiirsel, ama aynı zamanda güçlü, yabani bir güzellik.




Ama Dupnisa'ya giden yol bambaşka birşeydi. Yağmur altında dağlar, yemyeşil dev ağaçlarla bezeli, kendimi Washington Forks'da sandım vallaha, parıldayan bi fimpir görürürüm sandım hahahaah.

Dağların arasında, bir iki ufak köy geçip Dupnisa'ya ulaştık. Giriş ücretli diyordu ammaa , oralarda para isteyen kimsecikler yok idi.



Şu aşşşağıdaki resmi büyütüp mağaranın özelliklerini okursunuz dostlar:))) Mağara bilmem kaç milyon yıllıkmış ve oluşmaya da devam ediyormuş, o yüzden mağaraya yapılan yürüme yolu ve ışıklar mağara oluşumuna zarar veriyormuş diyorlar.



Mağaranın girişi bildiğin bir patika, kayalık tepenin kenarında keçi gibi hoplaya zıplaya yürümen gerekiyor.



Mağaranın içine girince ağzım açık kaldı. Sulu kısımdan girmiştik ve buz gibiydi mağara. Sular aka aka travertenler gibi enteresan oluşumlar meydana çıkmış ve dağın içinde bu inanılmaz mağara meydana gelmiş. Arada pırpır uçan yarasalar da cabası.





Sulu bölümlerden sonra tam 270 tane merdiven tırmanıp üst salona çıkıyorsunuz. Gerçekten bu kadar süre kapkaranlık bir ortamda ve bilmem kaç ton toprağın dağın altında olduğumuzu düşününce insan ürperiyor!

Zirveye varıp mağaradan çıkınca şu manzara ile karşılaştık :


Böylece mağaraya geri girip bu sefer aşağı indik ve arabaya doluşup şehir merkezine geri döndük. Bu arada mevsim değişmiş, o kalın bulutlar kaybolmuş, güneş parıldıyor idi. Biz de baraj kenarındaki piknik alanına gittik ama hava çok rüzgarlıydı, biraz manzara izleyip kırlara bayırlara geri döndük.





Eve döndüğümüzde haşhaşlı tatlılarla yorgunluk attık, ağzınıza layık idi haşhaşlar:))) Sonra da seradaki renk cümbüşünde kendimizden geçtik. Allahımmm, bahçede yürüyen böceklerin ayak sesleri duyuluyor, bi tane araba, korna sesi, bağıran kavga eden insan yok, sonsuz huzura kavuşmuştuk dostlar.





Hava kararınca süslenip püslenip Kırklarelinin meşhur GÖR BENİ AL BENİ caddesinde piyasa yapmaya gittik dostlar. (İstasyon olsa gerek orası) Tabii biz İstanbul insanları haldır haldır yürüyor idik , halbuki ağırdan salınarak yürüyeceksin ki , hem vakit geçsin, hem görüp beğensinler:)))) Çünkü minicik şehirde yapacak başka bişey yok:))

Piyasamızı da yaptıktan sonra Lokal'e gidip bira içip canlı müzik dinledik, Umut mu ne çocuğun adı, hem gitar çalan hem şarkı söyleyen çemçük ağızlı oğlanı pek beğenirmiş buranın kızları:)))



Tam önümüzdeki masada evlere şenlik bir kalantorlar gurubu oturuyordu, enseler kat kat, yanlarında bi tane gencecik, zapzayıf kızcağız... Sonradan hepsi aynı renk sarı boyalı saçlı olgun teyzemler de geldi... Kalantorların biri hiç yerinde durmuyor, her şarkıda sahneye atlayıp allah ne verdiyse dans ediyordu. Bir ara yanımıza gelip "yanlış anlamayın karımla kızım" demez mi. Gadanallahh... Sonra başka bi kalantor kafasını bana uzatıp "hangi şarkıyı istiyorsunuz" didi, "fesüpanallahh" didim, çaldırdı herif şarkıyı, sonra da bana dönüp ÇAK yapmasın mı püahahaah. Tam ben alevli meyva tabağı bekliyordum, herif Çito'ya dönüp "üniversite öğrencisi misiniz" diye sormuş, o da "yoo gayet üniversite mezunu orta yaşlı insanlarız " diye yapıştırmış cevabı, herif mosmor oldu defoldu gitti , ama meyve tabağından da olduk ahahahaahahah.


Programdan sonra eve dönmeden de Seyfettin midir nedir oradan tükürük köftesi yedik dostlar amanınn amanıınnnnnnn ben ömrümde böyle köfte yemedim yemedimmm. Bu köfteyi yemeye Kırklareli'ne gidilir bakın bu oburella arkadaşınızı dinleyin.

Pazar sabahı sıcacık güneşli ama bol rüzgarlı havada Edirne'ye doğru yola çıktık. Aman ne minyatür, ne şirin, ne tarihi bir yermiş bu Edirne. Üstenlik capcanlı bir yer, küçük şehir ölgünlüğü yoktu burada.

Edirneye girişte önce Tunca ve Meriç nehirlerini geçip Meriç boyunda ağzınıza layık akıtmalı makıtmalı bi kahvaltı yaptık.


Sonra daa Lozan Anıtını görmeye Karaağaç beldesine gittik dostlar.







Yukarıdaki resimde arkamızda gördüğünüz anıt Lozan Anıtı oluyor. Ama çevresi anıttan daha güzel.Çünkü anıtı Karaağaç'daki tarihi tren istasyonu alanına kurmuşlar.




Heeyyyyyy işte Edirne'deyim


Tabii Lozan Antlaşmasına imzayı çakan İsmet Paşamızla da foto çekmeyi ihmal etmedik. Son günlerde kendisine yapılan büyük terbiyesizliklerden midem bulanıyor, bunu da yazmadan geçmek istemem.



Karaağaçtan dönüp Meriç kenarında oturduk ve ağlamadık tabii, bol bol foto çektik Nehirde fazla su yoktu, taşkın olduğunda köprülerin üzerinden akıyormuşsular.
.



Meriç boyu çay bahçeleri ile dolu, işte mesela Emirgan Çay Bahçesi



Nehir kenarındaki gezimiz bitince şehiriçine geri döndük. Selimiye Arastasınac girdik, (Şehşr bu arastalar ile bezeli, yani minik kapalı çarşılar) Mimar Sinanın şaheseri Selimiye Camisine bu arastadan girecektik.





Çarşıda bol bol şekerleme, peynir tatlıları, helvalar, aynalı süpürgeler (bu süpürgeler eskiden çeyizlere konurmuş, aynalı süpürgesi olmayan çeyiz eksik sayılırmış) , bir de Edirnenin kokulu sabunları satılıyor. Bu sabunlar rengarenk meyve şeklinde, çok gerçekçi yapıp boyamışlar, ama kokusu bana ağır geldi.

Selimiye Camisi şehre tepeden bakıyor, güzel bir meydan yapmışlar, meydanda Mimar Sinan'ın heykeli sanki bu ölümsüz eserini korumaya almış





Camide hoca okumaya devam ediyordu, o yüzden önce bahçesinde tavuskuşları gezen minik müzesini gezdik.



Sonra da camiye girip duacıklarımız ettik.



Selimiye'den çıkıp güzelim belediye binasının önünden yürüyüp 3 Şerefeli Camiiye gittik.

Bakınız belediye binası ne kadar güzeldi:


Üç Şerefeli Camii pek çok mimari özelliğ sahip bir cami, 4 minaresi de farklı farklı yapılmış. Ben en çok sarmal minareyi sevdim.





Bu camide de duacıklarımızı edip Ziraat Bankasının önüne indik, neden derseniz buradan kalkan A numaralı minibüslere binip II.BAYAZID KÜLLİYESİ'ne gittik.





Burasını hatırlıyorum , ben çocukken Barış Manço'nun programında Barış Abiden dinlemiştim. Külliyenin Darüşşifa'sı önce hastane olarak çalışmış, sonradan hani şıkır şıkır su sesi, sazende ve hanendelerin musikisi ile delileri iyileştiriyormuş.

Darüşşifanın odalarına mankenler yerleştirip canlandırma ile bütün detayları göstermişler, başarılı olmuş, ama biraz korkutucu.





Külliyede ben de oraya tedaviye gelmiş fıttırık biri gibi görünüyordum sanırsam:)))

Dolmuşa tekrar binip nihayet yemek yemeğe çarşı içine geri döndük. Çarşısı çok güzel, hareketli cıvıl cıvıl Edirne'nin. Sıra sıra ciğerciler , köfteciler dolu...




Nihayet biz de köftemizi yedik, bi tabak da yaprak ciğer aldık, aman o kadar yorulmuşuz ki, bıraksanız küftecide uyurduk.

İşte bu küfteeee :


Bu ciğerrrr


Bu da ciğerin yanında gelen biberrrrr


Yemekten sonra Balaban'da hakiki sütten yapılma dondurmalarımızı alıp (1 top 75 kuruş) yalaya yalaya dolandık. Dondurma yerken dolaşmaktan da pek korkarım, illa biri çıkar "yavrum onu yalayacağına benimkini yala" diye laf atar :)))) Neyse bi yamuk olmadı da rahatça yalandık.

Dondurma faslından sonra sona bıraktığımız Ulu Camii'ye geldik.


Bu caminin içinde şahane kaligrafik yazılar vardı, çok etkilendim.



İşte Ulu Camii'den sonra da, arabaya doluşup İstanbul'a geri döndük. Amannn dönüş yolunda bütün o dertler geri döndü, o yüzden iyi ki gitmişim, iyi ki bu güzel şehirlerimizi görmüşüm, iki gün boyunca kesintisiz çok mutlu oldum. Canım Çitoma binlerce kere teşekkür etsem yetmez. İnşallah köprü altına gideceğiz beraber:)))

Memleketimiz de ne kadar güzel, ne kadar büyüleyici değil mi dostlar. Barış Abi'yi hatırladım hep Edirne'yi gezerken... Biz de inşallah güzel ülkemizi karış karış gezer, birer Çelebi oluruz dostlar.

xo xo