26 Mart 2013 Salı

Domestik Maceralar Serisi

Yahu baktım da, Kate-Elizabeth-Kraliyet rüzgarına kapılmış; bir elleri balda ötekisi havyarda, döne döne yatıp yuvarlanıp giden zengin Windsor sülalesinin maceralarını yazmışım habire blogda.

Halbuki eskiden hababam oraya gittim, bunu ettim, saçımı kestirdim de berbere çemkirdim diye kendi maceralarımla doldururdum bu sayfaları sevgili izleyenlerim.

Peki neden böyle oldu, diye soracak olursanız, vallahi akşam eve geldiğimde bilgisayarı açmaya mecalim kalmıyor. Mütemadiyen Galaxy Note telefonumun  eşşek kadar ekranını mıncıklayıp instagram'da kedi fotoğrafları, tumblr'da royalist bloglar arasında gezinip 11 dedin mi kendimden geçiyorum:)

Ama eğer, domestik maceralarımı merak ederseniz, yine öyle aklı başında işlerle uğraşmıyorum tabii :)) Misal, geçen gün, şirkette yapılan köpek gömleklerinden alıp kediye giydirdim:)) Kedinin patilerini o gömleğe sokarken düştüğüm halleri de videoya çektik tabii ama onu hayatta yayınlayamam ahahahahah. Kedi ise pembe firfirikli gömleğinden daha ilk dakikada nefret etmişti. O kadar acayip davrandı ki, böyle bir yürüyemedi, kendini yerlere attı, rahat uzanamadı. Diken üstünde gibi taş oldu hayvancağız. Ben de fotoğraf çekip hemen çıkarttım gömleğini, eziyet olmasın diye. Ama şu da bir gerçek ki, Large beden köpek gömleği bizim kıza dar geldi, göbekten kastı ahahahaha:)))








Yazık yahu, bu hayvanın da çilesi, benim elime düştü. Sevgimle boğuyorum yavrucağı:))

Domestik maceralarımın devamında ise, kendime doğumgünü hediyesi olarak aldığım "The Adventures of Young Indiana Jones" serisini izlemeye başladım. Bu dizi 90'larda yanlış hatırlamıyorsam Pazar günleri Show Tv'de yayınlanmıştı. Fakar DVD seti apayrı bir mevzu.

Dizi, Indiana Jones'un 10 yaşında ailesi ile yaptığı seyahatler ile başlıyor. Tabii, minik Indy, gittiği her memlekette devrin meşhurları ile karşılaşıp maceralar yaşıyor. İleriki bölümlerde ise 20 yaşındaki kahramanımız (Sean Patrick Flannery) Avrupa'da Birinci Dünya Savaşı'na katılıyor, sonra da casusluk yapmaya başlıyor. Fakat işin güzelliği şu, kurgu karakterimiz dünyayı gezip birbirinden ilginç tarihi kişiliklerle tanışırken, diziyi "on location" çekmeye karar veren George Lucas sayesinde biz de dünyayı dolaşıyoruz. Görüntüler, mekanlar haliyle şahane, oyuncular sempatik. Bir de, diziyi dvd setine aktarırken, her bölüm için , tekrar ediyorum her bir dizi bölümü için, dört beş tane belgesel hazırlamışlar. İşte bu belgeseller dvd setini eğlencelikten çıkartıp evlere şenlik statüsüne koyuyor dostlar.

Genç Indiana Jones
Özellikle Birinci ve İkinci Dünya savaşları hakkındaki belgeseller ve görüntüler çok etkileyici. Onun dışında harcıalem basmakalıp belgeseller değil, ilginç detayları ve belki adını bile duymadığımız insanları anlatıyor bu filmler. Sonuçta, dizinin çocuk Indy kısımları biraz fazla eğitici-öğretici olabilir ama genç ve yakışıklı Indy bölümleri gayet eğlenceli bence. Yani bu dizi zamana çok güzel dayanmış ve eskiyip kokuşmamış. Dvd seti de inanılmaz dolu ve başarılı, Çok beğendim dostlar.

Ve işte böylece yuvarlanıp gidiyorduk:)

xo xo

22 Mart 2013 Cuma

Dört Başı Mamur Kate Alert

Güzel düşes Kate, son günlerde üst üste göbeğini gezmeye çıkarttı, çeşitli aktivitelere katıldı sevgili Kraliyet ailesi meraklısı dostlar:) Ben de tabii ayıla bayıla takip ettim Kate'in kıyafetlerini ve artık kendini göstermeye başlayan göbeciğini.

Geçen Cuma, Kate sürpriz bir şekilde at yarışlarına katıldı keltoş kocacığı William ile. Tabii Veli Efendi Hipodromuna gelmedi canım, işte oralarda Cheltenham  derler bir yarış varmıştı da, Kate de oraya gitmişti:)

off hava da buz gibiymiş, götüm dondu



Kate'cik eski pembe bir paltosunun düğmelerini öne alıp kendini paltoya tıkıştırmış. Yakasını da böyle biri ayakta, biri kıvrık kapatıp hoş bir hareket katmış. Pek cici görünmekte idi.


Geleceğin kralı ve at dişli sülalesine gitgide benzemekte olan kocası William ile bol bol muhabbet edip eğlenen; beygirlere tezahürat yapan Kate pek güzel vakit geçirdi.

heeeyyyyy

Ama sanki yarışın sonu beklediği gibi olmamıştı :

gitti paracıklarrrr

Pazar günü ise 17 Mart St Patrick günü şerefine, Kate ve William, yüz yıllık bir Kraliyet Ailesi geleneğini devam ettirdiler ve İrlandalı askerler birliğine yonca yaprakları dağıttılar.



Kate tam bir sene önce giydiği yeşil paltoyu tekrar giymişti. Bu sefer siyah kazağı, çorapları ve topuz yaptığı güzelim saçları ile daha rahat görünüyordu. 1 yılda ne çok şey değişiyor değil mi?

17 Mart 2012 ............................ 17 Mart 2013

Kate, yonca yapraklarını önce birliğin albayı olan prens kocasına, sonra teker teker askerlere takdim etti.

Güzel Catherine



Birliğin maskotu itoşa bile yoncalar verildi.





Kate'in saçını ve şapkasını çok beğenmiştim. Derli toplu saçla çok daha havalı görünüyordu.

Hemen iki gün sonra ise, William ile Kate; ailelerini kaybetmiş küçük çocuklara destek veren bir kurumu ziyaret ettiler. Yetkililerden kurum hakkında bilgi alan çiftimiz, minik yavrularla ilgilendiler, kapının önünde bekleyen kalabalıkla tokalaştılar. Hediye olarak gelen yumuş ayıcıkları kabul ettiler:))

yumoş ayıcık






Kate bu ziyaret için bebe yaka siyah Topshop elbisesinin üzerine yakasız, 60'lı yıllar esintili bir palto giymişti. Yine pek cici ve hoş görünüyordu tatlı düşes.





Dün ise, Catherine en şık şapkasını takarak, büyükanne Kraliçe ile Londra metrosunun 150. kuruluş yıldönümünü kutlamaya gitti sevgili izleyenler. Kraliçe 2.Elizabeth uzun süredir ortalarda yoktu, saraya kapanmış, bağırsaklarını etkileyen bir hastalıktan iyileşmeye çalışıyordu. Biraz çökmüş gördüm kraliçeyi :(

Ayyy fakirler buna mı biniyoooo?

biz olsak o paltonun altına tayt giyerdik, o yüzden prenses olamadık işte:))))



Harry'nin telefonunu veremem canımmm



Kate'in bu haline bayıldım tek kelimeyle. Paltosu, şapkası, incecik bacakları ile çok zarif görünüyordu. Kulaklarına ise nişan yüzüğünün takımı; Galler Prensesi Diana'nın safir küpelerini takmıştı. William acaba başka neler verdi Kate'e annesinin takıları içinden? Merak ediyordum:)



Metro yetkilileri Kate'e "baby on board" iğnesi hediye ettiler.  Düşes bu hediyeyi pek sevdi, evde takıp dolaşmaya söz verdi:))

Kate Cuma günü de, yağmur botlarını giyerek izci çocuklarla çamurlarda yuvarlanacak. Artık bunu da başka bir yazıda ele alırız:)


Beğendiniz mi Kate'i :))


xo xo

17 Mart 2013 Pazar

Geleneksel Doğumgünü Kutlama Şenlikleri

İşte bir doğum haftası şenliğini daha atlatmış bulunuyoruz benim canımdan çok sevdiğim izleyenlerim. Bundan sonra kutlama filan yapar mıyım bilmiyorum. Artık yaşım geçti gibi hissediyorum böyle pasta kesmek için filan:)) Tabii fikir değiştirme hakkımı saklı tutuyorum.

Ayın 14'ü güzel bir sürprizle başladı, Çito arkadaşımdan olağanüstü güzel bir çiçek sepeti ve Dior Hypnotic Poison parfümü geldi şirkete:))) Sepet gördüğüm en güzel aranjmandı kesinlikle:


Burnumu daldırıp daldırıp o şahane kokularını içime çektim, o erengülleri öpücüklere boğdum. Rengi ve kokusuyla masal gibi bir sepetti gerçekten.

Çiçekleri sekreterden alıp ofise döndüğümde bir alkış koptu :))) İnsanlar "buldun mu? buldun mu?" diye sorular sordular:)) Sonra da "aaa Çiğdem göndermiş" diye burunları düştü püahahah, ama sepet efsane oldu, kızlar bütün gün gidip gelip kokladılar çiçeklerimi:)))

Sonra, akşam üzeri şirkette sürpriz bir kutlama yaptı arkadaşlarım bana, o kadar sevindim ki anlatamam. Böyle sürprizleri, eğlenceleri çok seviyorum:))) İşyerimde de görece yeni sayılırım, 2 yılım Mayıs'da dolacak. O yüzden bu kutlama benim için çok değerliydi:)

Pastalar şirketten:))


O gün akşamı ise eski bir arkadaşım suşi ısmarladı sağolsun, Teşvikiye'deki Sushi&Noodle House'da.




Tabii sadece suşi yemedik, miso çorbası, ördek, karides ne varsa götürdük:))) Hatta ertesi gün çırçır olur muyum diye epey meraklandım ama taş gibiydim çok şükür. Bu esnada köhür köhür öksürmeye devam ettiğim için yemeğin yanında kafama diktiğim öksürük şurubundan başka birşey içemedim. Şirkette de nasıl adım çıktıysa, herkes nereye gideceğimi, nasıl içip dağıtacağımı sordu bütün gün:)) Öksürük şurubunu fondip yaptım ben de:))

Miso çorbası (yosun çorbası)

Ördek

Karides

Cumartesi günü ise hava 15 derece birden soğudu, fırtınadan çatılar uçtu, yağmurdan gözgözü görmedi... Üstelik kızçelerle Nişantaşı Kırıntı'da kutlama yapacaktık, nasıl sinir oldum anlatamam. Ve mesela yarın güneş açacak... Bana kaderimin bir oyunu muydu bu yaleppim? Her sene doğumgünümde havanın bozması İllüminati'nin hain bir planı mıydı neydi dostlar?

Cumartesi sabahı, fırtınaya karşı sarınıp sarmalanarak Küçük Bebek'e yürüdüm. Öksüre tıksıra Pelit'in önüne gelip kafamı kaldırınca bir de ne göreyim??? Pelit pastanesi kapanmış! Daaannn!  Ulan inanamadım artık, gözlerimi kırpıştırıp bir daha baktım, yok valla kapanmış. Söylene söylene taksiye binip Etiler'dekine gittim ben de ne yapayım. Çünkü doğum pastası olarak kızçelere ekpa almak istiyordum.

Doğum pastam : çilekli ekpa

Ya bu ekpa'dan yediniz mi bilmiyorum? Rejim filan yapıyorsanız aman uzak durun, bağımlılık yaratan bir lezzet çünkü. Ben ömrümde böyle bir pasta yememiştim dostlar.

Bu pasta, kek yerine profiterol toplarının malzemesi ile yapılıyormuş, içinde krem şanti asla yok, profiterolün içindeki dolgu kreması var. Dışı beyaz çikolata, ayrıca içi seçiminize göre çilek ya da muz dolu.

Ve pastayı kestiğinizde içinden ılık ılık çikolata sos akıyorrrr allaaaahhhhhh





Böylece, yağmur soğuk demeden uzaklardan benim için yollara dökülen canım Kızçelerimle Kırıntı'da buluştuk. Yemeklerimizi yedik; bira-şarap içtik. Her doğumgünü, nişan, düğün ve kınada verdiğimiz klasik pozlarımızla bol bol fotoğraf çektik:

Kızçeler :)

Klasik pozum

Doğum pastamı keserken

Klasik askerlik hatırası pozumuz:)))

Ya bu çok komik, arkadaki televizyonda maç vardı, Lady Charlotte ile her pozumuzda ekranda yere kapaklanmış dömelen ya da dil çıkartan bir adam görünüyordu. Ben de fotoşopla tv ekranını sansürledim:)))

Televizyondaki popoyu sansürledim:))))

Hararetli dedikodular:))

Minik Sino


Sevalkuş

Denizo ile Arzuşka

Canım Lady Charlotte ile...  tv ekranına sansür koydum yine:))

Her sene severek kutlama yaptığım Kırıntı, bu yıl çok hayalkırıklığına uğrattı beni. Happy Birthday çalmadılar,  garsonlar tepemize gelmedi, cümbüş olmadı. Pastayı kesip servis etmediler. Üstelik pasta kesimi ve servisi için 20 TL alıyoruz dediler yüzsüz yüzsüz. Ben de vermiyorum üleyynn dedim. Bir daha da Kırıntı'da doğumgünü kutlamam. Bu kadar basit.


Neyse, böylece gecenin sonunda kızçeler eve dağıldı, biz de Çiğdem ile Beşiktaş Plaza'nın tepesindeki  Vogue Restorana çıktık. Burası nefes kesici İstanbul manzarası ile gerçekten gidilesi bir mekan. Çito ile birer kokteyl aldık ve üniversitede Migros'dan bira alıp Kadıköy kayalıklarında içtiğimiz günleri yadettik:)) Nereden nereye dostlar:)) Ara sıra böyle hovardalık yapmayacaksak ne diye çalışıyoruz değil mi?

Vogue'ın terasndan Akaretler

Boğaz Köprüsü

Harika bir kutlu doğum haftası geçirdim, dostlarım sayesinde. Beraber nice mutlu senelerimiz olur inşallah:)

xo xo

14 Mart 2013 Perşembe

35 mi? Nasıl Yani?

Küçükken kendimi düşünebildiğim en ileri yaş 22 idi. O da neden, 2000 senesinde, bu fütüristik, inanılmaz uzay çağı kokan senede kaç yaşında olacağım hesabı yaptığım için. Gelgelelim 2000 senesi ve ardından on küsur yıl daha geçmesine rağmen, ne ışınlanma icat edildi, ne de ortalıkta gezen uçan arabalar peydah oldu. Sadece biz, biraz daha büyüdüğümüzle kaldık.



Sonracığıma, 24 yaşındayken, havalı kızın biri yaşımı sormuştu. 24 deyince de "ayy ne fena yaştır 24, ne büyüksün ne gençsin. Misal ben 28 yaşında koskoca kadınım" diye gösteriş yapmıştı. Bugün kendisi 40 yaşına gelmiştir herhalde, oh olsun :))) Deli mi ne, hepimizin olmak istediği yaş 24 değil mi a dostlar? Bence en şahane yaş 24 idi. O noktaya kadar hayat daha yavaş, yıllar sanki daha uzun, tatiller daha çoktu. Ondan sonra ise, zaman kıyasıya hızlı geçmeye başladı.




Yine o güzelim, yirmili yıllarda, ilk işyerimde çalışırken, sevdiğimiz bir abimiz yanıma gelip kaç yaşına bastığımı sormuştu. Ben de dedim ki, 25. Abi bir iç çekti. "Keşke ben de 25 yaşında olsaydım" dedi. Vay be. O zamanlar o 35 yaşında idi. Şimdi ben 35'e bastığıma göre, o da evlere şenlik, ölmüştür herhalde ahahaha ne bileyim yahu:)))



Bu sene başında, 35 yaşına basıyor olmak fikri beni epey korkuttu. Şimdi geçti, sakinledim de, geçen aylarda epey fena oldum. Birşey yapmam gerek, bu yaşta gerçekten büyük birşey yapmazsam, sonra çok pişman olacağım diye düşünüyordum. Mesela, işten 1 ay ücretsiz izin alıp, Patagonya'ya gitmek gibi müthiş bir serüven yaşamalıydım. Sonra bari akşamcılığa başlayayım, o daha kolay dedim. Çok da kararlı biri olduğum için, akşamcılığı başlamaya karar verir vermez, şu Akmerkez'in altındaki kazıkçı kafeye gidip oturdum ve bir cosmopolitan söyledim. Üzerine mojito, cuba libre vs devam ettim. Kokteyl içmek şahane birşey, o an hafifleşiyorsun ama sonra hemen geçiyor. Bu bazı Cuma akşamları eve dönerken oturup birkaç kokteyl içme işini birkaç kere yaptım ancak. O kokteyller o kadar kazık pahalı ki, en iyisi her zamanki gibi Lady Charlotte'ın sözünü dinleyip bir şişe viski alarak evde demleneyim ben.

Sonra işte bu kokteyl belasına bir güzel paraları ütülüp rahatlayınca benim de 35 yaş korkum geçti dostlar:)) Canım arkadaşlarımla haftasonu yapacağımız kutlamanın neşesi sardı şimdiden dört bir yanımı. ne yazık ki, her buluşmada aramızdan en az 4 kişi rejimde olduğundan yine bayılana kadar içip yiyemeyecektik.

Ve işte yazıyı yazarken 14 Mart oldu. 35 yaşına bastım ve resmen yaşlıyım:)

Ailemle, canım dostlarımla ve tontik kedimle beraber unutulmaz bir yaş geçirmeyi diliyorum:)



xo xo