Paris ziyaretimin son günü Cumartesi'ye denk geldi. Tabii öğlene kadar yine iş peşinde koştuk. Öğlen bir ufak mola verdik, ama sonra herkes çil yavrusu gibi bir tarafa dağıldı.
Mola ufak, bira büyük :) |
Metroya atlayarak 1357 senesinden beri şehrin belediye binası olarak hizmet veren güzelim Hotel de Ville'e geldim. Bu meydan ve meydanı Notre Dame kilisesinin bulunduğu adacığa bağlaya köprü, bana gerçekten Paris'te olduğumu hissettiren klasik mekanlardır. Sayısız ziyaretten sonra o denli aşina ve benim şehrimmiş gibi hissediyorum ki, anlatamam.
Köprüleri geçerek Ile De Cite'ye yürüdüm, Notre Dame de Paris kilisesinin kurulduğu, Paris'in gerçek doğum yeri idi Seine nehrindeki bu adacık.
Sanırım 10 sene evvel Paris'e Lady Charlotte ile ilk kez geldiğimde yürüdüğümüz güzergah olduğu için benim için çok kıymetli idi.
Kilisenin önünde yine kuyruk vardı, beklemeye gerek görmedim.
Sıfır noktasının başı bu sefer boştu, hemen ayak bastım. Buraya ayak basarsanız, tekrar Paris'e gelmeyi garanti ediyormuşsunuz.
Kilometer Zero Paris |
Tekrar köprü geçip nehrin öte tarafına, yani sol yakaya geldim. Hedefim meşhur Shakespeare and Co. kitapçısı idi.
Shakespeare and Co. |
Bu mağazadan aldığınız kitaplara damga vuruyorlar, Zero Kilometer Paris - Shakespeare and Company yazıyor damgada.
Bu da kitabı içine koydukları kağıt poşet:
Kitapçıdan çıkınca Ile de Cite adacığına geri dönerek aheste yürüdüm.
Çiçek pazarı çok güzeldi:
Sonra yine köprüden geçip Sağ Yaka'ya yürüdüm.
Nehir kıyısında sıra sıra dizilmiş, eski Fransızca dergiler ve çizgi romanlar satan sahaflara özenerek baktım:) Sonra nehir kenarından ayrılıp Rivoli'e çıktım.
Rivoli'nin hemen yamacında minnak bir park varmış meğersem. Paris'in sürprizleri hiç bitmiyor işte.
Rivoli'de bir kaç mağazaya girip çıktıktan sonra dosdoğru Louvre'un önüne kadar yürüdüm. Bu meydanı çok seviyorum, biliyorsunuz.
Comedie Française |
Palais Royal bahçesine girdim ve birkaç dakikalığına güneş açtı, harikulade idi:
Bahçeden doğruca Rue Des Petits Champs'e çıkıyorsunuz, buradan dümdüz yürüyünce de Opera meydanına ulaşıyorsunuz. Meydandaki Desigual mağazasından adet olduğu üzere yeni bir çanta aldım :
Bu işi de halledince otele dönüp bavulumu toparladım, dinlendim. Akşam da müşterim bizi yemeğe çıkarttı. Gittiğimiz restoranın adı Le Relais de Venise idi, sadece antrikot servisi yapan antika bir mekan. Champs Elysees'nin arkasında bulunan restorana rezervasyon kabul edilmiyor. Kapıda sıra bekleyip yer boşalınca içeri giriyorsunuz. 1 saat bile bekleyebilirsiniz ama sonuç değiyor tabii.
Masanıza yerleşince siyah üniformalı garson hanım teyze sadece etinizi nasıl istediğinizi soruyor. Sonra da servis başlıyor.
Öncelikle cevizli salata:
Sonra yanında çıtır patates ile özel soslu antrikot geliyor. Bu sosun formülü coca cola formülü gibi gizliymiş, bankalarda saklıyorlarmış.
Yemekten sonra da nefis tatlılardan bir seçim yapabilirsiniz. Patrick bize bir sürü tatlı söyledi tabii ama siz profiterolü seçin bence.
Erimiş çikolata dilimi ile servis edilen kakaolu kek:
Fransız usülü profiterol, yani topların içinde dondurma var:
Elmalı turta:
Dondurma ile kat kat servis edilen beze:
Yemekten sonra da Chez Francis'de oturup Eiffel'e karşı mojitolarımızı yuvarladık. Rüya gibi bir akşamdı.
Bakalım bir sonraki Paris ziyaretim ne zaman olacak?
xo xo