30 Mayıs 2017 Salı

AMSTERDAM SEYAHATİ 2.GÜN : KÜLTÜR MANTARI


İkinci gün sabahı otele yakın bir ara sokaktaki havalı mekanda kahvaltı ederek güne başladık. Mekanın adı : De Bakkerswinkel . Modern bir yer, hem yerliler hem de turistler geliyor kahvaltı için. Biraz sıra da beklemek gerekebilir.



Ben Dutch kahvaltısı seçtim: bolca peynir, değişik ekmekler, ev yapımı nefis reçeller ve çikolata kırıntısı geldi. O kırıntıları anlamadım tabii neyin üzerine serpecektim. Reçeller o kadar güzeldi ki anlatamam. Ekmekler de değişikti: tahıllı ekmek, zencefilli ekmek filan vardı. Şöyle bir zeytin domates yoktu ama gayet doyurucu idi kahvaltı.









Kahvaltıdan sonra bu seyahatin en önemli kısmına sıra gelmişti. Rijksmuseum (Rayks diyorlar)  ve Van Gogh Müzesi ziyareti! Merkezden yürüyerek gidilebilir sanıyorum, belki yarım saat filan yürümek lazımdır ama enerjimi müzelere saklamak istediğim için tramvaya bindim.


Amsterdam'da toplu taşımaya bindiğinizde kartınızı okutmanız yetmiyor, inerken de kartı okutmak şart. Bunu minik detayı atlamayalım. Sonraki binişte problem yaşamayalım.


tramvay selfisi

Müzeler Museumplein denilen  meydanda bulunuyor. Yemyeşil devasa bir çayırın tepesinde görkemli Rijksmuseum yer alırken, yan tarafında hayallerimi süsleyen Van Gogh Müzesi bulunmakta. Modern sanat müzesi Stedelijk Müzesi de bu alanda ancak onu bir dahaki sefere bıraktım.

Museumplein

Rijksmuseum

Rijksmuseum Hollanda'nın en büyük sanat müzesi, aynı zamanda en çok ziyaret edilen müzelerden biri. Kuyrukta mutlaka bekleyeceksiniz yani, o yüzden biletinizi önceden internetten almak isteyebilirsiniz. Ben makul bir süre bekledikten sonra içeri girdim ve iamsterdam kartımla 2,5 € indirim elde ettim.




Müze üç katlı. İkinci kat en sevdiğim çünkü Rembrandt'ın The Night Watch - Gece Devriyesi eseri burada sergileniyor. Müzeyi gezmek biraz zor, ikinci katı tek seferde gezip bitirebiliyorsunuz ancak birinci ve üçüncü katlar ikişer kanattan meydana geliyor. Birinci katın ilk kanadını gezdikten sonra ikinci kata çıkıp diğer kanada geçmek gerekiyor. Aynı şekilde üçüncü katın ilk kanadını bitirip ikinci kata inerek binanın diğer ucuna geçmek ve üçüncü katın diğer kanadına tekrar çıkmak gerekmekte. En iyisi broşürde gezdiğiniz yerleri işaretleyip "aaa ben bunu görmedim kiii" dediğiniz anda etrafta dolaşan amcalara oraya nasıl gideceğinizi sorun.







Gösterişli merdivenleri tırmanıp tavana kadar vitraylarla bezeli pencerelere hayran hayran baktıktan sonra nihayet koleksiyonun tadını çıkartabilirsiniz. Fotoğraf çekmek de serbest. Tabloların fotoğrafını çekmek evet çok saçma ama kendime hakim olamıyorum ne yapayım?








kültür mantarı







Mona Lisa Louvre müzesi için neyse The Night Watch - Gece Devriyesi de Rijksmuseum için o demek. Bu tablonun sergilendiği galeri son derece görkemli ve çarpıcı bir salon. Tablo zaten dev gibiymiş, o denli kocaman olduğunu bilmiyor idim. Başında da nöbetçi amca bekliyor. 


The Night Watch - Gece Devriyesi


Resmin büyüklüğünü anlatabilmek için çektim bu fotoğrafı :










Bu salondaki tüm tablolar çok güzel, bana hep Üç Silahşörler'i anımsattılar.





Popolaaaarrr :)))


Ama galiba en çok bu tabloyu sevdim? Çünkü neden???

The fall of man, Cornelis Corneliszoon van Haarlem, 1592. 


Çünkü kedi sevgisiiiii :)))







Şaşırtıcı bir benzerlik






Minyatürcü isminde bir roman okumuştum, 17. yüzyılda Amsterdam'da geçiyordu roman, onu hatırladım bu evlere bakarken:








Antika aynada kendimi çektim:





İkinci kattaki şaheserlerin tadını çıkarttıktan sonra üçüncü kata çıktım. Burada 1900 - 2000 arası eserler sergileniyor.

Rietveld Uçağı


Bir Yves Saint Laurent tasarımı:



Sanatın moderninden pek haz etmem. Modern Hollandalı ressam Karel Appel'in eserleri :



En son olarak birinci kata indim,  burada en dikkat çekici kısım Van Gogh, Goya, Waterloo sergileri idi. 





Dünyanın em çirkin ailesi :)



Müzenin birinci katında diğer kanatta Osmanlı İmparatorluğu köşesi vardı, aaa çok şaşırdım birden karşımda Sultan 3.Ahmet'i, bizim kavuklu sarıklı paşaları filan görünce.








Patroma Halil buymuş meğersem, tipine sıçaydım





O kanat senin bu kanat benim sora sora dolaşarak nihayet istediğim kısma gelmiştim:


Vincent van Gogh













Waterloo tablosu duvar kadardı, o kadar büyüktü ki fotoğrafını çekemedim. İşte şöyle bir şey:



Ortaçağ bölümü epey kasvetliydi.



Küçük bir de Asya koleksiyonu vardı, alt katta en dipte en uçta bir bölümdü burası.








Sanırım yine de gezmediğim, kaçırdığım bölümler olmuştur. Ama artık çok yorulmuştum, devamı gelecek sefere diyerek müzeden çıktım.


Müzenin bahçesini de gördükten sonra sıra meşhur amsterdam yazısı ile fotoğraf çektirmeye gelmişti.




Rijksmuseum

Bu yazıyı kesin bilirsiniz, Amsterdam'a gelip önünde fotoğraf çektirmemek Paris'te Eyfel kulesini görmemek gibi bir skandal :) Amsterdam'ın belki en önemli turist klişesi bu yazı ile çektirilen fotoğraflar kesinlikle' Kimileri harflerin tepesine filan çıkıyor fotoğraf çektirmek için.





Eh benim tepelere çıkacak hâlim yok, ne yapacağım belliydi. Bunu yapmasam olmazdı, kimseler kusura bakmasın artık.




Van Gogh'a geçmeden biraz müze meydanının tadını çıkarttım:



İşte size süper bir ip ucu : Cuma günleri Van Gogh Müzesi gece 10'a kadar açık! Yani Cuma günü giderseniz, Rijksmuseum ile Van Gogh Müzesini kapanma saatini merak etmeden doya doya gezebilirsiniz. Müzeler normalde akşam 5 ya da 6'da kapanıyor. Müzeye göre değişiyor kapanış saati.


Meydanda Cobra Cafe diye bir mekanda oturup Amsterdam'ın meşhur patates kızartmasından yedik. Bu patatesler için şehirde millet kuyruk oluyor, inanılmaz gerçekten. Patatesin yanında dev gibi Heineken içince oh kendime geldim. Zaten farkettim de Amsterdam'da su yerine bira içmişim, çok güzeldi biraları. 




Şu dayıyla fotoğraf çektirdikten sonra da Van Gogh Müzesi için hazırdım.


kraliyet ailesi gibi aynı

Van Gogh Müzesi önünde yine kuyruk var tabii, ama iamsterdam kartımızla giriş ücretsiz! İçeride eşyalarınızı yine para ödemeden dolaplara bırakıp rahat rahat geziyorsunuz.

Vincent ve ben


Müze içerisinde fotoğraf çekmek yasak bu yüzden sağa sola kocaman Vincent portreleri koymuşlar. Onlarla fotoş çekebilirsiniz. Olmadı çok güzel bir düzenek var, otomatik fotoşunuzu çekip email adresinize gönderiyor, ücretsiz bir servis. Hepsini yaptım tabii :)







Van Gogh Müzesini gezmek benim için seyahatin en heyecan verici deneyimi idi. O kadar uzun zamandır Vincent'ı ziyaret etmek istiyordum ki, müzeye girip onun o eşsiz eserlerini gördüğümde heyecandan aynen şu hale geldim:






Böylece mutluluktan havalara uçarak, elim kolum müzeden aldığım Van Gogh kitapları ile dolu tramvaya atlayıp şehre döndüm. Akşamı ise Rembrandtplein'da geçirmeye karar verdik.


Amsterdam'da canlı, cıvıl cıvıl bir gece geçirmek istiyorsanız Rembrandtplein ideal. Barlar, kafelerle çevrili, çok güzel de aydınlatılmış, gayet hayat dolu bir meydan. Escape diye meşhur bir kulüp de var burada. Aaah bizim ne Asmalımız ne Taksimimiz kaldı dostlar.









Meydanın ortasında Rembrandt heykeli veeee The Night Watch bulunuyor. Tabloyu bronz heykellerle üç boyutlu canlandırmışlar, askerlerin arasına girip fotoğraf bile çektirebiliyorsunuz, çok güzel değil mi?




Dünyanın en saçma pozu :)))


Biz meydanda önce Cafe Tante Roosje diye bir yerde oturup içtik, içerisi epey hareketli, müzik gürültülü idi. Ben artık "kafam götürmüyor evladım" çağımda olduğum için içeri girmedim. Buradan Bruin Cafe diye başka bir yere geçtik. Ama arada ne yaptık? Karnımız acıkmıştı, hemen meydanın girişindeki New York Pizza'dan dilim pizza alıp yedik. Çok beğendim pizzasını, fiyatı da uygun. Amsterdam'da nerede görürseniz içeri dalıp güzel bir fiyata leziz bir öğün geçirebilirsiniz.


4 peynirli ve fesleğenli




Amsterdam'da ikinci günümüz de böyle geçmişti işte.

Gelecek bölümde köy yollarına düşeceğiz :))

Görüşmek üzere,


xo xo