22 Ekim 2012 Pazartesi

2012 Paris Seyahati - 1.Kısım

Geçen hafta müşteri toplantısı için gittiğim Paris'de kötü hava koşullarına rağmen dolu dolu bir haftasonu geçirdim dostlar. Otelim şehrin 19. bölgesinde (metroyla merkeze yarım saat) Porte de la Vilette'de idi. Odam ufacıcık ama pek rahat ve temizdi.






Otelin sabah kahvaltısı ise hergün aynı idi, bir kere bile değişik bir yiyecek göremedim. Peynir ekmek ve meyve salatasına talim ettim 4 gün. Aslında iyi ki de öyle olmuş, gün içinde sabah mönüsünün eksikliğini bol bol telafi edebildim:)



Perşembe günü toplantımıza öğle yemeği için ara verdiğimizde müşterilerimiz bizi Belleville'de küçük bir restorana götürdüler. Fransa'daki aşçılar yarışıyor programının birincisi olan genç bir delikanlı, kazandığı 100.000 Euro ödülle açmış burayı. Hergün değişik bir menü hazırlıyor, yemekleri elleriyle pişiriyormuş. Hakikaten yiyecekler enfesti ve delikanlı tezgahın arkasında harıl harıl çalışıp tabakları süslemekte idi.

Bunu ben yemedim, ne olduğunu anımsamıyorum

Benim başlangıcım, balık köftesi:)

Fransızların ana yemeği, ördek

Benim ana yemeğim, balık

Paris'de hemen herkesin ufak bir itoşu var. Kafelerde, restoranlarda da serbestçe girip oturabiliyor bu minik arkadaşlar. O gün de bir tane pek uslu itoş, sahipleri yemeği bitirene kadar sessiz sakin oturmuştu yan masada:)




Tatlıya gelince kendimden geçtiğim için fotoğraf çekmek sonradan aklıma geldi:)) Balkabaklı çikolatalı birşeydi, üzerinde de krema vardı haliyle:)



O günün akşamında ise Champs Elysees'de George V kafesinde oturduk. Burası tam metro çıkışında, sosyetik, kasıntı, turistlere kol gibi geçiren bir kafe. Yani daha güzel yemekler ve biraz daha uygun fiyatlar için, bunun karşısında, biraz daha tepede, Zafer Takına yakın Chez Clement var, oraya gidin derim ben.

George V

Bu sefer hesabı ben ödemediğime göre, George V'de keyif çatabilirdim tabii. Açılışı escargot de bourgogne ile yaptık. Fransız arkadaşlar mutlaka denememizi tavsiye etmişlerdi. Ama sadece Bourgogne cinsi olanı yemek gerektiğinin de altını çizdiler. Biz de ısmarlayıverdik 6 tane Bourgogne cinsi escargot'u:))

Escargot'nun doğal hali bu:



Bunu bol sarmısaklı, maydanozlu ve yağlı olağanüstü bir sosla pişiriyorlar. Yanında o Pretty Woman'da Julia Roberts'in kullanamadığı maşa ve ince bir çatalla servis ediliyor. Çok yağlı olduğundan maşa ile tutup, içindeki etini ince çatalla çıkartıp lüpletmeniz gerekiyor. Ben korktum maşadan kaydırıp uçururum diye, elimle tutup çatalla içinden yedim.

Escargot de Bourgogne

O kadar lezzetliydi ki anlatamam dostlar. Tabii iş o yağlı, samısaklı sosta, o sosu olmasa yenir mi bilmem, o denli lezzetli ki sos, bizim bahçede yağmurdan sonra ortaya çıkan sümüklüböceklerin üzerine döksem onlar bile yerdim herhalde:)))

Salyangozdan sonra artık hafif birşey alalım dedim, kendime balıklı bir salata söyledim. Hani burası kasıntı, kazık bir mekan ya, ufak bir tabak gelir diye düşündüm. Ulaan, eşşek kadar birşey getirdiler önüme koydular.



Kare dilim olan balık ezmesi. Yanındaki somon füme, arkadaki avokado salatası ve pilav. Pilav ne alaka derseniz ben de bilemedim, oradaki mantık beni aştı:)) Hepsinin altında da yeşillik var idi.

Yemeğin üzerine de kir royal içerek bu lezzet maratonuna enfes bir nokta koymuş olduk.

Matmazel Judy Paris'de

Cuma sabahı önce bilgisayarımı açıp çalıştım, sonra da kendimi sokaklara attım. O gün hava 10 derece ve epey rüzgarlı olmasına rağmen pırıl pırıl güneşli idi. O yüzden çok zevk aldım Cuma günü yaptığım upuzun yürüyüşten.

Kendime 3 günlük metro kartı aldım, bu kartla dilediğiniz kadar in bin yapabilirsiniz, otobüste ve Montmartre'daki fünikülerde de geçiyor. Birkaç günlüğüne Paris'e gittiyseniz bunu alın, zaten ya metroya binecek ya da bol bol yürüyeceksiniz. Otobüsle uğraşmaya gerek yok.

Cuma günü ilk durağım Sentier idi. Keşfedeceğim ilk pasaj buralardaydı. Biraz yürüyerek aradığım yeri şıp diye buldum, önceden hiç gelmediğim bölgelerde dolaştığım için acayip moralim yükseldi.


Pasajda birşey yoktu ama, çirkin bir yerdi. Daha çok toptancıların bulunduğu bir mekan. Yani gitmenize gerek yok. Sonradan Fransız arkadaşım bu pasajın eskiden fahişelerin müşteri bulma yeri olduğunu söyledi:)





Sentier metrosuna geri yürüdüm ve burada çok daha güzel bir sokak keşfettim. Hemen metronun önünden uzanan bu sokağın iki yanı manavlar, balıkçılar, pastaneler, fırınlar, çikolata butikleri ile bezeliydi. Fransızlar burada alışveriş yapıyorlar, mis kokulu ekmekler alıp, kahvelerini yudumluyorlardı.

Marche Montorgueil








Bu güzelim sokaktan yürüyüp inince Etienne Marcel'e çıkmıştım. Burası da pek güzel bir caddedeydi, tipik Baron Haussmann binaları ile dolu bir Paris caddesi idi.











Tabelaları takip ederek Les Halles'e yani şehir merkezine indim. Hedefim daha önce hiç gitmediğim gotik Saint Eustache Kilisesini ziyaret etmek idi. Kilisenin dışarıdan görüntüsü bu:

Eglise Saint Eustache, bu fotoğraf Cumartesi gününden, o yüzden gökyüzü gri

İçerisi ise alabildiğine ihtişamlı, muazzam ve etkileyici idi.
















Şehir merkezine inmeyip gerisin geri Etienne Marcel'e geri döndüm, aradığım pasajların iki tanesi bu civardaydı.





Önce Passage du Bourg L'abbe'yi buldum. İçinden geçip yanılmıyorsam Turbigo sokağına çıktım.









Pasajın süslü girişi

 Turbigo'da yürüdüm ve gizli saklı kalmış, minicik bir pasajı aradım.





 Ve işte oradaydı, Passage de L'ancre




Bu minnacık ama rengarenk geçitte şemsiye tamiri yapılıyormuş sevgili dostlar. İnanılır gibi değil. Ayrıca antika harita dükkanı gibi bir yer de gördüm.











Pasajın arka kapısından çıktım çünkü Montmorency sokağını arıyordum. Hemen karşıma çıkan bu sokakta, Nicolas Flamell'in şimdi pahalı bir restorana döndürülmüş evi vardı. Harry Potter'a selam olsun:)




Pasajdan geri çıkıp Etienne Marcel'deki metroya yürüdüm. Buradan Strasbourg Saint Denis 'e geldim. Hedefim Faubourg Saint Denis mahallesinde yürümek ve buradaki 2 pasajı keşfetmek idi.

Porte Saint Denis

Saint Denis kapısının altından geçtim:)



 Bu Faubourg Saint Denis mahallesi meğersem bizim Tarlabaşı'na denk bir göçmen mahallesi imiş. Türkçe konuşanlar, kebapçılar, dönerciler, bakkal çakkal ne ararsan var idi. Amaannn hızlı hızlı yürüdüm yukarıya doğru:))



Neyse ilk aradığım pasajı hemen buldum: Passage du Prado



Tavanı güzeldi de içinde berber salonlarından başka pek bir şey bulamadım.



Burayı görünce arkama bakmadan kaçtım zaten ahahah:))


Yukarı yürüyünce Magenta bulvarına çıkmış idim, gerisin geri döndüm ama diğer pasajı bulamadım diye canım sıkılmıştı.



Gözlerimi dört açtım ve Faubourg Saint Denis üzerindeki diğer pasajı yakaladım :  Passage Brady



Bu pasajı da Hinliler ve Pakistanlılar ele geçirmiş, bir sürü baharat kokulu restoran vardi. Belki bir gün gittiğimde denerim kim bilir:)





Passage Brady'nin arka kapısı

Pasajdan çıktığım sokak güzel bir sokaktı, sanırım Saint Martin'e çıkmış idim. Çünkü "aa burası güzel yürüyeyim" deyip metroya geri geldiğimde, Saint Martin Kapısı'nda buldum kendimi. Yani Faubourg Saint Denis'in paralel sokağında yürümüşüm. İki kapı da yan yana zaten.





Porte Saint Martin
Porte Saint Martin'den aşağı doğru Rue Saint Martin devam ediyordu ve binalar çok güzel görünmekte idi. Ben de kendimi vurdum aşağıya, nehir yönüne doğru başladım yürümeye. Önce gördüğüm en güzel yapılardan biri karşıma çıktı: Theatre De La Renaissance:









Yolun sonunda şehir merkezi tabelasını görünce bu yöne saptım, yürüdüm yürüdüm... Nihayet merkeze ulaştım, eski dost Hotel De Ville karşıma çıktı. Şimdi artık tabelalara bakma ihtiyacı kalmamıştı.



Hotel De Ville (Paris Belediyesi)

Seine

Köprüden geçip Seine nehrinin ortasındaki Ile de Cite'ye geçtim. Gotik devirden kalma Notre Dame kilisesi bu adada bulunmakta idi. Asıl amacım Ile de Cite'nin önünde bulunan minik Ile de St Louis'e yürümekti.


Notre Dame'ın etrafından dolaşarak adanın ucuna geldim.










Trafiğe kapalı minik köprüden St Louis Adasına yürüdüm. Adanın nehir kıyısında gelin çekimi vardı:)




Notre Dame arkada kalmıştı artık






Aslında amacım küçük adanın en uç noktasına gitmekti. Fakat bütün gün yürümüş, hiç birşey yememiş idim. Üstelik işim de vardı. Bulunduğum noktadan (Sully) direkt otele gidebiliyordum metro ile. Ben de otele döndüm, bilgisayarı açıp çalıştım, işleri hallettim. Sonra artık açlığa dayanamayıp Champs Elysees'e geldim akşamı geçirmek için. Tek başıma olduğum için burada güvende olacağımı düşündüm.

Tabii ki favori restoranımız Leon's'a gittim. Bunlar tencerede midye yapıyorlar ağzınıza layık. Fiyatları da çok uygun, menülerini seviyorum.

Önce biramı seçtim, büyük boy:



Başlangıç olarak keçi peyniri istedim:




Ana yemek curry soslu midye:



Midyelerin yanında Belçika usülü kızarmış patates veriyorlar ohhş:)) Arkadaki kova gibi şeye de midye kabuklarını dolduruyorsunuz.



Tatlı olarak da tabii ki creme brulee yemiştim:



Bu muhteşem yemekten sonra artık kendimden geçmiş, yarı baygın etrafımı izliyordum. Kahve içip azıcık kendime geldikten sonra çıkayım da yürüyeyim, hazmedeyim yiyecekleri dedim.



Saat 7'ye gelmiş yine de hava kararmamıştı. Tepeye, Arc de Triomphe'a yürüdüm. Ne kadar keyifliydim anlatamam, hava güzel, karnım tok, sırtım pek:) Kendi kendime şarkı söyleyerek Champs Elysees'de yürüyüş yapıyordum, herşey harikaydı:)



Hava kararırken ben de kendimi yan yana dizili mağazalara attım. Champs Elysees'de dükkanlar geç saate kadar açık, biz turistleri daha çok yolsunlar diye herhalde ne bileyim? Ben de uzun uzun gezdim mağazaları, Lady Charlotte olsa benimle gurur duyardı:) H&M'den yün elbise ile yün çoraplar aldım. Sonra Promod mağazasından çok güzel, kışlık mor bir elbise aldım. Elbiseyi giyip foto çekemedim, modelin fotosuyla idare edelim bu seferlik:


Sonra o devasa Virgin Store'a girdim. Kitaplar, cd'ler, dvd'ler, teknoloji ürünleri ile dolu baş döndürücü bu mağazada ne buldum dersiniz? Freddie Mercury The Great Pretender belgeseli! Üstüne bir de 2013 parizyen ajandası kapınca alışverişim tamamlanmıştı. Ajandamın içindeki çizimler çok hoşuma gitmişti. Keşke Fransızca yazıları da anlayabilse idim:))









Geceyarısı yorgun argın otele döndüm, bakalım ertesi gün nasıl geçecekti?

Gezimin bu kısmını nasıl buldunuz bakalım?

xo xo

24 yorum:

  1. Şahanesin Judy...
    Seninle bir seyahate gitmek isterdim, tam arzu ettiğim yol arkadaşısın. İğne deliğine girmeyi seviyorsun benim gibi. Gez anacım sen gez ki biz de gezmiş kadar olalım. Sevgiler en kocaman olanından...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. iyi yoldaşlık ederim. her hale uyum gösteririm, sızlanmam. çok yürürüm, otelde oturup kalmam. herşeyi yerim çekinmem:)) ama horluyorum gece ahahah

      Sil
    2. Olsun ben de horlarım, sabaha kadar yan odalara konser veririz. Nereye gidelim? :))))

      Sil
    3. Amsterdam'aaaa :) Van Gogh Müzesini gezmeyi çok istiyorum, bir de içip içip dağıttık mı tamamdır:))

      Sil
  2. muhtar olmuşsun sen parise haberimiz yok.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. handaniko bir ara kendimi kaybettim, öff aman pis turistler, doldurdunuz paris'i, rahat rahat bi adım attırmadınız diye söylenmeye başladım:))))

      Sil
  3. Ne gezmişsin-yemişsin-içmişsin beee!
    Helal ossun! :)
    Fotoğraflara bayıldım :)
    Ben de gidicem yakında, du' bakalım ne zamana denk gelecek :)
    Yemeli-içmeli-bol sohbetli bi' buluşma yapabilmemiz dileğimle...
    Ama, hala Sallengoz yiyemezmişim gibime geliyor :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ay kuşum, şimdi yağmur yağıyor ya burada, bahçede ufaktan sallengozlar çıkmaya başladı. geçen akşam karanlıkta çatırt diye birini ezdim, üzüldüm:( fakat o bahçede vıjjık vıjjık sümüklü dsümüklü dolaştıklarını görünce içim bir tuhaf oldu:))))

      Sil
  4. judy'cim o kadar şahane anlatıp o kadar şahane fotolarla süslemişsin ki, kendim gezmiş/yiyip içmiş kadar oldum okurken resmen :) ikinci gününü merakla bekliyoruz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok sevindim canım, şimdi tembellik etmiyorum, haril harıl fötölerin devamı üzerinde çalışıyorum.

      Sil
  5. Çok keyifliydi be! :) Devamını merakla bekliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok teşekkür ederim, hazırlıyorum devam bölümünü, episode 2 coming soon:)

      Sil
  6. çok güzel ve dolu dolu olmuş. bayağı da afiyet olmuş. yalnız anacığım hani bu herifler kahvaltıda kruvasan, tereyağ vs vs yerdi? hani bunlar öküz gibi yemelerine rağmen kilo almazdı? öküz gibim yeme sadece öteki öğünleri mi kapsıyormuş yani? kahvaltı pek kötüymüş ayol. ama öteki mamalara hele de tatlılara bayıldım. yemesende otur izle. ohh mis mis. gezme kısmı zaten güzel. ayaklarına sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kahvaltıda kuruhasan, tereyağ filan vardı ama ben yemedim. nutella olaydı kuruhasanın içine nutella sürüp yerdim valla:)

      evet bunlar hakikaten öküz gibi, oturdular mı başlangıç, anayemek, tatlı, peynir, kahve , şarap full menü yiyorlar. benim müşteriler öyle incecik değil adamlar, kadınlar incecik ama. onlar da herhalde yemiyor çünkü müşteriler bana "aferim ne güzel iştahlısın, herşeyi yiyorsun" diye iltifat ettiler ahahahah:)))
      bi de bunlar her yere yürüyorlar, gerçekten. o yüzden zayıf kalıyor olabilirler.

      Sil
  7. Dan Brown'un bir romanını -ama daha gerçekçi ve daha keyifli halini- okur gibi oldum yazıyı okurken, gidip görmüş kadar oluyor insan sahiden, eline sağlık!
    Salyangoz meselesine değinmeden edemeyeceğim; önyargılara kapılmayıp farklı lezzetleri tadan insanları hep çok sevmişimdir, afiyetler olsun! Ben de denk gelirsem, Judy yemiş de sevmiş diye, düşünmeden lüpletirim muhtemelen =)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dan Brown dedin de, Paris'e ilk gittiğimde Da Vinci Şifresinin peşinden koşmuştum:)) Lady Charlotte sağolsun her yere ilk o götürmüştü beni:) Louvre'da piramitin başında diz çökmüş halde fotomu çekmişti:))) St Sulpice kilisesinde gül çizgisine ayak basmıştık :)) bir kitabın peşinden bir kenti keşfetmek de çok zevkliydi.

      sallengozu ye valla bayılırsın.

      Sil
  8. ne gezdin kardeşim bu sene sen yaaaa :)))
    senin kadar gezmenin hakkını veren de görmedim
    tur rehberim yapıciiim seni :)))
    herşey nefis gözüküyor, salyangoz hariç :)
    püskevitleri de koysaydın, aklım kaldı :p
    bayramda da devamını bekliyorum maceraların

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ah canıım, püskevitler bitti gitti ama kutu koleksiyonumu koyarım bloga bir gün:))
      yılalr var ki real fiesta seyyahı olmanın hakkını veremiyordum, bu sene acısını çıkarttık diyelim:))
      bayramda çoluk çocuk, sürü sepet, cümbür cemaat evdeyiz, bekleriz:)
      köpüklü kahveler benden:)

      Sil
  9. nasıl özendim bilemezsin....
    Amsterdam'a ben de talibim:)))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. aah ah Amsterdam içimde bir yara, bir türlü gidfemedim. Özellikle Van Gogh müzesini gezemezsem çok üzüleceğim. İnşallah nasip kısmet olur da gideriz.

      Sil
  10. Merhaba,

    Çok iyi gezmiş, gezdiğini gördüğünü güzel anlatmışsın. Paris hakkındda yeni fikirler verdi. Benim de Paris ile igili bir gezimi anlattığım bir blogum var. Belki benim yazdıklarım da senin ilgini çeker, sana yeni fikirler verir.

    http://sehirgezileri.blogspot.com/

    YanıtlaSil
  11. alla sayende ben de Paris turu atmış oldum, harika anlatmışsın...sevgiler..

    YanıtlaSil
  12. bu arada eşim Leon'da ısrarla midye yemeye kalktı ki normalde yemez, ikinciden sonra yemyeşil oldu ve kusmadan önünden aldım tencereyi, oğlum afiyetle mideye indirdi, biz seyrettik... yarın bu sayfayı okutacağım ve tekrar çok güleceğim...salyangozu görünce no'olucak dersiniz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ahahahah bilirsin midenin huyunu, ne içersin tiridin suyunu derler hani:)))

      Sil

Yaz ki muhabbet olsun.