Alaçatı... Alaçatı... Şimdi bloglara girseniz, aman pek tatlısın Alaçatı, çok şirinsin Alaçatı, tiri viri Alaçatı, yaşasın Alaçatı'nın görmemiş gibi saldırdığımız dükkanları diye bir alay yazı bulursunuz. Ben size gerçek Alaçatı'yı anlatacağım dostlar.
Çarşamba sabahı, kalkması ile inmesi bir olan uçağımızla İzmir'e ulaşıp; ETS Tur'un transfer aracına geçtik. Yani klimalı, mis gibi minibüs. Bu noktada bir çiftin "Aaaaaa biz 2 kişilik siyah mersedes parası ödedik, minibüsle mi gidecez?" diye beyin cıkcıklaması yaşaması dışında olay çıkmadı. Siyah mersedes diye söylene söylene bindi denyomatikler minibüse de yola çıktık. 1,5 saat mi; 2 saat mi ne yol gittikten sonra; güneş altında kavrulan; eski batının kovboy kasabaları gibi, tozlu yollarında in ile cin'in top oynadığı; yol kenarları yarım inşaatlar ve moloz dağları ile dolu bir bozkır kasabasına geldik. İşte burası pek cici, pek trendy Alaçatımız idi.
|
Alaçatı |
Otelimiz yeni inşa edilen Port Alaçatı'da Antmare diye 35 odalı ufacık bir oteldi. Burası tam deniz kenarı, köy içinden biraz uzakta kalıyor. Arabayla ben diyeyim 3 siz deyin 5 dakika falan uzaktadır hani. İçine girince beyaz dekorasyonlu, güzel görünen bir mekan yapmışlar. Oda da hoşumuza gitti. Ama biz 2 ayrı yatak istemiştik, öyle yatakları yok imiş. Başka oda isteyince, resepsiyondaki kızçe hakarete uğramış gibi titreyerek "Otelimiz doluuuu" buyurdu:) İlk falso bu idi.
|
Oda güzeldi |
|
Manzaramız hoştu |
Neyse biraz dinlendik, sonra çıkıp resepsiyondaki kızçeden bize bir tur attırmasını istedik:))) Özellikle de otelin kumsalını görmek istemiştik, çünkü biz rezervasyon yaparken ETS Tur bize otelin kumsalı var dediği için özellikle burayı seçmiştik. Yalaaannnnn!!!
|
Kedi kumu plajı |
Bizim kedinin kumundan hallice bir yapay kumsal yapmışlar, 5 şezlong alıyor ancak. Ve de sonradan yapılmış olduğundan direkt 2,5 metreden başlıyor deniz:) İşte bu büyük falsoydu, kumsalı var diye burayı pazarlamak en hafif tabirle yalancılık, başka birşey değil.
|
İskeleden cup denize |
Resepsiyona dönerek ETS Tur yetkilisine veryansın ettik. Bayram zamanı ve bütün oteller ağzına kadar dolu olduğundan elinden bir şey gelmeyen yetkilimize 7 yıldızlı otel parasını çatır çatır alıp kokmuş tavuklu salatayı önümüze koyan otelimize dair şikayetlerimizi anlatırken bizim resepsiyon lafa dalıp "otelimiz butiktiiirrr" demesin mi! Eh, cevabını aldı tabii:)
Neyse, sonuçta bir kaç günlüğüne gelmişiz diyerek odaya döndük. Soyunup dökünüp şimdiden "Kedi kumu plajı" adını taktığımız küçücük plaja indik. Tabii sadece 1 adet boş şezlong var idi, şezlong isteyince de epey ayak dirediler, deli mi nedirler anlamadım? Beraber tatile geldik sonuçta. Yanyana 2 şezlongda yatamayacak mıyız mal gibi güneşin altında??? Sonunda ekstra şezlong geldi; üstelik biraz sonra 2 yabancı turist şezlong isteyince anında getirdiler onlara; o küçücük yere tıkıştık. Bir de ecnebilere "complimentary" içecekler filan ikram edildi. Eh tabii biz bir alay şirretlik yapınca ikram filan alamadık:)
|
rüstik tasarımlar, birşeyler:) |
Plastik platformdan 2,5 metrelik denizimize cumburlop atlayınca nasıl nefesim kesildi anlatamam. Alaçatı'nın denizi yanında Bozcaada Hacı Memişin aptes suyu gibi kalıyor sevgili seyirciler. Nefes alamadım lan! O denli soğuk bir su.
Sonunda öyle, böyle, hem yüzdük hem güneşlendik; güç bela bulduğumuz şezlonglarımıza uzanıp kitaplarımızı okuduk. (Ben büyücü dedektif Harry Dresden'in ilk macerasını okudum; Lady Charlotte ise Antik Çağda Kuşatmalar'ı okudu). Akşam olunca da köy içine gidelim de yemek yiyelim dedik. Herkesin anlata anlata bitiremediği Alaçatı'yı görememiştik hala.
|
kumru |
Otelden meydan ben diyeyim 3; sen de 5 dakika sürüyor dedim ya; taksimetre 20 lira yazıyor annem. Bebek'ten Atatürk Havalimanı'na 50 lira yazdığını düşünecek olursak; alayına sokalım; ne bulduysak köküne kadar geçirelim mantığının taksisinden oteline; Alaçatı'nın hizmet sektörünün her alanında şaşmaz biçimde nasıl işlediğini anlayabilirsiniz sevgili dostlar.
|
Meydan |
Meydanın girişindeki
Erol Kumrucusuna kendimizi atıp birer yağlı ve lezzetli kumru yedik. Özellikle peyniri kızartma şekli hoşuma gitti benim. Bu kumruculardan Şevki olanı daha moda sanırım. O da Erol'un karşısında. Artık hangisinde boş yer bulursanız ona oturun yavrum.
Kumrucudan aşağısı da işte o bıdı bıdıların olduğu sokak. Solda bir balıkçı, karşısında hediyelikçi, yanında Özsüt var. Özsüt'ün önünden yol sola kıvrılıyor, işte bu yol iki taraflı lokanta, pastane, butik, antikacı, eskici, pek bir tasarım ürünler satan ah canım mağazalarla dolu. Meslek ayağa düşmüş, herkes tasarımcı olmuş, konsept mağazanın bini bir para anacığım Alaçatı'da. Esprili, cin fikirli kelime oyunlu tükkan isimleri havada uçuşuyor.
|
Bu buzdolabını da çekmeyen kalmamıştır herhal |
İşte bir bu sokak, bir de köşe kahve'den aşağı doğru 1005 nolu sokak (Tokoğlu mahallesi). Alaçatı bu iki sokaktan ibaret dostlar. Tokoğlu'ndan biraz daha inince de Hacı Memiş'e çıktın, bitti. O da bu kalabalıkta yürüyebilirsen:
|
Şirin beldemiz Alaçatı |
Bir tezgahta 5 liraya ince metal yüzükler bulunca onlardan aldık. Çok hoşumuza gitti güç yüzüklerimiz:)
Efendime söyleyeyim, kalabalıkta biraz sürüklenip sokağı baştan sona yürüdükten; artık bütün o incik boncuk gözümüze aynı görünmeye başladıktan sonra, taksiye yine 20 lira ödeyip otelimize geri döndük.
Perşembe sabahı klasik açık büfeden aşırısı aşırısı kahvaltımızla güne başladık. Aman pek iyi etmişiz. İlerleyen saatlerde olacakları bilseydik, daha da çok yerdik:)
Önceki gün kumsal safsatasına çok sinirlendiğimiz için otel bize Wyndy Beach'e beleş giriş kartı vermişti. Bu kulüp de, Port Alaçatı'nın içinde; yürüyerek 5-10 dakikada gittik.
|
Port Alaçatı mekanları |
|
Gece buralar hep club |
Wyndy Beach, Reina'nın plaj versiyonu. Normalde giriş 40 lira filanmış. İçeride yatak şeklinde şezlonglar vardı, viski şişeleriyle gençler yayılmış dinleniyorlardı. Biz de birer normal şezlonga oturup birer maden suyu istedik. Normalde bizim şirkette bir kutu var, 50 kuruş atıyorum; bir şişe maden suyu veriyor. Burada 5 lira istediler maden suyuna dostlar:) Haşırt böcek ilacı!
Deniz çok sığdı, istediğin kadar git derinleşmiyor. Fazla da gidemiyorsun her yer acemi sörfçü dolu. Ustalar zaten sürat motörü gibi o kadar hızlı gidiyorlar ki, çok şaşırdım. Öğretmenin bütün gün dibimizde bağıra çağıra ders verdiği acemiler ise sanki hep üstüme üstüme geliyorlar diye korktum denizdeyken.
İşte Alaçatı'nın olayı bu idi sevgili dostlar. Gerçekten sörf yapıyorsan git oraya, cenneti yaşa. Yoksa deniz güneş tatili için kesinlikle uzak durulası bir yer bence Alaçatı. Ha kazıklanmaya bayılırım, köküne kadar yemeden rahat edemem diyorsanız, ben sizi tutmayayım.
Tabii hal böyle olunca; akşama kadar birşey yemedik Wyndy'de. Akşam tıngır mıngır otele dönüp giyinip kuşandık, aklımızda Hacı Memiş mahallesine gidip buradaki Dutlu Kahve'de yemek vardı. Taksi çağırdık, 10 lira mı ne tuttu Hacı Memiş ama yakın mesafe diye 20 lira aldı şöför amca. Artık yalama olmuştuk, ses çıkartmadan verdik parayı. Saat 8'di, Hacı Memiş mahallesi henüz bomboş ve tekinsizdi. Dutlu Kahve'de oturan bir Allahın kulu görünmüyordu. Açlıktan karnımız guruldayarak içeri girdik. Ahçıbaşı tabak tabak zeytinyağlıları, yemekleri pişirip masaya dizmiş; sipariş almak için bekliyordu. Heyhat! "Çok açız" dedik. "Rezervasyonunuz var mı?" diye sordu. Yoktu tabii. "Haftaya Cumartesi'ye kadar doluyuz" diyerek kovaladı bizi oradan Ahçıbaşı. Ne yapacaktık? Alaçatı'da öyle yollardan taksi filan geçmiyor. Aç bilaç, bilmediğimiz mahallelerde yürüdük. Uzaktan tırıs gelen bir amcayı gözümüze kestirip nasıl taksi bulacağımızı sorduk, o da bir tanıdığını çağırdı sağolsun. Adama adres de sorduk ama bu Alaçatı'da sokak isimlerini numarayla değiştirmişler. Tokoğlu olmuş 1005 nolu sokak. Herkesin şirazesi kaymış haliyle.
|
Kırmızı Ardıç Kuşu |
Gelen taksi bizi caminin dibinde bıraktı. Oradan 1005 no'lu sokağa yürüyüp Kabak Çiçeği'ne baktık ama orada da yer yoktu. Cuma akşamı için rezervasyon yaptırdık sonra o iğne atsan yere düşmez yerlerde kendimize yiyecek alacak bir yer aradık. Deli işi kalabalıkta sürüklendik, sonunda ilk gece gözümüze çarpan pizzacıda iki kişilik yer bulabildik. Burası
Kırmızı Ardıç Kuşu idi, pizzası incecik ve çok lezzetli idi. 2 pizza 2 kola 100 lira idi. Haşırt böcek ilacı!!!
|
Pizza çok lezzetliydi, gerçekten. |
Yemekten sonra caminin dibine geri dönüp oradaki çay bahçesinde oturup çay içtik. Burada çiğ börek de yapıyorlardı, ulan pizzaya o kadar para verene kadar şurada börek yeyip çay içsek; kalan parayla da ertesi günü Wyndy'de soğuk birer gazoz içebilirdik belki ahahahahah:)))
Cuma günü ne yapalım yine beleş giriş kartlarımızla Wyndy'e gittik, yüzdük, güneşlendik. Ama ben daracık kayalıkların üzerinde şezlongumu istediğim gibi ayarlayamadım, sağ yanım bir güzel yandı. Ayol yandan yemiş döndüm, bir yanım beyaz, beri tarafım pancar rengi, evlere şenlik bir durum. Acılarımı 20 TL verdiğimiz frozenlarla bastırdık, ne yapalım mecbur.
Akşam otelden bindiğimiz takside, şöför amca ile muhabbet ettik. Mantık dışı kalabalıktan, restoranlarda yer bulamamaktan bahsettik. Bir filozof edasıyla dedi ki :
Burası Alaçatı, paranla rezil olursun, yemek için ağlar da yiyecek yer bulamazsın! Heyhat! Ne kadar doğru söylemişti taksici amca!
|
Kabak Çiçeği |
Kabak Çiçeği'nde bu sefer rezervasyonumuz olduğu için, don lastiğiyle tutturulmuş pötikare örtülü masamıza oturduk, sonra bizi içeri çağırdılar. Küçük bir mutfak, Barış abi yapmış çeşit çeşit yemek. Görüp istediğini söylüyorsun. Zaten kokular o kadar nefis ki; başın dönüyor. Biz yiyeceklerimizi seçerken 2 kadın geldi; ahçıbaşıdan kabak çiçeği dolması istediler de vermedi, "Bari iki tane dolma ver" diye yalvardılar da alamadılar. Çünkü, hep birlikte söyleyelim;
Burası Alaçatı, paranla rezil olursun, yemek için ağlar da yiyecek yer bulamazsın!
|
Kabak çiçeği dolması |
|
Zeytinyağlı dolmalar, den,z börülcesi |
Kişi başı değil, totalde 4 adet kabak çiçeği, 5 adet yaprak, 3 adet lahana sarması; bir küçük tabak deniz börülcesi, 1 tabak enginarlı pilav, 5 adet mercimek köfte yedik. Birer kola içtik. Yine 100 kağıt hesabı bırakıp çıktık, tövbeler olsun yarabbim, biz Alaçatı'da öyle böyle kazıklanmadık yani. Köküne kadar kazıklandık yahu!
Yemekten sonra taksi bulabilmek için meydana yürümeye çalışırken içine düştüğümüz; metrobüsü mumla aratan kalabalığı anlatmama imkan yok. O iki tane sokakta sırt sırta; göt göte, dip dibe kımıldanıyor millet. Yürüyemiyor o yüzden kımıl kımıl ilerlemeye çalışıyorsun ancak. İmkanı yok böyle bir kalabalık olamaz ya. Valla abartmıyorum. Korkunçtu. Biz de insan selinden kurtulup meydana kaçmayı başarınca hiç oyalanmadan otelimize kaçtık, odadaki ısıtıcıyla kendimize neskafe yaptık. Kahve faslını da böylece atlatmış olduk.
Daha bunun Cumartesisi, Pazarı ve aldığımız incik boncuk kısmı var ama halim kalmadı, onlar da sonraki yazıya kalsın:)
Xo Xo