28 Mayıs 2017 Pazar

AMSTERDAM SEYAHATİ - 1.GÜN

Yıllardır seyahat ederim de Amsterdam'a bir kerecik bile gidememiştim. Oysa çok merak ettiğim, öyle insanın gözünde büyüyecek kadar uzak olmayan bir memleketti burası. Her yere ilk ben gittim de şu Amsterdam'a gitmekte en sona nasıl kaldım anlamıyorum. Gerçekten isteyince oldu mu, denk mi düştü bilemem ama 19 Mayıs'ın Cuma gününe gelmesi ve benim de 1 gün daha izin almam ile 4 günlük bir Amsterdam seyahati planlayabildim.


Turla gitmedim bu sefer, biletleri KLM'den aldım; oteli de orada yaşayan biri tavsiye etti, Booking.com'dan rezerve ettim.  Böylece 18 Mayıs sabahı sabah 3'te kalkıp yollara döküldüm.


KLM ile gitme sebebim uçuş saatlerinin daha uygun olması idi. Perşembe sabahı erkenden şehre varıp pazar akşamı ayrılacaktık. Böylece dört gün dolu dolu bize kalacaktı.  Bilet gidiş dönüş kişi başı yaklaşık 1000 TL tuttu.


Fakat KLM uçağı o kadar fenaydı ki anlatamam. Bildiğin köy otobüsüyle seyahat ettim sanki, daracık koltuklar, kafana bir tane sıcak sandöviç atmalar, bir de uçağın içi buz gibi soğuk. Hostes abladan aldığım battaniyeyi kafama örtüp mülteci kılığında Hollanda'ya giriş yaptım.


Hollanda girişinde detaylı bir sorgu var, neden geldin ne yapacaksın diye epey soruyorlar pasaporttan geçerken. İnsanın aklına hemen Cem Yılmaz'ın esprileri geliyor. Bir de şuna dikkat edin. Schengen vizenizi hangi ülkeden aldıysanız o ülkeye mutlaka giriş çıkış yapmış olmalısınız, yoksa Hollanda'ya sokmayabilirler sizi. Kulağınıza küpe olsun.


Hava alanından kolayca tren istasyonuna geçtik, burada sarı renkli bilet makinalarına bozuk para atarak şehre gidiş biletimizi aldık. Tren bilet fiyatı Paris'e göre çok ucuzdu.

Bilet bu:



Trenle Schipol Hava alanından Amsterdam Centraal Station herhalde 15-20 dakika sürdü.


Merhaba Amsterdam

İstasyonun hemen karşısında iamsterdam kartı satın alabileceğiniz bir merkez bulunuyor. Bu kartı alınca belli müzelere ücretsiz, bazılarına da indirimli giriyorsunuz. Ayrıca toplu taşımadan sınırsız faydalanabilirsiniz. Tavsiye ediyorum.


Otelimiz istasyona yürüyerek 5 dakika filandı, istasyondan şehir merkezine giden geniş caddenin adı Damrak, otel işte bu caddede idi. Otele 3 gece için kişi başı yaklaşık 1000 TL ödedik. 


Hotel Continental
Otel daracık ufacık bir bina, yeri inanılmaz merkezi, minik resepsiyonda çalışanlar çok güler yüzlü ve yardımsever, bunun dışında asla bir daha kalmak istemem. O kadar sıkışık bir odada kaldık ki, iki kişinin bavul açmasına olanak yoktu; ayrıca gürültülü bir otel, asansör zaten yok, daracık incecik bir merdivenden bavul taşımak zorundasınız. Ne bileyim bu yaşta bana fazla geldi bu kadar sefalet.


Otele bavulları bırakıp hemen sokağa attık kendimizi. Zaten iki adım ilerimiz Dam Meydanı idi. Burası Amsterdam'ın tarihi merkezi, tabii gayet kalabalık ve canlı bir meydan. Meydanda en görkemli bina Kraliyet Sarayı. Kraliçe Maxima'yı göremedim ama olsun. Madam Tussaud balmumu Müzesi de dikkat çekiyor. Karşı tarafta ise 2.Dünya Savaşı anıtı bulunmakta.


Kraliyet Sarayı

Güvercinler ve saray

Madam Bolam aman Tussaud Müzesi


Bijenkorf devasa alışveriş merkezi, sağdaki de anıt

Sosisli sandöviç isteyen?

Bu meydan hep canlı: çalgıcılar, şarkı söyleyenler, baloncular, satıcılar, hortlak veya Azrail kılığına girip sizinle fotoğraf çektirmeye çalışan uğursuzlar... hepsi burada.  Ay zor kaçtım o pislerden:)

Balonlar

Meydandan devam eden yolun adı da Rokin. Yani Dam Meydanı Damrak ile Rokin'i birbirine bağlıyor. Bu iki yol boyunca da Amstel Nehri akıyor ağır ağır.


Rokin

Rokin'de yürümeyi biraz sonraya bırakıp arka sokaklara daldık ve hemen Amsterdam Müzesi'ni bulduk. iamsterdam kart ile giriş ücretsiz. Amsterdam şehrinin tarihini anlatan son derece modern ve etkileyici bir müze. Ücretsiz dolaplara montlarınızı bırakabilir, ücretsiz kulaklıklarla interaktif videoları izleyebilirsiniz.







Haydi yallah hop hop hop! Bastır Viking!












Müzenin çıkışında Begijnhof avlusunun girişini buldum hemen. Burası orta çağdan kalma ve Amsterdam'ın en eski binasının bulunduğu, ufak, yemyeşil, sessiz bir avlu. Buradaki evlerde eskiden rahibeler kalırken günümüzde bekar kadınlara kiralanıyormuş evler.


Begijnhof

Avlu

başrahibe heykeli



Şapel




Avludan çıkıp şu manzarayı görünce sevinçten çığlık attım. Amsterdam'a ilk görüşte aşık olmuştum, kalemle çizilmişi andıran cici evleri, sokağa yayılmış sayısız kafeler, kanallar, hayatın capcanlı akması beni çok etkilemişti. Hayatı sokakta yaşayabilen şehirlere bayılırım, İstanbul'da bunu yok ettiler, hiç birşey de yapmadık.


Spui Meydanı

Katolik Kilisesi










Avludan Spui Meydanına çıkmıştık. Buradan kanal boyu yürüyünce de çiçek pazarına geldik. Çiçek pazarından hediyelik eşya, anahtarlık, magnet ve bol bol lale soğanları alabilirsiniz. Adım başı da peynirci dükkanları var. Yani turistik ihtiyaçlarımızı kolayca karşılayabiliyoruz.















Çiçek pazarından çıkınca şu anıtın bulunduğu meydana ulaşıyorsunuz. Muntplein Meydanı burası. Dam Meydanından çıkıp Rokin'de dümdüz yürüseydik buraya gelecektik zaten. Biz arka yoldan geze geze gelmiş olduk.

Munttoren yani Mint Tower









 İşte artık Rokin'e geri dönmüştük.

Rokin

Rokin

Amstel

Rokin'den yukarı doğru yürüdük, henüz anlayamamıştık ama daire çizerek Dam Meydanına geri gidiyorduk aslında.




Nereye gittiğimizi anlayınca  geri dönüp ara sokaklara daldık tekrar.










 











Kanallar boyunca yürüye yürüye Rembrandt Evini bulmayı başarmıştık. Giriş yine iamsterdam kartımızla ücretsiz idi.  Hem mutfağı, yatak odaları, daracık merdivenleri ile tarihi bir Amsterdam evini gezdik; hem de üstadın eserlerini görme şansına sahip olduk. 

Bu müze de ücretsiz emanet dolabı ve audio rehber sağlıyor.


Rembrandt Evi Müzesi









Bu fotoğrafa çok gülüyorum, telefonumu şarj ediyordum powerbank ile; kablom kuyruk gibi sallanmış oradan. Dikkat etmemişim:)

Rembraandt aç kapıyı ben geldim







Rembrandt Evinden çıktığımızda artık ayaklarımız ağrıyordu, tek istediğimiz bir kafede oturup buz gibi biralarımız yudumlarken güzelce dinlenmekti. Aklımda Cafe de Jaren vardı, kanal boyunda yürüye yürüye, bir kaç kere sora sora sonunda bulduk kafeyi.


Şu aşağıdaki fotoğrafta, sağda tam kanal üzerinde insancıklar oturuyor ya, işte orası Cafe de Jaren, Amsterdam'da en sevdiğim mekan.




Nehir kıyısında oturup Grolsch biralarını yudumlamak, hafif tertip bir şeyler atıştırmak için ideal; çok şık çok cici bir kafeydi burası.

Grolsch


Lazanya yedim, güzeldi

çıtır ekmek ile tereyağ nefisss

Kafede iyice dinlendikten sonra çıkıp otele doğru yürüdük. Zaten meğersem kafenin yeri çok kolaymış, iki adımda Muntplein'e geldik. Yani Rokin'deymiş neredeyse kafe. Eh, Rokin'den yukarı yürüdün mü, Dam Meydanı ve otele ulaşıyorsun.


Rokin, Amstel Nehri



Amstel


Bu da kraliçe Wilhelmina imiş, tanımıyorum kendisini.



O kadar yorgunken artık otele gidip yatmışızdır değil mi? Hayır tabii ki de, Damrak'ta kocaman Primark bulmuşuz gezmeden mi gelseydik? Valla Primark bulacağımı bilsem boş bavulla gelir her bir şeyleri buradan alıverirdim.


Terlik getirmeyi unutmuşum duş için, Primark'tan ucuza alırım dedim, yani valla aslında bir tek terlik alacaktım ama bir baktım torbam dolmuş :)))  pijama altı, Miki'li Amsterdam tişörtü, karpuzlu gömlek... Ama en güzeli şu 24 renkli Glitter göz farı paleti olsa gerek. 

Primark Glitter Obsessed palette

Bu işi de hallettikten sonra tıkış tıkış odamıza dönüp duş aldık, dinlendik. Gece yine dışarı çıktık. Meşhur Kırmızı Fener Mahallesine otelden yürüyerek gittik yine. Kırmızı ışıkla aydınlatılmış pencerelerde taş gibi kızlar çıplak vücutlarını sergiliyorlardı. Amsterdam'a gelip herhalde görmemek olmaz ama mutluluk verici bir sahne de değil.


Daha sonra da içmek için çok güzel bir mekan buldum : Cafe Belgique, otelle Dam Meydanı arasında, ufacık minicik, çok hoş bir pub burası. Kendi yaptıkları biraları sunuyorlar. Fiyatlar 4-5 Eur.












İlk gün böylece sona erdi, gece 1 - 2 gibi mekanlar kapanıyordu zaten. Biz de kalkıp otele döndük.

İlk günden Amsterdam'ı çok sevmiştim, siz de beğendiniz mi?

xo xo

8 yorum:

  1. hemen uçak biletlerine baktım sanki gidebilcekmişim gibi :D devamını bekliyorum heyecanla

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. En kuru zamanı Mayıs'mış. Hava serin ama iyiydi. Gidersen Mayıs'ı tercih edebilirsin :)

      Sil
  2. benim de çok gitmek istediğim bir yer, yazı da harika olmuş judycim! hevesle diğer günlerin yazısını bekliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaşasıııın çok sevindim. Devamı gelecek, fotoğrafları seçtim hazırladım:))

      Sil
  3. Senden ne zamandır gezi yazısı okumamıştım. Sen gezerken kendim gezmişim gibi mutlu oluyorum :) (Şiir gibi yorum yazdım. Sen,sen,sen... aşık gibi :D )

    YanıtlaSil
  4. Anne Frank evini çok merak ediyorum gittin mi? Gittin yazdın da ben mi okumadım. İnşallah gitmişsindir de bir de senden okurum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ona gitmedim valla:) ne bileyim içim çekmedi. Kitabını okumadığım için olabilşr. Kitabı okusam kesin gitmek isterim bence.

      Sil

Yaz ki muhabbet olsun.