Amsterdam'daki son günümüze yine Omelegg'de güzel bir kahvaltıyla başladık. Sonra da Centraal Station önünden kalkan kanal turlarından birine katıldık.
Hani şehre ilk gelişte iamsterdam kartı almıştım ya, işte o kart ile bir adet kanal turuna ücretsiz katılabiliyorsunuz. Gray Line firmasının turuna katıldık biz, hoş bir detay olarak audio turda Türkçe desteği de vardı.
İnce uzun, yassı teknelerle önce limanın dışına çıkıyor ardından şehrin içine gelip önceki günlerde yürüdüğünüz yolları bir de suyun içinden izliyorsunuz.
Bu kanalların hiç kokmadığını da ekleyeyim.
|
Burası Bilim Müzesi, tepesinde insanların güneşlenmesi için park varmış |
|
İşte tepesi bu |
|
Hermitage Müzesi |
|
Opera Binası |
,
|
Centraal Station |
|
St Nicolaas Kilisesi |
Tekne ile kanal turu bittikten sonra şehirde epey yürüdük. Heineken Experience'e gidecektik ama pahalı olduğunu düşündüm, o parayla kanal kıyısında Cafe de Jaren'de oturup birkaç bira içmek daha mantıklı geldi.
|
Rokin |
|
Rokin |
|
Cafe de Jaren |
|
Cafe de Jaren'den kanal manzarası |
|
Damrak |
|
Damrak |
Akşam olunca Centraal Station'dan bilet alarak trenle 15 dakikada hava alanına ulaştık. Hava alanında uçuş kartınızı makineden almanız, sonra da bavulunuzu otomatlara yerleştirip bagaj bileti basmanız gerekiyor. Bagaj biletini bavula yapıştırdıktan sonra otomat kapanıyor ve bavul gidiyor. Bunu ilk kez gördüm, çok şaşırtıcıydı. Bir de güvenlik sıkıydı, komple vücut röntgeninizi çeker gibi bir cihaza sokuyorlar sizi, Üzerinizde ne var ne yok ortaya çıkıyor:)
Amsterdam'ı çok sevdim gerçekten, ufak tefek, yeşil ve sulak, insanlar özgür ve huzurlu, herkes İngilizce konuşuyor ve Paris'e göre daha ucuz buldum burayı. Bir de hiç dilenci ya da evsiz görmedim, bu da ilginç geldi.
Böylece bir seyahatin daha sonuna gelmiş olduk, yeni serüvenlerde görüşmek üzere dostlar,
xo xo.