31 Aralık 2004 Cuma

Laz farkı!

Havaalanında çıkış kapısının yakınındaki salonda , memleketten kardeşlerle beklemekteyiz, uçak saat 19:20 ‘de. Saat 18:40 gibi çıkış kapısı açıldı , uçuş kartları kontrol edilip yolcular alınmaya başlayacak ,tüm laz kardeşler muhabbette , kimsede bir kapıya yönelme durumu yok. Beş dakka geçti , on dakka geçti , bizim vatandaşlarda ben de dahil tık yok . görevliler salona yanaşıp trabzon uçağı yolcuları değil mi ? diye sordular , herkes he da! Şeklinde cevap verdi. Uçağa almaya başladık dedi yine görevliler , bizimkilerde yine hareket yok. Bu bekleyiş saat 19:05’e kadar devam etti , sonra insanlar yavaş yavaş uçağa bindi?
Bunu neden mi anlattım , hani normalde avrupaya falan uçarken , böle çıkış kapısı açılır , herkes birden kapıya doğru uçuşur , kapının önü yığılır , yarım saat ayakte beklenir ya? Niye oduğunu hiç anlamamışımdır, çünkü bence de mantıklısı uçağa en sonra binmektir , önden gidip yer kapmayacağımıza göre dangalak tadında erkenden uçağa binipte yarım saat uçak koklamanın bir mantığı yoktur? İşte dün akşam farkettim ki bütün hemşehrilerin aynı şekilde düşünmektedirler ve herkes uçağa en sonra binen olmak istemektedir , ilk önce binen değil!

Memleketten sesleniyorum!

İşte dostlar rustic dağlara , taşlara sığmaz ; bulduğu iki gün tatil fırsatını değerlendirmek üzere kendini yollara vurur ve memlekete gelir. Memlekette bir bahar havası vardır , sankim ben geldim diye dağ , taş ve tüm hamsiler kutlama yapmaktadır. Annem sarma, kabak tatlısı , börek , bütün siarişlerimi hazırlamış , daha ananemin hamsikuşusu ve teyzemin elmalı pastasından yiyeceğim, yüz kilo olup geri geleceğim , ne kadar mutluyum …
Ha bu arada hazır buraya kadar gelmişken varsa kaşımak , kaşıtmak istediğiniz birisi haber salın da burda sayısı bini aşan serseri arkadaşlarıma bir istihdam yaratayım!


29 Aralık 2004 Çarşamba

işte o şarap

ahanda sevgili müdürümün bana verdiği , şu anda tamamını bitirmiş olduğum şarap bu, turasan, kapadokya şarabıymış, öküzgözü-boğazkere cinsi üzümden yapılmış, ürgüp şarabı, nefisssss

tavsiye olunur

TURASAN

yılbaşında ne bok yiyecez?

işte günler haftalar su gibi akıp geçti ve bir yıl daha bitti benim canımdan çok sevdiğim dinleyenlerim. site elemanlarım firarda görüyorsunuz tek satır yazmak yok! sonra prim beklerler, HAHAYT ÇOK BEKLERSİNİZZZ neyse, her sene bu muhabbete katlanmak zorunda mıyız kardeşim, yılbaşında napacan da napacan? sana ne? napacaksam yapacam? evde oturup 1 kilo fındık fıstık yiyecem belki, 10 tane bira içecem, sonra bütün hafta suratımda eşşek kadar sivilcelerle dolaşırım... pantolonlara sığmam, neblim
of nolacak 2005te ne yapacaz çok merak ediyorum, hayat aynı rutinde devam etmeyecek mi, hep aynı şeyleri yapıyoruz, iş, ev, kurs, taksim,yemek, içmek,sinema.. herşey çok aynı, çok rutin çok rutin!!! bu rutine devam edecek miyiz, yoksa yeni maceralar yaşayacak mıyız, bana bunu söyle!
ben yılbaşında ntv'deyim, yani sanırım çocuklar, canlı yayın var mı yok mu öğrenemedim ki abiden... neyse yaşayıp görecez...


20 Aralık 2004 Pazartesi

bursa macerası

işte geçen cumartesi sabahı , saat 6da zınk kalktım, zaten bir gece öncesinden beri, üzerinize afiyet grip olmuş idim, bütün gece kabuslar görmüş idim, bu yüzden kolayca kalktım, daha bizim çılgın hoca bile ezan okumamıştı,

atladım daksiye, geldim findukzadeye, dedim rustic ben geldim, haydi koşalım gemiye
yenikapi'dan ihdoya bindik, yalova'ya geldik, 1 saatte. aman gidip ihdonun en rahatsız koltuklarına otturmuşuz, belim koptu, zaten ağrım var... bir de kantinden 1er simit 1 er portakal suyu aldık, herif 15 milyon demesin mi, bayılıyorduk, meğer hepsi beraber 15 miş.

neyse, lux yalova turizmin accuayip rahat otobüsüyle bursa terminali'ne geldik, oradan bir otobüs, ver elini heykel', heykel'den taksi dolmuşa binip, söylemeyeceğim bir yere gittik ve sır olarak kalacak bişi yaptık rustic'le. yürüyerek heykel'e dönerken rustic bana bursa'nın her yerini anlattı bir güzel, ne de olsa eski bir osmanlı payitahtı idi burası, eski türbeler, geleneksel evler eskinin o ihtişamlı zerafetini, incelikli güzelliğini yansıtabiliyordu hala. sonra güzelim koza han'da çay içtik, ardından iskender'e gömüldük a dostlar! 1,5 porsiyon, tereyağlı... vallaha hasta olmasam 2 porsiyon yerdim, o ne nefasetti... masa komşumuz 90lık bi nineyle kocası 95lik bi dedeydi, nasıl şeker bursalı bir çiftti anlatamam, işte onlar da "bursa'mızın iskenderi meşhurdur" deyip, yemeğe gömülmüşlerdi... yemekten sonra rustic'in üniversite arkadaşlarıyla çarşı'yı gezdik, nes kafede kafe içtik, akşam olunca koşa koşa bir otobüse atladık, terminal'e geldik, karyoka alıp ucu ucuna yalova otobüsüne oturduk, yine uyuduk, yahu ne rahat bu yalova otobüsü, canım kardeşim??? sonra zannediyorsunuz ki yenikapı ihdo durağında indik değil mi? hayır efendim, kartal ihdosuna kadar gittik, sonra koşa koşa yetiştik bizim deniz otobüsüne, salağız da biraz...

ihdoyla yenikapıya gelip otobüsle findukzade'ye ulaştık, sonra poflaya poflaya eczahane aradık , bana ilaç aldık bisürü, nihayet eve varıp karyokaları mideye indirip ilaçları içip bir uyudum, pazartesiye kadar, Allah sizi inandırsın!!!









17 Aralık 2004 Cuma

BU NE YAMAN ÇELİŞKİDİR BÖYLE...

Yılın bir cuması, bir cumanın akşamı,
İstanbul'un bir ofisi, bir ofisin içindeki
Ben oluyorum, ta kendisi!
Biraz sıkılmış, biraz deli
Alıyorum yerimi...
İşte böyle akşamların birinde,
Ne olmak istediğim yerdeyim,
Ne gitmek istediğim yerde.
Kalmak da istiyorum gitmek de...

14 Aralık 2004 Salı

13. Pazartesi

anlar çok önemlidir değil mi hayatta , onlar zamana ve hayatınıza hükmederler. Bazen ne olduğunu anlamadan , peşpeşe gelen anlarda büyük değişimler yaşarız. Durduramayız , engel olamayız , tutamayız , elimizden birşeyler öylece akıp gider de engel olmayız , farkındayızdır , biliriz ama hiçbirşey yapamayız.
en büyük aşkımı böyle kaybettim işte , ansızın ve bir anda , her bir milisaniyesini yaşayarak.
Bir daha asla geriye dönemeyeceğimi biliyorum.
Elimden kayıp gidiverdi , içimi parçalayarak , o an geçti , zaman geçti , ben kaldım...
Ona olan aşkımı da yine böyle apansız farkedivermiştim. Sonra yıllar boyunca onuna ilgili hafızamdaki anları hatırladım birer birer , lacivert ceketindeki armaya gülüşümü , onun yürüyüşünü , sonra gülüşünü , atkısını dolamış boynuna bir gün otururken kendini taşıyışını .
Hayat ne garip değil mi dostlar?
şimdi hayatlarımıza devam ediyoruz , anları yaşıyoruz ayrı ayrı ,
onu mu seviyorum, onun bana yaşattığı anları mı , yoksa o anlarda hissettiklerimi mi hala bilmiyorum?
Ellerini saçımda ilk gezdirdiği anı unutabilir miyim hiç bilmiyorum.

Adminastarotoruma söz vermiştim , daha doğrusu o bana ödev vermişti , geçtiğimiz Cumartesi günü memlekette 7. tarih ve sinema festivalini açtık birlikte , galayı yazacaktım , ilk gittiğimiz klarnet konserini ve de tabi bir de o gün bize kapak olan sayısız girişimimizi ama yazamadım , beni affedin dostlar yaralarımı sarıyorum , onun yerine size 13. Pazartesi aşkımın bitişini anlatıyorum, kimbilir belki size kapanışı yazarım....

13 Aralık 2004 Pazartesi

12 Aralık 2004 Pazar

bu oyunda hiç şansım yok ama ben yine de denemeliyim

bu oyunda kazanmamın bir yolu yok mu? şimdi onu bıraksam, bir daha aramasam sormasam, umurunda bile olmayacak , bu fikir beni delirtiyor, çünkü bu arada ben onu özlediğimi düşünerek boşu boşuna üzülüyor olacağım, onunsa unutamadığı kimse olamaz, hiç etkilenmez , hiç üzülmez, hiç umursamaz... farketmez bile... bu da beni dehşete düşürüyor çünkü ben tanıdığım herkeste bir iz bırakırım.. o hariç... onu bırakırsam bundan hiç etkilenmeyecek ve yine o kazanmış olacak... o hep kazanır, zaten bu yüzden... neyse! benim bu ounda kazanmamın bir yolu olmalı... ama ben bunu denemiştim, iki yıl önce, bırakmayı... sonra ne oldu, ben üzüldüm ve döndüm ve döndüğümde aramızın açıldığını, o yakınlığımızın , o denli çaba gösterip elde ettiğim yakınlığın yokolduğunu görmüştüm ve bu bana daha ağır gelmişti... bu yüzden bunu tekrar yapmaya cesaret edemiyorum, çünkü dönmek istersem dönerim ve daha da çok uzaklaşmış oluruz ve çok üzülürüm, eğer gidersem bu sonsuza kadar olmalı. bu oyunda hiç şansım yok ama ben yine de denemeliyim diyerek bu kadar yıl devam ettim ama of çok sıkıldım, fakat bir iz bırakarak gitmek istiyorum. sadece bilmek istiyorum, acaba hiç...

2005 FALLAMALARI

2005 yılında başımıza nelere gelecek??

buyrun bu linklerden burcunuzun 2005 yılı öngörülerini okuyun, rahatlayın!

http://www.astroprofile.com/2005sunsignpredictions.htm

http://www.cafeastrology.com/2005yearlyhoroscope.html

hizmetlerimiz devam edecek...

real fiesta adminliği.

10 Aralık 2004 Cuma

kuyruğumuzu tramvay çiğnedi

efenim işten zor attık kendimizi, malum cuma akşamı, real fiesta ekibinin yarısı mevcut, yarısı başka alemlerdeydi, biz taksim ekibi, önce tilek'te akdeniz pizza yedik, aman bu nefasetle adeta sarhoş olmuş, tünel'e doğru yürümekteydik, bir çıngırdak sesi ile arkama baktım, ne göreyim? tramvay kıçımda!!! özgür sağa ben sola, çil yavrusu gibi kaçıştık!!!!

kuyruksokumum kaşındı valla, kuyruğum olsa dümdüz olurdu, kedilerin ne hissettiğini çok iyi anladım!!!

bu şoku atlattıktan sonra bisküvi kadar yassılmış kuyruğumun hayali aklımda, asmalımescit sokaklarına daldık rumuz goncagül arkadaşımızla ve de peradox'ta , çatır çatır yanan şömine başında yedik , içtik, biten yılı çekiştirdik , gelecek olan yeni yılın dedikodusunu yaptık

vah benim titrek kuyruğum!!!

untitled

memleketten uzakta
yasamaktayim bir adada,
united kingdom diyorlar
kendi aralarinda

bir bakayim dedim
nedir bu ada
anlatacak cok sey var
yazacagim zamanla

6 Aralık 2004 Pazartesi

şair olurum ben bu gidişle demiştim....

O kadar aşığım ki sana
gülen gözlerini bakışıma sakladım
Ellerini hüznüme , ismini kalbime...
içimdeki acıyı ya da sevinci
anlatabilir miyim sana?
En büyük hayalim beni sevmen mesela
Ve en büyük korkum beni sevmen,
Sonra geri kalan tek acım kendimi terketmem
O kadar aşığım ki sana
Uykularımı sana verdim , uyanışlarımı düşüne
Tüm sözlerim sözsüzlüğüne
Çığlıklarım sessizliğine,
Öyle karşılıksız ve katıksızım ki
Sana karışmak istiyorum
Tamamıyla.....

farkındalık

Sorun herşey olabildiği gibi bazen hiçbir şey de olmayabilir.
Önemli olan farkındalık mı dır?
Farkındalık bizi bir çok şeyden koruyabilir ya da korumayabilir , herşey beynimiz de bitmiyor mu nasıl olsa , belki de bitmiyor , bittiğini kim söyledi ya da bitmediğini?
Birinin söylemesi önemli mi? Ya da onu bir yerde basılmış olması , sonra milyonlraca insan tarafından okunması ve benimsenmesi , konu hakkında bilgi sahibi olmayan milyonlarca kişinin birinin ortaya attığı kurgusal , ispatlan(a)mamış ve muhtemelen yanlış bir şeye inanmaları ve sonra onu tekrarlamaya başlamaları , kendi kendilerine ve birbirlerine , onunla karşılaştıkça ona inanmaya başlamaları ,sonra ona alışmaları , bu fikrin yayılması ve oksijen gibi her yeri sarması.
Ne için?
Basit bir inanış .
İşte bu yüzden herşey birinin inanmasıyla başlar.
Eğer sen inanırsan birinin daha inanma ihtimali doğar.....
Ama sen inanmazsan da birinin inanma ihtimali vardır.
Herşey orada , o büyük boşlukta , öyle sessiz/ sakin belki de dingin durur ki farkedemezsin.
İşte şimdi yine başladığın noktadasın.
Herhangi birşey seni bir farkındalıktan alıp bir farkındasızlığa götürdüğü gibi , herşey seni bir farkındasızlıktan alıp bir farkındalığa da götürebilir.

4 Aralık 2004 Cumartesi

Osturuktan teyyare, selam söyle bridgit’e

bridget jones2 aynen ilk filmde olduğu gibi esas kızımızın ailesinin noel yemeğiyle başlıyor ama bu sefer bir farkla, bridget’ın bir sevgilisi var hem de taşşş gibi colin firth!!!

kızımız çok mutlu, oohh colin’i kapatmış, abi donlarını bile katlayan züppece bir karakter bile olsa colin işte ve bridget’e sırılsıklam aşık

fakat, fakat, rahat bridget’a batıyor, arkadaşlarının da gazıyla sevgilisine hafiyelik yapmaya başlıyor, tabii başı beladan kurtulmuyor bu yüzden , sürekli gülünç durumu düşüyor

ama bence bunlar, bazılarının dediği gibi kadını aşağılamak adına yapılmış sahneler değil, bence bunlar samimiyeti yücelten sahneler, çünkü bridget ne zaman “olmadığı biriymiş gibi” davranmaya kalksa boka (domuz pisliği), çamura, belaya bulaşıyor, gülünç durumlar zaten bridget’in olmadığı biri gibi davranmaya kalkıp becerememesinden doğuyor, bridget ne zaman özüne dönüyor, samimiyetine kavuşuyor, o anlarda parladığını görüyoruz , ağır ve doğru laflar patlatıyor, ne kadar kişilikli olduğunu gösteriyor, onun bu samimiyetidir zaten o taşşşş sevgilisini ona aşık eden

böylelikle 2 saat boyunca hakikaten bol bol gülüyor, bridget için “ah vah yazık” lar eşliğinde, colin abi (mark darcy) için “ooohh aaaahhh oaoaaahhhh yavvvruuu” iniltileri arasında filmi izleyip bitiriyorsunuz, sonrasında beyninizde sizi gutan, didikleyen hiçbir şey kalmıyor, sen sağ ben selamet

filmimizin ana fikri ise “ata demirer kadar bile götün olsa colin abi’yi götürebilirsin, umut etmeye devam et”

bense colin firth’ün italyan bi modelle roma’da yaşadığını hatırlatarak diyorum ki, filmin ana fikri şu olmalıydı “biraz samimiyet için ölürüm”

OOFFF TAŞŞŞŞŞAAA BAKK BEEEEEE

HAYATTA SADECE KÖTÜ DURUMLAR BİZE BİRŞEY ÖĞRETİR

Mutlu günlerden, iyi hatıralardan geriye kalan hoş bir sedadır, güldüğün yanına kar kalır, “bugün gülmek için ne yaptın” sorusuna cevap verebilmiş olursun

Kötü anlar ise kötülüklerine rağmen en öğretici şeylerdir bu hayatta,

Başıma son gelen (Cuma) kötü olayda hayat boyu unutmayacağım bir ders aldım,
“biri bir teklifte bulunduğunda – size şu gün kesin cevabımı bildireceğim- demek gerekir”, -haa peki olur- ya da -hayatta olmaz- dememek gerekir, üstelik ben bir de “olur” dediğimden şimdi bu beladan nasıl sıyrılacağımı düşünüyorum kara kara ama en azından çok iyi bir ders aldım

başıma bundan önce gelen kötü olaydan bir şey öğrenemedim, sadece günler boyu çok mutsuzdum ama geçti , o zaman belki de bunu öğrenmişimdir

bundan da önceki kötü olayda, çok çok iyi bir biçimde öğrendim ki, “hayatta davul bile dengi dengine” baba, günlük yaşamda herkes bir sosyal sınıfa dahil ve kendi ben kendi sınıfımdan olmayan biriyle olamam asla, dikkat ederseniz “ben” dedim çünkü bu benim için geçerli, benim karakterimle ilgili, belki sen başka sınıftan biriyle mutlu olursun ne diyeyim Allah mesut etsin

tabii her boku bilen atalarımız demiş ki,”bir musibet bin nasihatten iyidir”, bunun üzerine ben de bu kadar lafı boşa etmişim, saygılar!