31 Mart 2010 Çarşamba

4,9 TL'ye Queen dvd'si

Aaa geçen gün D&R'da Freddie ile karşılaşınca çok heyecanlandım. DVD Klasikler diye bi dergi, içinde de Queen belgeseli dvd'si var ve sadece 4,9 TL idi.


Dergi pek ince , içinde bol bol resim var



DVD'deki belgeselde bilmediğimiz birşey yok, ama Queen severler 5 liraya kaçırmasın bunu diyorum.

Spread your wings dostlar.


Yine yeni yeniden Sedat

Siz canımdan çok sevdiğim izleyicilerimden gelen yoğun istek üzerine bugün yine Dürümcü Sedat Ustamı ziyaret ettik. Şirketimiz yakında Okmeydanından Tatavla'ya taşınacak, o zaman bu Sedat abiyi çok özleyeceğim.

Sözü hiç uzatmadan fotoşlara bırakıyorum. Zaten sadece 2 tanecik çekebilmiştim, dürüme gömülünce gözüm fotoğraf mı görecekti püahahaah

İşte özel sıcacık çıtır lavaşıyla muhteşem salatası:



İşte dürüm işte mutluluk:


xo xo

30 Mart 2010 Salı

Süngeer

Dün akşam oyuncakçı gezdik dostlar.

Ne kadar eğlenceliydi anlatamam , ara sıra gidip gezmek lazım. Tabii herşeyi kurcaladım, özellikle Star Wars oyuncaklarını. Şu Klon askeri kafası var hani onunla oynadım.. Sonra Plastik lightsaberlardan birer tane kapıp Sewal'le kapıştık. Yaa tam kılıcı salladım arkamdan biri geçiyormuş, küüüt kafasına indirdim mi lightsaber'i, amaan çok utandım, özürler diledim ama adam yüzüme bakmadan kaçıp gitti. Yanındaki kadın da gülmekten bayılıyordu bu esnada.

Neyse sonra Sewalle kapıştık, tabii benim kılıcım mavi, Seval'inki yeşil olunca "I HAVE FAILED YOU ANAKIN" diye saldırmak gerekti, sonra Seval kılıcını göbeğime soktu ve düello böylece bitmiş oldu:)))

İşte bütün oyuncakları elleyip öten konuşan herşeyin düğmesine basıp dükkandan kaçtık, arkamızdan arıı vızvızvız şarkısını söyleyip yürüyen bir yaratık bağırıyordu...



25 Mart 2010 Perşembe

Dürümcü Sedat Ustanın Yeri

İşte bizim şirketin iki sokak yanında Dürümcü Sedat Ustanın yeri var. Olmaz olsun mu diyeyim ne diyeyim, ustam bir dürüm yapıyor, ağlarsınız. İşin sırrı öncelikle lavaşında. İncecik lavaşı kendi özel domatesli, pul biberli bir sosu var, o sosa buluyor sonra ısıtıyor çıtırık çıtırık oluyor mu o lavaş sana? Sonra içine 2 adet (ehh duble yiyoruz herhalde) urfa kebabı dizip soğan domatesi dayadın mı... Bir de sofraya kocaman bir salata koyup , suyuna bandıralım diye o çıtır lavaşlarından da ısıtıp ekstra bir tabak vermiyor mu? Amanın.


Dürümü ısırınca insanın damağına inceden soğanlı , yağlı , muhteşem bir et tadı dağılıyor ve lavaş bu tadı kusursuz şekilde dengeliyor. Böyle kendimizden geçerek dürümlerin dibine kadar yiyoruz, salatayı silip süpürüyoruz, hatta masaya gelen ikram lavaşların arasına salata koyup her dürüm lokması arasında salata molası veriyoruz. Bir kere yediniz mi kesinlikle bağımlılık yapan mükemmel bir dürümcü Sedat Usta. Yiyelim, yedirelim.

19 Mart 2010 Cuma

Anjou şarabı vs. demirhindi şerbeti

Şu hayatta enn sevdiğim roman Alexandre Dumas baba'nın 3 Silahşörler isimli güzide klasik eseridir dostlar. Bu Fransız silahşörlerin Paris sokaklarında kılıç şakırdatıp saray entrikaları ile boğuşup beri yandan muhteşem Cardinal de Richelieu ile takışmalarını defalarca, defalarca okudum. Birkaç yıl önce Oğlak Yayınları çok güzel kapak resimleri ile Üç Silahşörler'i ve devam romanı 20 Yıl Sonra'yı yayınlamıştı, sağolsun. Yine de benim en sevdiğim çevirisi 1963-Gönül Suveren versiyonudur.

İşte bu silahşörler maceradan savaşa, Milady'nin koynundan denizaşırı entrikalara koşarken mütemadiyen şarap içerler: Anjou Şarabı. Hatta Athos bir kuşatma sırasında şu harika lafı eder : Bir kadeh şarabın arkasından hayat pespembe görünür! Benim de geçen gün aklıma esti, google'a Anjou Şarabını sordum, şakk diye karşıma bir kitap çıktı :



1998 yılında yayınlanmış bu kitabın kahramanı bir eski kitap detektifi. Detektif bir gün Dumas'nın 3 Silahşörler romanında ANJOU ŞARABI diye bir eksik bölüm olduğunu öğreniyor. Ve bu bölümün peşinde koşmaya başlıyor, bu arada karşısına Dumas'nın kahramanları ile kafayı bozmuş tipler filan çıkıyor, harika değil mi? Bu haftasonu bunu okuyacağım. Bir de Japon abime zorla d.günü hediyesi olarak aldırdığım Kayıp Sembol var, onu da pazar okusam... O kadar kitap birikti ki anlatamam, daha fuardan aldıklarımı bitiremedim, akşamları 7'de işten çıkıp spora gidince eve dönüşüm 10'u buluyor, sonra da komaya girercesine uyuyorum.





Sonra işte geçen sene aldığım YSL allığım bitmişti, arkadaşlarım da bana istediğim Dior allığı hediye ettiler . Ayy yaleppimmm çok seviyorum , sankim Paris'e gitmişim gibi hissediyorum böyle bi kristiyan diyor ki ürünü aldığımdan. Eh kıyafet filan alamayacağıma göre ancak işte allık, far, pudra ile idare ediyorum içimdeki küçük kokoşu.

Yarın Japon abimle Sibelinsu Eminönü'ne gezmeye, foto makinesi almaya gidiyorlarmış, çocuğu da Nermin teyzeye satmışlar hahaahayy. İşte ben de onlara takılıp gideceğim, hem hava güzel , dolaşırız, oraları severim bilirsiniz; hem de abime demirhindi, çiğköfte döner möner ısmarlatır yarın da onun sırtından geçinmiş olurum ahahahaha. Eskiden 2 capon çok gezerdik oralarda, her gittiğimizde de mutlaka demirhindi şerbeti içerdik de... Bi de pislik çiğ köfte yiyip ishal olurduk:))))

O zaman gitmişken Hacı Bekir'den çifte kavrulmuş lokum da alayım değil mi ? Oyyy . Şimdi bütün gün yarın ne yiyeceğimi hayal edebilirim:))) Bütün pislik zararlı şeyleri yiyebiliriz, abim hiç öyle sokaktan yenmez zararlı ekolünden sıkıcı abilerden değildir, onu da yiyelim bunu da yiyelim, üzerine yumurta kıralım ekolündendir haahahah.

O zaman yarın Eminönü'nde ne yiyelim? Söyleyin bakalım :)

xo xo

17 Mart 2010 Çarşamba

gırtlağıma hakim olamamıştım

blogun yeni şablonu ile oynarken bugüne dek verdiğim etiketleri listeleyebileceğimi gördüm, eh etiketleri göster dedim, alfabetik olmasın dedim, en başta en sık kullanılan olsun dedim, tabii en başta ne çıktı?


gırtlağıma hakim olamamıştım !


püaahahahah!

O zaman bu postu etli nachos fotosu ile şenlendireyim


14 Mart 2010 Pazar

Doğum günü şenlikleri

İşte sabahın köründe kalkmıştım ve dedim ki şu blogların taşınma işlemini halledivereyim, sonra kuaföre filan giderim rahat rahat... nerdeee.. Taşınma işleminde abuk subuk bir sorun çıktı (zaten hep öyle olmaz mı bu bilgisayar işleri?) Öğlen oldu geçti ben hala blog taşıyorum... Tee üçü geçiyordu işim bitti.. Püüü... koştur koştur kuaföre gittim, aman onun da bütün dinozor müşterileri toplanmış, üçyüz kiloluk top gibi teyzeler delibaşı yaptırıyorlar resmen Marge Simpson saçı gibi kabarık kafalar püahahaahah. İsmail demesin mi , yarrım saat kırk beşş dakikadan evveli işim bitmez.... bir kere daha " püüüü !!!"

Bunun üzerine, bir de dinoların fönlerinden bana bastılar , dışarı attım kendimi, tam Etiler yokuşunun başında dikiliyorum, arkadan köfteciden kokular geliyor (sabah kahvaltısından sonra birşey yememiştim ki akşama Kırıntı'da yemeklere gömüleyim) Ne yapayım yaleppim ne yapayım diye düşündüm Bebek'in ortasında papaza dönmüş saçlarım ve en paçoz halimle... Akmerkez'e çıktım hemen, Adidas'tan kendime doğum hediyesi aldım, hem akşam giyerim ... Elimde ayakkabı kutuları Bebek'e geri döndüm kuaföre, oh dinosorus teyze gidiyor, ben yerleştim koltuğa ama teyzem çıkamıyor ki bir türlü, saraylı mübarek ,teşrifatla ayrıldı salondan, hala da "küllü oldu küllüüüü" diye söyleniyor idi


Amaann neyse saçımı kestirdim , eve geldim, giyindim kuşandım...( Bu arada flaş patlayınca elbisemin transparanlaştığı ortaya çıktı, evlere şenlik.) Tam saat 6'da Rumeli Caddesi başında Seval ile buluşuk, gittik pasta aldık badem krokanlı, tıngır mıngır Rumeli'den aşağı inip pastayı Kırıntı'ya bıraktık , geri yukarı çıktık, Yargıcı'nın önünden Deniz'i aldık. Biraz mağaza gezdik sonra City's isimli alışveriş merkezine girdik. Burada bi Bartolucchi mğazası açılmış, hani Lady Charlotte ile Roma'da gezdiğimiz tahta oyuncakçı... (Yazımın bu paragrafı polis ifadesi gibi olmuş neyse). Arzu geldi bu arada , bana çok güzel bir buket getirmişti, şimdi odamda babamın buketinin yanında renk cümbüşü oldu çok güzel.


gezip tozup iyice üşümüş, aç ve yorgun halde Kırıntı'ya gittik. Lady Charlotte bizi bekliyordu ve hemen o sırada minikim Sinem de geldi. Oooh ondan sonra tam yemeklere gömülecektik ki...

oturduğumuz uzun masanın arkasında daracık bi balkon var, millet buraya çıkıp sigara içiyor, aman kapıdan bir soğuk geliyor sormayan, girip çıkanların mütemadiyen Seval'e çarpmaları da cabası... eee napalım, olay çıkarttık hemen şikayet ettik... Sonra masanın diğer ucuna doğru geçip kapıdan uzaklaştık

Sonra yeme içme faslı başladı ooohhho kadar konuşup gülüyorduk ki bizimle ilgilenen garson kardeş kenardan bizi tiyatro izler gibi seyredip eğlendi bütün gece:))


Önden sadece birkaç tane nachos yedik, abartmadık bu sene yemeği.

Seval fleminyon yedi :


Sino şinitzel yedi:

ben ispanyol burger yedim:


Lady Charlotte +Deniz+Arzu da et fajita yediler.Özgerciğim kanal tedavisi yaptırdığı içün bişey yiyemedi zaten,Çito da evde çipura yemiş, burada bol bol şarap içti:)))




Pasta kesilirken nümayiş feveran ayyuka çıktı, bütün garson kardeşler toplandı ıslıklar, alkışlar püahahaahah çok eğlenceli olmuştu:


İşte bir doğumgünüm de böyle geçmişti, Kırıntı'dan sonra Çito'yla tünele gidip birer bira içtik sanırsam açık havada oturduğumuz için nezle oldum... Ama olsun... . Benim için arkadaşlarımla çevrili olmak en büyük mutluluklardan biri... Eh en kötü günümüz böyle olsun dostlar.

xoxo

13 Mart 2010 Cumartesi

BLOG TAŞINDI

sevgili seyirciler,

Blogger artık FTP ile yayınlamaya destek vermediği için tüm Real Fiesta bloglarını taşımak zorunda kaldım:

HAKİKİ MUHABBET YENİ ADRES:
http://hakikimuhabbet.blogspot.com/


ÇOCUKLUĞUMUZUN ÇİZGİ FİLMLERİ YENİ ADRES:
http://eskicizgifilmler.blogspot.com/


ÇOCUKLUĞUMUZUN DİZİLERİ YENİ ADRES:
http://eskidizifilmler.blogspot.com/


KİTAP KULÜBÜ YENİ ADRES:
http://fiestakitap.blogspot.com/


ALPACİNO SEVGİSİ YENİ ADRES:
http://alpacinosevgisi.blogspot.com/




REAL FIESTA ANA SAYFA
http://www.realfiesta.com

12 Mart 2010 Cuma

Eyyvahh eyvahhh

Dün akşam sporu ektik ve biraz gülüp eğlenelim diye EYYVAH EYVAH filmine gittik sevgili seyirciler.

Biraz mı? Bütün film boyunca anıra anıra güldük , inanamazsınız, nasıl komik nasıl eğlenceli... Hele bir emlakçı sahnesi var püaahahahahah 2 dakika boyunca katıldım kaldım sinemada, gözlerimden akan yaşlardan ekranı göremedim böyle bir komedi yok yani.

Helal olsun Ata Demirer , helal olsun Demet Akbağ diyorum, mutlaka gidin, ben de tekrar gideceğim Allahım nasıl bir filmmiş bu ohh çok eğlendim beaa

Filmin müziğini de Fahir Atakoğlu yapmış, valla hepimizin kalkıp oynayası, göbek atıp gerdan atası geldi.



ayrıca seenden ötürü!

Eyyvah Eyvah

Yazan : Ata Demirer
Yöneten : Hakan Algül
Oynayanlar :
Demet Akbağ
Ata Demirer
Bican Günalan
Özge Borak
Ali Savaşçı
Salih Kalyon
Tanju Tuncel
http://www.eyyvaheyvah.com/

8 Mart 2010 Pazartesi

8 Mart yağması

Öğlen yemek yemek yerine taksiye atlayıp Cevahir'e gittik ve Watsons mağazasındaki %50 indirim yağmasına katıldık sevgili seyirciler. Amaaannn kerli ferli kadınlar birbirinin üstünde, kasalarda nümayiş feveran; standlara yanaşmak mümkün değil, şöyle kadınların sırtından, sepetlerin arasından üstten üstten elimi uzatıp avuçladım , 2 tane lipgloss 1 tane rimel geldi, çektim elimi geriye. Sonra bakım kremleri ,sütler, tonikler yarı fiyatına idi.. bir set krem (gece - gündüz - göz çevresi) , 2 tane tonik, bir adet göz makyajı çıkarıcı, bir de nasılsa yarı fiyat diye serum aldım, artık ne işe yarıyor göreceğiz. Sonra amaannn indirim indirim diye eşşek kadar vücüt şampuanları, yeşilçaylı 10'lu selpak (gülün ulan gülün püahahah) , işte efendime söyliyeyim ıslak mendiller, renksiz ojeler... Amanın resmen bütün kadın hormonları ele geçirmiş beni bugün değil mi? Hahahahahah

Nicole'süz Oscar , krem peynirsiz zeytinezmesine benzer

Bu yıl Nicole Kidman yoktu. O yüzden diğer vatandaşlarla idare edeceğiz .

Fotoşlarda gördüğüm kadarıyla sanki herkes önceki yıllarda giyilmiş kıyafetleri kopye etmiş gibi geldi bana:

Sandra Bullock : Halle Berry'nin Oscar kazandığı sene giydiği üzeri dantel elbiseyi kopye etmiş:)


Cameron Diaz , Penelope Cruz'un geçen sene giydiği Balenciaga'yı kopye etmiş:))


Penelope Cruz ise Keira Knightley'in birkaç yıl önce giydiği kabarık etekli mürdüm renkli tuvaleti kopye etmiş :

Bizim minik Kristen Stewart da Keira'nın aynı elbisesini kopyalamış :


Meryl Streep kendi kendini kopyalamış, işte geçen sene giydiği gri elbisenin beyazını giymiş, üzerime iyilik sağlık


Sarah Jessica Parker değişik bir kıyafet girmiş, beğendim ama dikişlerinde potluk var???


Kate Winslet incecik olmuş aferim. Ama kıyafeti Anne Hathaway'in geçen sene giydiği metalik elbisenin kopyesi:)))


Ve de işte Demi Moore, Nicole'ün yokluğunda en çok kendisini beğenmiştim . Kendisi çok genç ve sağlıklı görünüyordu ve teni ile elbisesi çok güzel uymuştu.



5 Mart 2010 Cuma

Sonunda yedim

ETİ Browni intense. Bildiğimiz Eti Browni üzerinde ekstra bir akışkan çikolata ve etrafı da çikolata kaplı, soğuk yiyiniz, o etrafındaki çikolata çıtır çıtır olsun:




minik birşey aslında, zaten daha büyük olsa komalara girerdik herhalde:




şapırt :

:)))

4 Mart 2010 Perşembe

kitabım vardı

İşte kendime Gitti Gidiyor'daki bir sahaftan şu kitabı aldım :



Sabiha Gökçen : Atatürk'ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti

1982 basımı, Türk Hava Kurumu Yayını No 2 . Ata'nın doğumunun 100. yılı şerefine basılmış bir eser. Sayfaları sararmış, içinde kuşe sayfalarda fotoğraf ekleri de var.


431 sayfa, Ata'nın küçük Sabiha'yı evlat edinmesi ile başlayıp, 10 Kasım 1938 'de sona eriyor. Sabiha Gökçen, Atattürk ile geçen hayatını anlatıyor ama kitaba Gazi'nin Anafartalar hatıratı, Yunus Nadi'nin Çerkes Ethem olayı üzerine yazdığı belgeler gibi eklemeler de yapılmış. Kitap bir okul kütüphanesinin fazlası imiş, kapağın içinde okulun damgası var:) Heyecanla okuyacağım.

3 Mart 2010 Çarşamba

VEDA

Dün gece uzun zamandır beklediğimiz VEDA filmini izledik sevgili seyirciler.


Filmin anlatıcısı Atatürk'ün yaveri ve de çocukluk arkadaşı Salih Bozok. Bozok 10 Kasım sabahı oğluna yazdığı veda mektubunda, Ata ölürse eğer, neden kendi hayatına son vereceğini açıklıyor. Ama anlıyor muyuz bu nedeni? Hayır. Bu yönden bakınca filmin Salih Bozok ile Mustafa Kemal Paşanın dostluğunu anlatacağını bekliyoruz. Ama izlediğimiz ana başlıklarıyla bir Atatürk biyografisi oluyor. Film kısa kısa Atatürk'ün çocukluğunu, kumandanlığını, milli mücadeleyi başlatışını anlatıyor ama herşey o kadar kısaca geçiyor ki, Ata'nın dünyayı dize getirdiğini , vatanımızı kurtarıp yeni Türkiye'yi kurduğunu ve ardı ardına devrimlerle görülmemiş şekilde yepyeni bir toplum yarattığını bilmeyen biri filmi izlese herhalde bunları anlamaz.


İşte bence filmin sorunu bu, bu film neyi anlattığını bilememiş, konusu yok. Filmin ana izleği Mustafa Kemal ile Salih Bozok'un dostluğu mudur? Göremedik biz bu dostluğu, yaver ortada yoktu ki (hatta bir noktada Deniz dedi ki, savaşta ortada yoktu sofra kuruldu yaver yemeğe geldi) Eğer Atatürk biyografisi yerine bu dostluk üzerine eğilse eminim daha iyi bir film olurdu. Ya da film Mustafa Kemal ve Zübeyde Hanım üzerinden bir ana oğul filmi de olabilirdi. Bu durumda son sahne de anlam kazanmış olacaktı. Veya Gazi Paşa'nın kumandanlığı, askeri dehası anlatılır, Kurtuluş Savaşımız üzerine bir film yapılabilirdi. Ya da eşi benzeri görülmemiş inkılapları ve genç Türkiye Cumhuriyeti ile ülkenin sevgilisi devrimci Mustafa Kemal Paşanın hikayesi anlatılabilirdi. O da değil. Veda filmi bunların hepsini göstermeyeçalışmış maalesef. O yüzden de hiçbirini hakkıyla anlatamamış.


Filmde kostümler , mekanlar ve müzik kesinlikle kusursuz. Sinan Tuzcu'yu da Mustafa Kemal Paşa rolüne ben yakıştırdım ve hatta çok beğendim. Bu kadar başarılı olacağını beklemiyordum. Zübeyde Hanım'ı canlandıran Dolunay Soysert'i beğenirim zaten, yine beğendim. Dolunay Soysert, Cumhuriyet dizisinde Latife Hanım'ı canlandırmış ve balkondan Kemal Kemal diye seslenmişti, şimdi aynı sahneyi Ezgi Mola canlandırıyor. Bu arada Latife Hanım'a karşı bu tavrı da anlamadığımı söylemeliyim. O sonuçta dünyaya gelmiş en muhteşem adamla sadece 22-23 yaşında iken evlenmiş bir genç kızdı. Çok zeki , kültürlü ve mükemmel eğitimli idi ama düşünsenize ne kadar gençti. Ve ayrılıklarından sonra öldüğü 1975 yılına kadar ağzından tek bir kelime bile çıkmamıştır. Sırf bu tavrı için bile saygıyı hakeden Latife Hanım'ın filmde adeta bir şeytan gibi tasvir edilmesi beni çok rahatsız etti.


Bunların dışında filmde benim anlamadığım nokta İsmet İnönü'nün olmayışı idi, ne adı geçti ne sanı, şaşırdım kaldım. Sanki öyle biri hiç varolmamış, hiç bir şey yapmamış gibiydi. Atatürk'ün yanında Nuri Conker vardı, Salih Bozok vardı... Kazım Karabekir ile ilgili bir sahne vardı ... İnönü yoktu.

Filmin sonunda da bir yazı çıktı , Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet bugün 87 yaşında diye, peki o arkadaşların içinde İnönü de yok muydu?



2 Mart 2010 Salı

Miss Judy Abbott ve yeni taksi macerası

Yahu taksi maceralarım Ketrin Çenslır'ın aşk maceralarından bile çok idi :
Bu gece spordan dönerken Etiler'den taksiye bindim, işte yorgunum, sesim çıkmıyor, radyoda Haber Türk mü ne açık bır bır sıkıcı haberler okunuyor... Sonra birden bambaşka birşey anlatmaya başladı, us birinci us, uslar, ego egolar böyle felsefik anlamsız birşeyler...Şöför arkadaş da "Bu ne yahu Haber Türk açıktı" diye şaşırdı, "ne diyor anlamadım" filan diye söylendi, ben de dedim ki "belki de uzaylılar radyoları ele geçirmişlerdir, bu yayını yaparak bizi hipnotize edeceklerdir, sonra da dünyayı ele geçirecekler"... Adamcağız "valla ben sizin söylediğinizden de birşey anlamadım" demesin mi püahahaha, neyse ki eve gelmiştim bu sırada , ben burada ineyim size de kolay gelsin dedim kaçtım, kendi kendime güldüm sonra hahaahahha


1 Mart 2010 Pazartesi

Tarihi şehirde bir gezi

Cumartesi günü hava aldatıcı derecede güzeldi, biz de sabahın köründe değişiklik olsun diye Eminönü'nde buluştuk.

İşte Sinem Akargöz arkadaşımın fotoları ile anlatmaya başlıyorum :


Meydanda buluşup simit kemirdikten sonra Nimet apladan bilet aldık (Bu arada Arzu çok komikti, neredesin diye arayınca simitçinin yanındayım demez mi, ulen bütün meydan silme simitçi dolu zaten püahaha)

Biletlerimin son rakamına amorti çıktı :


Sonra eski şehrin sevdiğim sokaklarına dalıp yürümeye başladık.

Yollar kalabalıktı, yanyana dizili ufak mağazaların vitrinlerinde aradığınız herşeyi bulabilirdiniz. Dört bir taraftan döner , simit , kestane kokuları geliyor, çığırtkanlar müşteri çağırıyor, kadınlar çocukları çekçekliyor, ama işte battaniye dükkanının kedisi kesinlikle istifini bozmadan güzellik uykusuna devam ediyordu.


Döne dolaşa marpuççular çarşısına geldik, amanın kat kat sayısız mağaza, incik boncuk, keçe, zincir, dünyada ne kadar gereksiz ama insanın almak istediği şey varsa burada satılıyor idi. İşte boncuğunu, halkanı, zincirini alıp kolye filan yaparken kafayı yiyebilirsin, o kadar çok şey vardı ki, o pırıltılı doğal taşlar, boncuklar aklımı aldı, yeşiller, turkuvazlar, rengarenk keçeler.. Keçelerden o kadar hoşlandım ki hazır yapılmış, üzerinde kocaman mor keçeden çiçek olan bi taç aldım, bi de rengarenk keçe toplarından yaka iğnesi alıp sıkıcı paltomun göğsüne çaktım. Seval de prenses tacı aradı ama onun yerinde tepesinde halesiyle bir ermiş tacına razı oldu :)))


Böylece bütün katları dolanıp marpuççulardan çıktığımızda saatler geçmiş, ayaklarımıza karasular inmiş ve de maalesef yağmur başlamış idi dostlar.

Meydana geri dönüp Saray Muhallebicisine yerleştik, döner ve patates kızartması yiyip ayaklarımızı dinlendirdik, aldığımız boncukları takıp takıştırdık, allah kafamda keçe, parmağında eşşek kadar mavi taş, boynumda boncuklarla her hareketimde şıngırdıyor idim dostlar. Bi kafamda uzun tüyler eksikti.

Güzelce dinlenip yemeğimizi yedikten sonra yine tabana kuvvet gezmeye devam ettik, Cağaloğlu yokuşunu tırmanıp Nuruosmaniye'den dolanıp, Kapalıçarşıya girecekken kayboluverdik, ve tekrar birbirimizi bulduğumuzda kapalıçarşıdan şöyle bir yürüyüp çıkmaya karar verdik . Bayazıt kapısından çıkmıştık, aşağı Sultanahmet'e doğru yürürken sıra sıra mağazaların birinden sedefli minik yusufçuk kolyeleri aldık. Sonra da ışıl ışıl bir lambacıyı basıp dükkanın altını üstünü getirdik, amanın ufacık mağazada 6 tane ciyak ciyak kadın, neyse birşey kırmadan çıkmayı becerdik:))


Böyle tam turist gibi gezdik, heryerde fotoğraf çektik, Sultanahmet'te Milyon Taşını gösterdim arkadaşlarıma sonra da Cafe Ağa Medresesine götürdüm onları, ah ah yağmur yağmasa avluda otururduk ama onun yerine oda verdiler bize, medresenin odası ufaktı ama tavanı o kadar yüksekti ki insanı boğmuyordu.


Çay içtik, kurabiye yedik, hatta Seval fal bakmaya yeltendi ama olmadı :)) Dinlendiken sonra da Eminönü'ne inip evlere dağıldık. Tabii ben eve gitmedim, Lady Charlotte ile kahve içmeye gittim, o yüzden bugün harika bir şekilde bitmiş oldu. Hatta Bershka'dan Kermit tişörtü aldım yemyeşil güzel bi baskısı var.

İşte böyle dostlar, bilgisayarım da eve döndü, artık kıçı da şarj tutuyor. Pazar günü Prince of Persia oynamaya dalmasam , speed kill yaparak milletin midesini deşmekle uğraşmasam bu yazıyı dün yazabilirdim yani :)))

xoxo