1 Mart 2010 Pazartesi

Tarihi şehirde bir gezi

Cumartesi günü hava aldatıcı derecede güzeldi, biz de sabahın köründe değişiklik olsun diye Eminönü'nde buluştuk.

İşte Sinem Akargöz arkadaşımın fotoları ile anlatmaya başlıyorum :


Meydanda buluşup simit kemirdikten sonra Nimet apladan bilet aldık (Bu arada Arzu çok komikti, neredesin diye arayınca simitçinin yanındayım demez mi, ulen bütün meydan silme simitçi dolu zaten püahaha)

Biletlerimin son rakamına amorti çıktı :


Sonra eski şehrin sevdiğim sokaklarına dalıp yürümeye başladık.

Yollar kalabalıktı, yanyana dizili ufak mağazaların vitrinlerinde aradığınız herşeyi bulabilirdiniz. Dört bir taraftan döner , simit , kestane kokuları geliyor, çığırtkanlar müşteri çağırıyor, kadınlar çocukları çekçekliyor, ama işte battaniye dükkanının kedisi kesinlikle istifini bozmadan güzellik uykusuna devam ediyordu.


Döne dolaşa marpuççular çarşısına geldik, amanın kat kat sayısız mağaza, incik boncuk, keçe, zincir, dünyada ne kadar gereksiz ama insanın almak istediği şey varsa burada satılıyor idi. İşte boncuğunu, halkanı, zincirini alıp kolye filan yaparken kafayı yiyebilirsin, o kadar çok şey vardı ki, o pırıltılı doğal taşlar, boncuklar aklımı aldı, yeşiller, turkuvazlar, rengarenk keçeler.. Keçelerden o kadar hoşlandım ki hazır yapılmış, üzerinde kocaman mor keçeden çiçek olan bi taç aldım, bi de rengarenk keçe toplarından yaka iğnesi alıp sıkıcı paltomun göğsüne çaktım. Seval de prenses tacı aradı ama onun yerinde tepesinde halesiyle bir ermiş tacına razı oldu :)))


Böylece bütün katları dolanıp marpuççulardan çıktığımızda saatler geçmiş, ayaklarımıza karasular inmiş ve de maalesef yağmur başlamış idi dostlar.

Meydana geri dönüp Saray Muhallebicisine yerleştik, döner ve patates kızartması yiyip ayaklarımızı dinlendirdik, aldığımız boncukları takıp takıştırdık, allah kafamda keçe, parmağında eşşek kadar mavi taş, boynumda boncuklarla her hareketimde şıngırdıyor idim dostlar. Bi kafamda uzun tüyler eksikti.

Güzelce dinlenip yemeğimizi yedikten sonra yine tabana kuvvet gezmeye devam ettik, Cağaloğlu yokuşunu tırmanıp Nuruosmaniye'den dolanıp, Kapalıçarşıya girecekken kayboluverdik, ve tekrar birbirimizi bulduğumuzda kapalıçarşıdan şöyle bir yürüyüp çıkmaya karar verdik . Bayazıt kapısından çıkmıştık, aşağı Sultanahmet'e doğru yürürken sıra sıra mağazaların birinden sedefli minik yusufçuk kolyeleri aldık. Sonra da ışıl ışıl bir lambacıyı basıp dükkanın altını üstünü getirdik, amanın ufacık mağazada 6 tane ciyak ciyak kadın, neyse birşey kırmadan çıkmayı becerdik:))


Böyle tam turist gibi gezdik, heryerde fotoğraf çektik, Sultanahmet'te Milyon Taşını gösterdim arkadaşlarıma sonra da Cafe Ağa Medresesine götürdüm onları, ah ah yağmur yağmasa avluda otururduk ama onun yerine oda verdiler bize, medresenin odası ufaktı ama tavanı o kadar yüksekti ki insanı boğmuyordu.


Çay içtik, kurabiye yedik, hatta Seval fal bakmaya yeltendi ama olmadı :)) Dinlendiken sonra da Eminönü'ne inip evlere dağıldık. Tabii ben eve gitmedim, Lady Charlotte ile kahve içmeye gittim, o yüzden bugün harika bir şekilde bitmiş oldu. Hatta Bershka'dan Kermit tişörtü aldım yemyeşil güzel bi baskısı var.

İşte böyle dostlar, bilgisayarım da eve döndü, artık kıçı da şarj tutuyor. Pazar günü Prince of Persia oynamaya dalmasam , speed kill yaparak milletin midesini deşmekle uğraşmasam bu yazıyı dün yazabilirdim yani :)))

xoxo


2 yorum:

  1. Ana benim mekanlar.Saray muhallebicisinin yanında "beceren" köftecisi var.Köfteleri eh ama meraktan yiyosun hahahaha

    YanıtlaSil
  2. hhaahahah çok eğlenmiştik zaten benim adım ceren yok mu beni beceren köftecisinin önünden geçerken :))) ben orada yemiştim sanırsam Japon abimle.

    YanıtlaSil

Yaz ki muhabbet olsun.