28 Nisan 2010 Çarşamba

haftasonu gelse de

gevşek donlarımızı giyip yayıp yatsak dostlar. Demin bunu düşünüp kendi kendime gülüyordum da yazayım dedim. Boğazın üstünde mükemmel bir dolunay var bu gece. Bulutların üzerinde tabak gibi testekerlek bir mehtap, önünden geçen şeffaf bulutlar tam bi kurtadam ya da dracula ortamı yaratıyor. Hani dişlerimi uzatıp deli deli koşasım geldi:)))

Alacakaranlık serisinin 4. ve de en pespaye kitabı olan Breaking Dawn'ın filme çekileceği az önce kesinleşti.Ulan sanki adamlar altın yumurtlayan tavuğu keseceklerdi, takır takır parrraaa basıyorlar, yapmayacaklar mıydı sanki son filmi? Ne kadar sığ ve basit de olsa gidip izleyeceğiz. Hatta ben 1 hafta önceden pilet filan alırım , sonra en az iki kişiye "aaa ben izledim ammaaa seninle de giderim sinemaya" deyip en az 3 kerre izlerim bu filmi püahahaha.

Breaking Dawn filmini Bill Condon yönetecekmiş. Yaniii Chicago'yu yazan Dreamgirls'ü yöneten adam. Allahımmm Tıvaylayt müzikal olursa işte ona dayanamam.



Demin tevede Restorasyon diye bi filmin sonunu gördüm.Doksanlardan kalma bu filmi hep izlemek istemiştim. Başrolde gencecik Robert Downey Jr , (hep Al Pacino'ya benzetirim onu) , 17. yüzyılda London'da veba salgını ortasında kalmış bir doktor idi, hastaları karantinya kapatmayıp iyileştirdi, sonra kralın metresini de iyileştirdi, ama bu saraydayken London'da yangın çıktı vee bunun minik bebek kızı da evde kalmamış mı? Amaaann daktır kayıklara bindi, şehre geldi, yanan binaya daldı ama bina yıkılınca nehirde duran bir kayığın içine düşüp (leş kokulu Taymis nehri ? :)) yüze yüze kırlara gitti:))) kendine geldiğinde Margaret Margaret diye ağlıyordu ki, Kral hazretleri geldiler , meğer bebeğin dadısı Margaret'i kurtarıp saraya kaçmış. Böylece daktır bebeğine, ayrıca kralın inayeti ile eski malikhanesine filan da kavuştu.Ulan ne bal, London'da bayıldı , malikhanede ayıldı, bebek de kucağına düştü löp diye hahahaah.






Sonracığıma, Al Pacino bir TV filmi yaptı :You Don't Know Jack
Film HBO kanalında yayınlanıyor. 130 bilmemkaç kişiye ötanazi uygulaış, ölüm meleği Daktır Jack Kevorkian'ı anlatıyormuş film. Pacino yardırmış diyorlar. Filmin sinemada değil de tv'de oynaması büyük kayıp diyorlar. Piki biz nasıl izleyeceğiz bu filmi?




Bu gecelik sohbet bu kadar idi. Herkese iyi geceler dostlar:)))

27 Nisan 2010 Salı

Ooofff

Hava çok soğuk, üşüyorum günlük. Mayıs geldi, bu ne pislik bir havadır? Spordan dolayı bacaklarım da ağrıyor. Bir yandan ağrı , bir yandan titreme. Gece de 2 kere uyandım, halbuki bi yattım mı hiç kalkmadan öğlene kadar uyurum, gece uyanmaktan, uyumun bölünmesinden çok rahatsız oluyorum. O yüzden kulak tıkaçları ile uyumaktayım. Tıkaçlar dün gece kulaklarımdan çıkıp gitmiş, fırtına sesine uyandım, sonra bir kere daha uyandım, rüya görüyordum ter içinde kalmışım. Tabii şu anda ağzımı bıçak açmıyor.

Dün gece spor salonunda bişi oldu. Otelin spor salonu olduğundan otel müşterileri zırt pırt salonu kullanıyor. Geçen hafta Çililer vardı, kadınlar çırılçıplak dolanıp duruyorlardı. Dün akşam da sanırsam Rus adamlar vardı çünkü koşu bandının karşısındaki tv'lerde Rus kanalı açıktı, işte CSI tadında birşey. Salonda hepi topu 6 tane koşu bantı var. Her 2 bantın karşısına 1 tv koymuşlar. Benim bantın karşısındaki tv'de haberler açılmış bangır bangır et fiyatları filan anlatıyor, ben de kumanda bulup kanal değiştirdim. Kumandalar eksik, ortada dolanıyor filan. İşte bişey izlemeden 45 dk yürümek çok sıkıcı. Neyse işte gittim buldum bi kumanda cihazı,  kanalı değiştirdim, birden başka bir hariçten tekrar değiştirmesin mi. Aaaa, koşuu bantının yanında bisiklete binen bi adam, elinde gizlediği kumanda ile işaret ederek ben izliyorum gibilerden birşey dedi. Eh peki dedim, geri çıktım bantıma ama içim sıkılmıştı şimdi et fiyatlarını mı izleyeceğim akşamın sekizi, bütün gün işte  kafamı yemişler zaten. Siz  izliyorsunuz diye hepimiz bunu izlemek zorundayız dedim, anladı mı bilmiyorum adam. Sonra o Rus CSI dizisini açmaz mı? Alllahımmmmm diye bir feryat çıktı ağzımdan ama kendi kendime konuşuyor idim. Aaa adam tak diye kumandayı benim koşu bandındaki boşluğa atıp gitmez mi? Teşekkürler diye seslendim ben de kendisine. Sonra da Chuck dizisini izleyerek yürüyüşümü bitirdim. Ama hızı ve eğimi arttırmıştım hırsla, o yüzden bacaklarım ağrıyor günlük:)))) Ohhh 3 ay kaldı üyeliğimin bitmesine. Bitse de gitsem bu Cevahir Otelin spor salonundan kurtulsammm. Araplar, Çinliler, Ruslar olmadan spor yapabileceğim biyere gitsem.

Neyse, eğlenceli şeylerden konuşalım . Yüzeysel meraklarımdan Twilight serisinin 3. filmi Eclipse'in son fragmanı geçen hafta sonu yayınlandı. Film 30 Haziran'da ecnebide, aynı haftanın cuma günü (2 Temmuz) bizde gösterime girecek. Bu arada New Moon filminin dvd'si bir türlü bizim memleketimizde çıkmadı dostlar. Çıkış tarihini de öğrenemedim. Bekliyoruz bakalım.



Bu filmi de farklı bir yönetmen yaptı : David Slade. Sanki ilk filmin soğuk tonlarına geri dönüş var. New Moon iyi hoştu da yer yer müziği ve Hülya Koçyiğit ormanda koşu sahnesi iç bulandırıcı idi. Bu filmde öyle olmayacağını sanıyorum. Yani David Slade mevzuya daha soğuk yaklaşmış , yeni doğan vampirlerle bizim vejetaryen vampirler&kurtadam ittifakının savaşına ağırlık vermiş gibi.  Ayrıca bahçelerde vırt vırt koca kafalı Edvirtın ruju da ortadan kaybolmuş, kendisini yine yeni yetme gibi giydirmişler aferim. Bella'nın perükası olmamış. Carlisle ise çok çirkin görünüyor neden yahu? Filmin müziğini de sıkı durun Howard Shore yapmış. Oha.

New Moon gösterime gireceği zaman acayip bi pompalama vardı, sürekli klipler, spotlar, fan eventler, fotolar yayınlanıyordu. Eclipse'den birkaç kare görebilmek için çok beklememiz gerekti. Sadece 2 fragman ve birkaç foto yayınlandı. Neden acaba?



bu şekilde yuvarlanıp gidiyorduk...

24 Nisan 2010 Cumartesi

Moda'da 23 Nisan bayramı

Yaa kaç gündür yazmıyordum, canım sıkkındı. 23 Nisan'ın cumaya gelmesinden yararlanıp patrondan izin aldım. (normalde bütün resmi bayramlarda çalışıyoruz, cumhuriyet bayramı dahil:( )

Sonracığıma bugün önce güzellik uykumu uuyudum:)) Sino ile 12'de buluştuk, vapurla püfür püfür Kadıköy'e geçtik.





Vapurda kenar kısma oturup ayaklarımızı da demirliğe dayadık. Tam bir İstanbul detayı. Simitçi geçerken bütün yolcular senkronize şekilde ayaklarını indirip yol verir, sonra hopp kapat!

Kadıköy'den dolana dolana Bahariye'ye çıktık. Aslında Mango'ya bakacak idik ama o kadar korkunç ve de kokuluydu ki, arkamıza bakmadan koşarak kaçtık oradan. Bahariyeden tam Moda caddesine geçerken hani bi havuzlu ufacıcık park var idi , o havuzu doldurmuşlar, güvercinler doluşmuş meydana, iştee ben de pata küte kuşların arasına daldım, o kadar eğlendim ki:)))




Moda'da sallana sallana yürüyüp bol bol deniz havası çektik içimize. Malum acıkalım, temiz havadan iştahamız açılsın da rahat rahat yiyelim içelim beslenelim. Nerede yiyeceğimize kolayca karar verdik tabii, minik ufak orijinal Kırıntı! Bizim bildiğimiz Nişşantaşı ya da Bebek'teki restoranlardan o kadar farklıydı ki burası. Böyle bildiğin hamburgerci. Menü filan yok, duvarda yazan burgerlerden birini seçiyorsun işte. Spanish burger 5 tl))) Ben ondan yedim. Sino etli dürüm yedi, önden bi de kalamar aldık. Ben 2 tane kola içtim, Sino mangolu ice tea içti, ve toplam olarak 35 tl hesap geldi, yahu ne şahane bir mekanmışsın sen Moda Kırıntı!



Yemekten sonra çay içmek için çaybahçesine çöreklendik. Gökyüzü bulutsuz pırıl pırıl maviydi. Güneş sıcacık yakıyordu, hatta bütün dekoltem güneşten yandı ve boynumdaki nal kadar kolyenin izi çıktı gerdanıma dostlar. Rüzgar da hiç üşütmeden tatlı tatlı esmekteydi. O kadar mayıştık o kadar mayıştık ki, birer çay içip saatlerce çaybahçesinde oturduk, Marmara'nın üzerinde çalkalanan gümüş renkli güneş ışıklarını izledik.


Akşam olduğunda ise minik Seval ve sevgiliciği ellerinde Ali Ustadan alınmış dondurmalarla bize katıldılar. Amanın bir şenlendik, kahkahalar çaybahçesini inletti.

Ama artık akşam olmuş, güneş alçalmış ve rüzgar serinlemişti, maalesef umumi tuvalete girip eve gitme vakti gelmişti. Allahımmm o çömelmeli tuvaletler ne kadar yıvranç kokuyorlardı ve de üstüme başıma işeyeceğim diye çok korkmuştum:)))

Neyse kazasız belasız bu meseleyi de halledip 20:15 vapuruna yetişmek için acele acele Bahariye'ye doğru yürümeye koyulduk. Tam kiliseye gelmiştik ki, biri JUDY ABBOTT diye seslenmesin mi, bel bel baktım tanımadan, yahu bizim Real Fiestadan MEHMET imiş ! ne kadar eğlenceli değil mi, ömrümüzde hiç görüşmemiştik ama birbirimizi 40 yıldır tanıyan dostlar gibi rahatlıkla güle söyleye ayak üstü muhabbet ettik. İşte Mehmet ile şirin sevgilisinin başına köpeklerle acayip işler gelmiş dostlar. İtoşun biri Mehmet'in ayakkabısını kapıp kaçmış, tabii ben çok güldüm ama yazıkcağız epey bi kovalamış heyvanı ikna etmek için diller dökmüş de Nike ayakkabıyı kurtarmış:))))

Böyle laylaylom konuşurken Mehmet dedi ki, "şu sokakta THE END diye bi dvd sarayı var, aradığın herşeyi bulursun" , biz de "o zaman oldu hadi görüşürüz" diyerek kaçakçı dvdciye attık kendimizi :)))

Hakikaten çok seçenek vardı, hemen 5 dakikada 5 tane film seçtim:

Tim Burton'dan Batman ve Batman Returns (Batman'in ikinci yarısı sürekli takılıyor:(((( )
Fred Astaire ile Rita Hayworth'dan klasik bir müzikal : You'll Never Get Rich
Gary Oldman'ın Beethoven'i canlandırdığı Immortal Beloved
Hugh Jackman'dan Van Helsing
Filmciye takıldığımız için az kalsın vapuru kaçırıyorduk :))))) bakalım Batman'in ikinci kısmı hep takıldı , kapattım, Returns iyidir umarım.

İşte güneşli güzel bir gün böyle sona erdi dostlar. Yarın da Büyükada'ya gidiyoruz, yaşasın tatil!

20 Nisan 2010 Salı

Nicole Kidman ACM Awards 2010 Red Carpet

Nicole Kidman taşralı folk şarkıcısı kocasını desteklemek için ACM ödüllerinde kırmızı halıdaydı. L'Wren Scott tarasımı bir kıyafet giyen Nicole, krupiye kızlara mı benzemiş ergenliğine mi dönüş yapmak istemiş anlamadım. Fakat bacaklar muhteşem, onlara laf yok.





xo xo

15 Nisan 2010 Perşembe

Trafo patladııı

Oley oley oleyyyy

Sabah işe geldim, masama oturdum pattttttttt elektrikler kesildi. Elektrik idaresinden 10:30 - 11 gibi gelir dediler, kös kös bekledik, bu arada Deniz'in aldığı içi peynir dolu minik sıcacık poğaçalardan yedik. Saat 10 puçuk olduğunda, hala cereyanlar gelmemişti ve biz de çok sıkılmıştık.

Kalkıp Şişli'deki Blackout mağazasına gittik. Birkaç tane outlet vardı, onun dışında bomboş anlamsız bir yer. Gri fermuarlı bi eşofman üstü aldım, kapüşonun kenarı payetli :))) Bi de kocaman torbalar alıp montlarımızı içine tıktık, çünkü birkaç gündür asap bozucu derecede soğuk olan hava "alınn alınn" dercesine beyin kaynatacak kadar ısınıvermişti.

Blackout'da sıkılınca Grand Cevahir otelin yanındaki Addresİstanbul'a gittik. Burası çok asortik bir ev dekorasyon merkezi idi. Mesela mor bir koltuk beğendim , 3000 TL imiş püahahahah. herşey böyle çok güzel ve çok pahalıydı , depresyona giriyor insan canım!

Neyse ki Paşabahçe de vardı burada ve herşey çok güzeldi. Kendime seramik bir sürahi aldım, işte bakın :


Fakat asıl başka birşeye deli oldum. Harika Selçuk Demirel (Kedi desenlerine ve kitaplarına bayıldığım) Paşabahçe için bazı ürünler tasarlamış. Kedili 6 adet çay bardağı/tabağı . 155 TL .Allahımmmmmmm. O kadar güzeller kiii.Kedili rakı bardağı ve karaf. Bakar mısınız rakı bardağına :


Sonracığıma kocaman bir cam vazo, üzerinde tonton bir kediiii Allahımmmmmmmm Çok güzellerdi. çay takımını anneme , rakı bardaklarını babama diye alsam... hepsi benim olsun yaleppimmmmm.

Bardaklarda aklım kalarak buradan ayrıldık ve artık öğlen olduğundan Burger King'e gidip yemek yedik. Şirketi aradım, hala elektrik yok ... Hemen Cumhuriyet gazetesinin oradan yürüyüp Cevahir'e geçtik. Elimizdeki torbaları girişteki kasalara tıktık, sonra rahat rahat gezip tozduk. D&R'a girdik ve aşağıda yazdığım Glenn Meade'in yeni kitabını aldım. Ama onu alırken başka bir kitap daha gördüm : SON ŞÖVALYE. Alexandre Dumas'nın Paris Milli Kütüphanesi arşivinde 125 yıl boyunca saklı kalan son romanı! Napolyon çağında Sainte-Hermine kontunun maceraları. 780 sayfacık, Arkadaş yayınevinden. Bildiğiniz gibi en sevdiğim roman 3 Silahşörler'dir ve de Fransa tarihine bayılırım, bu kitabı da bayılarak okuyacağıma eminim. Yaşasın Alexandre Dumas Baba!


İşte tam kitapçıdayken zırrr telefon çaldı... Veeee hayır hayırrr elektrikler geldi diye aramamışlar , "elektrikler gelmeyecek" diye aramışlar, gelin şirketten eşyanızı alın da evlere dağılın demek için aramışlar.Allahımmmmmm ne güzel bir gündü değil mi? ve harika şekilde bitmişti.

Şimdi kitaplarıma gömülmeye gidiyorum dostlar, yeni maceralarda buluşmak üzere

xo xo

14 Nisan 2010 Çarşamba

Glenn Meade'in yeni kitabı çıktıııııı

Sakkara'nın Kumları, Kar Kurdu, Brandenburg gibi 2.dünya savaşı casusluk ve macera kitaplarını bayıla bayıla okuduğum İrlandalı favori yazarım Glenn Meade'in yeni kitabı çıktı

The Second Messiah / İkinci Mesih

Kitap yazarın izniyle ilk kez Türkiye'de ve Türkçe yayınlanmış. Diğer kitapları Doğan Kitap'dan çıkan yazarımızın bu eserini Turkuvaz Kitap yayınlamış ama korkmayın, çevirmen aynı (Ali Cevat Akkoyunlu), yani üslup farkı olmayacak



480 sayfa, tanıtım yazısına göre Indiana Jones ile Da Vinci Şifresi arası birşey (Ölü deniz parşömenlerini arayan arkeologların kovalamacası?)

Çok sevinçliyim, bayılıyorum bu adamın romanlarına (en azından 2. dünya savaşı dönemi casusluk romanlarına) , umarım bu da aynı derecede heyecanlı ve akıcıdır.

Cuma akşamı D&R'da bulursam alacağım holeyyyyy

xo xo


12 Nisan 2010 Pazartesi

Lazanya Partisi, Bebek baharı, kedili Japon deneyi

Cuma akşamı Minik Sinem arkadaşımızda lazanya partisine davetli idik sevgili dostlar. Arzu ve Sino önden yemekleri hazırlamışlardı ve biz de Şili şaraplarımızı alıp parti mekanına vardığımızda sofra çoktan humuslu cips (ev yapımı nachos) ve yeşil salatalarla şenlenmişti




Yoğun tezahüratlarımız eşliğinde sonunda lazanyalar (2 tepsi yapmışlar biz oburları doyurabilmek için:)) masaya teşrif ettiğinde artık açlıktan bayılmak üzereydik. Yumuşacık, kıymalı , beşamelli, üzerinde kaşşarı nar gibi kızarmış lazanyalar bir lezzet ırmağı gibi damağımızdan göbeğimize doğru ılık ılık inmişti.


lazanyanın mükemmel tadını Frontera isimli cabernet sauvignon üzümlerinden yapılma kırmızı Şili şarabıyla vurgulamıştık


Aslında lazanyaları yiyip orada dursak , belki bu ziyafet o kadar zararlı olmayacaktı ama tabii yemeğin üzerine pislik şeylerle doymayan nefsimizi körelttik, hem de Sex and the City izleyip Mr Big'i dikizleyerek eğlendik.

cips, kek, çekirdek, soslu mısır:


biz nasıl bi tipleriz ki kendi fotomuzdan çok yemeklerin fotosunu çekiyoruz?


işte nadir bir foto, real fiesta seyyahları yanyana :)

Veee, herşeyi yiyip bitirdikten sonra Minik Sinem günlerdir sakladığı MAGNUM MINI paketini ortaya çıkarttı dostlar, valla helal olsun dedim, ben olsam bu kadar gün hayatta saklayamaz, hepsini yer bitirirdim.


İşte bu ziyafetten sonra eve dönüp 1 demlik Kolombiya kahvesini zor içtim, hazmettirsin diye, anca hazım olayından sonradır ki yatıp uyuyabildim. Sanırsam sadece 1 dilim lazanya yemeliydim.

Cumartesi sabahı Sino ve Sewal arkadaşlarım gezmeye Bebek'e geldiler. Ben de onlarla tam Nero 'nun önünde buluştum ve deniz kenarında güzelim güneşli havanın tadını çıkarttık. Pırıl pırıl sıcak güneşe rağmen rüzgar çok soğuk esiyordu, kulaklarım dondu.


Nero'da ben üzeri çileklerle kaplı minik kıtır tart yedim, Sino cevizli,çilekli puding gibi bişey yedi, Seval de içinde hiç un olmayan cevizli kakaolu harika bir tatlı yedi.




Bebek baharı :

İyice üşüdükten sonra kalkıp biraz yürüdük, sonra geri dönüp eskiden hani Vakko olan yere açtıkları BAYLAN pastanesine oturduk, üst katta tam meydana bakıyorsun , sürekli arabalar, insancıklar geçtiği için hiç sıkılmıyorsun.

Baylan'ın camekanı mükemmeldi, çikolatalar ve makaronlar harika görünüyordu, ama fiyatları inanılmaz pahalıydı, Kup Griye - 16 TL YUUUUUUHHHHHH . Yahu yıllarca Kadıköy'deki Baylan'a gittim (üniversite yıllarında) , sonradan da Japon abimle gittim, böyle bir fiyat yok, olamaz. Bebek kazığı bu olsa gerek dostlar. Ya da hakikaten fiyatlar alıp başını gitmiş.

Tavuklu , mantarlı milföy börek :


5 TL'lik Baylan çayı :


Baylan çıkışı arkadaşlarımla vedalaşıp eve doğru döndüğüm anda küüt diye Sibelinsularla çarpışmayayım mı? Aman ne güzel oldu, hemen kendime Mini dondurmadan sezon açılışı dondurması ısmarlattım:))) (Sezon fiyatı 3 top 4,5 TL) Sonra Aşiyan'daki çakara kadar yürüdük ama o kadar rüzgar esiyordu ki donmamak için daha ileri gitmeden geri döndük.

Artık rüzgardan mı, güneşten mi bana fenalık geldi Cumartesi gecesi 12'de yatıp uyudum.

Pazar günü geçen aldığım NG Kedi Portreleri kitabından çıkan Kedilerin Gizli Yaşamı isimli belgeseli izleyeyim dedim. Benim kediyi de tv karşısındaki koltuğa oturttum, ne bileyim kedi kardeşlerini görsün, beraber belgesel izleriz diye düşündüm. Film başladı, mivmivmivmivmivmivmivmiv kedi sesleri odayı doldurdu , aman benim kedi delirdi, televizyonun yanına gitti, arkasını araştırdı, arka patileri üzerine kalkıp tv'ye abandı, bu sesler nereden geliyor idi? TV'nin içinde minik kediler mi var idi? Neler oluyor, neler oluyor idi?

Kedicik böylece çıldırınca tv'yi kapattım, günün geri kalanında Lego Batman oynayıp Indy çizgi romanı okudum, hatta gece yatmadan Kristal Kafatası Krallığı'nı izledim:)))

İşte yeni bir haftaya böylece başlamış olduk dostlar.

xo xo

9 Nisan 2010 Cuma

Indiana Jones Omnibuslardan fotoşlar

Alttaki postta yazdığım gibi, Indiana Jones çizgiroman setlerinden son 3 cilde Amazon.com sayesinde kavuşmuştum dostlar. İlk iki cildi hala Barnes and Noble molozundan gelmesini bekliyoruz. Kahrolsun BN yaşasın Amazon diyerek sizi fotoşlarla baş başa bırakıyorum.

Çizgi romanlar 32 kısım tekmili birden, 3 cilt INDIANA JONES THE FURTHER ADVENTURES OMNIBUS, Darkhorse yayınıdır. Ecnebilerin graphic novel dediği türe giriyor.Seksenli yıllarda yayınlanmış Indy çizgi romanları külliyatı diyebiliriz. Çizgiler bana eski Doğan Kardeş'i anımsattı, hatırlar mısınız, Şeytan Çekici Pen, Tarzan, Zero-X ... Bu tarz eski usül bir çizgiroman .

Haftasonu Indy'e gömülmek için sabırsızlanıyorum: (böyle yazınca yine bir tuhaf oldu...neyse!)






8 Nisan 2010 Perşembe

Indiana Jones Omnibus

Amazon.com'dan 29 Mart'ta yola çıkan Indiana Jones çizgi romanlarım dün elime geçti. Ne kadar hızlı değil mi, Amazon'u çok seviyorum. Sağolsunlar bi de kutuyu çuvalla göndermişler:)))

Size şimdi bir sneak peak gösteriyorum. Akşama kitapların içini çekip göstereceğim:)))

Ayy bu fotodan suratımı silmek istedim, dün çok üzgün olduğum için berbat çıkmışım.


kutu açmayı kim sevmez ki? en güzel an :


ta daaa:


devamı akşama:)

5 Nisan 2010 Pazartesi

uyduruk naylon şemsiye mafyasının son kurbanı

Cuma gecesi bir nevi kutlama yapmak üzere Taksim'e çıkmıştık sevgili seyirciler. Tabii sabahtan beri günlük güneşlik olan hava bozdu ve arabayı otoparka bırakıp çıktığımızda İstiklal Caddesinde seller akıyor idi. Ohh yağmurda yürümekten ve de ıslanmaktan tiksinirim, sonunda 5 liraya o şeffaf uyduruk naylon şemsiyelerden almak zorunda kaldım, ben alırken adam telefonda birilerine kolileri açmalarını şemsiyeleri çıkartmalarını filan söylüyordu , oy ne para kırmıştır kimbilir o gece o şemsiyelerden? .


Şakır şakır yağmur altında Bibuçuk'a yürüdük, kapıda evlere şenlik bir kuyruk vardı, ama binanın önüne kocaman bir branda germişler, ısıtıcılar koymuşlar , brandanın deliklerinden yağmur üstünüze başına geliyor ama tek boş masa buradaydı , biz de masayı kapıp patates kızartması, mozarella, combo tabağı ve kanat sipariş ettik.




Ben yine 5 baharatlı kanattan yediğim için fotosunu çekmedim, gırtlak konusunda tekrara düşmemeli değil mi?

Yedik, içtik ve çok güldük, son patatesi de biri kaptıktan sonra artık Jadore'a gitmeye hazır idik. Çünkü bu gecenin asıl aması, Jadore'da çikolata föndüsüne gömülmek idi.

Yolda Mephisto'ya uğramıştık (Deniz arkadaşım meğersem yan flüt çalıyormuş ve  eğitim kitabı arıyordu, işe bak hiç  bilmiyordum, bir de acayip kahve falı bakıyormuş kendisi, ama yıllarca bunu bizden saklamış püahahaah)  Yan flüt kitabı yoktu ama ben National Geographic'in Kedi Portreleri kitabını %50 indirimle aldım, heyyy o kadar güzel ki, en çok 1935 tarihli  siyah beyaz bir fotoyu sevdim, foto  bir gemide çekilmiş ve geminin kedisi minik miniminnacık HAMAĞINDAN kafasını kaldırıp poz vermiş, awwwww , üstünde de battaniyesi örtülü... İşte hep  kedimin bir hamağı olsun istemişimdir, eminim bayılırdı!!!




Bu arada biz de kendi fotolarımızı çekiyor idim ama nereden bilebilirdim? Makineyi  makroda bırakmışım, bu yüzden hayatımın en komik ve de bulanık  fotolarından bazılarını çekmiş bulunduk  püaahahahah:




Jadore'da küçücük bir masaya 5 kişi sıkıştık, mekan o kadar güzel ki, eski duvarlar , küçük, yuvarlak masaya tıkışmak ve deliler gibi gülmek... Harikaydı. Ve sonunda kahkahalar çikolata günahında boğuldu:






İşte böyle dostlar, fotolara bakarken merak etmekten kendimi alamadım,  yarın spor salonunda şu korkunç  skywalker aletinde kaç saat bacaklarım ayrılmalı ki, bu günahlaın bedelini ödeyebileyim? oy oyy oyyyy

xo xo