10 Nisan 2012 Salı

Blog'da Sinema Kuşağı

Son zamanlarda, The End mağazası sağolsun, bir sürü film izledim dostlar. Bazısı yeni, bazısı da eski. Hepsini kısa kısa not etmek istiyorum :)

The Artist (2011)

En iyi film oscarını kazanan siyah beyaz, sessiz film çağını anlatan sessiz bir film The Artist. Harikulade müziği ve şahane oyuncuları sayesinde hiç sıkılmadan izledim, çok beğendim. Konu itibariyle bana feci şekilde Singing in the Rain (Yağmur Altında) müzikalini anımsattı. Başroldeki Jean Dujardin'in Gene Kelly'e kardeşi kadar benzemesi de yardımcı oldu tabii. Baksanıza, aynısı resmen:


Jean Dujardin'e hasta oldum zaten, çok çekici, duygusunu geçiren, mimikleri zengin, ay sıcacık bir oyuncu canım benim ahahaah:)))  Sırf o harika gülümsemesi bile filmi izlemeye yetecek bir sebep idi, bundan böyle Kıl-uni gitsin, Jean gelsin, Fransız çekiciliği bambaşka bir oh-la-la dostlar.



The Descendants (2011)

George Clooney'e Oscar adaylığı getiren, ülkemizde Senden Bana Kalan ismiyle gösterime giren The Descendants'ı izlemeden önce senenin en iyi filmi olacağını düşünmüştüm. Neden bilmiyorum, böyle bir beklenti oluşmuştu bende. Afişine de, Türkçe ismine de bayılmıştım bu filmin.

Ama filmi izlediğimde beklediğimi bulamadım açıkçası. Hawai'de geçen bir aile dramasını anlatan filmimizin çekildiği güzelim mekanlar egzotik ve büyüleyici, müzikleri de harika idi. Eh ama işte filmin amacı neydi, onu anlamadım. Bende hiç bir iz bırakamadı The Descendants.



War Horse (2011)

Steven Spielberg'in epik tarihi duygusal draması War Horse'u ailecek izledik. Hikaye fazlasıyla romantik, filmin kahramanı da güzeller güzeli, cesur ve akıllı at Joey olduğundan, Joey'nin başına gelenler hepimizi normal bir filmden 10 kat fazla etkiledi tabii. Annemle babam tarumar oldular, ben de fenalandım. Filmin müziğini kaçınılmaz olarak John Williams bestelemiş, fazlasıyla bayık buldum. Akılda kalıcı tek bir melodi bile yoktu. Görüntüler muazzamdı tabii, ama düşüncem Oscarlık bir film olmadığı yönünde. Bunun yerine Tenten aday olsaymış, daha doğru olurmuş. İyi, hoş, eski moda güzel filmleri anımsatan tipik Spielberg duygusallığı ile dolup taşan bir film.



One Day (2011)

Emma ve Dexter'in 20 yıla yayılan aşk öykülerini ve hayatlarını anlatan One Day şahane bir kitap idi. O yüzden filme çevrileceğini duyup, başrolde Anne Hathaway'in oynayacağını öğrendiğimde çok sinirlenmiştim. Anne sen kimsin, herkes haddini bilsin demek istemiştim. İngiliz rollerini Amerikalıların canlandırmasını protesto etmiştim. Ama sonunda filmi izlediğimde ben de şaşırdım dostlar. Gayet güzel olmuştu One Day uyarlaması, oyuncular da başarılı idiler. Kitabı okumayıp salt filmi izleyenler olan bitenlerden ne anladılar bilmem tabii, film eksikti biraz. Yani kitabı okumamış olsam, ben ne kadar anlardım kestiremedim.. Kitabın üzerine ise gayet güzel gitti. Senenin sürpriz filmlerinden.



My Week With Marilyn (2011)

Sene 1956. Marilyn Monroe dünyanın en büyük yıldızı olarak, Londra'ya dünyanın en iyi oyuncusu Sir Laurence Olivier ile film çevirmeye gidiyor. Çekimde bir sürü problem yaşıyorlar tabii, Marilyn'in dengesizliği, bütün ekibin Marilyn'in büyüsüne kapılması, Olivier'in karısı Vivien Leigh'nin kıskançlığı derken; film ekibinden genç Colin, Marilyn ile kaçıp güzel İngiliz kırsalında unutulmaz bir gün geçiriyor. Film de zaten bu Colin çocuğunun ilerleyen senelerde yazdığı hatıra kitabından uyarlanmış. İşte neyse, sonunda Marilyn filmi çekip Amerika'ya dönüyor. Olayımız bu dostlar. Filmlerin çekim maceraları bana her zaman heyecan vermiştir, o yüzden My Week With Marilyn eğlenceli geldi. Eğlendik ve bitti, bu kadar.



The Help

Filmimiz Amerika'nın Güneyinde, tutucu Mississippi eyaletinde, ırkçılığın en iğrenç haliyle yaşandığı 1960'lı yıllarda geçmekte. Üniversiteyi bitirip kasabaya dönen Skeeter, hizmetçilerin katlandığı eziyetlere dayanamaz. Üstelik bu kadınları ezen, aşağılayan işverenler de; Skeeter gibi, bir vakitler çok sevdikleri zenci dadılar tarafından büyütülmüşlerdir. Skeeter dadıları ve hizmetçileri organize eder ve başlarından geçen olayları anlattırır. Olayları yazıya dökerek bir kitap haline getirir. Kasabadaki zalim ırkçılığı gözler önüne seren kitap çok başarılı olıur.

Eğlenceli kısımları da olan dramatik bir film, atmosferi çok başarılı kurulmuş. Dekorlar, kostümler dört dörtlük. Oyuncuları da pek samimi buldum. İşte, iyi hoş, ajitasyonu abartmamış, öyle bir film.



The Adventures Of Tintin (2011)

Çocukluğumuzun Milliyet gazetesiyle gelen çizgiroman kahramanı Tenten'in uzun metrajlı animasyon macerasını çekmek Steven Spielberg'e düşmüş. Ne de iyi olmuş. Bu harikulade eğlenceli çizgi filme tam manasiyle bayıldım. Böyle eski moda, esrarlı ipuçları ve hazine avı etrafında dönen hareketli bir macera filmi olmuş. Indiana Jones esintileri de taşıyor bolca. Görsellik zaten muazzam. Yılın kaçırılmaması gereken sinema işlerinden bence Tenten. Müthiş!





The Girl With Dragon Tattoo (2011)

Ejderha Dövmeli Kız'ın orijinal İsveç versiyonuna ben de bayılmıştım elbet. Yine de Amerikan yapımını çok beğendim. Artık hem kitaptan hem orijinal filmden ezbere bildiğimiz bir konuyu, neredeyse İsveç filmini birebir çekmiş gibi görünse de inanılmaz akıcı ve heyecanlı anlatmasını bilmiş David Fincher.  İşte bu da yönetmen farkı oluyor dostlar. Konuyu ve karakterleri Amerikanlaştırmaması da takdire şayan. Mikael Blomkvist rolünü oynayan Daniel Craig'i öteden beri pek beğenirim, bu filmde de minicik siyah külotlarıyla göz doldurdu, sağolsun. Efsanevi Lisbeth Salander rolünde Rooney Mara'yı da beğendim. Sonuçta o güzelim romanın hakkını veren bir film olmuş gibi duruyor. Ellerine sağlık.



Burlesque (2010)

Başrollerde Cher ve Christina Aguilera'nın oynadığı, baştan aşağı klişelerle bezeli bir film Burlesque. Herhalde Christina, Moulin Rouge! filminin soundracki ile yetinenemiş, kendine bu filmi çektirmiş. Ama o aç parantez-kapa parantez bacaklarıyla Nicole Kidman'dan ne kadar farklı ise, Burlesque de, bir Moulin Rouge! olmaktan o denli uzak. Ama çok kötü bir film de değil kesinlikle. Gayet eğlenceli, vakit geçirten bir yapım olmuş. Seksi iç çamaşırımsı kıyafetlerle gösteri yapan kızları görünce insanın jartiyerler, parlak saten donlar filan giyip iç gıcıklayıcı danslar edesi geliyor. Cher harikulade, hem filmin banalliği içinde gerçekçi bir tip çizmiş, hem de enfes şarkılar söylemiş. Bir de jönü oynayan Cam Gigandet faktörü var ki evlere şenlik, tek başına flmi izlemek için bir sebep idi bu vatandaş. Sağolsun, gözlerimiz bayram etti. Filmin sürprizi ise kötü kızı oynayan biricik Veronica Mars'ımız, Kristen Bell.

Müzikal ve dans sevenler eğlenirler bu filmde.



Inception (2010)

Ben ne salak bir insanmışım ki bu efsane filmi bunca zamandır izlememişim dostlar. Püü bana! Inception bir başyapıt, biz zeka şöleni, bir beyin fırtınası, sinema efsanesi.

Film ilk anda beni ele geçirdi, mevzuyu anlayana kadar neredeyse hazırolda izleyecektim Inception'ı. Film o kadar enfes bir şekilde beyninizi çalıştırıyor ki, anlatamam. Üztelik bunu yaparken filmi izlemekten zevk almaya devam ediyorsunuz. Hem bir akıl oyunu devam ediyor, hem de bomba gibi aksiyon. İşte bu, yönetmen Christopher Nolan'ın büyük zaferi!

Filmimiz, rüyalara müdahale edilebilen yakın gelecekte geçiyor. Leonardo DiCaprio'nun kusursuz oynadığı kahramanımız Dom, bir ajan. Bilgi çalıyor. Ama şirket kasanızdan değil, asla girilemeyeceğini düşündüğünüz başka bir kasadan: Beyninizden. Dom, hedeflediği kişinin bilinçaltına girerek gizli düşünceleri çalıyor. Bunu da   kurbanla aynı rüyayı paylaşarak yapıyor. Bir Japon işadamı Dom'dan olanaksız görünen birşey istiyor. Birinin zihninden bilgi çalmasını değil, oraya bir fikir yerleştirmesini (Inception-başlangıç bu işte) talep ediyor. Dom işi alıyor ama ekibine risklerden bahsetmiyor. Dalacakları çok katmanlı ortak rüyada öldükleri takdirde, normalde olması gerektiği gibi uykudan uyanmayıp bilinçlerini kaybedebilir ve sonsuza kadar limboda kalabilirler.

Ay ay ay, filmin başı zaten kocaman bir AAA dedirtiyor. Finali ise herhalde şimdiden sinema tarihine geçmiştir. Beni en çok etkileyen rüya içinde rüya zamanlaması hadisesi oldu, rüyada içinde oldukları minibüs suya düşerken, bir alt katmandaki rüyada olup bitenler, bu esnada o minibüsün suya gitgide yaklaşması... ne diyeyim, sağol varol Christopher Nolan.

Kaçırılmaması gereken bir başyapıt.


filmler devam edecek,

xo xo


10 yorum:

  1. bu Cher de Ajda veya Nebahat Çehre gibi yaşlanacağına gençleşiyor mu ne?
    bu arada Titanların Öfkesi'ne gitme sakın. İlkinden dahi daha kötü olmuş, mitoloji gibi bir hayalgücü deryasından dünyanın en muhteşem senaryoları çıkabilecekken hala bu beceriksizliği anlamak mümkün değil

    siyahlı kadını izledin mi buarada?

    şu ara hevesle beklediğim iki korku filmi var: biri john cusak'tan edgar allan poe klasiği The Raven, diğeri Abraham Lincoln:Vampire Hunter.

    YanıtlaSil
  2. çok sevdim bu kuşağı
    hep olsun bilogda ^.^

    descendants gerçekten ne saçmaydı.. burya taşındığımızda ilk izlediğimiz filmdi galiba. sadece teenage kızlarını çok beğenmiştim. adı şimdi aklımda değil bakmaya da üşeniyorum

    my week with marilyn i izleyince biyografisini okudum, sonra belgesel fln izledim. aklımda kalan şey sadece şu: bi insan bu kadar güzel olabilir mi? O_o

    war horse u biz de geçen hafta izledik. Duygusal sahneleri çok abartmışlar ve çooook uzun geldi bana =)

    one day'in kitabını okumadan filmi izledim, iyi ki okumamışım dedim. anne hatewayden bile soğuduydum o zaman

    Help'i çok sevdim bi de Skeeter salağı emma stone çok güzel. artist i izlemedim ama eğer o olmasaydı oscarı bu alırmıydı ki ne dersin

    YanıtlaSil
  3. Mehmet : evet biz yaşlanıyoruz, Cher'in cildi bebek poposu gibi, pürüzsüz ve gepgergin:))
    Titanların ilkini de izlemedim ki, güzel mi yani , tavsiye mi?

    Siyahlı Kadına gitmedim, o Daniel Radcliffe'e gıcığım da:) hem yetenek fakiri hem boy fakiri garibim:)

    Lincoln'lü olanı ben de isterim, onu çok merak ettim.

    YanıtlaSil
  4. Euphoric : heeyyy olsun o zaman, daha bir sürü film var sırada.

    the descendants tam hayal kırıklığı oldu, o büyük kızı oynayan ablayı diyorsun değil mi, o süperdi bence de. süperdi de ne oldu dersen bilemedim bu filmin amacı neydi:)

    ah ah , o war horse'da fenalaştık ailecek. anam babam yaşlı başlı insanlar, içleri ktıldı garibimlerin. hele o Joey'in sipperler arasında ölüm koşusu, dikenli tellere dolanması ayyyyy çok fenaydı be:( acıtasyon acıtasyon acıtasyonn

    one day şahane bir kitap ama okumalısın, çok tavsiye:)

    bilemedim the help oscar'ı alır mıydı, aman neyse descendants almad ya, oh:)

    YanıtlaSil
  5. nihahahhaha inanmıycaksın ama o sahnede bende kocama bakıp "acıtasyon acıtasyon acıtassyon" dedim war horse da :)) abarttılar tufan hoca gibi

    YanıtlaSil
  6. yok ya titanlara uzakara mesafeli kal. kıçıkırık bir aksiyon ve canım ralph - liam ikilisini sefil hallerde görmekten ibaret bi film.
    siyahlı kadın klasik bir hayalet hikayesi tıpkı changeling gibi diyim sen anlarsın, ama gene de geçtiği dönem ve ortam için izlenir, spoyler vermeden söylemek gerekirse uyuz finaline rağmen. kitabı da çıkmış bunun belki sen tercih edersin diye düşünmüyor değilim hani:)) işe döneyim havada kırbaç kokusu var:)

    YanıtlaSil
  7. burda anlattığın tüm filmleri izlemenin verdiği mutluluğu yaşıyorum ve artist, the help, inception! diyorum başka da bi şey demiyorum eheh :)

    - marilyn filmini ben hiç beğenmedim bu da dipnot olsun :)

    YanıtlaSil
  8. Miacim zevklerimiz ayni bebegim. Ben inception'i bi arkadasa verdim. 2 kere deneyip izleyemedim dedi. Kafasi mi bssmadi bilemedim artik:))) dostlugumuzu sorgulamak lazim dedim ben de :)))

    YanıtlaSil
  9. Verdiğiniz bilgiler çok faydalı oldu Macbook Servis olarak sizlere teşekkürlerimizi sunarız.

    YanıtlaSil
  10. Blogunuz çok güzel. Kış Bahçesi olarak tüm paylaşımlarınıza teşekkür ederiz.

    YanıtlaSil

Yaz ki muhabbet olsun.