Mesai akşam 5'e kadardı, aman moralimiz bozulmasın keyiflenelim diye öğlen yemeğinde dışarı kaçıp mezarlık köftecisinde yemeğe gittik. Burası Cevizlibağ Merkezefendi Köftecisi, asırlık eski İstanbul mezarlıklarının dibinde, dolup dolup boşalan, yer bulmak için kuyrukların uzayıp gittiği salaş bir köfteci. Bakır kupalarda köpüklü ayranları pek güzel. Köftesi yağlı, mis kokulu, kocaman halis et köftesi. İnsan burnuna kadar doyduğunu hissediyor bunu yediği zaman. Bir de piyaz, salata vs istediyseniz bütün gün başka bir şey yemenize gerek kalmıyor.
Rahmetlilere karşı ağzınıza layık köftelerimizi lüplettikten sonra kahve keyfi yapalım dedik ve köftecinin hemen bitişiğindeki döküntü çaycının esintili masalarına yerleştik. Aaa, hiç ummazdım, bir kahve geldi, sunumu gözlere tadı ise damaklara seza... Lokumu, suyu, herkese ayrı pişirilmiş minik cezvede okkalı kahveleri ile dört dörtlük idi.
Kahveleri içip ofise geri döndük. Saat üç buçuk olunca Kübik'le bir de baktık bizden başka kimse kalmamış şirkette:) Biz de bilgisayarları kapatıp kendimizi Taksim dolmuşuna attık.
İstiklal'de ilk hedefimiz Terkos pasajı idi haliyle. İnanmayacakınız ama ben yine güpgüzel bir elbise buldum. Deneme yaparken epey eğlendik. Keten dar kesimli bir elbise olduğundan, bir de beli elastik değil, aman totoma sığmaz diye düşünüp büyük bedeni almıştım elime. Dükkan sahibi amca kızdı "bu ne, büyüyünce mi giyeceksin bunu?" diye dalga geçip S bedeni elime tutuşturdu. O esnada Kübik deneme kabininde idi. Kabin dediğime bakmayın tabii, Terkos pasajındayız, duvarın bir kısmını perdeyle çevirmişler, borular morular geçiyor içinden, al sana kabin:)) Neyse adam "bu kabin geniş, beraber kullanabilirsiniz" demesin mi? "Yok annem, arkadaşlık da bir yere kadar, birbirimizin poposunu görmek istemiyoruz" dedim ben de. Ondan sonra da amca şelale gibi döküldü zaten, epey bir gülüp eğlendik:))
Bu kadar eğlenceli muhabbete tabii ki elbiseyi aldım. Yahu çok hoşuma gitti, uygun da oldu pasajdan alınca. Rahat rahat giyerim inşallah.
Pasajdan çıkıp Bershka'ya gittik. Orada da takılar aklımızı çeldi. Kübra bana kalın örgü bir kolye aldırdı. Rengi tam pantülüme uygun, değişik bir tarz. Ben de mavili taşlı boncuk bilezik aldım ama boncuklar kurukafa şeklinde oyulmuş, çok şirinlerdi:) Bir de altın sarı helezonik sarmal bir bileklik alarak alışverişi tamamladım. Kübik de dantel yakalık şeklinde çok cici bir kolye aldı. O yakalık kolyeler çok moda bu sezon, aklınızda olsun.
Kasada ödeme yaparken kıza dedim ki, "paket yapmayın yakacağım onları". "Hepsini mi?" dedi, "hepsini" dedim ve dediğimi de yaptım.
Takmış takıştırmış deli saraylı vaziyetinde, nerede buz gibi birer drink alırız diye düşünürken aklıma Leb-i Derya geldi. Bershka'nın yanındaki Richmont Otele girdik, tepedeki Leb-i Derya'ya çıktık. Benim bildiğim bu Leb-i Derya Kumbaracı Yokuşta bir bar idi, otelin tepesindeki Leb-i Derya epey ağır abilere göre bir mekan olmuş. Ama ardına kadar açık kocaman pencerelerden önümüze serilen manzara harikulade idi.
Tabii böyle bir manzarası olunca herifler kol gibi fiyatları çekmişler. Birer tane mojito söyledik, ülen 27 liraydı tanesi:(( Yahu ben bu paraya Terkos pasajından kreasyon alıyorum! Allahtan içkilerin yanında bir tabak çerez de geldi ahahah:) Fıstıkları yiyip muhabbet ederek mojitolarımızı yudumladık, şehr-i şirin İstanbulumun manzarasının tadını çıkarttık. Suları köpürterek gidip gelen vapurları izleyerek neşelendik.
Mojitolar bitince el mahkum, Terkos pasajı laylon poşetlerimizi toparlayıp yine İstiklal'in cıvıltılı, rengarenk kalabalığına geri döndük. Nereye otursak da kol gibi para ödemeden çakır keyif olsak diye düşünürken, Hollanda Konsolosluğunun oradan aşağı inen yokuşta Masumiyet Müzesi tabelasını gördük. İki yanı sanat galerileri ile süslü dimdik yokuş önce sağa sonra sola kıvrıldı. Müze herhalde daha aşağılarda idi, müzeden çok başka, inanılmaz bir şey bulduk bu sokakta.
Solumuzdaki bina Ekvador Konsolosluğu idi, sağımızdaki duvar rengarenk grafitilerle bezenmişti. İleride iyice darlaşıp dikleşen yokuşta metruk binalar vardı ve bu bomboş metruk binaların bir tanesinden şahane bir müzik yükseliyordu... Kübra "benim duyduğumu sen de duyuyor musun" diye sordu şaşkın şaşkın. Bir anda İstiklal curcunasından masal alemine, sihirli bir müzik yokuşuna düşmüş gibiydk. İstanbul'un sonsuz minik sürprizlerinden birini daha bulmuştuk işte!
Müziğin sırrı, metruk binanın kapısına asılı Türkçe-İngilizce-İspanyolca yazılarda anlatılmıştı. Ne müthiş değil mi? O daracık yokuşta müziği bulmuş, dans edip mutlu olmuştuk.
Peace! |
yokuş yukarı |
yokuşu müzikle dolduran Ekvador konsolosluğu, canımız:) |
Kendimizi ayaklarımızın akışına bırakıp, Nevizade'ye kıvrıldık inceden. Emektar mekan Vera'ya gidip, tepedeki terasa tırmandık. Akşam olmuş, hava hala aydınlık ve esintili, limonata tadında iken buz gibi biralarımıza kavuştuk.
Çerezlere dikkatinizi çekerim, içinde leblebi yok idi:) Halbuki Leb-i Derya'nın 27 liralık mojito yanında verdiği çerezin yarısı beyaz leblebi idi yuuh! :))) Neyse biz leblebiyi sen yedin, fıstığı ben kaptım diye kavga etmeden bir güzel paylaştık çerezlerimizi, içtik, muhabbet ettik. Cumartesi gecesi keyfi yaptık Kübra arkadaşımla:)
Gece olup karanlık çöktüğünde tekila ile günü noktalamaya karar verdik ve birer tane lüplettik.
Vera'dan çıkıp gecenin karanlığında Balık Pazarında yürüdük, Şampiyon Kokoreç'e gelince midye dolma yiyelim dedik, oyyy o içkilerin üstüne nasıl iyi gitti o midye dolmalar lüp lüp anlatamam. İstiklal'e çıkınca ise meydana değil Asmalımescit'e yürüdük ve yıllar evvel her Cuma gecesi Lady Charlotte ile tekila içtiğimiz Kino'da birer tane daha tekila patlattık oohhhh:)) Tanesi 5 tele, gelecek sefere gelip burada tekila partisi vereceğiz dostlar:)
Gecenin sonunda ben metroya yetiştim, Kübracık dolmuşa atladı, mutlu mesut evlere dağıldık. İyi ki Cumartesi mesai yapmışız yahu, şapşahane bir gün geçirdik bu sayede:)
Yeni haftanın maceralarında görüşmek üzere dostlar:)
xo xo