23 Nisan hafta sonunda yine bir iş seyahati sebebiyle, canım Paris şehrindeydim dostlar. Geçen sefer Ekim ayında soğuk dalgasına denk gelmiş, tir tir titremiştik. Bu sefer hava kapalı da olsa yağmursuz ve ılımandı ve şehri baştan başa ağaçlar, çiçekler, yeşillikler kaplamıştı.
Perşembe günü müşterim bizi bir Vietnam lokantasına götürdü, ortam rahat yemekler nefisti.
deniz mahsülllü, börek gibi birşey |
soğanlı, sığır etli salata. |
yanında sade pirinçle geliyor, karıştırıp yiyorsun |
Yemeğin üstüne içtiğimiz hazmettirici minik likörlerin sunulduğu bardakları o kadar beğendim ki, peçeteye sarıp çantama atmaktan çekinmedim.
Boşken bir şey belli olmuyor ama içki koyunca çıplak resimler beliriyor kadehlerde, çok eğlenceli.
O gün işlerimizi bitirince Eiffel Kulesine gidesim geldi, ne zamandır uğramamıştım bizim yaşlı ve zarif hanıma.
Hava çok güzeldi, keyifle çimlerde yuvarlandık. Sonra kuleye çıkalım dedik, ben de kaç senedir çıkmamıştım. Üstelik hava burada geç karardığı için manzarayı doya doya izleyebilecektik.
En üst kata kadar çıkabilmek için özel bir bilet almanız gerekiyor, unutmayın. Biletinizi alırken en tepeye çıkacağınız belirtin muhakkak.
Trocadero |
la Seine |
Paris seni seviyorum diye bağırdım manzaraya karşı :)
Bir üst kattan aynı manzara :)
Akşam kolaylık olsun diye Leon's'da midye yedik. Yemeği buraya uygun olarak gece 10'da yemiştik. Sanırım güne geç başladıkları ve hava geç karardığı için yemek saatleri bizden ileride.
Cuma günü ziyaretlerimiz esnasında yolumuz Etienne Marcel civarındaki Rue Montorgueil'e düştü. Yıllar evvel şans eseri keşfettiğimden beri favori yerlerden biridir benim için.
O gün öğle yemeği için Bon Marché civarında minnak bir İtalyan restoranı bulduk. Duvarları fotoğraflarla bezeli pek şirin bir mekandı. Bu tarz minik mekanlarda adet olduğu üzere yemekler enfesti.
Dört peynirli pizza |
Hemen o civardaki minik parkta yürüyerek bu nefis yemekleri sindirdik:) Paris'i rengarenk çiçeklerle, capcanlı yeşillerle bezenmiş görmek harikaydı.
Akşam olup işlerimizi bitirince epeyce yorulmuştuk. Saint Germain civarında bir kafede oturup Kir Royal içtik.
Sonra ben Desperados birası patlattım ki, tekilalı bu limonata gibi bira dünyanın en güzel birasıydı sanırsam. Bayıldım.
Akşam saatlerinde kısa bir pasaj turu yapalım dedim. Tabii Paris'in yolları benden sorulduğu için, ben nereye, ekip oraya:)
yedi yüzüncü opera fotoğrafım:) |
Opera |
Opera'nın yanından Haussmann bulvarına sapıp, dümdüz yürüyünce, en güzel pasajların bulunduğu Montmartre bulvarına geliyorsunuz. Bunlar zaten dipdibe, normalde birbirini takip eden tek bir kapalı çarşı iken, bulvarlar açılınca koparak ayrı birer pasaj haline gelmişler.
İlk olarak Passage des Panoramas'a girdik. Burada Messmer diye el işi mücevherat yapan ufak bir dükkandan kendime şu kolyeyi aldım. Kutusu mutusu, torbası pek güzeldi. Hayran hayran elimdeki torbayı izliyordum yürürken :) İşte görmemişin kolyesi olmuş :)
Daha sonra yolun karşısındaki, pek renkli oyuncakçı, butik çikolatacı, kitapçı, hatıra eşyası satan ufak dükkanlarla dolu Passage Jouffroy'a girdik. Ben yine şu oyuncakçı mağazasının vitrinini beğendim:
Dev Lego figürleri müthişti.
Buradaki sevdiğim kitapçıdan şunları aldım.Van Gogh versiyonu yoktu, artık gelecek sefere :
Jouffroy'dan çıkıp onun karşısındaki Passage Verdeau'ya girince bizi bir Stella Artois tabelası karşıladı. Hemen çöküp Stella'yı gömdük, o yorgunlukta ne iyi geldi anlatamam.
Gece yine geç saatte yemek yedik, Clichy tarafında Cafe de Luna'yı beğenip oturduk. fena değildi.
Arkası yarın :)
xo xo