Vurulduk ey halkım, unutma bizi
dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,
babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı
kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
ecelsiz öldürüldük dövüldük, vurulduk, asıldık.
vurulduk ey halkım, unutma bizi...
yoksullugun bükemedigi bileklerimize,
çelik kelepçeler takıldı.
işkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
isteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
yazlık kışlık katlarimiz, arabalarımız olurdu.
yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
bizleri yok etmek istediler hep.
öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
fidan gibi genç kızlardık;
hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında iskencecilerin acimasiz ellerine terkedildik.
direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
taptaze inançlarimizi fırlattık boş birer eldiven gibi.
utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...
ölümcül hastaydık.
bağırsaklarımız düğümlenmişti.
hipokrat yemini etmis doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın.
gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına,
birer mezar taşı gibi savrulduk.
vicdan sustu. hukuk sustu. insanlık sustu.
göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
hastaydık. yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attik önlerine.
sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük.
Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize.
emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle, başlarımızı ezmek kanlarımızı emmek istediler.
amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...
yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler.
ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
bir kez dinlemediler bizi.
bir kez anlamak istemediler.
vurulduk ey halkım, unutma bizi...
henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha bir gece sabaha karşı, pranga vurulmus ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
herkes tanıktır ki korkmadık.
içimiz titremedi hiç.
mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
asıldık ey halkım, unutma bizi...
bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.
öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük.
hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...
bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi.
bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi...
özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi...
Uğur Mumcu
Cumhuriyet - Sesleniş - 25 Ağustos 1975
24 Ocak 2007 Çarşamba
21 Ocak 2007 Pazar
Aman babalara gelmeyelim!!
Don Michael Corleone, yani Al Pacino bal pacino dudakları gül pacino. Yahu ben ömrümce böyle bir adam aradım, bulmayı bırak görmedim bile püaahahahaah.
O yüzden The Godfather DVD setini izlemekle yetineceğiz ne yapalım. Mükemmel bir set, ama insanın maaşında şöyle bir oyuk yapıyor, açık konuşayım.
20 Ocak 2007 Cumartesi
O kadar çok yürümüştüm ki
Cumartesi günü kendimi sokaklara attım dostlar. Önce Taksim'e gidip Tünel'e kadar yürüdüm, fotoğraf çektirdim, Gutan'a gutuldum. (Yani Gutan'dan ayakkabı aldım demek oluyor) Lady Charlotte'u aradım öğlen oldu diye amma saat farkını hesaba katmamışım, kendisi uyumakta idi. Yine de bana pozitif enerji vermeyi ihmal etmedi canım arkadaşım. Meydana geri dönüp Kadıköy otobüsüne bindiğimde zaten yorulmuştum. Neyse Kadıköy'e geldim ne göreyim? Metro çalışmasından ötürü tramvay çalışmıyor! Haydi Bahariye'yi tırmandım, elimdeki Gutulmuş Gutan paketini abime bıraktım, Mango'ya geçtim çünkü sitemizden attığımız arkadaş beni orada bekliyordu. Mango indirimdeydi ve karılar tarafından kanlı bir talan başlamıştı sayın seyirciler, hemen kaçtık oradan, kaçakçı dvd'ciye gittik. Ucuza ucuza Star Wars Clone Wars çizgi filmi, Simone, Dog Day Afternoon, Karayip Korsanları'nın ikincisinin kopi dividilerini aldım. Sonra Moda'ya indik, yemek yedik, yürüyüş yaptık, sürünerek Kadıköy'e geri döndük, dolmuşa binip Daksim'e geldik, Tünel'e kadar inip sabah çektirdiğim fotoları aldık, Starbuck's'ta kahve içtik. Bu arada İstiklal'de 3.Starbuck's kahvecisi açılmış, Elle ile İnci ayakkabıcısının orada, minik, güzel birşey. Neyse işte kahvelerden de sonra bir daha meydana gelip otobüse bindim, eve geldim ama otobüste uyumuşum, macera yaşayamadım. Eve geldikten sonra da ne yaptım anımsamıyorum, resmen götüm ayrılmış yorgunluktan dostlar.
Haldun Taner ile fotoğraf çektirmiştim
Haldun Taner ile fotoğraf çektirmiştim
19 Ocak 2007 Cuma
Elemterefiş kem gözlere şiş!!!
Bu akşam 5 kız ve bir Aras işten çıkıp İstiklal'de fal baktırmaya gittik sayın seyirciler. Patronumuz "haydi şeytanınız bol olsun" diyip koparak uğurlamıştı bizi. Taksim'e gelince ilk iş koşa koşa Mona Lisa isimli kahveye gittik. Biz 1 saatte geleceğiz diyerek falcı bacı Duygu'yu rezerve ettik. Valla bugüne kadar hiç falcı rezervasyonu yapmamıştım, bu ilk oldu!
Yemek için Cafe Crepen'e gittik. Cafe Crepen coşmuş, git git bitmek bilmeyen, kocaman devasa bir restoran olmuş, bar eklenmiş, bahçe balkon eklenmiş arka tarafa. Olacak şey değil. Artık sigara içilmeyen bölümü de var tabii. İşte biz de orada oturduk. Ben Rodrigo burger yedim; Didoş ıspanaklı krep; Ceydoş cevizli roka salatası, Aras acısız soslu acayip bir Fransız eti, Neşe çizburger, Zübik de Akdeniz salatası yedi. Yani menüdeki pek çok şeyi denedik, hepsini de sevdik. Ben daha önce yediğim burgerlere pek bayılmamıştım, bu sefer ben de beğendim.
Crepen'den sonra tıııırrrrr uçtuk Mona Lisa'ya . Ortamda Leonardo'nun Mona posteri yanında Julia Roberts'in Mona Lisa Smile filminin posteri yan yana asılıydı ahahahaah. Ayrıca eski Hayat dergi kapakları, Türkan Şoray afişleri duvarları süslüyordu. Biz bir masaya tünedik sonra iyi saatte olsunlar Duygu apla geldi. Anneeeee böle gözleri felfecir bakışlı estirikli terelelli bir hanım. Tabii önce helecanlı Zübiş koştu, Allah böle yarrım saat bekledik sonra sıra bana geldi. Duygu abla bana sol elimle kağıtları karıştırıp seçtirdi. Sonra bööle bir kal geldi kendisine, baktı baktı baktı baktı. Ondan sonra pat diye 2-3 ay içinde biriyle tanışacan, işyerinde de 5 aya kadar durumlar düzelecek, başka da bir derdin yok evladım didi, benim fal 5 dakikada bitti dostlar. O noktada bana kal gelmişti artık tahmin edersiniz ki. Sonra 5 soru hakkım da vardı , ama mavi ekran vermiştim bir kere ne sorayım? seyyahat edecek miyim diye sordum tabii aahahahahaah Şubat ayında yol var dedi abla. Eh hayırlısı. Zengin olacak mıyım dedim (sağlık ve ölüm sormak yasak demişti) eh işte falan dedi. Ben kös kös yerime döndüm. Tabii mekandan çıkarken aklıma desteyle soru geldi ama... püahahaha
Yemek için Cafe Crepen'e gittik. Cafe Crepen coşmuş, git git bitmek bilmeyen, kocaman devasa bir restoran olmuş, bar eklenmiş, bahçe balkon eklenmiş arka tarafa. Olacak şey değil. Artık sigara içilmeyen bölümü de var tabii. İşte biz de orada oturduk. Ben Rodrigo burger yedim; Didoş ıspanaklı krep; Ceydoş cevizli roka salatası, Aras acısız soslu acayip bir Fransız eti, Neşe çizburger, Zübik de Akdeniz salatası yedi. Yani menüdeki pek çok şeyi denedik, hepsini de sevdik. Ben daha önce yediğim burgerlere pek bayılmamıştım, bu sefer ben de beğendim.
Crepen'den sonra tıııırrrrr uçtuk Mona Lisa'ya . Ortamda Leonardo'nun Mona posteri yanında Julia Roberts'in Mona Lisa Smile filminin posteri yan yana asılıydı ahahahaah. Ayrıca eski Hayat dergi kapakları, Türkan Şoray afişleri duvarları süslüyordu. Biz bir masaya tünedik sonra iyi saatte olsunlar Duygu apla geldi. Anneeeee böle gözleri felfecir bakışlı estirikli terelelli bir hanım. Tabii önce helecanlı Zübiş koştu, Allah böle yarrım saat bekledik sonra sıra bana geldi. Duygu abla bana sol elimle kağıtları karıştırıp seçtirdi. Sonra bööle bir kal geldi kendisine, baktı baktı baktı baktı. Ondan sonra pat diye 2-3 ay içinde biriyle tanışacan, işyerinde de 5 aya kadar durumlar düzelecek, başka da bir derdin yok evladım didi, benim fal 5 dakikada bitti dostlar. O noktada bana kal gelmişti artık tahmin edersiniz ki. Sonra 5 soru hakkım da vardı , ama mavi ekran vermiştim bir kere ne sorayım? seyyahat edecek miyim diye sordum tabii aahahahahaah Şubat ayında yol var dedi abla. Eh hayırlısı. Zengin olacak mıyım dedim (sağlık ve ölüm sormak yasak demişti) eh işte falan dedi. Ben kös kös yerime döndüm. Tabii mekandan çıkarken aklıma desteyle soru geldi ama... püahahaha
ha yukarıdaki resim de, Galatasaray'da bir bakkalın camekanı... 2 şarap alana bir bornoz hediye, gecenin dumuru oldu!!! ne tür bir fantazi , nasıl bir promosyondur, anlayan varsa beri gelsin!!!
18 Ocak 2007 Perşembe
Zovirax
Alemlerin uçuk kremidir kendisi. Bakalım kaç günde geçecek bu son uçuk. Son 2 haftanın sıkıntısı ile dün akşam saatlerinde pıtlatmıştım onu, pıtırıkk diye çıkıvermişti uçuklar. Ne yazık ki tedaviye başlamakta geç kalmıştım. Çünkü uçuklayacağını anlar anlamaz bu mereti sürmek lazım. Bohuhuhhuu.
14 Ocak 2007 Pazar
12 Mart İhtilalin Pençesinde Demokrasi
Demirkırat'ın hemen arkasında, devamındaki olayları anlatan 12 Mart ihtilalin Pençesinde Demokrasi isimli kitabı okuyup bitirdim sayın seyirciler. Sarsıldım. Çok şey öğrendim. 1961 seçimleri, Talat Aydemir'in iki ihtilal girişimi, Demirel'in siyaset hayatına girişi, 1968 öğrenci olayları, cuntalar savaşı, terör olaylarının başlaması, 12 Mart müdahalesi ile Demirel'in düşüşü, aydınların, yazarların, fikir adamlarının, politikacıların, hukukçu ve gazetecilerin, sendikacıların göz altına alınması, işkenceler, özgürlükçü 1961 anayasasının budanarak hakların kısıtlanması, kimseyi öldürmemiş üç gencecik insanın, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı ile son bulan karanlık bir devir. Aynı hataların tekrarlanmaması için bunları ne kadar acı da olsa okuyup öğrenmeli.
13 Ocak 2007 Cumartesi
Demirkırat, Bir Demokrasinin Doğuşu
Fransız İhtilali tarihine bir ara vererek ülkemiz tarihine dönüp 27 Mayıs 1960 ihtilali hakkında okumaya başladım sayın seyirciler. Okumaya başlamamla bitirmem bir oldu, elimden bırakamadım. Sonunu bildiğim halde, o hatalar yapılmasın, o olaylar yaşanmasın diye içlenerek okudum. Kitaptan edindiğim izlenim; 1954 seçiminde meclisin %93'ünü ele geçiren DP hükümeti bence neredeyse diktatörlüğe kaymış, bir sindirme politikası; baskı, sansürlenen haberler, hergün kapatılan gazeteler, hele hele İstanbul'un kozmopolit yapısını sonsuza kadar değiştiren 6-7 Eylül olayları, Amerika'dan alınan yardım, sonrasında girilen darboğaz derken ülke karışmış, huzursuzluk tırmanmış, İsmet Paşa "sizi ben bile kurtaramam" demiş, ve hükümet ne yazık ki gelmekte olan darbeyi görememiş. Seçimlere gitmekte gecikmiş. Sonuç malum. Darbe ile hükümeti deviren ordu tüm DP hükümetini tutukluyor. Ve son, 3 darağacı. Kabul edilemez bir sonuç. Tabii üzerinden 45-46 yıl geçtikten sonra sen ister kabul et, ister etme, amma, o sonuca nasıl gidildi, hangi gelişmeler buna yol açtı, devamında ülke nereye gitti, bunları bilmek, günümüzde neler olduğunu anlamak adına çok gerekli. Tabii bu yazdıklarım çok naif, yüzeysel, boş olabilir. fakat hakikaten , hakikaten üzülüyorum bu ülke adına. Mustafa Kemal gibi eşsiz bir liderin; dehanın önderliğinde batılı işgalci dünyaya kafa tutup bağımsızlığını kazanan Şu Çılgın Türkler'in memleketinde; yıkıntıdan yokluktan pırıl pırıl bir Cumhuriyet'e dönüşen bu güzel ülkede bunlar nasıl gerçekten olmuş olabilir. Vallahi ben anlamadım. Üstelik bunun devamında 12 Mart, sonunda 12 Eylül var. Bunalıma girmiş gördüm kendimi canım!
12 Ocak 2007 Cuma
9 Ocak 2007 Salı
Marie Antoinette
Arkadaşlar, Can Yayınları nihayet Stefan Zweig'in meşhur Marie Antoinette biyografisini yayınladı. Bu benim okuduğum 3. MA biyografisi. İlki Victoria Holt'un pembe dizi tadındaki aşk romanıydı. Bu kitabın 3 katı kalınlığındaydı ve pırrt diye okumuştum. Daha sonra Antonia Fraser'ın kitabını okudum ama birşey eksikti bu romanda, bir noktada uzaklaştım kitaptan. Ve nihayet Zweig'in 1930larda yazdığı biyografi yayınlandı. Çok gerçekçi, gerektiğinde acımasız, ama bir o kadar akıcı, heyecanlı, olayların adeta içine girdiğiniz ve kraliçenin nasıl Bourbon hanedanlığının en parlak yıldızı iken Devrim'in hedefi haline geldiğini görebiliyorsunuz.
Bunlardan başka bu hanım hakkında bir Manga (La Rosa de Versailles, Reiko Ikeda) ve de 40 bölümlük anime de vardır (Lady Oscar) .
Bense en çok Lady Charlotte ile Petit Trianon'da gördüğümüz bu tablosunu severim:
6 Ocak 2007 Cumartesi
Çılgın bir gün
Cuma sabahı erkenden Ceyda ; Didem ; bendeniz, tatili fırsat bilip Starbuck’s’tan kahvaltılıklarımızı aldık ve Bursa’ya doğru yola çıktık sayın seyirciler. Eğlenceli yolculuğumuzun sonunda öğlen vakti Bursa’ya ulaştık. Önce Fevzi Çakmak caddesinden Heykel’e doğru uzandık, sonra Çekirge’ye gidelim dedik ama yanlış yerden dönmüşüz, şehirde dolanmaya başladık; dolan dolan nereye kadar değil mi? Sonunda genç bir polise yol sorduk. Niyetimiz Çekirge’de güzel bir kafede oturup kahve içmek, tabii henüz Bursa’da güzel bir kafe diye bir şey olmadığını anlamış değiliz. Neyse çocukcağız bize bir yol tarif etti, 3 lambayı geç, sola dön 2.lambadan 3.yola kadar git oradan 2.lambayı görene kadar düz, sonra sola derken biz karıştık. Zafer plazadan aşağı sallandırın siz dedi sonunda , tam gideceğiz, Ceyda günün bombasını patlattı, kafasını pencereden uzatıp “biz kahve içilecek güzel nezih bir yer arıyoruz, nerede vardır Bursa’da?” diye soruverdi, çocuk an mavi ekran verdi, dumurlardan dumurlara geçerken “Altıparmak’ta Serkan’ın yeri var, ben hep oraya gidiyorum, tenha bir yer” demesin mi… Biz gülmekten patlarken Dido gazı kökledi, uçarak kaçtık oradan.
İlginçtir; Bursa’da vatandaşlar karşıdan karşıya geçmek için hiç etrafa bakmadan patır patır yola atıyorlar kendilerini, inanılır gibi değil, biraz gidiyorsun, pattt yolda biri, onu geçiyorsun pattt başkası ; ben bu Bursa’nın trafiğini anlayamadım dostlar. Yola atlayan yayalardan kurtulmaya çalışarak Çekirge Kükürtlü yollarında dolandık, sonra yemeğimizi yemeye karar verip Eski Garajların çaprazındaki Cemal & Cemil biraderlerin Uludağ Kebapçısı’nda bayılana kadar iskendere gömüldük dostlar. O nefaseti anlatmak mümkün değil, zaten sırf onun için kalkıp Bursa’ya gitmemiş miydik?
Yemeğin ardından yine Çekirge Kükürtlü yollarına düştük, birkaç kişiye yol sorduk, kime sorduysak verdikleri cevap aynı idi “düz git”, o halde Bursa’nın dümdüz uzun bir şehir olması gerekirdi. Neyse sonunda çok kibar bir beyefendi bize Pembe çarşı’yı tarif etti. Aman resmen hayaletli alışveriş merkezi! Kapısını iterek açıyorsun, birkaç tane dükkan sinek avlamakta, biz Hollywood Yaramazları tadında dolaşmaktayız. Neyse ki burada Siesta kafeyi bulduk ve güzel güzel oturup pastamızı yedik, kahveler içtik. Ve böylece dönüş saatini bulduk. Tabii kestane şekerleri ve karyoka almadan olmaz. Kafkas’a uğrayıp dönüş yoluna koyulduk.
Şarkılar türküler söyleyerek İstanbul’a vardığımızda hepimizi bir neşe almıştı, ah memleketimiz , taşına toprağına, yüz bin tane kafesine, barına, restoranına, alışveriş merkezine, ortamlarına kurban olduğummmm.
Tabii bu güzel gün böyle bitmedi dostlar, eve gelir gelmez üzerime hafif birşeyler giyerek Taksim’deki kuzenler toplantısına koşturdum. Bu toplantılar kutsaldır ve hiç bir kuzen bunu atlatamaz. Üstelik en büyük kuzenin yeni sevgilisi ile tanışacağımız için kutsal bir görevdi . Böylece en sevdiğimiz döküntü meyhanede toplandık, yeni hanım kızımızla tanıştık, kendisine kezenin en yüz kızartıcı maceralarını anlattık; biralar patatesler gırla giderken, “biz buyuz, tanı bizi” dedik kendisine; “yüzbin kere Star Wars izleyip her seferinde zevk alman gerek, çizgi filmleri tanıman, Sünger Bob’a katlanman , Judy Abbott’ı tanıman gerek, eski kurban bayramı hatıralarımızı dinleyip işkembeli kelle paçalı maceralara gülebilmen gerek” dedik. Sonunda herkes sarhoş olduğunda Kızılkayalar’dan hamburgerlerimizi yiyerek evlere dağıldık. Ne gündü ama!
İlginçtir; Bursa’da vatandaşlar karşıdan karşıya geçmek için hiç etrafa bakmadan patır patır yola atıyorlar kendilerini, inanılır gibi değil, biraz gidiyorsun, pattt yolda biri, onu geçiyorsun pattt başkası ; ben bu Bursa’nın trafiğini anlayamadım dostlar. Yola atlayan yayalardan kurtulmaya çalışarak Çekirge Kükürtlü yollarında dolandık, sonra yemeğimizi yemeye karar verip Eski Garajların çaprazındaki Cemal & Cemil biraderlerin Uludağ Kebapçısı’nda bayılana kadar iskendere gömüldük dostlar. O nefaseti anlatmak mümkün değil, zaten sırf onun için kalkıp Bursa’ya gitmemiş miydik?
Yemeğin ardından yine Çekirge Kükürtlü yollarına düştük, birkaç kişiye yol sorduk, kime sorduysak verdikleri cevap aynı idi “düz git”, o halde Bursa’nın dümdüz uzun bir şehir olması gerekirdi. Neyse sonunda çok kibar bir beyefendi bize Pembe çarşı’yı tarif etti. Aman resmen hayaletli alışveriş merkezi! Kapısını iterek açıyorsun, birkaç tane dükkan sinek avlamakta, biz Hollywood Yaramazları tadında dolaşmaktayız. Neyse ki burada Siesta kafeyi bulduk ve güzel güzel oturup pastamızı yedik, kahveler içtik. Ve böylece dönüş saatini bulduk. Tabii kestane şekerleri ve karyoka almadan olmaz. Kafkas’a uğrayıp dönüş yoluna koyulduk.
Şarkılar türküler söyleyerek İstanbul’a vardığımızda hepimizi bir neşe almıştı, ah memleketimiz , taşına toprağına, yüz bin tane kafesine, barına, restoranına, alışveriş merkezine, ortamlarına kurban olduğummmm.
Tabii bu güzel gün böyle bitmedi dostlar, eve gelir gelmez üzerime hafif birşeyler giyerek Taksim’deki kuzenler toplantısına koşturdum. Bu toplantılar kutsaldır ve hiç bir kuzen bunu atlatamaz. Üstelik en büyük kuzenin yeni sevgilisi ile tanışacağımız için kutsal bir görevdi . Böylece en sevdiğimiz döküntü meyhanede toplandık, yeni hanım kızımızla tanıştık, kendisine kezenin en yüz kızartıcı maceralarını anlattık; biralar patatesler gırla giderken, “biz buyuz, tanı bizi” dedik kendisine; “yüzbin kere Star Wars izleyip her seferinde zevk alman gerek, çizgi filmleri tanıman, Sünger Bob’a katlanman , Judy Abbott’ı tanıman gerek, eski kurban bayramı hatıralarımızı dinleyip işkembeli kelle paçalı maceralara gülebilmen gerek” dedik. Sonunda herkes sarhoş olduğunda Kızılkayalar’dan hamburgerlerimizi yiyerek evlere dağıldık. Ne gündü ama!
4 Ocak 2007 Perşembe
Indiana Jones
İşte günlerce Megavizyon'a gidip gelmiş; ona bakmış, onu okşamış, onu özlemiş, onu ellerime alacağım o kutsal günü beklemiştim: Indiana Jones DVD seti. Ve o gün bugündü dostlar. Artık benim de 4 dvdlik Indy setim vardı. Ahhhhh Indy... ooooohhhhh Harrison Ford. Yahu bu nasıl bir insan evladıdır??? 3 tane Star Wars, 3 tane Indiana Jones... Sonra sen git kılçık suratlı Ally McBeal ile al takke ver külah...
Ve 2 Ocak 2007'de dördüncü Indiana Jones filminin çekimlerine başlanacağı resmen açıklandı :
http://www.indianajones.com/community/news/news20070102.html
Ve 2 Ocak 2007'de dördüncü Indiana Jones filminin çekimlerine başlanacağı resmen açıklandı :
http://www.indianajones.com/community/news/news20070102.html
1 Ocak 2007 Pazartesi
Lady Charlotteeee, Tuzsuz Deli Bekiiirrrr, Zekiiiiiiiiishhhh
Mutlu yeni yıllaaaaaaaaaaarrrrrrrr Real Fiesta ekibi
belki de bu sene vuruş sırası bize gelecek!!!!
belki de bu sene vuruş sırası bize gelecek!!!!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Eksik kalan 69. ve70. bölümleri valla yazacağım, seriyi tamamlayacağım diyerek Ezel'in 71. ve de en sonuncu bölümüne geçelim. DİKKAT...
-
***Dikkat! Bu yazı Ezel dizisi hakkında spoiler içermektedir*** Birinci Kısım burada: Ezel, Bir retrospektif - 1.Kısım Ezel, romanı andır...