Cuma günü maaşlarımız alınca Yeşim ve Ceyda ile hemen Taksim'e alemlere aktık sayın seyirciler, bu sefer hedefimiz Kadınlar Kahvesi'nde sulu fal baktırmaktı. Önce Çin Büfe'de jumbo karides, erişte, çıtır sebze, kıtır çin mantısı yedik, sonra koşturarak falcıya gittik. Kadınlar Kahvesi, Emek Sineması'nın karşısındaki sokaktan dümdüz aşağı iniyorsun, Melekler Kahvesi'nin karşısı (eskiden bu Cafe Des Anges'da Nigar'a kahve falı baktırırdık , hey gidi)
Kadınlar Kahvesi'nde bize kapıyı pek fena suratlı bir adam açtı, valla bu adam bize ilaçlı kahve içirip satar diye korkmadım değil! Daracık ve basamak aralıkları çok yüksek olan merdivenlerden yukarı çıktık, sonra kurbanlık koyunlar gibi sırayla arka odadaki sulu Remziye'nin yanına girmeye başladık.
İlk sırada ben vardım, Remziye, annemin adını ve benim adımı sorup elindeki bir parça kağıda bunları yazdı. Sonra mırmır okuyup üfleyerek bu kağıdı elindeki plastik şaşal su bardağına daldırdı, bardağın üzerinde benden önce bu faldan medet ummuş diğer şaşkolozların kağıtları yüzmekteydi!
Sonra Remziye suların kendisine ilham verdiği öngörüleri bana aktarmaya başladı; işimden memnun olduğumu, 2 ay sonra birisi ile tanışacağımı söyledi. hatta bir parça kağıda, bu esrarlı sevgilinin yaşını, boyunu posunu, ismindeki harfleri yazıp bana verdi, bu adamı bulunca sakın kaçırma hemen bana gel diye tembihledi. Sonra da hadi yallah kızım diyerek dehledi.
Böylece fallarımız fallandıktan, halimiz çıktıktan sonra; Starbuck's'ta kahve içip kendimize geldik, eve dönerken Koska Helvacısı'ndan güzelim şekerlemeler, lokumlar aldık, evlere dağıldık. Ceyda ile az kalsın Tarlabaşı'nda otobüsler bizi çiğneyecekti sayın seyirciler. Elimizde torbacıklarımızla gülmekten yürüyemeyince...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yaz ki muhabbet olsun.