Hava çok serindi ama kafede ısıtıcılar vardı. Yemeğin yanında içtiğimiz kırmızı şarapla da içimiz ısındı.
Ertesi sabah firmaya gidip bütün gün çalıştıktan sonra akşam ne yapacağımı düşünürken Patrick demesin mi, ben seni scooter'ımla bırakırım, Allaaaaaaa, yahu bilseydim etek giymezdim dostlarrr
Çantamı koltuğun altındaki bagaja koyup kafama yedek kaskı taktım, böyle bacaklarımı açarak Patrick'in arkasına yerleştim ve hareket ettik. Ay aklım başımdan uçtu yemin ederim, ayaklarımın ucundan taa mideme kadar heryanlarım dondu sayın seyirciler. Fakat bu ne kadar zevkli birşeydi? Motorun üzerinde Paris gecesi, her yer ışıl ışıl, Patrick geçtiğimiz yerlerin neresi olduğunu söylüyordu ama ben zaten hepsini biliyordum. Prenses Diana'nın kaza yaptığı geçidi ve oraya dikilmiş anıt önünde fotoğraf çektirenleri de gördük. Nihayet olgun güzel Eyfel, o baştan ayağa ışıklarıyla ne kadar harikulade , yaşlı, zarif, harika bir yapı.
Trocadero'dan bir tur atıp tam Eyfel'in karşısında güzelce ısıtılan hoş bir kafede bira içip patates kızartması yedik, hatta koleksiyonum için bardak altlığı bile çaldık, Patrick'in cep telefonundan Real Fiesta'ya baktık ve çok eğlendik, artık gece bitince de bir taksi aradık ama nanay, Paris'te hele de geceyarısı taksi bulmak imkansız dostlar. Bu yüzden Patrick beni yine motorla otele kadar götürmeye karar verdi ama önce kaybolduk sonra da otele tam 2 sokak kala scooter'ın motoru tekleyip duruverdi!!! Böylece hem ilk kez scooter'a binmiş hem de yolda kalmıştım ahahahahaha
Ben taksiyle otele döndüm, Patrick de başının çaresine bakmış bir şekilde, neyse o kadar üşümüştüm ki küveti kaynar suyla doldurdum ama Taner bey arayıp "hadi aşağıdayız seni dışarı çıkaracağız" diye arayınca hoop hemen koştum lobiye, böylece sabahın dördüne kadar Paris gecelerinde alemlere aktık sayın seyirciler. Sabaha karşı taksiyle otele dönerken, Zafer Takının altından Şanzelize'ye girip, o muhteşem Aleksandır köprüsünden diğer yakaya geçtik. Gerçekten Paris'e ve güzelliklerine doyduğumu hissettim.
Tabii Şanzelize'de yürümek için Şanzelize durağında değil Franklin Roosevelt durağında inmek gerek yoksa boş yere çok fazla yürümek zorunda kalıyorsunuz, Lady Charlotte bana öğretmişti bunu yuppiii. Böylece tam Disney dükkanının önünde metrodan çıkarak kendime şahane bir Ratatuy fincanı almıştım. Sephora'dan aldığım allık ve maskara ile de alışverişim tamamlanmıştı.
Böylece minik Amelie'nin köyü Montmarte'a gelmiştim. İşte daracık sokaklar, şıkır şıkır dönmedolap, sıra sıra dizilmiş kafeler, üstünde Paris yazan envai çeşit (ve Çin malı olduğuna yemin edebileceğim) eşyalar satan minik dükkanları ile bohem ressamlar köyü Montmarte burası idi.
Etrafıma bakınmaktan bu sefer de bir yan sokaktan girdiğim için teleferiği kaçırmayayım mı ? Bu yüzden Sacre Coeur'e yürüyerek tırmandım da , bittim bittim oy aman off.
Bu Monmarte'a bir de minik tren öpsün seni Zeki Müren koymuşlar, böyle kutu kutu dizilip o daracık sokaklarda çuf çuf geziyorsun, bir dahaki sefere Lady Charlotte ile geldiğimizde bineriz artık.
Concorde meydanına gelmişken bir de bizim Tülieri'ye uğrayayım deyip parka girdim, çünkü burası Paris'te en sevdiğim parktır. O sarı tozlu yoldan yürüyüp havuz başına oturdum. Şakır şakır sular, parlak güneş, hafiften sararıp kızarmaya başlamış ağaçlar ve havuzda yüzen ördekleriyle bu park ne kadar güzeldi.
Böylece turum sona erip otele döndüm ve taksiye atlayarak firmaya çalışmaya gittim. Akşam Patrick bizi bir suşi fabrikasına götürdü. Hani böyle tabaklar bantın üzerinde dönüp dururken sen istediğini alıp yiyorsun oy oyyy. Suşileri arka arkaya götürüp değişik ne varsa denedim, tatlı olarak da minik güzelim makaronlar çok nefisti. Patrick bana Ladurée pastanesinin meşhur makaronlarından yollayacağını söyledi, acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yaz ki muhabbet olsun.