Sıra sıra dükkanlarda neler yoktu ki? Sucuk dönerciler, kuruyemişçiler, kayısı dönerleri, gerçek mangalda kahve pişiren çayhaneler, çeşit çeşit tatlıcılar, mısırcı, kesataneci, şerbetçiler, turistler için hazırlanmış gudik hediyelik eşyalar, hepsi meydanda sıra sıra renk cümbüşü içinde dizilmişlerdi.
Bu canlılık, hareket, renkler ve dükkanlardan yayılan kokular çok hoşumuza gitti. Ne görsek canımız çekti, herşeyden almak, tadına bakmak istedik.
Fakat bizim buraya gelmekteki asıl amacımız kayısı döneri yemekti. Böyle devasa bir lokum kütlesi hayal edin. Satıcı kardeş koca bıçağıyla bundan ince ince dilimler kesiyor, döner gibin. Yani lokumu yaprak döner formatında yiyorsun ama kayısılı. Kivilisi, narlısı, kaymaklısı, portakallısı da var amma kayısılısı güzel.
Tabii bu tatlı patlamasından önce yemek yemeliydik, o yüzden sucuk dönerciye gittik. Kupkuru bir yufka arasına sarılmış gayet özensiz bir sucuk yedik. Aman!
Sucukları bastırmak için dolanırken turist kardeşlerimize özenip dikilitaşın önün de güzel de bir poz verdik :
Efendime söyleyeyim, yeterince dolaştıktan sonra kayısı dönerciye gidip her çeşidinden meyve dönerlerinden ortaya karışık bir paket yaptık. Paketimizi alıp ortası çeşmeli ve de mangalda kahve yapan bir çay bahçesi bulduk. Aaa unuttum, paketi sardırırken sıkılmayalım diye de birer atom patlattık hahahahaha. Minik Sinem de profiterol yedi. Yani Sultanahmetin cümbüşünden bize bir arsızlık geldi dostlar.
Çaybahçesinde o lokum tadında meyve pestili dönerleri yemekten gönlümüz bulandı, şekersiz çay ve de kahveyle ancak kendimize geldik. Sonracığıma fasıl başladı çay bahçesinde, ramazan olmasa kalkıp oynayacaktık ayol, Osman Ağa bile çaldı ahahahahah
Saatlerce şahane muhabbetler çevirdikten sonra eve dönerken şerbetçilerle karşılaşmayalım mı. Bir de baktım demir hindi şerbeti! Onu içmeden olmazdı, böylece bütün o yediğimiz içtiğimiz zımbırtıların üzerine demirhindi ile tüy diktik.
Ertesi gün benim midem biraz hoş oldu. Yine buna da şükür, bu yeme içme bunalımını ishal olmadan tamamlayabilmiştim.