Bu haftasonu harikaydı dostlar. Cumartesi sabahı kediyi fürminatör ile yolmuş sonra da mayışık mayışık oturmuş üşenmesem, ben de saçımı kestirsem diye düşünürken Lady Charlotte arayıp Van Gogh Alive'a gideceğimizi bildirdi. Amanın hemen giyinip süslenip evden dışarı attım kendimi. Tam lodos havası var idi, boğucu, bol nemli... Şu benim ara mahalledeki döküntü kuaförüme geldim. O saatte mahalle ablaları doluşmuşlar salona, saçlarına ne olduğunu anlamadığım bazı işlemler yaptırıyorlardı:) Yarım saat bekledim, sonra kuaförüm kuşum Aydın saçımın kütünü biraz daha kütleştirip kaküllerimi düzeltti, pek güzel oldu. Tabii bu esnada bir yarım saat daha geçtiği için kuaförden koşarak çıkıp taksiye atladım.
İstanbullu olunca malum insan cins cins taksi şöförü ile karşılaşıyor kısacık ömrümde. Gelgelelim ben hayatımda bu kadar maganda, hanzo bir taksi şöförü görmemiştim dostlar! Herif kolunu koltuğa dayadı, fanfinisi aradı, bütün yol bağıra bağıra konuştu, tek eliyle arabayı kullanmaya çalışıyor bu esnada. En fenası da ağzında papuç kadar jiklet, şak şak jiklet çiğniyor haspam ya, bi de kafasını pencereden çıkartıp tükürdü ahahaha, ulan dedim acaba kamera şakası mı, beni mi yiyorlar, gerçek olamaz bu:))
Antrepoya vardığımda Lady Charlotte ve Zekish çoktan gelip biletleri almışlar, beni bekliyorlardı. Fazla oyalanmadan senenin en merak uyandırıcı sergisine girdik.
Sergi alanı dev ekranlarla kaplanmış, bu ekranlara Vincent'ın tabloları yansıtılıyor, ama her ekranda tablonun ayrı bir kısmı var ve bir anda kendinizi resimlerle çevrelenmiş buluyorsunuz. Bazı resimleri animasyonlarla canlandırmışlar, kuşlar uçuyor, tren geçiyor... Nefis klasik müzik bu olağanüstü renklere eşlik ediyor... Biz önce alanda yürüyüp ekranlara baktık ama sonra oturup karşımızdan görüntülerin geçmesini izledik. Harikuladeydi. Vincent'ı, renkleri, sarıyı, güneşi sevenler kaçırmasın Van Gogh Alive sergisini.
Mesela Vincent'ın odasnı gösteren meşhur tablonun öğelerinin birer birer ekrana yansımasına bayıldık.
Önce duvarlar
Sonra masa ve iskemle
ve nihayet kaçınılmaz olarak ayçiçekleri
Aslında tablolar, görüntüler, mektuplar; hepsi Vincent'ın kısacık trajik hayatını anlatıyorlardı. Finalde Requiem eşliğinde onlarca Vincent görüntüsü ile çevrelenince çok duygulandım.
İkinci kere izlerken sadece tek ekrana odaklanıp Vincent'ın o muazzam renklerini, o minik minik darbelerle boyadığı eşsiz desenlerini yakalamaya çalıştım.
Büyülenmiş halde sergiden çıkınca kendimizi serginin mağazasına attık tabii :)) Güzel bir uygulama yapmışlar. Yeşil ekran önünde fotoğraf çektiriyorsunuz, sonra sizi Vincent'ın bir tablosunun içine yerleştirip fotoğrafınızı basıyorlar:)) Çok eğlenceliydi:)
Fotoğraflarla beraber 3 tane kitap ayracı aldım ama kitap almadım. Theo'ya Mektuplar'ı istemiştim, nasılsa Taksim'e çıkacağız, oradan YKY'den indirimli alırız dedik.
Dışarı çıktığımızda lodos havası patlamış, kovadan boşanırcasına sağanak yağıyordu. Bütün hafta ofiste bilgisayar karşısında sararıp sol, sonra haftasonu tam hava alacakken yağmur yağsın ne acıklı değil mi dostlar? Ne yapalım keyfimizi bozmadan Taksim'e gittik. Otoparktan çıktığımızda artık gözgözü görmüyordu, muson yağmuru inmişti resmen İstanbul'a maşallah. Biz de zibidi gibiyiz... Tam o esnada şu dandirik şemsiyelerden satan bi amca belirdi yokluğun içinden ahahah:)) O adi şemsiyelere 10'ar tele bayılıp birer tane aldık ve İstiklal'e yürüdük. Lady Charlotte ile Zekish Terkos pasajına gittiler, ben deeee kendime Samsung Galaxy Note almaya gittim heeeyy:)) Artık benim de kocaman tablet-telefon melezi süpersonik bir telefonum var idi çok sevinçliyim dostlar. Şimdi gelsin Angry Birds gitsin Instagram:))
Telefonu alıp buluşma noktamız Midpoint'e döndüğümde ayağımdaki deri Hotiç çizmeler leğene dönmüş, sıcaktan ben de ter boşaltıyor idim. Collezione'ye daldım, hemen beyaz bir atlet, pembe çizgili bir tişört, bir çift mavi çorap aldım. Telefonu kredi kartına geçirdiğim için banka ödül puanı vermiş sağolsun, aldıklarımı puanla ödedim. Midpoint'e geçip tuvalette üzerimi değiştirdim ahahah, bunu yapınca da kendimi Lisbeth Salander zannediyorum nedense:)) Mükemmel bir zamanlama ile Lady Charlotte ile Zekish de gelmişlerdi bu sırada. Terkos'dan epey ganimet indirmişler, denim gömlekler almışlar. Giderseniz siz de bakın gençler:)
Midpoint'de yemek yiyip Galaxy Note ile oynadık, ekrana resimler çizdik, fotoğraflar çektik, uygulama indirdik, her yanını mıncıkladık aletin:) Pek güzel, pek ince, pek hızlı pil yiyor:) Akşam olup hava karardığında da evlere dağılmaya karar verdik. Ama önce YKY'ye uğramayı ihmal etmeden.. Burası benim nazarımda İstiklal Caddesinin ayrılmaz bir parçası artık, Emek Sineması gibi... YKY'den Theo'ya Mektuplar'ı alacaktım sadece ama Afrikalı Leo'yu da alasım geldi. Bir de Zekish'in tavsiyesi Deli Kadın Hikayeleri aldık. Her birinin içinde kendi özel ayraçları olması bu YKY'den kitap edinmenin en güzel tarafı olsa gerekti.
Bu dolu dolu günün sonunda otobüse binip eve geldim, sabahın dördüne kadar yeni oyuncağımı kurcaladım. Bugün de bol bol kitap okumayı hayal ediyorum. Euphoric'in dediği gibi, ne güzel gün:)
Çalışan dostlara kola gelsin (hüüü minik Gizo), ofis kuşları bizler için de enerji dolup yeni hafta için silahlarımızı donanacağımız nefis bir Pazar olsun.
xo xo