24 Ağustos 2012 Cuma

Real Fiesta Seyyahları Bodrum'da

Heey dostlar:)))

Pazartesi gününden beri Lady Charlotte ile Bodrum'da yaz tatilimizi geçirmekteyiz, haftaya Cuma akşamına kadar da buradayız inşallah.

Buraya Pazartesi sabahı uçakla geldik, THY ile uçtuk. Hayatımda ilk kez ülke içinde uçağa binmiştim. Binmemle de inmem bir oldu zaten:))

Otelimiz merkezde Atrium Hotel, 3 yıldızlı. Gariban bir yer, ufak bir havuzu ve gün boyu göt kadar havuzdan çıkmayan gariban turistleri var idi. Ama 3 dakikada plajların oraya, 10 dakikada marinaya yürüyerek gidebiliyoruz ve temiz. Yalnız klima çok gürültülü, gece kulak tıpaçlarımızla yatıyoruz. Bir de pike çok sert, gofret deseni çıkıyor her sabah dötüme:))

İlk gün çarşıda dolandık, meşhuuur Sünger pizzacısında yemek yedik. İkinci gün halk plajında karpuzları suya saldık:) Meşhuuur Körfez Restoranda sofra kurduk:)  Üçüncü gün tekne gezisine gidip koyları gezdik. Dördüncü gün yani dün Yalıkavak'ta idik:) Bugün de sabahtan beri yine halk plajında yüzüp güneşlendik, bol bol kitap okuduk. Sonra Şirin'de sebzeli döner yedik, bir de Yunuslar Karadeniz Pastanesinden inanılmaz tatlılar aldık. Akşama da Mazhar Fuat Özkan konserine gidiyoruz.

Yarın da günübirlik Rodos adasına gideceğiz inşallah dostlar, size herşeyi ayrıntılı olarak bol fotolu postlarla anlatacağım, merak etmeyin:)

Hazır buradayken başka nerede ne yiyelim, tavsiye var mı?



xo xo

16 Ağustos 2012 Perşembe

Son İftar Şöleni Ziyafeti

Daha geçenlerde, şirketin Avrupa ekibi olarak hep birlikte iftara gitmiştik, patron da sponsor olmuştu hatırlarsınız dostlar. Ondan sonra da sağolsun, cümle şirketi iftara götürmeye karar verdi aslan patron. Böylece Pazartesi akşamı şirketten çıkıp sürü sepet Aksaray'a iftara gittik.

Aman bu Aksaray'ın kebapçıları meşhurmuş meğersem dostlar, hiç haberim yok idi. Hoş, haberim olsaydı da kız başıma Horhor'a kebap yemeye gitmezdim herhalde ahahah:))  Bizim gittiğimiz mekanın adı Has Kral Hatay Sofrası imiş, tam Vatan Caddesinden Horhor'a saptın, sağda kalıyor. Biz zaten trafiğe kalıp iftarı kaçırdık, ezan okunduktan sonra yetişebildik lokantaya. Trafik de gayet kalabalık, sıra sıra kebapçıların alayı ağzına kadar dolup taşmış, gayet yükünü almıştı Horhor. Zor bela kalabalığı aşıp lokantaya ulaştık.

İçerisi ağzına kadar dolu idi, burası da fiks iftar veren yerlerden. Masaya oturduğumda çorba ılınmıştı ama yine de hoşuma gitti, nohut vardı çorbada, hepsini içtim. Sonra da güzelce kızartılmış içli köfteyi lüplettim.


Upuzun masaların üstü yiyeceklerle dolu idi, yine de masada gereksiz kalabalık yoktu çünkü gayet seri bir sistem kurmuşlar, çorbalar içilir içilmez şak kaseler gidiyor, hop tabağına bir sonraki yemeğin bırakılıyor. Bir sürü garson var ve hiç bekleme yapılmıyor. Tak tak tabaklar geliyor, yiyip içiyorsun, şak şak toparlanıyor, yenisi geliyor. Bu şekil arkamızdan atlı kovalıyormuş gibi, önümüzden yemeğimizi alıverecekler korkusuyla hızlı hızlı yedik yemekleri.

Şimdi bakalım neler tatmışız Has Kral'da. Dikkaaat!! Yazının geri kalanını tok karnına okumanız tavsiye olunur:))

Masanın üzeri doluydu demiştim. Şunlar vardı :

Çiğ köfte acılı ve nefisti:



Haydariyi süzme yoğurttan yapmışlar, belli:



Humus vardı:



Keşkek ağır ama lezzetli idi. Ben bunu sanki Akçay'da yediğim Sakındırık ile mi karıştırıyorum, bilemedim. İşte buğdaylı, etli, nohutlu; protein bombası bir meze:)



Bu salata acaba zahter miydi, sormayı atlamışım maalesef. Maydanoz ve kekikle yapılmış; yeşil zeytinle süslenmişti. Galiba zahter :)



İştah açıcı olarak tavuk butlarını da masaya sıralamışlar, herkes bunları Tarkan filmlerindeki Erol Taş gibi eliyle tutup ısıra ısıra yiyordu. Aaa buralarda adet böyleymiş deyip ben de aynı şekilde yedim. Ve fakat, o tavukların altında kalan bulgur pilavının nefasetini anlatamiycim:)

Tavuk,balık, kelle - Bunlar yenir elle:))

Ana yemek olarak önce sahan kebabı geldi, bu benim için biraz fazla koyun kokulu idi:


Ardından gelen kağıt kebabına ise bayıldım, gayet nefisti:



En son olarak gelen karışık etler ise kapışa gitti, bilhassa patlıcana sarılmış olan adı artık her ne ise, mükemmeldi ve ağızda eriyordu:



Tabii böyle yemeğin üzerine ancak künefe yiyerek final yapabilirdik dostlar:



Künefe nar gibi kızarmış, peynirleri mükemmelen erimişti:


:)))


Yahu tam tatil öncesi, bikini giymeye günler kala intihar gibi oldu bu iftar şöleni ziyafetleri ama bulmuşken yememek hem ayıp hem günah olurdu, değil mi :))

xo xo


11 Ağustos 2012 Cumartesi

Cümbüşlü Cuma Gecesi

Cuma haftanın en güzel gecesi, öyle değil mi dostlar? Dün akşam, son zamanların en keyifli, en cümbüşlü Cuma gecelerinden biriydi gerçekten.

İşten sonra, şirketten bir grup kızçeyle, Pirpirim diye bir Antep restoranına iftara gittik. Patronumuz sağolsun sponsor olmuştu iftar şöleni ziyafetimize:)) Bu durumda yiyebildiğin kadar ye menüsü geçerliydi bizim için:))

Pirpirim de neymiş diye merak ettiyseniz; semizotuna Antep'te verilen admış, ne kadar enteresan değil mi?

Pirpirim semizotu imiş meğersem

Restoranın fiks iftar menüsü çok güzeldi, ben bu tarz menüleri seviyorum aslında. Yerimde oturuyorum, hiç uğraşmıyorum, sürekli yemek geliyor, sadece yiyorum:))

Yemeğe gittiğimizde sofranın üzeri donanmıştı haliyle, sabırsızlıkla ezan okunmasını bekledik, sonra da yemeklere gömüldük.



Çorba olarak soğuk aş denilen yoğurt çorbası verdiler, içinde nohut da vardı, hoşuma gitti. Masadaki bulgur pilavının içine de nohut koymuşlar, hoştu. Çiğ köfte acı ve nefisti.

Başlangıçlardan sonra ara sıcaklar geldi: fındık lahmaç, kuru patlıcan dolması, içli köfte!


Lahmaç iyidi, köfte güzeldi, dolma ise muhteşemdi, parmaklarımı yedim dostlar. Ana yemek olarak da, biraz Ali Nazik, biraz tavuk, biraz da kuzu tandır verdiler. Hepsini yedim yuttum yaladım:)))

O esnada masanın altından bir kedicik peydah oldu, hani bu kebapçılarda filan illa olur ya, böyle güzel, siyah beyaz, daha çok genç ama kilosu yerinde, pamuk gibi bir hayvandı. Bizim kızlar birden çığlık atmaya, iskemle tepelerine tırmanmaya başladılar, yuh dedim ya, sakin olsunlar diye diller döktüm, dinlemediler. Ben de masanın altına uzanmış keyifle poposunu yalayan kedişi kucağıma aldım, nasıl yumuktu anlatamam. Hiç tepinmedi, kuzu kuzu kucağımda oturup kafasını kaşıttı:)) Özlem yemeğe küçük kızını getirmişti, Umay'ı, Umaycık da kediyi çok sevdi, okşadı, ben de onu çok sevdim öyle olunca. Hayvansever insanları ve çocukları seviyorum dostlar:)

tonton kedi, Judy, Umay
Yemekten sonra evlere dağılma saati gelmişti, ben içim daralarak metrobüs durağına geldim, bloga yazmadım da, bu yaz köprülerin bakımı filan derken metrobüs yolculuğu tam bir azap oldu, adam kadın herkes üstüne çıkıyor, ter kokusundan ölecek gibi oluyoruz, havalandırma yok gibi birşey. Duraklar desen toplama kampı, hele ki Zincirlikuyu geçit vermiyor resmen.

İşte bu düşüncelerle ilk gelene binmeyip daha boş görünen ikinci metrobüse atladım. Gayriihtiyari arka tarafa ilerledim. Aman bir de ne göreyim, arkada 3 tane çingen , def, darbuka, keman çalıp şarkı söylüyor, bildiğin canlı canlı fasıl yaparak yolcuları coşturuyorlardı.


Hele o keman çalan, inletti resmen yayları, Zincirlikuyu'ya gelene kadar çalıp söylediler, yol nasıl geçti anlamadım, o kadar eğlendim ki, eve geldiğimde ağzım kulaklarımda idi.

Abim, Siboş ve Pelinsucuk bize gelmişlerdi, olimpiyatlar 1500 metre kadınlar final yarışını bekliyorlardı. Ben de yetiştiğime sevindim. Üstümü müstümü değişmeden kendimi koltuğa attım, yarışı beklemeye koyulduk.

Gamze Bulut - Aslı Çakır Alptekin

Bundan sonra olanları nasıl anlatabilirim dostlar? Gencecik iki atletimiz; Aslı Çakır Alptekin ve Gamze Bulut'un bizlere yaşattığı mutluluğu nasıl yazabilirim? Yarış başladı, Gamzecik önde gitti hep, Aslı arkada onun açtığı yoldan koşarak enerjisini korudu, sonra Aslı öne çıktı, o sakladığı enerji ile hep önde gitti, Gamzecik 5.liğe kadar düşmüştü bu esnada, ailecek hepimiz ayaktaydık son turda... Gözlerimizin önünde efsane yazılıyor, Aslı olimpiyat şampiyonluğuna koşuyordu. Ve inanılmaz şekilde, 5.sırada koşan Gamzecik, o efsanevi deparıyla önce üçüncülüğe ve gözyaşları, çığlıklarla ikinciliğe çıktı dostlar. Türk spor tarihinin en büyük başarısını canlı canlı izlemiştik, hepimiz ayakta çığlıklar atıyor ağlıyorduk. Bütün gece yarışın tekrarlarını izledik, her seferinde aynı coşkuyu, aynı heyecanı yaşadık. En güzeli de, sporcularımızın en başından beri sahip oldukları serinkanlı ve kendinden emin tutumları ile gülen yüzleri idi. Onlar kazanacaklarından emindiler sanki, bu özgüven başarıyı getirdi. Bize de büyük gurur yaşattı. Bu gece de madalya töreninde marşımız stadyumda çalınacaktı işte.

Arkandayım Aslı ablaaaaaaa

Valla ne diyeyim dostlar, 20 kere izledim yarışı, her seferinde gözlerim doluyor.

TRT spikeri kendinden geçti :




Gamzeciğin ailesi yarışı böyle izlemiş, muhteşem:



Aziz başgana da buradan tebriklerimi iletiyorum, meğersem Fenerbahçe bir sürü atlet ve sporcu yetiştiriyormuş. Aferim.

İşte o yarış :



İzlediniz mi yarışı?

xo xo

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Olaylar Olaylar : Istanbul'u 4 Boyutlu Simulasyonla Gezdim, Oto Sanayide Suşici Keşfettim

Cuma akşamı ofiste hepimizi çoktan haftasonu rehaveti sarmış, çıkışa kalan dakikaları sayarken, Kübra arkadaşım akşam işim olup olmadığını sordu. Maslak'ta Dardenia diye bir restorana gidip suşi yememizi önerdi. Dardenia'nın karşıdaki şubesine abone olmuş meğersem Kübracık kocasıyla.

Tabii gezmeye hiç hayır demem, hemen kabul ettim:) Önce Dardenia'nın nerede olduğunu araştırdık, ben Google Maps'den yerine baktım. O esnada Kübra da üşenmemiş aramış bunları. Demişler ki, metroda İTÜ Ayazağa durağında inin, Witçikivüt çıkışından çıkın... Ne? Ne? diye 3 kere sormuş Kübik, o çıkışın adını anlayamamış. Adam da "düblüve bilir misin, düblüve'yle başlıyor" deyince, daha da soramamış:))

Düblüve ile başlayan kaç tane metro çıkışı olabilir ki, elbet buluruz diye gülerek çıkıp servise bindik. Trafiğe rağmen keyifli bir yolculuktan sonra Mecidiyeköy'e vardık. Tabii benim çenemden illallah getiren diğer servis arkadaşlarımız o kadar sefalanamadılar herhalde yolda. Neyse biz çok güldük. Mecidiyeköy'e gelince, Kübra oruçlu ya, madem öyle iftara kadar vakit geçirelim diye Sapphire'e gidelim dedim. Hem de metrodan direkt çıkış olduğu için rahat gireriz diye düşündüm. Sapphire'e gelince de Kübracık, boş yere mağaza gezmeyelim, gelmişken bu kazulet yüksek binanın tepesinde manzara terası var ya, oraya çıkalım dedi.

Bilet alırken, terasta 4 boyutlu bir İstanbul Simulasyonu olduğunu gördük. Ona da girelim tam olsun diyerek, biletleri alıp turnikeden geçtik. (Teras + simülasyon 25 TL)

Asansöre binince ne görelim, böyle Amerikan filmlerindeki gibi kerli ferli, kırmızı üniformalı bir amca yönetiyor asansörü! Bir de kontrol panosu var ki evlere şenlik:

ohaaa


O kadar katı 50 saniyede çıktık, biraz fena oldum, kulaklarım tıkandı. Resmen asansör tuttu beni. Ama yukarı çıkıp da manzarayı görünce herşeyi unuttum. Istanbul şehri, inanılmaz şekilde önümüze serilmişti.


Çok yüksekteydik, aşağısı, caddeler gerçeküstü biçimde ufak görünüyordu. Trafikteki araçlar; yuvalarına giden minik karıncalar gibiydi adeta. Ağzım açık kaldı resmen.



Bir de şehrin yayıldığı alanın bu kadar genişlemiş olduğunu farketmemiştim. Yani 20 milyon insan yaşıyor burada, biliyoruz.. Çok büyük ve kalabalık bir metropol, biliyoruz ama sanki o kalabalığın içindeyken, gerçekten büyüklüğünü algılayamıyoruz bu şehrin. Tepeden, bütün o binaların kapladığı uçsuz bucaksız alanı görmek ürkütücüydü doğrusu.





Trafikte sıra sıra giden arabalara çok güldük niyeyse:) Sanki her sabah ve akşam o trafikte çile çeken biz değiliz. Ama tepeden bakmak o kadar tuhaf geliyor ki insana, hepsi oyuncak gibi görünüyor:)





Simülasyona nereden bineceğimizi görmek için içeri girince, terasın ikinci kısmını farkettik. Meğersem doğu terası - batı terası varmışmış. Biz şimdi Boğaziçi tarafını gören terasa çıkmıştık ve bu güzelliği görünce birden deminki umutsuz düşünceler kafamızdan silinivermişti. Ne kalabalığın, ne de trafiğin önemi vardı. Istanbul her zaman güzel olacaktı.






göz alabildiğine bina















Artık tamam, simülasyona girelim dediğimizde şahane birşey oldu, bulutların arasından batan güneşin ışıkları yansıdı birden bütün manzaranın üzerine. harikulade bir görüntü sunuyordu şehir bize, bütün kaosu ve çirkinliklerine rağmen üzerini kaplayan bir güzellik muhafazası vardı Istanbul'un.











İstanbul Boğazı
Nihayet güneş yavaş yavaş eski payitahtın üzerinde battı. 




Gördüklerimizden çarpılmış, şaşırmış, etkilenmiştik ve sıra simülasyona gelmişti. Bu 4 boyutlu şeyleri daha önce denediniz mi, ben hiç girmemiştim. Çok zevkliymiş meğersem. Ufak bir sinema salonu, büyük koltuklara oturuyorsunuz, emniyet kemerinizi bağlayıp 3 boyutlu gözlüklerinizi takıyorsunuz. Daha sonra filmi izlerken koltuk oynuyor, sallanıyor, kalkıyor, iniyor:)))

Sapphire'deki helikopterle Istanbul'u gezdiğimiz bir simülasyon idi. Çatıdan havalanıp, Boğaz Köprüsüne dalış yaptık. Bulutların arasından geçtik (burada içeriyi duman bastı, bu da 4. boyuttu işte) Sonra bir vapura pike yaptık, bu esnada koltuklar da havada yani kamera hareketlerine göre biz de hareket ediyoruz ve 3 boyutun içine giriyoruz resmen. Denize çok yaklaşınca sular fışırdadı, üstümüze başımıza sular sıçradı (gerçekten sıçradı) Harikaydı! Sonra helikopterimiz tarihi yarımadayı gezdirdi bize, Ayasofya, Sultanahmet derken daracık mağaralardan geçtik, yarasalar üzerimize uçtu, Yerebatan'a gelmişiz meğersem. Taksim'de bir turdan sonra gezimiz sona erdi. Biz de kendimizden geçip mest olmuş vaziyette dışarı çıktık. Bir kere daha, ama Ramazan'dan sonra gelip manzaraya karşı martini içmeye karar verdik:))

Sapphire'den çıkarken neredeyse iftar olmak üzereydi, ay üzüldüm, Kübra'ya su alalım dedim, istemedi. Hemen metroya atlayıp Ayazağa'ya geldik, dabülü ile yazılan çıkış şak diye karşımıza çıktı: Windowist çıkışı imiş meğersem:) Yukarı tırmanınca bilmediğimiz, etmediğimiz yerlerde bulduk kendimizi. Karşıda İş Bankası vardı, Kübracık tarif alırken, İş Bankasının yanından girin demişler. Büyük büyük plazaların arasından geçip yürüdük ama ortada Dardenia filan yoktu. İftar da olmuştu,    ay eyvah derken taksi durağı gördüm. Amcalara Dardenia'yı sordum bilemediler. Allahtan adres aklımda kalmış, Ahi Evran Caddesi 8 numero? diye sorunca "aşşağı yürüyün" diye tarif verdiler sağolsunlar. Atatürk Oto Sanayi'nin önünden inerken hemen karşımıza çıktı Dardenia.

karışık suşi tabağı:)

Burası plazaların arasında ufak bir balıkçı fasto food restoranı idi. Kapalı olmasından korkarak bomboş görünen restorana girince, bütün çalışanların iftar yaptıklarını gördük. Kedi gibi miv miv "açık mısınız" diye sorduk. Evet, açıklardı, ama hayır, her sabah Japon şefin gelip hazırladığı suşiler bitmişti. Olamazdı! Gözleri fıldır fıldır dönen Kübra, uzakta tezgahta bir tabak olusu suşiyi işaret etti. Bunlar meğersem günlük taze suşilermiş ama kalan dağılmış parçalarmış. Aaa olsun olsun, biz ittiririz onları diyerek aldık tepeleme suşiyi. (Emin olmak için önce kokladık tabii, çırçır olmayalım değil mi?) Ama gerçekten taze ve nefisti suşicikler. Üstelik nasıl fiyatlandıracaklarını bilemedikleri için bize ikram olarak, beleşe verdiler bu nefis şeyleri:)))




Ortaya bir tane de fish&chips aldık. Balıklar çok hafifti, patates kızartmasını pek başarılı buldum. En güzeli de sarımsaklı ekmek idi bu porsiyon ile verilen. Gayet güzel doyduk, bir sürü şey arttı, Kübracık da onları kedisine götürdü:)

Dardenia'nın fiyatları çok uygun, yiyecekleri çok lezzetli ve porsiyonları da tatminkar. Erenköy ya da Maslak şubesi size yakınsa deneyin derim. Bildiğimiz Dardanel'in bir girişimi imiş zaten.

Istanbul Eteklerimin Altında:)))
Aç karnımızı da doyurunca metroya geri yürüyüp evlere dağıldık, ama kesinlikle bu Sapphire-Dardenia turunu bir kere daha yapmaya karar vermiş idik dostlar.

**Fotoğrafları Samsung Galaxy Note ile çektim, üzerlerine Pixlr-o-matic ile efekt uyguladım. Beğendiniz mi?


xo xo