30 Mart 2005 Çarşamba

28 Mart 2005 Pazartesi

kiefer sutherland poposu

işte internetin derinliklerinde dolaşan kiefer'ın poposu, ah caniiimmmm, ördek gibi maşşallahhhhh

ulan ulan biyerlerde bizim de ahlaka mugayyir fotolarımız dolaşıyor mudur acabaaaa????

27 Mart 2005 Pazar

pazar pazar hasta hasta

size oturup güzel yazılar yazayım isterdim ama bu aralar hiç macera yaşamadım, sürekli akan kırmızı burnum, selpak aqua tuvalet kağıdı rulom, burnum yara olmasın diye sürdüğüm bepantenimle takılmaktayım birkaç gündür. ama kitap tavsiye edebilirim,
ferhan şensoy - hacı komünist
alın , okuyun, küba maceralarını anlatmış üstat, hatta bütün kitaplarını okuyun , özellikle "kalemimin sapını gülle donattım" benim en sevdiğimdir, ve "oteller kitabı" harikulade...
hadi eyvallah!

26 Mart 2005 Cumartesi

BONO KENDİ SPOR GİYİM MARKASINI YARATMIŞ

Çıldırmak işten değil, Bono da tekstil-hazırgiyim sektörüne el atarak karısıyla marka kurmuş sayın seyirciler, Marka “edun” tersten okuyun ne çıkıyor? Nude! Yani cıbıl! Tunus’ta munusta yaptığı üretimi Afrika’ya kaydırıp aç Afrikalıların abisi olarak onları doyurmak amacıyla bu işi kurmuş.

Bono abiiieeeee Bono abiiieeeeeee, biz de açız abiimmmm, bizi de al işe abimmm benimm beaaaaa

FASHION-Bono

tüketici kadınlar

ülkemde herşeyi tüketmeye çalışan bir kadın kitlesi var.
herşeye yetişmeye çalışıyorlar , herşeyi yapmaya ,herşeyi yaptım diyebilmeye.
neden bu bölünmeler bin parçaya ?
neden bu kadınlar sürekli herşeyi yapabildiklerini göstermeye çalışıyorlar.

neden durup , bir sakin nefes alıp , dışarıdan kendilerine bakıp ne kadar küçük olduklarını , aslında hepimizin şu koca dünyada ne kadar küçük olduğumuzu göremiyorlar.
hırsların anlamsızlığını.

yaşasın ki real bloggerlar biz kendimize gülebiliyoruz ; tek amacımız mutlu, huzurlu olmak.
ya herşeyi yapmaya çalışırken kendini unutan o güvensiz karılardan olsaydık, ya o kadar acınacak halde olsaydık.

24 Mart 2005 Perşembe

aman aman aman

bu akşam peppenin annesinin keşfettiği bir restoranta gittik.
ahırkapıda girit yemekleri yapan , eski bir konağa yerleşik tatlı bir mekan.

fix menüde denizmahsülleri pilavı üzerine salata ve 21 çeşit soğuk girit mezesi geldi.

mezelerin herbiri birbirinden muhteşem ; soğan dolmasından radicaya, kırımlı acı zeytinden favaya, lakerdadan börülceye yok yok.sonra ara sıcaklar ahtapot bacağı , kalamar ve kırım pidesi. üstüne balık , mevsimden ne seçersen...
kırmızı şarap menüde fix ama biz rose istedik , kırmadılar dışardan aldırdılar.
koşulsuz müşteri memnuniyetine benden 100 puan.
üzerine çok acayip tahinli-pekmezli bir tatlı ile parmak tatlısı geldi,
sonra da final orta kahve.

yerdeki kağıt poşet ve çakıl taşlarından yapılmış mumluklar ile cam lambalar muhteşem.
ama en muhteşem yer tuvaletti.tuvaletin iç kapısı muhteşem , musluklar , lavabonun içindeki çiçekler muhteşemdi.
hayatımda gördüğüm en muhteşem tuvalet giritli restauranttaydı diyeceğim.bizden olanlar bu kinayeyi anlar ama caponyayı görmemiş olanların anlaması zor...

ayrıntılar için: www.giritlirestoran.com

23 Mart 2005 Çarşamba

acı

bir satır açıyorum hayatta
ya da satırlar ,
satırlardan oluşan kocaman kocaman sayfalar.
ara ara ...
yenilikler için bir yer , bir boşluk...
ben yaratmıyorum ,
birşeylerin yerlerini değiştiriyorum sadece .
bir noktadan , bir başka noktaya ,
bir bilinenden bilinmeyene ,
ve bir bilinmeyenden belki de hiç bir zaman bilinemeyecek olana
sonra ,
boşluk .
ah o boşluk ,
içimi öyle derin acıtıyor ki ,
umutlarım kaçıyor
uykularım kaçıyor
bütün beyaz bulutlar kayboluyor
hayat ,
karamsar bir kabusa dönüşüyor bir an’da.
Bir küçücük an’da.
Her yer acı doluyor ,
Her yer.
Su , bardağıma acı acı akıyor
Bardaktan , dudağıma ve oradan mideme , acı bir geçiş yapıyor sanki...
Sonra ,
o acı sindirildikçe
bütün hücrelerime yayılıyor.
Parmaklarımın ucuna ,
Ruhumun en uzak köşesine , dek uzanıyor.
Kimse bu gizli yayılımı göremiyor ,
Bilinmeyen bir acının görünmeyen yayılımı
Ya da içim atıyor o acıyı ,
Acı acı kusuyor dünyaya.
Gizli gizli ...
Bilinmeyen bir acının ,
görünmeyen kusmuklarıyla doluyor heryer .
ah !
ah kalbim , neden bu kadar kırık ve ruhum neden bu kadar yorgun ?

21 Mart 2005 Pazartesi

İş görüşmeleri tecrübeleri

İş görüşmeleri tecrübeleri

Part two

Diğer iş görüşmesine gidiyorum. Büyük bir şirkete yönetici adayı olmak için. Burada da genel yetenek ve genel kültür testlerine tabi tutulacağım. Üniversite sınavına girecekmiş gibi heyecanlıyım. Şirket bu toplantıyı allahın unuttuğu uzaaaak bir yerde gerçekleştirecek ve saat Cumartesi sabahı 9’da...
Ben tabii ki 7 ‘de kalkıp cicilerimi giyip oraya gitmek üzere yola koyuldum. Önce Taksim’e geldim, ki oradan dolmuşa binip karşıya geçeceğim. Kadıköy dolmuşlarına yürüdüm. Benim en son bildiğim yer Tek binasının orada bakırköy dolmuşlarının olduğu yerdi. Ben bu memlekette yokken yerini değiştirmişler bu durakların ve ben allahım bu ne şans yahu diyerek dolmuşun yeni yerini aramaya koyuldum. Bu arada saat 8’e geliyordu. Evlendirme dairesinin aşağısında biryerlerdeymiş. Yürüdüm, yürüdüm. Kadıköy durağını sonunda buldum. Buldum ama bir tane araç yok!! Yoksa burası değil mi diye yumurtası gelmiş tavuklar gibi oradan oraya koşuşturmaya başladım. Saat 08.20’yi geçiyordu. Tam ben koşuştururken bir dolmuş gözüküverdi. Bir ohhh çektim içeriye oturdum, ama ohhhum uzun sürmedi. Çünkü biliyordum ki bu dolmuş dolmadan kalkmayacaktı ve biz henüz iki kişiydik!!.saat 08.25. o sırada geceden kalmış bir gençlik bindi içeriye alkol kokusuyla beraber. Canı sıkılan bu arkadaşımız iş görüşmesine gitmeye çalışan, zamanı iyice azaldığı için gerilme katsayısı yükselen bana laf atmaya başladı. Arkadaşım sen nereye gidiyorsun, naparsın, hayattan beklentin nedir gibi sorular sıralamaya ve benim gerilmiş sinirlerimi iyice germeye koyuldu. Offfffffff dedim. Nedir bu allahım. Lütfen sussun ve işimize gidelim. Tabii dedi işinize gelmeyen şeylere cevap vermeyin siz. Alah allah. Nereden çıktı şimdi bu karşıma!!.maymunlar cehennemine mi düşmüştüm, neydi. Bu arada saatın 08:45 olduğunu ve hala üç kişi olduğumuzu hatırlatırım. Yoldan geçen herkese dolmuşa binmeleri için yalvarıyordum içimden. Ne olur bunlar kadıköye gitsin, ne olur kalkalım artık. Ne olur şu çocuk sussun. Göya erken kalkmıştım ancak 40 dakikadır aynı yerde ve felsefik bir arkadaşın bitmeyen sorularıyla karşı karşıyaydım. Zamanın gittikçe tükenmek üzereydi. Tam ümidi kesmişken aslan gibi 3 adet delikanlı gencimiz imdadıma yetişti, kapıdan içeriye girip şööööyle bir oturdular. “Kadıköy ne kadar?” işte şimdiye kadar duyduğum en rahatlatıcı sözlerdi bunlar. Sonunda yola çıkabilmiştik. Deli şöförümüz bizi 10 dakikada karşıya geçirip beni ankara asfaltında atıverdi, çünkü benim işkencem daha bitmemişti. Orada tekrar münübüse binip verilen adrese ulaştığımda saat 09:20 idi.
En büyük fiyasko verilen saatte gidememektir arkadaşlar. Ben ilk sınavdan kalmış bulunuyordum. Neyse nazik ve sevimli hanımlar karşıladı beni ama odaya girdiğimde
takım ceketli ve asık suratlı bir rakiple karşılaştım. Gayri ihtiyarı kendilerine de merhaba dediysem de biz rakip olduğumuz için gayet soğuk bir şekilde merhaba dedi zorla. Bu iş durumları insanı böyle mi yapıyordu yani. Neyse takma kafanı öyle herkese dedim. Ama huyum bu, can çıkar huy çıkmaz demişler!!!
Şirket geçmişi hakkında power point izledikten sonra sıra sınava gelmişti. Bu şirket olaya çok daha iyi hazırlanmıştı, gerçekten soru kitapçıkları ve cevap anahtarlarıyla karşı karşıyaydım. Gerçek bir ÖSS sendromu... şu şekilden sonra hangisi gelir, zeytin ile çekirdek arasıdaki benzerlik ile aşağıdakilerden hangisi uyumludur, 1,5,7,11 ? cevabını bulunuz gibi çeşitli zeka testi sorularını yanıtladıktan sonra sıra genel kültür olayına gelmişti. Ben bir kültür mantarı olarak yeni geçen mevzuları hemen biliverdim tabiiki ancak atatürk şapkayı ilk nerede takmıştır gibi sorulara da maruz kaldım. Kastamonu dedim cevap olarak ama bilmiyorum doğru mudur. Ve daha nice soruları 15 dakikada yaparak sınavımızı tamamladık. Daha sonra tek tek özel görüşmeye alındık veeeeeeeee en sevmediğim soruyla karşılaştım yine. “ iş yerinizden neden ayrıldınız”, ikinci sevmediğim soru ise amacınız nedir. O kadar amacım var ki, hangi birini anlatayım. Anlattım anlattım konuştum ve biz değerlendirme sonucu sizi arayacağız dediler.
Ve tabii ki arayan olmadı.
Yine bir denek maymunu hissinden kurtulamamıştım. Yine sınav sonucunu öğrenememiştim, yine bir iş yerine girmeye çalışmak için bayırdan koşan atlar misali istanbulun bir ucuna gidip bir sonuç elde edemeden geri dönmüştüm.
Bu arada kadıköy’e geri geldiğimde seka direnişçileri için gösteri yapıyorlardı. Tüm yollar kapatılmıştı ve ben yarım saat yürüyerek ancak meydana ulaştığımda şöyle dedim.
Bağırın işçi kardeşlerim, bir kere olsun bu yolları da siz kapatın. Onca okuduk, onca didindik, hala işsiziz, hala işsiz haklarımız yok, hala bizi koruyan yok. Bir işe girebilmek için oradan oraya savrulup duruyoruz. Sonumuz ne olacak bilmiyoruz.
Bağırın be. BAĞIRINNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNN

iş görüşlemeleri tecrübeleri!!! Part 1

iş görüşlemeleri tecrübeleri!!!

part one
Yaşadığım en ilginç deneyim küçücük kareciklerle oynayarak bana gösterilen şekilleri yapmaya çalışmaktı. Evet, bu bir iş görüşmesiydi. pisikoloci testinden geçiyordum. Bir firmaya girebilmek için maymun gibi teste tabi tutulmuştum. Aman allahım dedim. Ben şekilleri yaparken karşımdaki kadın sürekli notlar alıyordu. Acaba ne yazıyordu. Merakımdan çatlayacaktım. Ben o kareleri sağdan ya da soldan, yada toplu halde aynı anda birleştirdiğimde acaba ne yorumlara maruz kalıyordum. Büyük bir hevesle, anaokulunda lego oynar gibi yaptım bu işi ve şekiller bittiğinde pisikolog hanım bana sizinle diğer arkadaşlar ilgilenecek diyerek beni odadan çıkardı. Acaba deli gömleği mi giyecektim? Dışarıda beni kimler nereye götürecekti. Beni bir paranoya rüzgarı sarmaya başlamıştı. Bu kadın oraya ne yazdı. Beni nasıl anladı o küçük küplerle. Ne yazıyorsunuz acaba çok merak ettim gibi bir geyik yapacaktım ama tabii ki sustum. Ne de olsa iş görüşmesindeydik. Laubaliliğe gerek yoktu. Ancak bana uygulanan muamele son derece muammaydı ve ben bu denek durumundan sıyrılmak istiyordum. Sonuçta beni odadan aldılar. Beklemeye koyuldum. İki kişilik kanepede otururken bir çift geldi ve kadın yüzüme bile bakmadan ve beni itiştirerek yanındaki beyefendiye aynı koltuğa oturması için ısrar etti.”gel canım, sığışırız!!!!” nereye sığışacaktık. Zaten sinirlerim iyice bozulmaya başlamıştı, dışarıda beklemeye alınmıştım ve küplerin benim hakkımda neye karar verdirdiklerini merak etmekle meşguldüm. Bir de bu kadınla aynı koltukta bacak bacağa oturmak istemiyordum. Kadın ısrarla ve de çantama oturarak gelsene canım diyordu. Ben tabii ki içimden canın çıksın emi diyordum. Stress içinde başka gorüşmelere çağırılmayı beklerken içeriden daracık pantolonlu bir genç kızımız gelerek”.....hanım, sizinle gorusmemiz bitti, degerlendirme sonucunda biz sizi arayacagız” demez mi!!! Hani başkaları da görüşecekti, ne oldu. Bu küplerden ne sonuç çıktı, neden ben hemen gidiyorum, olay nedir gibi soruları içimde tutarak ve neden tuttuğuma küfrederek oradan uzaklaştım. Bu bir iş görüşmesiydi ve ben kendimi tecavüze uğramış gibi hissediyordum. Bu neydi kardeşim. Hiçbir yetkili bir açıklama yapmayacak mıydı. Küpleri yerleştirdim de ne oldu yani. Aloooooooooooooo. Nerede bu devlet. Bu zavallı deneklere kimse sahip çıkmayacak mıydı.
Ama hiçbir şey olmadı. Ne arayan var, ne soran. İşin en merak ettiğim yani, bari sonucu söyleselerdi.
Yoksa ben bir gerizekalı mıydım!!!!

Kıssadan hisse:
Zeka testi, zeka testi
Gel beni de ölç hadi
Eğer yapamazsam küpleri
Allah müstakımı versin emi

Tuzsuz deli bekir


20 Mart 2005 Pazar

Nuri Alço & Ahu Tuğba röportajı

Türker İnanoğlu’na, ‘Ne oynayacağız, senaryo ne’ diye soruyorduk. ‘Ne senaryosu, biriniz orospuyu oynayacak, diğeriniz de pezevengi oynayacaksınız’ diyordu.
Hürriyet Pazar

The Official Formula 1 Website

şumi, melbourne'den sonra malezya'da da hayal kırıklığı yaşadı, 13. başlayıp 7. bitirdi,
ferrari takımı halen eski arabayla yarışmakta

The Official Formula 1 Website

18 Mart 2005 Cuma

seansa gel

küçük türk tipi oturma odası, 2 adet kadın, 1 adet falcı bacı, 4 adet salak biz. ortada kadınlardan birinin ufaklık koşturuyor, babası da boncuk misali yanımızda, abi zaten kankamız. oda kadınların şen kahkahalarıyla zangır zangır aman Allaaahh alem var alemmm, uğur dündar bassa evi yeridir, ortalık toz duman olur vallahi. khveler içiliyor, falcı bacı bizi teker teker arka odaya çekiyor kehanetlerini sıralamak için, biz rustic'le beraber girdik neyse ki! falcı pek şen şatır, laklak şakşak bir abla! falcı dediğin biraz ağır olur, esrarlı olur, efsunlu olur, buncağız 5 ytl'ye fal baktığı gibi pek te lalettayin bir havası var! halbuki remziye'ye 20 ytl ödeme yaptığımız gibi , elini öpüyor, başımıza koyuyor, hediyeler bilem götürüyorduk ona ama remziye cinlerini alıp hapse gitti, ne varki bu başka bir hikaye.

bizim hikayemiz de güzelce fitlenmemizle bitti, gazı aldık, popomuza kaçan 5er ytl'den kurtulduk rahatladık, iyi mi???

   

16 Mart 2005 Çarşamba

ne çok ve ne az

yapmak istediğim ne çok şey var ve ne kadar az zaman.
Bir fikir üretme çiftliği şeklinde çalışan beynim ve onları gerçekleştirmeme hergün binbir engel çıkaran hayatım!
Zamansızlığım ,yorgunluğum , parasızlığım , kimsesizliğim ve yavaş yavaş içimi kaplamaya başlayan umutsuzluğum...

13 Mart 2005 Pazar

umut ocakbaşı

geçen hafta taksim’in arka sokaklarında bir ocakbaşı keşfettik sayın seyirciler. orada sanki yüzyıllardır durmakta idi, ama biz ilk kez gitmiştik. küçükparmakkapı sokağa gir, pandora’yı geç, ilk sağa sap, simurg kitapçısı’nın yanında, kapıda bi abi var, zurrrna gibi, bulut! içerde yaş ortalaması 55, eski solcu abiler masalarda... tüm duvarlar Ata’mızın fotoğraflarıyla bezeli, harikulade... masalarda kağıt örtüler, oturur oturmaz acılı ezme , cacık, bira, rakı, lavaş, illaki sumaklı soğan geldi, ufaktan demlenirken, beyti sarmalarımıza kavuştuk, kebaplar bir nefasetti... lavaşa acılı ezmeyi, soğanı basa basa yedik, üzerine cacıkla ağzımızın yangınını bastırdık, beytileri büyük bir zerafet ve mekana layık bir ağırbaşlılıkla midemize indirirken...

yemekten sonra kağıt örtüler toplandı, çaylar geldi, gecenin sonunda 4 kişi toplam 40 ytl ödedik, şahane değil mi?

sonra da gidip gloria jeans’te bi kirem bürüleye bu kadar para verdik, bizde de 5 kuruş akıl yok!!!

12 Mart 2005 Cumartesi

10 Mart 2005 Perşembe

Düşlerin parlayıp söndüğü yerde

sadece bir alıntı....

Düşlerin parlayıp söndüğü yerde
Buluşmak seninle bir akşam üstü
Umarsız şarkılar dudağımda bir yarım ezgi
Sığınmak gözlerine, sığınmak bir akşam üstü

Gözlerin bir çığlık, bir yaralı haykırış
Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi
Ellerin bir martı telaşlı ve ürkek
Ellerin fırtınıda çırpınan bir beyaz yelken

Bir orman bir gece kar altındayken
Çocuksu, uçarı koşmak seninle
Elini avcumda bulup yitirmek, yitirmek
Sığınmak ellerine, sığınmak bir gece vakti

Ellerin bir martı telaşlı ve ürkek
Ellerin fırtınıda çırpınan bir beyaz yelken
Gözlerin bir çığlık, bir yaralı haykırış
Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi

Bir kenti böylece bırakıp gitmek
İçinde bin kaygı binbir soruyla
Bitmemiş bir şarkı dudağımda bir yarım ezgi
Sığınmak şarkılara sığınmak bir ömür boyu

6 Mart 2005 Pazar

SABAH - 06/03/2005 - BARBAROS RÖPORTAJI : Cinsellikten bıktım Aseksüelim

işte Barbaros anlatmış, anlatmış

sosyetik kadınlar üçüncü sınıf hamur kağıda matbaa mürekkebi gibi bir hayat yaşıyorlar. belediye otobüsü gibiler. akbili basan giriyor

Okan'ın çift cinsiyetli zekasına aşığım

SABAH - 06/03/2005 - Cinsellikten bıktım Aseksüelim

5 Mart 2005 Cumartesi

guns n roses

geçen hafta abimden guns n roses cd'lerini istedim sayın seyirciler, hayatta en sevdiğim, u2'dan bile kat be kat fazla sevdiğim, kendimi bulduğum, zamanında axl'ın enerjisine, dinamizmine hasta olduğum, nightrain'i, you ain't the first'ü, bad obsession'u , back off bitch'i ezzzbere söyleyip eşlik ettiğim grup... loaded like a nightrain.. aahh
hala mojo'da beni en gaza getiren şarkı sweet child o'mine'dır mesela
aah be, eşşek gibi özlüyorum bu grubu,
ben lisedeydim o zaman, bunnar konsere geldi inönü'ye. zamanın gençlik müzik dergisi blue jean "inönü'de güller açacak" diye kapak yapmıştı, hiç unutmam, biletleri aldık saha içinden, ama hergün bir dedikodu çıkıyordu, "axl ölmüş", "slash overdose'dan gitmiş" falan... ve geldiler ve ben oradaydım... hatta izzy stradlin bile istanbul konserinde çalmıştı, ne günlerdi yarabbim
işte sonra boktan bi şekilde dağıldılar, duff'ın slash'ın solo albümlerini sevmedim.
sonra axl'ı bi mtv ödül töreninde gördüm, yeni grubuyla "welcome to the jungle"ı söyledi, tipi kaymış, sesi o ince tınısını kaybetmiş... nerede o saçları uzun, saçları kızıl adam... böle minicik taytlar giyer, bandana takardı. onun yüzündendir ki abim bana levis'tan ilk ve de son bandanamı almıştır, yargıcı'dan aldığı mavi kareli gömleği de bana vermişti, benzeri axl'da var diye...

müzikleri, sözleri ve slash'in öldürücü gitar melodileri hala dağıtıyor, işte bunca sene ve hala hep onları dinliyorum, guns n roses'ın boşluğunu u2 ile doldurmaya çalıştım ama yetmedi onlar bana...

don't damn me when I speak a piece of my mind, 'cause silence isn't golden when I'm holding it inside

3 Mart 2005 Perşembe

al pacino'nun durumu

nedir arkadaşlar? bugün adam 65 yaşında... o oskar töreninde sahneden şööylle yürümesi ,o saçlar, o ses, o karizma, nedir bu nedir nedir?
işte ingilizce, türkçe ve de ispanyolca sitelerde yaptığım araştırmalar sonucu ancak bu fotoyu bulabildim, sidney löpet'e onur oskarı verirken (köpeklerin günün'nün de yönetmeni)
bi de mesela, klint istvut, vorın beti hep işkembeye dönmüşler, bu al paçino bal paçino Aman Allah , bir içim su! ne iş? demek ki, okan haklıymış, bodur tavuk her dem piliç!!!

visitors

siteye her girdiğimde counter katlana katlana artıyor sayın seyirciler
peki ama kim bunlar, kimler geliyor bloglamalarımızı okumaya Aman Allah??
who are you ?? bi mail falan atın, admin'in maili var anasayfada, çok merak ettim yahu...

1 Mart 2005 Salı

fitnetus fücurus'tan en taze oskar ve holivut dedikoduları

annemin iğrenç dizisi biter bitmez kendimi ntv’ye ttım, oskar töreninin tekrarını izledim dostlar

çok etkilenirim ben bu törenden, üstelik yüzdeyüz ticari, parabasmanı bi program olduğunu bilirim, napiyim, sinema eski aşkım.

fakat o kadar şanslıydım ki, açmamla sunucumuz aşkım al pacino’yu takdim etti, allahım işte ömrümce sevdiğim adam sahnedeydi, o ne hava , o saçlar kat kat kesilmiş, pelüze pelüze uçuşmakta, o kravat, o ceket, o yarım ay sakalı, aklımı aldı adam gece vakti aaa tu tu tu tuuu

al pacino, yönetmen sidney lumet için hayatboyu başarı ödülünü sundu, al’ın en sevdiğim “köpeklerin günü” filminin de yönetmenidir, hani eşcinsel bir adam, hem de evli barklı, ama sevgilisinin erkekten dönmelik ameliyatı parası için banka soyar aman allah,!

sonra holivut ahalisinden bahsedeyim, herifler 200 yaşında görünüyo, clint eastwood yaratığa dönüşmüş, warren beatty işkembeye benziyo, karılarda tık yok, hepsi aynı! ama clint en iyi film ve en iy yönetmen oskarını aldı, yuh be.

filmden hillary swank te en iyi aktris oldu, bu karıya da gıcık oluyorum, konuşma yaparken, aynı kategorideki diğer karılara güya teşekkür etti ama aslında “hepinizin anuna nası kodum kol gibi” demediği kaldı, yemin ederim, o kadar ukala ki, bi meşe odunuyla evire çevire sevmek istiyorum onu, gıcık kadın, gıcık! böle bi clint’e mlint’e kesik atıyo, ulan sen daha dün boktun bugün koktun, sen portakalda fitaminken clint film yapıyodu, sana mı kaldı onu onore etmek!!!! huuuuşşşşşşttt küüpeeeeekkkkkkkkkkk! entarisi de iğrençti, önden boynuna kadar kapatıp, arkadan kıçına kadar açmış, yürüsün gitsin be!

sonra gözümü açıp baktım başka kim vardı, kadınların ferrarisi nikol kitman apla yoktu, charlize theron vardı, karı, nikol’un geçen sene giydiği entariyi aynen kopyalamadıysa siz de benim yüzüme tükürün sıradan, aynı su yeşili, straples, etekler tüytültüytül.... sadece daha kabarık, işte ayne kopyalamış, ona da gıcık oluyorum yaaa.

Nicole 2004:


Charlize 2005


sonra julia roberts çıkınca mesela eski bir arkadaşımı görmüş gibi hissettim, salak işte! o da daha doğum sonrası kilolarını atamamış, e kolay değil, iki tane fırlattı karı bi seferde, follofoş olmuştur artık o ayol ahahahahahah... sıradan bir siyah esvap giymiş idi loğusa ablamız.

sonra ne kadar zenci vardı, zaten en iyi aktörü de ray ile jamie fox aldı, helal olsun, ağladı oğlan konuşmasında, gidip uyuyacakmış, rüyasında nenesini görüp ona ödül aldığını söyleyecekmiş, tabi tabi! yavrum çatlatmış işte hiihhohohooo

bu yıl da en duygusal an, in memoriam bölümüydü, bu bölümü her sene aday olup havasını alan anette bening sundu, bu karıyı sürekli aday yapıp sukutu hayale uğratıyo akademi, gösterip vermiyo, nedenini çözebilmiş değilim.

bu sene ölen sinemacıları izlerken, japon bir çellistin yorumundan (o ne be) bach’ın serabande’sini dinnedik, gözyaşları sel olup aktı. hatıralar geçidinin en sonunda, MARLON BRANDO yansıdı ekrana, ah marlon, onun gidişi kalbimi kırdı... tam dört sahne gösterdiler : rıhtımlar üzerinde “ı could have been something” rıhtımlar üzerinde “steeeellllaaaaaaa” baba, don corleone pozları ve paris’te son tango “tahmin edersiniz ki tereyağlı sahne değil!” aahh ah

törenin bence en komik anı, penelope cruz ile selma hayek adlı karıların müzik ödüllerini tevdi ettikleri andı, ulan bunlara latin güzeller deniyo, yıkılıyo herkes bunlar, ulan bu karılar eşşşşşşeekk gibi ingilizce konuşmazlar mı, ahahahaahahah, yarıldım gülmekten, HAY DİLİNİZİ EŞŞŞEK ARISI SOKSUN, odunmuş bunlar, öküzmüş, kerrrriyosto imişler, ulan bunlar ingilizce konuşmayı beceremiyo, bi de zitar olmuşlar, töm kürüz’e falan veriyolar, yuh be!

fakat ben bütün tören niköl’ü göremedim, bilmiyorum, merak ettim. sonra her daim incecik olup, o inceliğini gozümüze sokan barbara şıtraysend, bir tuluma dönmüş, hoş büyük konişmiyim, bizim gidişat pek iyi sayılmaz sonuçta. kate winslet her zamanki gibi, rüküştü, adam olmadı bu kız yıllardır. yeni seri star wars’ın prenses amidala’sı (luke skywalker’ın anası olacak) natalie portman , çok hoş, çok zarifti, tiarası yıllar önceki bir törende elizabeth taylor’u andırıyordu. rene zellweger ise mide bulandırıcıydı, o sevimli kız! kusmuk gibi görünüyordu.


ayrıca ispanyolca film ile şarkıya ödül verilmesi enteresandı, bu noktada salondaki tüm hispanikler ağladı, başta antonio banderas , aman o da adam oldu, git adana’ya pamuk tarlası antonio banderas dolu ahahaahhaah.

İşte bence bütün gece gerçek olan tek şey Al Pacino idi, canımmmmm.