Yıllardır Ayasofya'ya gitmemiştim. Bu hafta izinli olmamı fırsat bilip gezeyim dedim, giriş ücreti 20 TL olmuş. Giriş bileti yerine müze kart aldım, bir sene boyunca Bakanlığa bağlı müzelere beleşe girebiliyorum. İşe yarar mı bilmem, almış bulundum.
Ayasofya hatırladığım gibi muazzamdı yine, sadece çok daha fazla kalabalık idi, her taraftan turist boşalıyordu. Valla böyle zamanlarda misal Parislilere ya da Londralılara çok acıyorum, yaşadığın şehrin sürekli turist kardeşlerin akını altında olması zor olsa gerek.
Çağların ötesinden gelen, 1500 yıldır neler görmüş neler geçirmiş (İstanbul'un fethinden dünya savaşlarına, bütün dünya tarihine tanıklık etmiş) olan bu heybetli yapıda zevkle kendimi kaybettim. Ayasofya'da dolaşırken, imparatoriçe locasından aşağıya, küçücük görünen turistlere bakarken gerçekten zamanda geriye gittiğinizi hayal etmek çok kolay.
Gezim sırasında bolca da fotoğraf çektim, işte birkaç tanesi sizin için burada:)
İlk giriş holü, buradan İmparator kapısı veya diğer kapıları kullanarak asıl binanın içine giriyorsunuz.
Holde pıtır pıtır güvercinler uçuşuyor ve duvarlardaki yuvalarına girip çıkıyorlar:))
Kapılardan içeriye baktım ama hemen girmedim.
Kapının öte tarafında yekpare mermerden yapılma antik küpler vardı, bu küpler Ayasofya'dan bile eski, milat öncesinden, Bergama antik kentinden gelme küplerdi. Osmanlı döneminde şerbet, su dağıtılırmış bu küplerden.
İçeri girmeden önce, dolana dolana üst galeriye çıkan taş koridordan yukarı tırmandım ve üst galeriyi gezdim.
Bu pencerelerden görülen manzara da bu işte:
Üst galeri sütunlarla devasa kubbeyi destekliyordu
Yavaşça galerinin kenarına yanaştım
Kaç kere bakarsam bakayım, daima nefes kesici idi Ayasofya. Devasa hat panoları, önce kilise, sonra cami, nihayet müze olan bu kadim yapının hep aklımda kalan parçaları idiler.
Galeride yürümeye devam ettim, bir diğer pencereden dışarı baktım
40 tane pencereden gelen ışıkta herşey çok yumuşak görünüyordu
Tekrar aşağıya baktım, insancıklar minnacıklardı kubbenin altında.
At nalı şeklindeki galeride mozaikleri görebileceğim diğer uca yürürken, pencerelerden dışarı baktım tekrar
Kubbeyi taşıyan sütunlar, acayip işçilikli sütun başlıkları ve ışıklar başımı döndürmüştü
Aşağıya bir bakış daha, bu sefer, Bizans imparatorlarının taç giydiği noktayı ve Osmanlı hünkarlarının mahfilini görüyordum
Mermer kapıdan geçip en meşhur mozaiklerin bulunduğu kanada girdim. Mermer kapının minicik mermer tutma halkaları bile tasvir edilmiş idi.
Pencereden gelen ışıkta mozaikleri inceledim.
Pencerelerden baka baka üst galerinin en ucuna, İmparatoriçe Zoe mozaiğine kadar gelmiştim. Sanırım en güzel manzara buradaki penceredeydi:
Mermer kapıya geri dönüp diğer uçtaki çıkışa ilerledim.
Merdivenlerden inince, ana yapıya; tam minber ve mahfilin olduğu uca gelmiştim. Hünkar mahfili altın yaldızlı ahşaptan yapılmıştı.
Cuma hutbelerinin okunduğu minber ise mermerdendi ve nefis bir işçilikle süslenmişti.
Minberin arkasına doğru yürüdüm, kimsenin uğramadığı bu ıssız köşede çok güzel bir çini parçası görmüştüm.
Fakat bir an sonra çiniyi, Ayasofya'yı, zaman yolculuğumu filan unuttum. Çininin altına koydukları lambanın önünde biri yatıyordu, lambadan gelen ısıyla keyiflenin bu şahane yaratık doğduğundan beri Ayasofya'da yaşayan tekir bir kediydi ve muhteşem şaşı gözleri ile çok ama çok sevimliydi:))
Çok uğraştım düzgün bir pozunu çekeyim diye, peşinden koştum ama kedi inadı tutmuştu şımarık şeyin:))
Kedi pas vermeyince dolaşmaya devam ettim.
Bu kubbe defalarca deprem ve yangın geçirmiş, günümüzde şahane bir biçimde sapasağlam ayakta. Bunu da büyük ölçüde Mimar Sinan üstadın yapıyı desteklemek için eklediği payandalara borçluyuz.
Burası hem bir kilise, hem bir cami, ama 1935'den beri binlerce yıllık tarihini paylaşan bir müze.
Aynı zamanda Ayasofya, içinde turistlerin arasına karışmış halde meleklerin, azizlerin; Bizans imparatorlarının ve Osmanlı padişahlarının hayaletlerinin dolaştığı; yeryüzündeki en mistik yapılardan biri.
Meraklısına müzenin resmi web sitesi
burada...
xo xo