29 Ağustos 2011 Pazartesi

Heyyooo, yarın sarhoş olacağım!

Evet hanımlar ve beyler! Diyetisyen bayramın birinci günü izinli olduğumu söyledi. Yani 90 gr tavuk ve 6 kaşık sebze yerine ne istersem yiyebilirim. Ben de yemeye değil içmeye karar verdim. Bütün aile şehir dışında olduğundan yalnız bir bayram geçireceğim yine. Ortalıkta koşuşturup gürültü yapan çocuklar, geyik çeviren kuzenler, aile tarihinden hikayeler anlatan büyükler olmayacak. Ben de yalnız olsam da eğlenmeye; şarap ve de kahve likörü ile kafayı çekmeye karar verdim. Karar verdim mi uygulayan bir yapım olduğundan bugün öğle sıcağına aldırmadan kendimi alışverişe yolladım. Aslında sabahtan çıksaydım iyiydi ama gelin görün ki öğlene kadar uyuyunca ancak 2'de gidebildim markete.

Neyse efendime söyliyeyim, serbest günümde öyle önüme geleni yemek gibi bir niyetim yok. Sadece çikolata, içki ve peynir olacak. Öncelikle en güzel çikolatalarla kendime ziyafet çekeceğim. Hep Marie Antoinette gibi yaldızlı kutulardan çeşit çeşit lezzetli çikolatalar yemeyi hayal etmişimdir, yarın bu hayal gerçek olacak.

Pöf. Neyse dürüst olmam gerekirse bugün dayanamayıp çikolataları yemeye başladım, fotoğraf çekeyim diye kutuyu açtığımda suratıma çarpan kokuya dayanmam imkansızdı! Günahımı telafi etmek için de bugün listedeki meyveleri ve saat 4 kurabiyelerini yemedim, ne yapalım,  zayıf olmak çok zordu.

Yarınki şölende, çikolataları (kalanları) kuru kuru yemeyeceğim tabii, ellerimle pişireceğim mis gibi köpüklü Türk kahvesini ve Hare'nin muhteşem kahve likörünü içeceğim, hem de küçük likör kadehinde değil, annemin eski moda yaldızlı su bardağında ve buzlu içmeyi planlıyorum bu nefaseti:



Bayramlarda likör içmek eskilerde adetmiş, minicik kadehlerde nane likörü ikram edilirmiş misafirlere. Tabii su bardağında içmek düpedüz görgüsüzlük olacak ama bu Hare'nin kahve likörleri evlere şenlik, çok lezzetliler dostlar; kahve ve likör seven herkese tavsiye ediyorum. Bir sürü çeşidi var, Türk kahveli, mochalı, karamel macchiatolu.. Hepsinin de tadı damaklara seza.

Efendim, yeme içme şenliğimin büyük finalini de; pek sevdiğim şarap Doluca Öküzgözü ile yapacağım. Turasan'ı da çok seviyorum ama Doluca'yı bu seferki amacıma daha uygun buldum.


Şarabı da kuru kuru içmeyeceğim tabii, kendi çapımda bir peynir tabağım olacak, Wasa kıtır ekmeklerle bu güzelim ayak kokulu Fransız peynirlerini yiyeceğim.


Evet bir de izleyecek eğlenceli, güzel bir film seçersem bayramı pek eğlenerek geçireceğime inanıyorum. Şimdiden ağzımın suları akmaya başladı, yarın olsun da yemeğe içmeye başlayalım:)

Hepinize ağız tadıyla, sağlık ve afiyetle geçecek hayırlı bayramlar dilerim.

xo xo

25 Ağustos 2011 Perşembe

Ayasofya gezisi

Yıllardır Ayasofya'ya gitmemiştim. Bu hafta izinli olmamı fırsat bilip gezeyim dedim, giriş ücreti 20 TL olmuş. Giriş bileti yerine müze kart aldım, bir sene boyunca  Bakanlığa bağlı müzelere beleşe girebiliyorum. İşe yarar mı bilmem, almış bulundum.

Ayasofya hatırladığım gibi muazzamdı yine, sadece çok daha fazla kalabalık idi, her taraftan turist boşalıyordu. Valla böyle zamanlarda misal Parislilere ya da Londralılara çok acıyorum, yaşadığın şehrin sürekli turist kardeşlerin akını altında olması zor olsa gerek.

Çağların ötesinden gelen, 1500 yıldır neler görmüş neler geçirmiş (İstanbul'un fethinden dünya savaşlarına, bütün dünya tarihine tanıklık etmiş) olan bu heybetli yapıda zevkle kendimi kaybettim. Ayasofya'da dolaşırken, imparatoriçe locasından aşağıya, küçücük görünen turistlere bakarken  gerçekten zamanda geriye gittiğinizi hayal etmek çok kolay.

Gezim sırasında bolca da fotoğraf çektim, işte birkaç tanesi sizin için burada:)

İlk giriş holü, buradan İmparator kapısı veya diğer kapıları kullanarak asıl binanın içine giriyorsunuz.



Holde pıtır pıtır güvercinler uçuşuyor ve duvarlardaki yuvalarına girip çıkıyorlar:))



Kapılardan içeriye baktım ama hemen girmedim.




Kapının öte tarafında yekpare mermerden yapılma antik küpler vardı, bu küpler Ayasofya'dan bile eski, milat öncesinden, Bergama antik kentinden gelme küplerdi. Osmanlı döneminde şerbet, su dağıtılırmış bu küplerden.



İçeri girmeden önce, dolana dolana üst galeriye çıkan taş koridordan yukarı tırmandım ve üst galeriyi gezdim.



Bu pencerelerden görülen manzara da bu işte:



Üst galeri sütunlarla devasa kubbeyi destekliyordu



Yavaşça galerinin kenarına yanaştım



Kaç kere bakarsam bakayım, daima nefes kesici idi Ayasofya. Devasa hat panoları, önce kilise, sonra cami, nihayet müze olan bu kadim yapının hep aklımda kalan parçaları idiler.



Galeride yürümeye devam ettim, bir diğer pencereden dışarı baktım



40 tane pencereden gelen ışıkta herşey çok yumuşak görünüyordu



Tekrar aşağıya baktım, insancıklar minnacıklardı kubbenin altında.



At nalı şeklindeki galeride mozaikleri görebileceğim diğer uca yürürken, pencerelerden dışarı baktım tekrar





Kubbeyi taşıyan sütunlar, acayip işçilikli sütun başlıkları ve ışıklar başımı döndürmüştü







Aşağıya bir bakış daha, bu sefer, Bizans imparatorlarının taç giydiği noktayı ve Osmanlı hünkarlarının mahfilini görüyordum



Mermer kapıdan geçip en meşhur mozaiklerin bulunduğu kanada girdim. Mermer kapının minicik mermer tutma halkaları bile tasvir edilmiş idi.




Pencereden gelen ışıkta mozaikleri inceledim.








Pencerelerden baka baka üst galerinin en ucuna, İmparatoriçe Zoe mozaiğine kadar gelmiştim. Sanırım en güzel manzara buradaki penceredeydi:



Mermer kapıya geri dönüp diğer uçtaki çıkışa ilerledim.


 Merdivenlerden inince, ana yapıya; tam minber ve mahfilin olduğu uca gelmiştim. Hünkar mahfili altın yaldızlı ahşaptan yapılmıştı.




Cuma hutbelerinin okunduğu minber ise mermerdendi ve nefis bir işçilikle süslenmişti.



Minberin arkasına doğru yürüdüm, kimsenin uğramadığı bu ıssız köşede çok güzel bir çini parçası görmüştüm.



Fakat bir an sonra çiniyi, Ayasofya'yı, zaman yolculuğumu filan unuttum. Çininin altına koydukları lambanın önünde biri yatıyordu, lambadan gelen ısıyla keyiflenin bu şahane yaratık doğduğundan beri Ayasofya'da yaşayan tekir bir kediydi ve muhteşem şaşı gözleri ile çok ama çok sevimliydi:))




Çok uğraştım düzgün bir pozunu çekeyim diye, peşinden koştum ama kedi inadı tutmuştu şımarık şeyin:))




Kedi pas vermeyince dolaşmaya devam ettim.



Bu kubbe defalarca deprem ve yangın geçirmiş, günümüzde şahane bir biçimde sapasağlam ayakta. Bunu da büyük ölçüde Mimar Sinan üstadın yapıyı desteklemek için eklediği payandalara borçluyuz.



Burası hem bir kilise, hem bir cami, ama 1935'den beri binlerce yıllık tarihini paylaşan bir müze.



Aynı zamanda Ayasofya, içinde turistlerin arasına karışmış halde meleklerin, azizlerin; Bizans imparatorlarının ve Osmanlı padişahlarının hayaletlerinin dolaştığı; yeryüzündeki en mistik yapılardan biri.



Meraklısına müzenin resmi web sitesi burada...

xo xo


24 Ağustos 2011 Çarşamba

Evden çalışmak istediğime karar verdim:)

Dün işyeriyle ve Fransa ile epey telefon trafiği yaşadık. Şirket bilgisayarını açıp VPN diye program yardımıyla maillerime bağlandım, birşeyler yazdım, birilerini cevapladım. O esnada rahat koltuğumda oturmuş Sex and the City'nin 3. sezonunu izlemekte idim. Heeyy, home office çalışmak zevkliymiş aslında diye düşündüm, artık sabahın köründe ofise gidip bütün gün orada oturacağım bir işten ziyade, evde çalışabileceğim bir iş istediğime karar verdim. Aydınlanma anı yaşandı, nihayet ne istediğimi buldum! :)))))


Akşam olunca bilgisayarı kapatıp kendimi sokaklara attım, Sibel ve abim yavrularını satmışlar, sanki bekarmışçasına gezip eğlenmek için benimle Taksim'de buluşmuşlardı. Önce Terkos pasajını dolaşıp abime spor yaparken giysin diye 2 tane tişört aldık. Bir tanesi Scarface baskılı ahahah:)) Beatles baskılıyı da alsın diye ısrar ettim ama almadı. Sonra İstiklal'de dizilmiş o küçük dükkanlara girip çıktık, malları karıştırdık, abim de sabırla bizi izledi:))


Bir dükkanda çok güzel basic tişörtler vardı, böyle havuz yakalı, dümdüz yumuşacık ribana tişörtler. Abercrombie oldukları iddia ediliyordu ve adedi 10 tl idi. Geçen hafta Terkos'dan aldığım gri Gap legging jeansimle giymek için yumuşak pembe bir tane aldım ama abim ısmarladı:)) Aslında bir ara gidip diğer renklerden de toplamalı. Baskısız, dümdüz kısa kollu basic tişört arayanlara duyurulur.

Birkaç mağaza sonra Sibel abimin jeans alması gerektiğine karar verdi, adam 7 yıldır kot pantolon almıyormuş! Evlere şenlik, çıplak dolaşmadığını da biliyorum, "ne giyiyorsun o zaman?" diye merakla sordum. Defacto diye bi marka var ya, oradan chino pantolon giyiyormuş, cin cin çıkacak cin çıkacak! Ahahaah.

En iyi kalıp ve denim kumaş GAP'de olduğundan abimi bu mağazaya soktuk ve bir sürü pantolon denetip en çok beğendiğimizi aldırdık:)) Heyyy  sanki bekarmış gibi, düşünmeden para harcattım ona yehhuuu:))

Sonra onlar ödeme yaparken etrafıma bakıyordum ki, bum! Çarpıldım. Muhteşem, koyu kum rengi (yoksa ıslak kum muydu?) trençkot mankenin üzerinde siyah kapri ile kombinlenmiş bana bakıyordu. Harikulade birşeydi, cesaretimi toplayıp fiyatına baktım, şimdi alacağımdan değil ama belki 2 ay sonra? Off, çok güzeldi!

Alışverişten sonra bizimkileri Midpoint'e götürdüm, abimle ben salata yedik, Sibel barbekü soslu tavuk yedi. Yemin ederim Sibel'in yemeği bizim salatalardan çok daha sağlıklıydı, hele benim 3 peynirli tavuk salatamdan çıkan peynirler bana 2 öğün yeterdi, Perihan görmesin dostlar!

Böylece sohbet muhabbet derken, çaylarımızı da içtik (ben kahve içtim tabii), birileri esnemeye başlayınca evlere dağılmak üzere sallana sallana meydana yürüdük. İşte onlara sanki bekarmış gibi düşüncesizce para harcatmış, Midpoint'te yemek yedirmiş, geç saatte Taksim'de gezdirmiştim, herşey harikaydı:) Bakalım bir daha ne zaman buluşur gezeriz?

xo xo

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Dalaras Konseri

Selam dostlar!

Son derece sıkıcı (şirketin yarısının tatilde olmasından dolayı) ve de yoğun bir haftayı (yükleme haftası) geride bıraktım nihayet. Sizler bugün bir başka yoğun ve de sıkıcı haftaya başlamış olabilirsiniz. Bense size evimden, güneşli ve rüzgarlı odamdan bu yazıyı yazıyorum. Evet! Bu hafta tatildim. Yeni işyeri bu hakkı vermişti! Aslında 2 hafta veriyorlar ama benim yaptığım işi başka biri yapamadığı için maalesef ben sadece 1 hafta yatabileceğim. 1 hafta da bayram tatili, oldu mu sana 2 hafta mektep tatili! Heyyooo:))

Tatilim Cuma gecesi La Capitana ile gittiğimiz George Dalaras konseriyle başladı. Kendisini evvelce dinlemişliğim yok idi. La Capitana "gidelim mi" deyince tabii kabul ettim, kendisinin müzik zevkine diğer her konudaki gibi güvenim tam.


Konser 9'daydı, biz 8'de Osmanbey metrosundan çıkmıştık. Harikulade bir saatti, alacakaranlık çökmüş, millet evine iftar yapmaya koştuğu için yollar bomboş, hava sakin ve asude bir akşamı tadındaydı. Açıkhava'ya yürürken İstanbul'un dayanılmaz günbatımına karşı bir sürü foroğraf çektik elbet.




Açıkhava tiyatrosunda, biraz yukarıda ama sahnenin tam karşısındaki yerlerimize oturduk, etrafımızdaki tipleri çekiştirdik, beraber her zaman yaptığımız gibi gülme krizine yakalandık dostlar. La Capitana benim düğme kafalı koca göbekli kedimi yarasaya benzetti püahaahah:))




Sonracığıma eskiden sinemalarda koltukların arasında dolaşıp Alaska Frigo dondurma satan amcalar zaman tünelinden geçip Açıkhava'ya ışınlanmışlardı, o kadar çok frigo frigooo diye bağırdılar ki, çok canımız çekti ve birer tane Frigo yedik. Yıllardır yememiştim ve ENFESTİ dostlar. Soğuk, yumuşak bir çikolata kütlesiydi, şapırt!


Frigoları yutup yalandıktan sonra, biraz kız muhabbeti yapalım dedim, La Capitana'ya MAC rujumu gösterdim. O da bana altın varraklı şahane kutusundaki YSL rujunu gösterdi:))) Sonuçta ikimizin de aynı renk nude ruju kullandığımız ortaya çıktı:)))



Böyle aktivitelerle doldurduğumuz bekleme saati geçtikten sonra nihayet orkestra sahneye çıktı. Bu konserde Dalaras'ın şarkılarını yeniden düzenlemişler ve İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası çalacaktı şarkıları. Şef Hakan Şensoy idi. Bembeyaz kıyafetleri içinde maestro bana uçarcasına orkestra yöneten Timur Selçuk ustayı anımsattı açık konuşayım.


Böylece, senfoni orkestrasının harikulade müziği eşliğinde Dalaras Yunanca,İtalyanca, İspanyolca şarkılarını söyledi,buzuki ve gitar çaldı. Sesi harikaydı doğrusu, şarkılarının hiç birini bilmediğim halde müziğinden çok hoşlandım, belki senfonik sesleri sevdiğim içindir. Bence Toygar Işıklı da Ezel'in müziklerini yeniden düzenleyip senfoni orkestrası ile Ezel-Senfonik konserleri vermeli!

La Capitana'nın çok sevdiği bir şarkıyı söylemedi Dalaras. Bir sürü insan tezahürat yapıp istekte bulundular ama sanırım repertuar kısıtlıydı. Defalarca bis yapan Dalaras, bislerde de aynı şarkıları seslendirdi, değişik şarkılar çalmadı. Demek ki, belli bazı şarkıları uyarlayabilmişler senfoniye. Ülen

 saat sahnede hiç ara vermeden şarkı söyleyip tepinen Bono ve Bon Jovi'den sonra, Dalaras biraz veteran kaldı:)))

Konserden sonra popolarımız Açıkhava'nın koltuklarından düzeleşmiş halde tıngır mıngır Osmanbey metrosuna yürüdük. Kaptancığımla şahane bir geceydi, tatilim için de muhteşem bir açılıştı.

Şimdi biraz gezmeye gidiyorum, bu hafta anlatacak daha çok şey olacağını ümit ediyorum dostlar.

xo xo

16 Ağustos 2011 Salı

Barbie Grace Kelly Koleksiyonu

Barbie'nin koleksiyoncular için Grace Kelly bebekleri çıkmış dostlar. Grace'in en ikonik 3 kıyafetine sahip olan bebeklerin hepsi ayrı nefes kesici. Açıkçası, Marie Antoinette Barbie'den sonra gördüğüm en şahane bebekler bunlar. Kıyafetlerdeki detaylar mükemmel.