Benim en sevdiğim filmleri, üçlemeleri, dörtlemeleri ve de serileri biliyorsunuz, aynı şeyleri tekrarlamayacağım merak etmeyin:)) Onun yerine dvd dolabımı karıştırıp, bir sürü kez izlediğim filmlerden bir seçki yaptım. Biraz kalabalık oldu ama filmleri çok seviyorum ne yapayım.
İşte her zaman bahsettiklerim dışında çok izlediğim ve sevdiğim filmlerden birkaçı :
Love Actually (Aşk Heryerde), 2003. Başrolde Hugh Grant, Emma Thompson, Alan Rickman, Colin Firth, Keira Knightley, Liam Neeson vs vs.
Bir alay İngiliz oyuncunun başrollerini paylaştığı bu şahane film, birbirinden ayrı çeşit çeşit aşk hikayelerini anlatıyor ama kahramanlarımız bir şekilde birbirleriyle alakalı. Lost adası gibi yani:))) Hugh Grant de İngiltere başbakanı ve onun da aşk hikayesini izliyoruz tabii. Hikayelerin bazıları mutlu, bazıları çok hüzünlü; oyuncuların hepsi mükemmel; senaryo çok komik ve de romantik. Defalarca izlediğim ve her izleyişte iyi hissettiren bir film. Özellikle Bill Nighy'nin düşmüş rock star portresi evlere şenlik:))
Flatliners (Çizgi Ötesi), 1990. Başrolde Kiefer Sutherland, Julia Roberts, Kevin Bacon, Oliver Platt, William Baldwin.
Nelson (yani Kiefer), hırslı ve de kafayı ölümden sonraya takmış bir tıp öğrencisidir. Julia, Kevin, Oliver ve Baldwin kardeşlerin çirkin olanı da Nelson'ın öğrenci arkadaşları. Nelson çok tehlikeli bir deneyde yardımcı olmaları için arkadaşlarını kandırır. Nelson'a ilaç verip öldürecek, sonra da kalbini tekrar çalıştırıp çocuğu geri getireceklerdir. Böylece Nelson ölüm sonrası deneyimi yaşamış olacaktır. Gençler deneyi gerçekleştirir, Nelson geri döner dönmesine ama kabus dolu günler başlamakta gecikmez..
Çok kereler izlediğim bu güzel gerilim filmi o dönemde Kiefer-Julia aşkının başlamasına da vesile olmuştu. Sonra bunlar tam evlenecekken düğüne 1 hafta mı ne kala Julia Kiefer'ın bi arkadaşıyla kaçmıştı.Ne skandal olmuştu o zamanlar vay be...
All About Eve (Perde Açılıyor), 1950. Başrolde Bette Davis, Anne Baxter.
Bette Davis'in muhteşem karakteri, birbirinden iğneli replikleri, eşsiz kişiliği ile sürüklediği siyah beyaz, çarpıcı bir başyapıt. Margo Channing (Bette) 40'larına gelmiş, çok meşhur bir tiyatro oyuncusudur, kariyerinin doruğundadır, kendinden yaşça genç ve Margo'yu deli gibi seven bir sevgilisi vardır. Ama Margo bir türlü mutlu olmaz. Yaşlandığı için Bill'in onu sevmeyeceğini, artık genç kadın başrolleri oynayamacağını düşünüp etrafındaki herkesi diliyle dövmektedir. Bir akşam oyun çıkışı, Margo'yu bekleyen hayranlarından biri ile tanışırlar, kimsesiz Eve Harrington. Nasıl olduğunu anlamadan bu genç kadın Margo ve dostlarının hayatına giriverecek, vazgeçilmez bir yardımcı olacaktır. Aylar geçtikçe Eve hepsinin dengesini ve hayatını değiştirecektir.
Klasik bir hikaye, çok sağlam oyunculuklar ve de nefis diyaloglarla bezeli leziz bir film. Her izleyişte aynı zevki veriyor.
Regarding Henry, 1991. Başrolde Harrison Ford, Anette Bening.
Henry, aldığı davaları kazanmak için her yolun mübah olduğuna inanan acımasız bir avukattır. Güzel karısı ve davaları gibi acımasız davrandığı küçük kızı ile New York'da lüks bir dairede yaşar. Sıradan bir akşam, öylesine bir paket sigara almak için markete gittiğinde Henry'nin hayatı da değişir, markette silahlı saldırıya uğrayıp kafasından vurulan Henry aylarca komada kalacak, hafızasını ve beyin fonksiyonlarını yitirecek; kendine geldiğinde sil baştan yürümeyi ve konuşmayı öğrenip kendi olmayı tekrar hatırlaması gerekecektir.
İnsanın nasıl değişebileceğini anlatan, Harrison Ford'un belki en sevdiğim filmi. Defalarca izlemişimdir.
Scent Of A Woman (Kadın Kokusu), 1992. Başrolde Al Pacino, Chris O'Donnell
14 yaşımdan beri Al Pacino'yu severim. Şimdi 33 yaşında olduğuma göre, hayatımın yarıdan fazla bir zamanı ben bu adamı sevdim, hala da seviyorum. Aşkım sanırsam bu filmle depreşmişti. Kadın Kokusu'nda Al Pacino gözleri görmeyen emekli kurmay albay Frank Slade'i canlandırıyordu. Yardımcı rolde de inanılmaz başarılı ve de o yıllarda tüyü bitmemiş Chris O'Donnell oynamakta idi.
Charlie (Chris) zengin oğlanların okuduğu tiki kollejin gariban burslu öğrencisidir. Noel'de ailesinin yanına gitmeye uçak bileti almak için Şükran Günü'nde bir bakıcılık işi ayarlar: kör albay Slade'in ailesi şehir dışındayken bu egzantrik adamın bakıcısı olacaktır. Tam o haftasonundan önce, Charlie zengin arkadaşlarının bir yaramazlığına şahit olur. Şımarık veletler, ukala müdüre pis bir oyun düzenlemişlerdir. Müdür suçluları yakalamaya kararlıdır o yüzden arkasında kimsesi olmayan garibim Charlie'yi tehdit ederek suçluları gammazlamasını ister. Bu sıkıntı ile Frank ile haftasonu geçirmeye gelen Charlie başka bir sürprizle karşılaşır. Frank emekli maaşını biriktirmiştir ve o hafta sonu New York'da alemlere akmaya kararlıdır, eh gözü görmediğinden Charlie'ye ihtiyacı olacaktır. Böylece Charlie kendini New York'a giden bir uçakta bulur. Daha ilk hostesle karşılaşmalarında Frank Charlie'ye hayat hakkında incilerini dökmeye başlar. Yolculuk hem Frank hem Charlie için beklenmedik sonuçlar doğuracaktır.
Ne diyeyim, Al Pacino'nun şakır şakır döktürdüğü, inciler saçtığı, sağlam bir dostluk filmi Kadın Kokusu. Bir körü mükemmel canlandıran Pacino'nun ağırlığından sıkılmamanız için adamımız tango yapıyor, parfüm kokusundan karakter tahlili çıkartıp, New York sokaklarında Ferrari ile geziyor son sürat.
Abartmıyorum, 30 kere izlemişimdir, baştan sona ve de sondan başa ezbere bilirim bu filmi:))) Ayrıca Al Pacino'nun her filmin finalinde etkileyici bir vaaz vermesi alışkanlığı da Kadın Kokusu'ndan sonra doğmuştur. İzlemediyseniz kaçırmayın.
The Three Musketeers (Üç Silahşörler), 1993. Başrolde Kiefer Sutherland, Charlie Sheen, Oliver Platt, Chris O'Donnell, Tim Curry, Rebecca DeMornay
En sevdiğim roman filme çekilmiş, en sevdiğim cool silahşör Athos'u da Kiefer canlandırmış. Tabii severim ben bu filmi. Pek çok kereler de izlemişimdir. Kitaptan oldukça farklı, eğlenceli ve de iyimser öyküsü ile tam bir Disney filmi idi Üç Silahşörler. Aslında elle tutulur yanı yok, pek boş bir film ama hem Kiefer hem de Charlie birarada olunca, kılıç tokuşturup kardinalin adamları ile dövüşünce bana da üst üste izlemek düşüyor bu pek zayıf uyarlamayı. Filmin en zevkli yanı, hain kardinal Richlieu'yü canlandıran harika Tim Curry ve mimikleri.
Dead Again (Yeniden Ölmek), 1991. Başrolde Kenneth Branagh, Emma Thompson.
Kenneth Branagh'ın nedense gelip Amerika'da çektiği, başrolü de o zamanlar karısı olan Emma ile oynadığı bir macera ve cinayet filmi Dead Again. Dedektif Mike, hafızasını kaybetmiş, hiçbir şey hatırlamayan bir kadınla ilgilenmeye başlar. Kadın geceleri 40 sene önce işlenmiş bir cinayete dair kabuslar görmektedir. Grace adını verdiği kadını hipnotize ettiren Mike, kabuslardaki cinayet hakkında bilgi sahibi olur. 40 sene önce, çok meşhur besteci, maestro Roman Strauss, malikanesinde karısı Margaret'i korkunç şekilde öldürmüş ve suçundan dolayı idam edilmiştir. Hipnoz seanslarına katılan Mike, geçmişteki cinayeti çözerek Grace'e yardımcı olmaya çalışır.
Geçmişteki ve günümüzdeki hikayeyi birbirine koşut anlatan paralel kurgusu, etkili müziği ve esrarlı cinayet öyküsü ile gayet sevdiğim bir film. Filmden bir cümleyi onca yıldır sayıklar dururum hatta: "It's all over Frankie!!!"
Field Of Dreams (Düşler Tarlası), 1989. Başrolde Kevin Costner, James Earl Jones
Hatırlar mısınız bilemem ama Kurtlarla Dans ile patlamadan önce Kevin Costner bir beyzbol filmleri bunalımı yaşamış idi. İşte o filmlerden biri de Düşler Tarlası idi ama film beyzboldan çok öte birşeyle ilgileniyor, rüyalarının peşinden koşmakla.
Ray Kinsella, Iowa'lı bir çiftçidir, mıısır tarlalarını ekip biçerek evinin ipoteğini ödeyen sorumluluk sahibi bir adam, karısını seven bir koca, şefkatli bir babadır. (Ayrıca ilahlar kadar da yakışıklıdır. Boru mu, Kevin Costner'ın tanrı olduğu seneler!) . Herşey Ray'in bir gece tarladan gelen esrarengiz sesi duyması ile değişir: Eğer inşa edersen o gelecek. Neyi inşa ederse kim gelecektir? Ray bu mesajdan şaşkına dönmüştür. Ama biraz düşündükten sonra mısır tarlasını söküp bir beyzbol sahası kurmaya karar verir. Tarla gider, saha gelir. Hiçbir şey olmaz, üstelik de mısır gittiği için iflasın eşiğine gelirler. Ama bir akşam küçük kız sahada birini görür : Shoeless Joe Jackson. Çoktan ölmüş bu beyzbol oyuncusunun hayaleti sahaya oynamaya gelmiştir! Ray bir sonraki mesajı da dinleyerek maceranın peşinde koşmaya devam eder.
Düşler Tarlası, hayattaki en büyük pişmanlığımız ve onu telafi edip edememek hakkında çok güzel bir film ve ben bu filmi çok severim. O dönemde hayvanlar gibi yakışıklı olup çok da güzel rol yapan Kevin Costner'ın bu sevgiyle bir alakası yok!,
Dangerous Liaisons (Tehlikeli İlişkiler), 1988. Başrolde Glenn Close, John Malkovich, Michelle Pfieffer, Uma Thurman, Keanu Reeves.
Choderlos de Laclos'un klasik romanından uyarlanan tarihi kostüm draması. Film devrim öncesi Fransa'da artık sefahatten ne yapacağını şaşırmış, birbirine habire entrikalar kurup yatak oyunları çeviren gözü dönmüş asilleri anlatıyor. Bu topluluğun başında Markiz Merteuil ve Vikont Valmont gelmektedir. Bunlar aslında iki eski aşıkken şimdi çevirdikleri oyunlarla insanları kukla gibi oynatıp eğlenen 2 müttefik olmuşlardır. Markiz, Valmont'dan genç Cecile de Volanges'ı baştan çıkartmasını ister. Annesi Cecile'e aslında Markiz'in sevgilisi olan zengin adamla nişanlamış, adam da Markiz'den ayrılmıştır. Eğer Valmont düğünden önce Cecile ile yatarsa, Markiz'in intikamı da alınmış olacaktır. Böylece Valmont'un pek çok kişiyi yıkacak tehlikeli oyunu başlar.
Muhteşem kostümler, şahane dönem mekanları, Glenn Close ve John Malkovich'den sarsıcı performanslar ile defalarca kendisini izlettiren şahane bir film.
Strickly Ballroom (1992). Başrolde Paul Mercurio, Tara Morice
Baz Luhrmann'ın bu ilk filmi, Avustralya'daki bol renkli ve de curcunalı salon dansları dünyasını anlatıyor. Yakışıklı Scott, şampiyon anne babasının gözbebeği, harika bir dansçıdır ve şampiyonluk yolunda ilerlemektedir. Gelgelelim Scott artık federasyonun belirlediği standard adımları kullanmak istemez, kendi adımları ile dans etmek istemektedir o. Katıldığı yarışmada bu sebepten olay çıkınca partneri Scott'ı terk eder. Şampiyonaya katılmak için partner bulmak zorunda olan Scott, acemi dansçı Fran'e ders vermeye başlar. Fran Scott'dan dansetmeyi öğrenirken Scott da bu başta alımsız görünüp gitgide hoşlaşmaya başlayan kızdan bazı şeyler öğrenecektir.
Klasik konu, kesinlikle klasik olmayan, gayet yaratıcı sinema dili ve harikulade dansları ile kendini defalarca izlettiren bir film Strictly Ballroom. Esprili, eğlenceli, danslı manslı bu filmi çok seviyorum.
Sizin var mı böyle döndüre döndüre izlediğiniz filmler?
xo xo
oyh, dead again'i küçükken yarım yamalak izlemiş, sonlara doğru en heyecanlı yerinde bırakmak zorunda kalmıştım (elektrik kesilmişti galiba!), sonra yıllarca aradım, nefis konusu aklımdan çıkmadı... birkaç yıl önce buldum ve pek mutlu oldum tabii (galiba aynısı daddy long legs - juddy uzunbacak için de geçerli, hoho). bundan başkaa, dangerous liaisons'la flatliners da benim tekrar tekrar seyrettiğim filmler. daha çok film yazısı yazsana judy, bak ne güzel oluyor :)
YanıtlaSilJudycan,
YanıtlaSilseni mimleyemiyorum ama bir istekte bulunuyorum. Bir de şöyle derin bir nefes alıp konsantre olsan, en sevdiğin oyunlar listesi yazsan?
Pride and Prejudice, Jane Eyre, Matrix1, Geleceğe Dönüş Serisi, Esaretin Bedeli, Pretty Woman bıkmadan usanmadan defalarca izlediğim ve izleyeceğim filmlerdir sanırım.
YanıtlaSilÇavlan: cesaretlendirdin beni yaşasın:) Filmleri çok seviyorum, o zaman biraz daha sevdiğim eski püskü filmlerden bahsedeyim yuppiii:)
YanıtlaSilDead Again benim Kenneth aşkımın depreştiği film olmuştu. Yalnız her filmde aynı şey, önüme gelene aşık oluyormuşum o senelerde, aa onu seyrettim Kiefer'ı sevdim, bunu seyrettim Kenneth'i beğendim... noluyor canım??? ahahaahah:)))))))))
rock lee : seve seve oyun yazarım, ama beğenir misiniz bilmem. Tomb Raider, Lego film uyarlamaları, hidden object, adventure.. hep bunları oynuyorum:))
ilk yazmak istediğim LEGO Pirates of the Caribbean :)))
Ennecik : heyyy işte yorumun çıkmıştı blogda:))) Geleceğe Dönüş serisini daha dün izledim, her izleyişimde heyecanlanıyorum, yıldırım tam o an çarpacak mı, Marty geleceğe dönebilecek mi? :))) Pride'ı da her izleyişimde Bay Darcy'nin Lizzy'e bakışları aklımı alıyor aklımı :))
Çizgi Ötesi ve Tehlikeli İlişkiler benimde defalarca izlediğim filmlerden. O filmde John Malkovich'den etkilenmemek imkansız.
YanıtlaSil