27 Şubat 2012 Pazartesi

2012 Oscar Ödül Töreni Kırmızı Halı Maceraları

İki senedir ağız tadıyla Oscar töreni izleyemiyorum biliyorsunuz Ezel yüzünden, oh bu sene rahat rahat izleyeceğim birazdan NTV'de programın tekrarını.Tabii, sabahtan bütün kıyafetlerin fotoğraflarını silip süpürdüm, yılın benim için en eğlenceli kıyafet postunu yazmaya oturdum, çok mutluyum dostlar.

Bu sene törende, sitemizin ikonası Nicole Kidman yok idi. Ayrıca kırmızı halıda çarpıcı kıyafetleriyle her daim soluk kesen Charlize Theron'u da göremedik. Halıların gediklisi Anne Hathaway ise, geçen seneki berbat sunuculuğundan sonra bir süre Oscar amcanın çevresine yaklaştırılmıyor herhalde, o da yoktu.

O halde kıyafetlere bakmaya ennn sevdiğimden başlayalım: Natalie Portman.




İnanamıyorum ama Natalie'cik bildiğin puantiyeli basma bir elbise ile gelmişti törene:)) 1954 senesinden kalma vintage bir Dior tasarımı imiş bu entari ama bence Oscar kırmızı halısında hafif kalmıştı. Kesinlikle Natalie'nin en iyisi değildi bu seçim ama kendi o kadar güzeldi ki elbiseye laf edemiyorum.




Valla bence dünyadaki en güzel yaratık şu yıllarda Natalie. Yoksa galakside mi demeliyim? O değil de, elbisenin yakın çekimlerini gördükçe iyice yakıştıramadım Oscar'a. Siz ne dersiniz?

Gecenin en çarpıcı 2 kadını vardı benim için. Pırıl pırıl Elie Saab tuvaleti içinde Milla Jovovich adeta Olimpos dağından lutfedip biz ölümlülerin arasına inmiş bir tanrıça gibiydi. Bembeyaz Tom Ford elbisesiyle Gwyneth Paltrow ise muhteşem bir Grace Kelly olmuş idi adeta. Ağzım açık kaldı lan bunları görünce. Kendimi balkabağı gibi hissettim. Ezik miyim ben dostlar?






Yani dünyadaki güzellik payının çoğu Milla'ya verilmiş de biz de kapının arkasında mı kalmışız o sırada neler oluyor yaleppimm??




Gwyneth Paltrow bu haliyle şıklığın tanımını yaptı bence. O pelerinin yarattığı etki inanılmaz. Kelepçe bileklik müthiş uymuş. Çok etkilendim. Elbise de bembeyaz, dümdüz birşey. Neden bu kadar çarpıldık anlamadım. Pelerin yüzünden diyorum. Çünkü ödül sunmaya geldiğinde pelerinsiz aynı derecede etkili olmamıştı elbiseciği.

Jennifer Lopez her zamanki gibi göbeğine kadar dekoltesini açmış, kıyafetini de halıda beğenmedim. Götümü nasıl daha büyük gösteririm havası var sanki:


Amaaaa sahne üzerinde yürürken çok hoşuma gitti, işte tam diva gibi görünüyordu o an Jennifer Lopez. Elbise Zuhair Murad tasarımı:


Ayyy Cameron Diaz ise kocaman bir hayal kırıklığı oldu, hiç beğenmedim o kremalı pasta gibi eteğini Cameron! Bu vesileyle onu da geçmiş olduk.

Gecede çok çarpıcı bir Alexander McQueen elbise vardı:


Hiç tanımadığım Jessica Chastain giymiş bu muhteşem, Hürrem Sultan'a layık kıyafeti amma, saçı mı desem, cildi mi desem, birşey olmamış, kadıncağız elbisenin içinde kaybolmuş gitmiş. Silik kalmış yani. Yazık olmuş McQueen'e.



Emma Stone'u görür görmez aklıma tek bir görüntü geldi. Nicole'ün 2007'deki o efsane hali:

Nicole Kidman 2007 Oscars Red Carpet


Aaahh Nicole, sen bu muhteşem tanrıçadan törene gelmeye üşenen bir hanımanne'ye dönüşecek kadın mıydın ühühühü. Emma Stone'un törendeki sunuculuğu ise çok eğlenceli ve sevimli idi. Pek hoşuma gitti:))


Bu sene kırmızı halının prensesi ise, herhalde kimse itiraz etmez, Penelope Cruz idi. Giorgio Armani tuvaleti, zarif gerdanlığı, özellikle 1950'leri anımsatan enfes saçları ile tam bir prenses gibiydi Penelope. Beğendim!



George Clooney'in sevgilisinin giydiği altın suyuna batırılmış gibi görünen Marchesa tuvaleti ise beğendim mi beğenmedim mi, bir türlü karar veremedim. Bazı fotolarda şahane, bazılarında 14 ayar görünüyor. O gül formunu çok sevsem de, elbise konusunda kararsızım. Siz ne diyorsunuz?



Gecenin adaylarından Michelle Williams'ın giydiği Louis Vuitton kıyafetin mercan rengini çok sevdim ama elbiseyi sevmedim sanırım. 


Yine yeni yeniden Meryl Streep ile aynı kategoride aday olup bir kere daha başını alan Glenn Close, gayet fit ve sıkı görünüyordu. Tabii sarkık kollarını ceketle saklaması iyi olmuş, beğendim. Tasarım Zac Posen imiş. Hani tasarımcıları aman aman yazıyorum, lazım mazım olur, birkaç tane kıyafet diktirmemiz gerekir. Aklımızda bulunsun diye ahahahaha:)))



Ve gecenin altın kızı, ödül kazanacağını öngörüp birebir Oscar kılığına girerek törene gelen biricik Meryl Streep:



Çok seviyorum Meryl Streep'i, ne giyse laf etmem, bana ne:)) Hanımanne kıyafeti giymiş ne giyecekti? Zaten artık rengini değiştirip hep aynı modeli giyiyor sanki:) Müthiş.

Veeee Amerika'nın kraliyet ailesi ile yazımızın sonuna geliyoruz dostlar:

Brangelina

Glamour kelimesi bu çift için yaratılmış sanki, mükemmel çift, hakiki royal family:



Angelia son zamanlar çok çarpıcı giyiniyordu, Oscar'a siyah Versace ile gelmesini beklemiyordum. Tarzından farklı, oldukça volümlü bir kıyafet, değil mi? Gece boyu neden bacağını attıra attıra poz verdi oradaki mantık ise beni aştı. Belki de elbise sola çekiyordu kimbilir? Ve o bacak (@AngiesRightLeg) ben bu satırları yazarken twitter'da 15.000 izleyici sahibi olmuştu. Düşünün bu kadının sadece bacağı!!! Başka bir kaç organ daha birleşse yıkılır o twitter ahahahah:)))

Siz kimleri beğendiniz dostlar?

xo xo

Ertesi gün hapı : 

Yoğun talep üzerine rüküşlükten yıkılan Livia Firth'ün fotosunu şuracığa konduruyorum. Bay Darcy'nin kolunda törene gelen biri böyle giyinmemeli idi, olacak iş mi dostlar?


Sırf siz sevgili izleyenlerimin hatırına editledim yazıyı bak, yoksa elbiseden tisskindiğim için koymamıştım en başta bu fotoyu ahahahaha:)))

25 Şubat 2012 Cumartesi

Hacı Baba Destur Ya Fış Fış

Dün öğle yemeğinde işten kaçıp şirketin yakınlarındaki Breads'e gittik. Yolu tarif ederken şöför amcaya  "göbekten U dönüşü yapiciz" dedim ve sonra dilim çözüldü,  "Anında bir U dönüşü, doğru hayvanat bahçesine. Oku bakıım AYIIII" diye söylerken buldum kendimi dostlar:))) Neyse amca birşey demedi, üzerine alınmadı, bizi gideceğimiz yere bıraktı.

Çalışmaya dönerken bindiğimiz takside ise söyleniyorduk, "şimdi işe gitmesek, sahile insek, kahvelerimizi içsek" diye mızmızlanırken, cd çalardan gümbür gümbür Cem Baba'nın sesi yükseldi: "İşçisinn sen işçi kaal, giy yine tulumlarııı" Ama nasıl güldük anlatamam, ilahi alemden bir işaret mi almıştık yoksa?? Meğersem bu şöför amca da Cem Karaca fanıymış. Şarkılar devam ederken biz tıpış tıpış işe döndük tabii:)

Akşam oldu, tam 6'ya 5 kala adet olduğu üzere müşteriye acele bir paket yollamam gerekti, paket hazırdı neyse içine birşey ekledim, adama mail yazarken bizim servistekiler "Aslı hadi görüşürüz iyi akşamlar" diye gülerek geçip gitmeye başladılar. Amannn teker döner, servis gider diye apar topar koşarak çıktım, tuvalete uğramadan doğruca servise koştum... Kötü fikir dostum, çok kötü fikir!!! Cuma akşamı E5 trafiğine bu sıkışmış vaziyette girmek gerçekten pek fena bir durum idi.


Serviste diken üstünde otururken, yine de Cuma neşesi beni sardı, Kübra arkadaşımla konuşmaya başladım, ama nasıl olduysa çenem düşmüş, adeta çene ishaline tutulmuştum.  Sular seller gibi bizim aileden, eski mahalleden filan bahsederken buldum kendimi. Sohbetimiz bildiğin monolog halinde ilerliyordu. Nereden laf açıldıysa böyle bir hatırlalar yolunda geziye çıkmış gibiydim. Anne babamızın sağlık hallerinden filan konuşuyorduk sanki, sonra ben annemle babamın beni 40 yaşından sonra yaptıklarını, tam bir tekne kazıntısı olduğumu anlatmaya başladım. Büyük abim, Balat'taki kocaman evde doğmuş. Hani şu Bizim Yenge dizisinin çekildiği ev bizimmiş 1960'ların ortasına kadar. Küçük abim ise Baltalimanı'nda doğmuş. Ben doğduğumda Bebek'e taşınmışmışlar amma ben Taksim Acil'de dünyaya gelmişim. Yuvarlak yanaklı, tombalak bir bebemişim, annem epey bağırmış beni pırtlatana kadar:)) Sonra, eski Opel arabayla beni alıp mahalleye getirdiklerinde, konu komşu balkonlara çıkıp alkış tutmuş, yıllar sonra nihayet çıkagelen bu kız bebeğe. Sonra yıllarca beni  prenses diye çağırdı bizim komşular, bu kraliyet merakım oradan geliyor herhalde:))


Mahallemiz şimdi o günlere göre bomboş görünüyor. Annemim komşuları hep taşınıp gittiler, biri de İspanyol gitarcıya kaçtı. Halbuki çok eğlenceli bir kadınlar grubu idiler ve yaptıkları günler dillere destandı. Okuldan eve dönderdin ve gün varsa, masanın üzerini birbirinden nefis yiyeceklerle dolu bulurdun. Misafir odasında kadınlar ciyak ciyak gülerek muhabbet ederlerdi, bazen ayıp birşeyden herhalde bahsediyorlarsa sesleri fısıltı seviyesine inerdi, biz içerden duyamazdık ne konuştuklarını:)) Hıdrellezde gül ağacı dibine gömdükleri küpü mahallenin genç kızının başında açar, küpe koydukları niyetleri çekip Orhan Veli'den şiir okuyarak yorum yaparlardı, bir nevi şiir falı yani.  Bazen şarkı türkü çalıp göbek bile atarlardı, ne eğlenceli bir grup idiler anlatamam. Bir kere de Rana teyzelerin arabasına doluşup kasetten Bülent Ersoy dinleyip şişeden viski içerek kafaları çekme hikayeleri var ama o başka bir yazının konusu.


İşte dün akşam serviste Kübra'ya bu renkli komşular grubundan tek tek bahsettim. Kübra bir yandan beni dirsekliyor, beri yandan gözlerinden yaşlar akarak gülüyordu. Bir sustum, bütün serviste mırıltılar kesilmiş, herkes beni dinliyor, ben hala durmadan anlatmaya devam ediyorum. O kadar güldük ki gözlerimden şar şar yaş aktı, Kübra  yana devrildi, sus nolur altıma işeyeceğim dedi en son. Sonra hep güldük:)))

Nihayet servisten inip metrobüse binerek Zincirlikuyu'ya, oradan otobüsle Etiler'e geldim, kendimi Akmerkez'in tuvaletine zor attım dostlar. Bu yazının başlığı da buradan geliyor işte, fış fış olmadan yetiştim neyse:))) O mahalle hikayelerini de toparlayıp sizlerle paylaşmak istiyorum. O zamanlar ne güzelmiş, dün akşam bir kere daha farkettim:))



Haftasonumuz böyle bol bol gülerek geçsin,

xo xo:)

23 Şubat 2012 Perşembe

Kerem Deren'in Kaleminden : UÇURUM

Ezel’in ve unutamadığımız karakterlerin yaratıcısı Kerem Deren’in yazdığı UÇURUM isimli dizi Salı gecesi başladı, eve gidene kadar başını biraz kaçırsam da dizinin devamı beni oldukça etkiledi.


Hikayenin odak noktasında ülkelerinde yokluktan Türkiye’ye kaçan Moldovalı kızlara zorla fuhuş yaptıran acımasız bir çete var. Çetenin en tepesinde büyük patron (bence pek olmamış Mahmut Gökgöz), onun altında işleri yürüten asıl kötü adam Yaman (evlere şenlik Erdal Yıldız), Yaman’a satılacak kızları bulan, çarkı döndüren post modern mama Nur (Esra Ronabar) var. Müşteri memnuniyetsizliğinden doğan bir olay yüzünden büyük patron Yaman’ı tehdit edip yeni kızlar bulmazsa başına gelecek olduğunu bildiriyor. Nur da Yaman için Moldova’dan yeni gelmiş iki kızcağızı kandırıp ağına düşürüyor bir güzel. Kızların büyüğü Eva (Lavinia Longhi) ülkesinde doktorluk yapan, akıllı, sempatik bir kız. Fakirlikten usanmış artık, bir de kıymetli küçük kız kardeşine iyi bir hayat yaşatamadığı için azap içinde, herşeyi bırakıp Türkiye’ye geliyor. Oyuncu çok şahane olmasa da sevdim kendisini. Kıymetli, nazlı küçük kardeş Felicia (Denise Capezze) ise abla sözü dinlemeyip onun peşinden otobüse atlıyor ve ikisi, doğruca “sizi ajansa kaydedelim, halkla ilişkilerde çalıştıralım, siz de kazanın biz de kazanalım” diyen Nur’un kucağına düşüyorlar. Nur önce güzel giysiler ve otel odasıyla bunların gözünü boyayıp sonunda diğer kızların hapis tutulduğu izbele odaya kapatıyor. Ardından Yaman gelip orospuluğu öğretiyor kızlara... Korkunç bir an bu, o kıymetli kızkardeşinin önünde ırzına geçilecek Eva'nın, ama Felicia'yı götürüyorlar odadan ve beklenmedik şekilde kaçmayı beceriyor Eva. Kızkardeşini başka bir odada 2 adamın altında çırpınırken buluyor. Adamlar silah çekince ne yapsın? Çaresizlik işte böyle birşey!!! Felicia'yı bırakıp kaçan Eva kendini Adem'in (Mehmet Ali Nuroğlu) taksisine atıyor.  Askerden yeni dönmüş Adem ise bu esnada intihar etmeye kalkışıyor idi.


Dizinin başında, hikayenin duygusallığı fazla ağır geldi bana ama kızlar İstanbul’a gelip ağa yakalandıkları anda, çarpıldım. Hikaye dramatikti tabii ama “Ajitasyon! Ajitasyon! Ajitasyon!” draması değil, çirkin gerçeği olduğu gibi adamın yüzüne çarpan cinsten bir dramaydı. O pezevenk Yaman'ın kadınlara işkence etmesi, Eva'nın ırzına geçmeye çalışıp, bir sürü gariban kıza zorla fuhuş yaptırması korkutucu sahnelerdi. Çok etkilendim. Keza Mehmet Ali Nuroğlu'nun karakteri.. dışarıdan kahraman asker olarak tanınan ama iç yüzünü ancak kendi bildiği ağır bir yükü taşıyan, hatta taşıyamayıp intiharın eşiğine gelen biri… Kerem Deren’in ustası olduğu geriye dönüş sahneleri ile tanık olduğumuz hikayesinde görüyoruz ki,  çatışmada yaralanan arkadaşını kurtarmaya çalışırken ölümüne sebep olmuş aslında Adem. O sahnede arkadaşının sarfettiği “ben bu dağlara ölmeye mi geldim?”  lafı ise  dünyalara bedeldi bence, çok dokundu bana. Bu konuda sarfedilmiş en gerçek söz buydu belki de, “ben Arnavutköylüyüm, bunları tanımam etmem, ben bu dağlara ölmeye mi geldim?”


Selçuk Yöntem ise, taksi şöförlüğü yapan kahramanımız Mehmet Ali’ye öylesine çay ikram eden kalender mahalle berberi rolüyle ilk bölümde ucundan kıyısından göründü ancak. O, bu hikayenin Ramiz dayısı mı olacak? Mehmet Ali ile bir olup fuhuş çetesini mi çökertecek? Aslında başka biri mi, bildiğin mahalle esnafı berber amca mı? Henüz bilemiyoruz. Fakat Kerem Deren’in bu karakterleri bir araya getirişi gayet başarılı idi. Artık hepsinin yolu bir şekilde birleşecek, biliyoruz.


Fakat bu hikayenin yıldızı benim gözümde Yaman karakteridir. Pek eşi benzeri görülmemiş derecede kötü bir karakter bu, tam rahmetli Erol Taş misali yollarda dayak atılası bir tipleme ve de kesinlikle tek boyutlu, karikatür bir kötülük değil bu. Gerçek manada korkutucu biri Yaman. Kerem Deren acaba bu hikayede en çok onun üzerinde mi çalıştı, kendisine sorabilmeyi çok isterdim. Misal, Ezel’de yazarımız, hiç rastlanmamış derecede çapraşık bir kadın karakteri, Eyşan’ı yaratmıştı. Bu hikayede de Yaman’ı yazmış işte. Adam ekrandan beni korkutmayı, kendinden tiksindirtmeyi başardı. Hani Ezel’in ilk sezonunda bir Kenan Birkan efsanesi oluşmuştu; gözünü kırpmadan hasmının evlatlarını öldürten acımasız bir adam olarak tanımıştık Kenan Birkan’ı. İşte bu Yaman, o efsanelerdeki Kenan Birkan’ın cismani hali. Gerçek ve ürkütücü, tabii onun da bir geçmiş hikayesi var, çok kısa bir anına şahit olduğumuz… inşallah sadece ilk bölüme has değildir bu geri dönüşler ve ilerleyen bölümlerde keşfederiz olanları. Çünkü Yaman’ın beraber çalıştığı mama Nur, bu pislik adama deliler gibi aşık. İnanılmaz bir hikaye bu, o iğrençliğin, alçaklığın, işkencelerin ortasında, bunların müsebbibi olan tipler arasında deli bir aşk var. Ha adam tarafında pek emin değiliz, gerekirse Nur’u bile satabileceğini açıkça belirtti Yaman çünkü. Ama Nur yüzdeyüz, koşulsuz aşık bu canavara. Nur kızları kandırıyor, bunu Yaman için yapıyor. Yaman ırzlarına geçip tehdit ederek fuhuş yaptırıyor kızlara. Nur ona yine de aşık. Neden, niçin, nasıl? Aklım almadı, bu hikayeyi de çok merak ettim açıkçası.

Dizinin görüntü kalitesini beğendim,  jeneriği şahane olmuş, müzikleri Alp Yenier yapmış, epey duygusal. Yönetmen Cem Karcı, Ezel’in ikinci yönetmeniymiş, ellerine sağlık onun da. Zaman zaman Uluç Bayraktar Son’u bırakıp buraya mı kaçtı diye düşünmedim değil.  


Yerli diziler çok uzun oldukları için sizlere aman kaçırmayın izleyin diyemiyorum, bunca saati diziye gömmek ister misiniz bilemem ama ben izleyeceğim. Umarım dizi yayında kalır, bu çarpıcı hikayeyi başından sonuna kadar izleyebiliriz. Kerem Deren’in ve tüm ekibin ellerine sağlık.

xo xo

18 Şubat 2012 Cumartesi

Her Telden : Oyun, Sevgililer Günü, Kate, Angie

Geçen haftasonu Star Wars 1. Bölüm'e gitmiştim ya, filmden çıkınca koşa koşa oyuncakçıya gidip yeni SW dalgasına teslim oldum dostlar. Tam tüketim çağı çocuğuyum işte: daya filmi, daya oyunu, oyuncağı; elalemi zengin etsin :)) Darth Vader aldım bir tane, kütüphaneme yerleştirmek için. Konya'dan getirdiğim bembeyaz Mevlevi dervişinin yanında kapkara Sith Lordu tuhaf görünceğinden Vader'ı başka bir bölmeye yerleştirdim tabii, ama önce kediyi epey bir kızdırdım ahahaah, sinir oldu heyvan Vader'a! Sürekli pençe attı, ısırdı, aman vermedi kara Lorda:))


Haftasonunun kalanında Lego Star Wars PC oyun serisinin üçüncüsünü, Clone Wars oyununu oynadım. Oyunu Steam'den aldım. Steam'i Çavlan ve güzelim Limbo yazısıyla keşfetmiş idim sağolsun:) Yeni oyunları satın alıp indirebileceğiniz, demoları oynayıp forumda diğer oyuncularla fikir alışverişi yapabileceğiniz bir oyun platformu Steam. D&R'da 99 liraya satılan Lego Star Wars III The Clone Wars, Steam'de 20 USD (46 lira çıktı ekstrede) . Paypal ile güvenli bir şekilde satın alıp, bilgisayarınıza indiriyor ve oyun keyfine başlıyorsunuz. Misal, Lego Harry Potter Years 5-7 henüz buralarda görülmedi ama ben an itibariyle Steam'den indiriyorum:)) Böyle şahane bir oluşum işte Steam.

Victory? Victory, you say? Master Obi-Wan, not victory. The shroud of the Dark Side has fallen. Begun, the Clone War has! 
 
Oyun ise gayet zevkli, Star Wars aleminin benim pek bilmediğim bir bölümünde maceralar geçtiği için benim için daha da heyecanlı oluyor tabii. Zaten şu Lego oyunlarını ayrı bir yazıda ele almak istiyorum. Hemen hepsini oynadım.  Çok seviyorum bu basit, renkli, eğlenceli oyunları:))

Geçen haftanın aman aman herkesi heyecanlandıran meselesi Sevgililer Günü idi tabii. Biz de birbirini seven arkadaşlar olarak biraraya geldik, ne kadar şahane değil mi? Minik Sinem bizimle buluşamadı yalnız, çünkü memleketten babası gelmiş idi. 


Valentine'i kutlamak için (o ne lan?:)) kızçelerle beraber fajita yedik, kırmızı şarap kadehlerimizi tokuşturduk, bol bol sohbet ettik... Gecenin en eğlenceli muhabbeti ise benim çocukluk tekerlemelerim oldu. Size de olur mu, dünkü şeyleri anımsamazsın da ufacık bir veletken ezberlediğin küfürlü şeyler hep aklında kalır. Mesela bir tanesi şu:

Toros dağlarının etekleri, götüne girsin bal petekleri
Bal peteklerinde ballar, götüne girsin ayağımdaki postallar
Ayağımdaki postalların bağları götüne girsin Toros dağları...

Sanki böyle sonsuz bir döngüyle uzayıp giden bir şiirdi işte, 20 seneden fazla olmuş ki hala aklımda. Bir diğeri de sayılarla ilgili olan tekerleme idi, mesela bunu Deniz de anımsamıştı, o da söylermiş küçükken bunu:

Bir! Pirenin götüne gir!
İki! Tilkinin siki!
Üç! ???
Dört! Dön de götünü ört!
Beş! Beşikten düş!
Altı! Babanın bıyığı yolda kaldı!
Yedi! Yengem seni yedi!
Sekiz! Serçe boku ağzına sakız!
Dokuz! Götüne kıllı topuz! (ahahah bu iyiymiş)
On! Osman'ın götüne kon! (bir klasik)

Böylece çok eğlenceli bir sevgililer günü yaşamıştık sevgililerimle dostlar:)

Sevgililer Günü'nde boş durmayan bir başkası da Cambridge Düşesi Catherine idi. Prens kocası William, askeri görevi için Falkland adalarına gidince, Catherine de hamisi olduğu hayır kurumlarını ziyaret etmeye başlamıştı. Sevgililer gününde, Catherine, Liverpool'da bir çocuk hastanesini ziyaret etti. Sade kahverengi palto ve düz siyah etek-kazak giyerek dikkatleri kıyafetinden uzaklaştırıp hayırseverliğe çekmeye çalışmıştı sanırsam. O kadar sadeydi ki, Kate Alert yapmadım. Ama çocuk hastalarla çektikleri fotoğraflar beni etkiledi. Çok sıcak ve gerçekten ilgileniyormuş gibi görünüyordu. Aferim Kate!




Bu haftanın son güzelliği ise Angelina Jolie'den geldi. Angie bu aralar Brad ile beraber yönetmenliğini yaptığı Blood & Honey filminin tanıtımı için Avrupa'yı turluyor. Paris'teki halini o kadar çok beğendim ki anlatamam, şuracıkta bir fötösü olsun istedim:





 Kıyafet Ralph and Russo tasarımı imiş.



Brad ve Angie hiç ayrılmasınlar istiyorum. Güzellikleri, yetenekleri, dünya çapında hayır işleri ve boy boy, renk renk, her cinsten yavrularıyla gerçek bir kraliyet ailesi onlar bence.

Cuma günü de bekledik, afet inecek, tufan kopacak acaba nasıl birşey görelim dedik ama çok şükür, soğuk ve biraz kardan başka bir facia yaşanmadı.

İşte bir hafta böyle geçti, mutlu ve eğlenceli haftasonumuz başladı dostlar:)

yaşasın Cumartesi!

xo xo

13 Şubat 2012 Pazartesi

Star Wars Episode I : The Phantom Menace 3D

Star Wars serisinin 4. bölümü olan ilk Star Wars filmini 1977 senesinde gösterime soktuğunda, George Lucas sinema tarihini adeta baştan yazmış; bilhassa kurduğu özel efekt firması ILM ile bugün izlediğimiz şekliyle filmler çekilmesini sağlayan teknoloji devrimini gerçekleştirmiş idi. Yine de hikayesinin başını anlatmak için elindeki imkanları yetersiz buluyordu. Böylece; 6 bölümlük, çok çok uzaklardaki bir galakside geçen, iyi ve kötünün mitolojik çatışmasını temel alan bu serinin dördüncü, beşinci ve altıncı bölümleri; 1977-1980-1983'de gösterime girdiler. Hikayenin ilk 3 bölümü ise, doğru zaman geldiğinde anlatılmak üzere rafa kaldırılmıştı. Star Wars üçlemesi tek kelimeyle fenomen oldu. Muazzam bir endüstri haline geldi, filmlerin çok ötesine taştı. Filmlerin öncesini ve sonrasını anlatan expanded universe adı altında toplanmış sayısız eser yaratıldı. Kitapları, tekrar tekrar farklı eklentilerle basılan dvd setleri, oyunları, oyuncakları, hatıra objeleri derken yıllarca iliğimizi kemiğimizi sömürdü Lucas Amca. Sömürdü ama benim adıma en azından çektiği paranın yerine çok anlamlı birşey koydu. Yıllar boyu sinemada, (evet hepsini sinemada izlemeyi becerdim) ardından dvd'de sayısız kere izlediğim filmlerin hikayesi, Jedi şövalyeleri, hepimizi saran GÜÇ;  milyonlarca insan gibi benim için de hayatın anlamı haline geldi.

Star Wars efsanesinin başlangıcı, hikayenin sonu: Bölüm 4 - 5 - 6

Hikayenin başını öğrenebilmek için yıllarca beklememiz, büyüyüp yaşlanmamız gerekecekti. O zamana değin bildiğimiz, 4-5-6. bölümlerde anlatılanlardan ibaretti. Peki ne olmuştu da Anakin gücün karalık tarafına geçmişti. Jedi ustaları Obi-Wan Kenobi ve Yoda neden bir başlarına inzivaya çekilmişler, binlerce yıllık Galaktik Cumhuriyet nasıl olmuş da imparatorluk haline gelmişti? Nihayet 1997 yılında George Lucas 1. bölümün hikayesini tamamladı ve çekim çalışmaları başladı. 1999'un Mayıs ayında film gösterime girdi. İkinci ve üçüncü bölümler, yine üçer yıllık aralarla 2002 ve 2005'de gösterime girecek ve hikaye tamamlanacaktı.

Hikayenin tamamlanması : Bölüm 1 - 2 - 3

Bu sene, Star Wars serisi 3 boyutlu olarak ve bu sefer hikayenin kronolojisine uygun sırayla tekrar gösterime girmeye başladı. Episode I : The Phantom Menace (Gizli Tehlike) Cuma günü gösterime girdi bile.  (gelecek 5 yıl boyunca filmler gösterime girmeye devam edecek). Her bir filmi baştan sona ve de sondan başa ezbere biliyor olsam da, haftasonu koşa koşa filme gittim, ömründe Star Wars izlememiş Minik Sinem arkadaşım da benimle geldi:)

Qui-Gon ve Obi-Wan, Darth Maul'a karşı

Star Wars hikayesinin başlangıcını anlatan filmimiz, Galaktik Cumhuriyet'in sarsılmaya başladığı dönemde başlıyor. Ticaret federasyonu, küçük Naboo gezegenine yasal olmayan bir abluka düzenlemiştir. Galaktik Senato ablukayı görüşürken, Şansölye Valorum, gizlice usta jedi Qui-Gon Jinn ile çırağı Obi-Wan Kenobi'yi, Ticaret federasyonunun genel valisi Nute Gunray ile görüşmeye gönderir. Nute Gunray aslında çok büyük ve karanlık bir gücün maşasıdır, sonuncu ve en güçlü Sith lordu Darth Sidious'dan emir almaktadır. Darth Sidious, Jedi düzenini yıkarak 1000 yıldır soyu tükenmiş olan sith düzenini kurmak için muazzam bir plan uygulamaktadır.  Darth Sidious gücün karanlık tarafında o denli kuvvetlidir ki, Cumhuriyetin koruyucusu olan Jedi'ların görüşlerini bulutlandırır. Hiç biri burunlarının dibindeki Sith Lordunu farkedemez, gelecekteki felaketi öngöremezler.

Darth Maul

Qui Gon ve Obi-Wan abluka altındaki Naboo gezegenine ulaşmayı başarıp, genç kraliçe Amidala'yı Ticaret federasyonunun elinden kurtarırlar. Galaktik Cumhuriyetin merkezi olan Coruscant şehrine dönerlerken uzay gemileri bozulur ve ücra Tatooine gezegenine zorunlu iniş yaparlar. Gemi için gerekli parçaları ararken küçük köle oğlan Anakin Skywalker ile karşılaşırlar. Anakin'de gücün çok yoğun oldğunu farkeden Qui-Gon onu yanına almaya karar verir. Bu esnada Darth Sidous kraliçenin peşine çırağı Darth Maul'u takmıştır. Jedi şövalyelerimiz 1000 yıldır galakside görünmemiş bu tehlikeli gizli düşmanla çarpışmalı, genç kraliçe ise gezegenini ablukadan kurtarmanın bir yolunu bulmalıdır.

Kraliçe Amidala

The Phantom Menace, genellikle 6 filmlik seride en az sevilenidir, sebebi de ondan önce yayınlanmış eski filmlerde görülmemiş derecede şebek bir karakteri içermesi, galaksinin en nefret edilen elemanı Jar Jar Binks'e büyük bir rol vermesi. Jar Jar, filmi izleyen çocukların bayılacağı ama eski üçlemeye düşkün bizim grubun tepesini attıran, bu seride görmeye alışık olmadığımız derecede komik bir karakter. (Yumuş ayıcık Ewoklar'dan bile beter). Seriye yeni başlayacaksanız Jar Jar sizi sıkabilir.  Onun dışında filmde, eski üçlemedeki esrarlı, ciddi  pek hava yok, çünkü Jedi şövalyeleri münzevi olmamışlar, galaktik cumhuriyetin göbeğinde, evrende düzenin koruyucusu olarak aktif olarak görev başındalar. Yine de en karizmatik Jedi şövalyelerinden Qui-Gon (Liam Neeson) ve genç padawan (öğrenci yavru Jedi) haliyle Obi-Wan (Ewan McGregor), gayet zevkli, görselliği ve koreografileriyle etkileyici ışın kılıcı düellosu sahneleri sunuyorlar bize. Darth Maul harika bir kötü karakter. Süper hızlı pod yarışı sahnesi oldukça zevkli. Seriye yabancı olan arkadaşım sıkılmadan izledi filmi. Benimse sürekli gözlerim doldu, özellikle de belli müzik temalarını duyduğum sahnelerde bir hoş oldum. Filmin müziği tabii ki John Williams'a ait ve Londra Filarmoni Orkestrası ile kaydedilmiş; filmin müziğini dinlemek bile başlıbaşına büyük bir zevk.

Obi-Wan Kenobi , Qui-Gon Jinn

3 boyut olayına gelirsek, filmin neresi 3 boyutlu idi anlamak zordu. Gayet gereksiz olmuş filmi 3 boyuta çevirmek. George amca paracıklarımızı bir kere daha sömürmek için bu 3 boyut mevzusunu uydurdu herhalde ne bileyim ahahah:)) Yani o anlamda heyecan verici hiçbir yanı yok filmin. Star Wars da neymiş, şöyle 3 boyutlu film izleyeyim diyorsanız aman sakın gitmeyin. Benim gibi Star Wars fanıysanız zaten gideceksiniz. Diğerleri için de nihayet seriye başlamak için güzel bir fırsat.

Güç daima sizinle olsun !


xo xo


11 Şubat 2012 Cumartesi

Mağazaya girerken alarmın COV COV ötmesi

Bazen mağazanın tekine girerken kapıdaki alarm cov cov öter ya? Bilmem size de olur mu? Bana son zamanlarda çok olmaya başladı, ne felaket! Birşey çalmadığım halde mağazaya girerken ya da çıkarken cov cov alarm ötüyor, ışıklar yanıp sönüyor, kafalar bana doğru dönüyordu. Önce Akmerkez Mango'da öttüm. Öyle bir nümayişle mağazaya girince ne yapayım bari birşey alayım da çıkarken başıma birşey gelmesin diye ilk gördüğüm en ucuz elbiseyi kaptım, denemeden aldım. O elbise de işte yılbaşında şirket partisinde giydiğim elbise idi, karından büzgülü, hiç yakışmayan. Neyse, elbiseyi alıp alı al, moru mor ödeyip kapıya koştum ki COV COV COV hayminako yine ötüyordum. Neyse başıma birşey gelmedi, (sanki ne olacak, yukarıdan kafama kocaman bir çekiç mi inecek, dev fare kapanı üzerime mi kapanacak ahaahah). Döndüm kasaya, kasiyer kız torbayı tekrar barkod öldüren cihazdan geçirdi, "burada birşey yok" dedi manalı manalı:)) Tabii elbisede sorun yoktu, sorun çantamda idi, ben de yazık yine COV COV öterek terkettim mağazayı.



Sonra aradan bir zaman geçti, kızçelerle Cevahir'de buluşmuştuk. Ben erken gittim, madem öyle Zara'yı gezeyim dedim. Ama Ocak ayında indirimin yeni başladığı, milletin mağazalardan taştığı günlerdi. Kalabalıktan içim daraldı, kendimi dışarı attım, COV COV COV! Yine ötmeye başlamıştım! Üstelik her mağaza bana bu tepkiyi vermiyor idi, yani mayın tarlasında yürür gibi, bazen ötüyordum, bazen ötmüyordum ve nerede başıma bu işin gelebileceğini tahmin edemiyordum. Misal Koton beni sessiz sakin kabul ederken, LCW kapıdan içeri sokmuyor idi. İnci gel hoşgeldin diyor, Hotiç git bi çay koy diye dehliyor idi. Asabım bozulmuştu, ne yapacaktım? Kızçeler gelene kadar Pull&Bear önünde dikelip bekledim (Öterim diye korkudan içeri giremedim). Sonra da bir bir geliveren arkadaşlarıma derdimi anlattım, "öyleyken böyle, ötüyorum ben" dedim. Meğersem bu iş Seval'in de başına gelmiş, girmiş bir mağazaya çantasının yeniden canlanan alarmını öldürtmüş. Zombi alarmlar söz konusu yani. Ölüp ölüp canlanıyorlar.


Ya sabır diyerek gittik yemek yedik, sonra indirim zamanı ya, haydi mağaza gezelim dedik ve Zara'ya geri döndük. Aman ben daha girerken COV COV COV ötmeyeyim mi? Seval de öteden "aa hanımın çantası öttü, içinde ne var acaba" demesin mi? Mosmor oldum dostlar:)) Kasaya gidip durumu açıkladık, çantamı barkod cihazının üzerinde gezdirip barkodunu öldürdüler, ben de rahat nefes aldım. Ondan sonra rahat rahat ötmeden mağazalara girip çıktım ama her seferinde bir huzursuzluk ensemde... Ya öterse? Ya öterse? Bir de bilmem dikkat ettiniz mi, alışveriş merkezinde gezerken etraftan sürekli bu alarm sesi geliyor. Ay aman ben ötmeyeyim diye telaşlanıyor insan.


Bu hadiseden sonra epeyce bir süre huzurla mağazalara girip çıktım. Ta ki Perşembe gününe kadar... Perşembe günü kabus geri döndü, zombi alarm canlandı! Öğlen arasında işten kaçıp Marmara Forum'a gitmiştik yemeğe; Özlem çizme alacakmış, Hotiç'e girdik, girmemle ötmem bir oldu. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü tabii, cov cov cov! Sonra İnci'ye girdik, orada ötmedim. Daha da beter ikircikli bir durum... Ötecek miyim ? Ötmeyecek miyim? Kuş mu bu canım???


Nihayet Cuma akşamı iş çıkışı, son günlerdeki keyifsizliğimi retail therapy ile iyileştirmeyi düşünerek eve gitmekten vazgeçip Cevahir'e uğradım. Aklımda şöyle yan takabileceğim bir çanta almak vardı. Zara'ya girdim, girerken ötmedim ama çıkarken COV COV COV! Mango'yu denedim, orada da COV COV COV! O zaman ilk girdiğim yerde Seval'den öğrendiğim gibi yeniden canlanan zonbi barkodumu öldürtmeye karar vererek üst kata çıktım. Derimod'a bakayım dedim COV COV COV! Kasaya gittim, "öyleyken böyle, çantamın barkodu canlandı, öldürebilir misiniz" dedim. Kasiyer adam "Çantanızı Nine West'den almışsınız, ben öldüremem, onlar öldürebilir barkodu" diye refüze etti beni. Sinirim burnumun ucunda koşa koşa Nine West'e gittim, öte öte kapıdan içeri girip ilk gördüğüm tezgahtara "Ben bu çantayı önceden aldıydım da, ama barkodu canlandı da, her mağazada ötüyor da vıy vıy vıy" ağlandım, bıdı bıdı adamcağızın beynini yedim. Tezgahtar gayet sakin, "çantanız ötmez, biz çantaların içine barkod koymuyoruz, makyaj malzemesi var mı, onlar ötebilir" dedi. Ulan yüzüm pelte gibi sapsarı, suratımda bi damla boya yok ama benim cevap "aaa rujum var" ! Sonra da tam 3 tane ruju çıkarttım çantadan sihirbaz gibi ahahah. Adam çantayı kapıya götürdü, yine öttü namuzsuz. "Cüzdanınızı deneyelim" dedi, Seval'le beraber aldığımız eski mor cüzdanımı çıkarttım, adam denedi ve COV COV COV! Bunca zamandır öten, çantam değil, bu yandan yemiş, terbiyesiz, ahlaksız, alçak cüzdanmış meğersem dostlar!!!


Oracıkta oturup cüzdanımı zavallı masum çantamın içine boşalttım. Sonra o şerefsiz mor şeyi atsın diye bana yardımcı olan tezgahtara verdim, o da inat etti, cüzdanın içindeki barkodları sökmeye başladı. Ama epey uğraştı, tırnakladı filan. O uğraşırken ben de kendime yeni bir çanta seçtim ahahah. Yan takabiliyorum, benim ölçülerime göre biraz ufak ama güzel, hoşuma gitti:)

Tabii artık o alçak cüzdanı kullanacak değildim. Zaten eskimiş, yıpranmış, çirkinleşmiş idi. Hemen YKM'ye gidip bulduğum en ucuz cüzdanı aldım, ohhh. Kasada iyice öldürttüm barkodunu, sonra bir yere oturup her tarafına parmak atarak içinde barkod var mı diye güzelce kontrol ettim:)

Oh, artık içim rahat. Zombi barkodların saldırısından kurtulmuştum dostlar.

Sizin de başınıza geldi mi böyle COV COV hadiseler?

xo xo

9 Şubat 2012 Perşembe

Kate Alert : İlk tek başına resmi görevinde Kate galeri gezdi

Düşes Kate de bizim gibi kültür mantarı olsa gerek sevgili dostlar. Çünkü, yıl başında nihayet kraliyet ailesi üyesi olarak hamilik etmeyi kabul ettiği 4 tane kurumdan biri National Portrait Gallery idi. Bu yanlış hatırlamıyorsam Trafalgar meydanındaki The National Gallery'nin yanından dolaşıp girdiğin müze, gezmiştim de Londra'da iken, oradan anımsıyorum. Bütün kralların, hükümdarların vs portreleri vardı müzede. Hatta ben gezerken Prenses Diana'nın fotoğrafları için bir sergi düzenlenmiş idi, ne güzeldi.

Efendim, National Portrait Gallery, Lucien Freud'un portrelerini sergiliyormuş bu ay. Genç Düşes de, ilk görevi olarak galeriyi desteklemek amacıyla bu sergiyi gezdi az önce. (gerçekten olay az önce gerçekleşti, ben de İngiliz bulvar basınından takip ettim gelişmeleri:)))



Catherine, bu akşam gri tüvit bir ceket-elbise giydi. Saçları yine lüle lüle omuzlarından dökülüyordu ki bu beni pek sıktı artık. Siyah, füze gibi topuklu ayakkabıları ve ışıltısıyla gözümü çıkartabilecek kapasiteye sahip evlere şenlik elmas bilekliği ile çok sade ve mazbut görünüyordu Kate:


Kıyafet benim zevkime göre fazla hanımanne kaçmıştı. Allahtan etek boyu dizüstü idi bari. En azından kalın  kumaşı ile Barbaros Şansal'ın "yazın ipekli, kışın yünlü giyilecek" kuralına uymuştu, otur, aferim.



Saçları bu sefer beğenmedim, ön tarafta bir dana yalamışlık peydah olmuş, o eski Türk filmlerindeki dümdüz saçlı kızlara benzemiş. Ön tarafı fazla yapıştırmışlar kafasına, koca kafa gibi görünmüş güzelim Catherine.


Bir de bazı fotoğraflarda boyunsuz çıkmış, hem elbisenin o kocaman devrik yakasından dolayı hem de suratını çepçevre kapatan saçlar yüzünden. Halbuki biz biliyoruz kuğu boyunlu kendisi.


Kemeri çok beğendim, paltonun kendi kemeri mi bilemedim. Kate uydurmuşsa çok güzel uydurmuş.


Şöyle baştan aşağı baktığımda ağırbaşlı ve sade görünüyor.


Keşke o yaka daha farklı olsa idi, boynu daha güzel görünürdü. Bir de bu kıyafetten dolayı mı, yoksa biz karda kışta çamurda sürünürken Karayipler'de ailecek yaptığı tropikal tatil yüzünden mi bilemeyeceğim ama pek sağlıklı göründü Katecik gözüme, öyle acı verecek kadar zayıf çıkmamış bu fotolarda çok şükür.

Beğendiniz mi Kate'i?

xo xo