31 Aralık 2012 Pazartesi

2012 Özet Geç Lan Piç Yazısı

Maceralarla dolu koskoca bir yıl daha geride kalırken geleneksel olarak geriye dönüp bu sene neler yapmışız bir bakalım istedim benim canımdan çok sevdiğim izleyenlerim.


2012'de blog performansım yarı yarıya düşmüş, geçen senenin yarısı kadar post yapmışım. Ben bunu artık gün içinde hiç bir şekilde bloga giremeyip, akşam iş dönüşü de hep yorgun olmama bağlıyorum. Çoğu günler bilgisayarı açmıyorum bile, kocaman Galaxy Note ile internette gezinirken sızıp gidiyorum zaten. O zaman 2013 için hedefim, bloguma en az haftada 2 kere yazı yazmak olsun. Aynı durum kitaplar için de geçerli, geçen sene 70 tane kitap okumuşken bu sene 60'da kaldım. O da son aylarda, evde kapandığımız kış günlerinde gerçekleştirdiğim atak sayesinde.

Ocak

Ocak ayı haliyle indirimleri sömürdüğüm, bir sürü elbiseler aldığım ay oldu 2012'de. Aynı geleneği 2013'te de sürdürmek boynumuzun borcu olsun:))

Ocak ayında 6 tane kitap okumuşum, en güzelleri Amcam Oswald ve Zindan Adası idi.


Şubat

Nedense günlük hayatımda hep Aralık'la karıştırdığım cüce Şubat'ta bir alarm krizi yaşamıştım hatırlarsanız. Meğersem eski musibet cüzdanımın içinde zıkkım bir alarm etiket kalmış, defalarca rezil olmuşum o yüzden mağazalara girip çıkarken.  Bunun dışında Oscar heyecanı, 3 boyutlu Yıldız savaşları, kızçelerle kutladığımız Sevgililer Günü derken dolu dolu geçmiş bu kısa ay.

Bu kadar gezmeye bir tane kitap okumuşum : Kedi Hikayeleri


 Mart

Kutlu doğumgünümü kutladığımız bu güzel ayda dillere destan 32 kısım tekmili birden hayat hikayemi yazmış idim:)) Ayrıca emektar pasaportumu yenileyip yeni, 10 yıllık pasaportlardan almıştım.

Mart ayında okuduğum 7 kitaptan en çok Travma ve Tatlı Rüyalar'ı sevmiştim.


Nisan

2012 için 2 hedefimden ilkini Nisan ayında gerçekleştirdim ve kendime Samsung Galaxy Note telefonu aldım. Fakat hala taksitleri bitmedi mendeburun, banka bunun taksitlerini bana sormadan 6 ay ötelemesin mi, bunun taksitleri 6 ay sonra başlayıp yaz tatili taksitleriyle çakışmasın mı, abovvvv hala ödüyorum, iflahım sikildi dostlar:))

Bu güzel bahar ayında Lady Charlotte ve Zekish ile bol bol sergi gezip, Terkos pasajını da talan etmiş idik.

Nisan ayının kitabı ise tabii ki Ahmet Ümit'in yeni romanı Sultanı Öldürmek idi.


Mayıs

Havanın ısınıp şahane bir İstanbul baharı yaşadığımız bu güzel ay, Denizo'nun evindeki mangal partisi ile başlamıştı. Sonra Smash dizisini izleyip çok sevmiştim. Nihayet blogda bol bol yer verdiğim Cambridge Düşesi Kate'in rüya gibi kıyafetine ayılıp bayılmıştık.

Bu ayın tek kitabı ise gayet eğlenceli bir çocuk kitabı : Gizemli Benedict Derneği


Haziran

Haziran ayı muhteşemdi. İstanbul yazı doyumsuzdu. İstiklal caddesinde şu günü unutamam. Haziran'da, İngiltere kraliçesi İkinci Elizabeth, tahta çıkışının 60. yılını yani elmas jübilesini kutladı muhteşem törenlerle. Ekrana yapışıp izlediğimi söylemeye gerek var mı? Tabii İstanbul'un aksine Londra'da hava götüm gibiydi, Thames nehrinde yapılan efsanevi tekne geçişinde yağmur hiç durmadı. Neyse, jübile konserinde yağmur yağmadı ve ağzım açık izledim o müthiş organizasyonu. Haziran'ın unutulmaz olayı ise Lady Charlotte ve Zekish ile gittiğimiz Madonna konseri idi.

Haziran'da okuduğum 2 kitabı da sevdim : 22/11/63 ve Gece Sirki


Temmuz

Temmuz ayında Londra'da şahane törenlerle Olimpiyat Oyunları başladı. Once Upon A Time dizisni keşfettim ve çok sevdim. Ayrıca 2 ay önce mangal partisi yaptığımız Denizo'nun malikanesnde bu sefer havuz partisi yaptık ve nihayet karpuzum suya girdi!

Temmuz'da ayrıca eski kitap okuma hızıma kavuşup 9 tane romanı bitirdim. En sevdiğim kesinlikle Kar Kuyusu olurken, Kitap Hırsızı unutulmazlar arasına girdi.


Ağustos

Ramazanın Ağustos'a denk gelmesi tabii bu ay hızımızı kesti. Yine de gökdelenlere tırmanıp 4 boyutlu simülasyonlar izlemekten geri kalmadık. Olimpiyatlarda ise 2 gencecik Türk kadını, harikulade bir başarıya imza atıp hepimizi ağlattılar. Aslı Çakır Alptekin ve Gamze Bulut, 1500 metre kadınlar finalinde birinci ve ikinci olup tarihe geçtiler. Ayın sonunda Lady Charlotte ile Bodrum'da 2 haftalık bir tatile çıktık:) Rodos senin, Kos benim, deli gibi gezdik, Bodrum koylarını fethettik:) . Bu tatil 2012'de gerçekleşmesini istediğim 2. dileğimdi:)

Ağustos ayının en güzel kitabı, Ferhan Şensoy'un Başkaldıran Kurşunkalem'i idi.


Eylül

Eylül  ayında William ile Kate'in uzakdoğu turunu takip ettik keyifle. Tur esnasında Kate'in çıplak fotoğraf skandalının patlaması ayrı bir eğlence oldu. İtalya ve Fransa'daki müşterilerimizin yolladığı dergiler sayesinde Kate'in yalın ayak götü kabak fotoğraflarıyla ofisimiz epey şenlendi. Fotoğrafları tarayıp bloga koyma önerilerini reddettim:)

Bu ayın kitabı : Hiç Kımse Sıradan Değildir


Ekim

Ekim ayına damgasını vuran hadise, iş için gittiğim Paris'te geçirdiğim haftasonu ve de Emine'nin kınasında dehşet biçimde dağıtmam olmuştu. Paris'te daha önce hiç gitmediğim yerleri yağmura aldırmadan arşınlamış; Montmartre'daki üzüm bağını bile keşfetmiştim. Kınada kendimi kaybederek pistin tozunu atmamın ardından ise adım şirkette dillere düşmüş idi yaleppim:)))

Ekim ayı boyunca bin küsur sayfalık bir başyapıtı okudum : Monte Cristo Kontu


Kasım

Kasım ayına damgasını vuran gün kesinlikle Tüyap Kitap Fuarında Sedef ve Nihan'la tanışmamız; Sittirella ile Euphoric kuzuların da bize telefonla katılması olmuştu. 2013'teki dileğim hepimizin bir araya gelerek toplanmamız. Bakalım, olacak inşallah:)  Nihan bize kitaplarını imzaladı, çizimlerini hediye etti. Ne kadar mutlu bir gündü anlatamam.

Kasm ayında okuduğum kitaplardan en etkileyici olanı Tavan Arasındaki Buda idi


Aralık

Yılın son ayına uçuk çıkartarak girdim, yine uçuk çıkartarak bu ayı kapatıyorum. Demek ki en çok sıkıldığım günler bu kısa ve karanlık kış günleriymiş:(  Bu ay ekseri gezip tozma ve yeme içmeyle geçti, ayrıca kitap fuarının ardından başlayan İdefix sanal fuarından bolca kitap aldım. Çoğunu da okudum.

Yılın son ayının unutulmayacak hadiselerinden biri de, Düşes Kate'in nihayet hamile kalması olmuştu:)) Aman gözümüz aydın:)

İnşallah içimize attığımız sıkıntılarımız da eski yılla birlikte geçip gider. Dermansız derdimiz olmasın, sağlığımız sıhhatimiz yerinde olsun yeni yılda. Sevdiklerimiz, dostlarımız hep bizimle kalsınlar, etrafımızı çevirsinler. Ve her mahalleye bir hayvan barınağı açılsın. Sokaktaki kedilerin köpeklerin hep mamaları olsun ve kışın ıslanıp üşümesinler. 2013'den isteklerim bunlardır.

Herkese mutlu seneler,yeni yılda yeni maceralarla görüşmek üzere:)

xo xo


tabii annemle sekiz olup kedinin geleneksel pozunu da çekmiş idik :

MUTLU SENELER:))))

29 Aralık 2012 Cumartesi

Yeni Yıl Kutlamalarına Devam

Yılın en çok kutlama yaptığımız günleri herhalde kutlu doğum haftamdan sonra yılbaşı zamanıdır sevgili izleyiciler. Geçtiğimiz hafta boyunca da en az 2 kere kutlama yapmış bulundum.

Çarşamba akşamı Kübra ile işten beraber çıkıp Lady Charlotte ile buluştuk ve Nişantaşı'na gittik. Abdi İpekçi'ye yeni yılın alameti farikası kırmızı halıyı sermişlerdi, hava adeta ılıman (İstanbul'un sürprizi işe), sokak üstü kapılarda boş yer yok, yine de hafa içi diye midir nedir bir cansızlık vardı Nişantaşı'nda.

Sevdiğimiz bir mekan olan Kırıntı'da kuytu köşe masaya oturmayı başarıp peynir tabağı, nachos ve bira söyledik. Bir ara Kırıntı sanki bozmuştu ve aramıza soğukluk girmişti ama şimdi yine eski pırıltısına kavuştu ve seviyorum burayı.

hafta içi o kadar yorgun çıkmışım ki yüzümü beyazlattım dostlar fotoda:))

Boynumdaki sarı süslemeyi kedi için almıştım ama herhalde kedi aldırmaz diyerek paketi açıp boynuma dolayıverdim yemek yerken, böylece parti havasına girmiş idim:)

Eve gelince hemen kediyi de süsledim, herkes ağaç süslerken benim kedi süslemem biraz komik geldi ama olsun, sonuçtan kedi pek etkilenmese de ben çok beğendim. Bakınnnn:

maşallah:))

Yalnız çarşamba günü o kadar çok trafikte kaldım ki, doğma büyüme İstanbul trafiğinde yetişmiş biri olarak bana bile fazla geldi. Sabah E-5'te kaza olmuş, onun trafiği, akşam mutat E-5 iş çıkışı trafiği, sonra Taksim'deki meydanı mahvetme çalışmaları dolayısıyla korkunç Taksim trafiği derken en beteri sona kalmış. Yorgun argın  gece eve dönerken Şişli'de kaza mı ne olmuş, o bana bir koydu ki anlatamam. Hani eski bir Michael Douglas filmi vardı, adam trafikte kafayı sıyırıp psikopat seri katile dönüşüyordu. Ben de o hale gelebilirdim Çarşamba akşamı.

Cuma akşamı da şirkette geleneksel yılbaşı partisi vardı. Herkes süslenmiş püslenmiş, bütün kızlar en şık siyah elbiseleriyle işe gelmişlerdi. Renkli giyinen bir minik Elif (kırmızı) bir de bendim (Çingiş pembe). 

Showroom bütün gün süslendi, devasa bir sofra kuruldu ki masa gerçekten efsaneydi, bir de DJ geldi ve müzik bangırdamaya başlayınca hepimiz bilgisayarları kapattık ve her sene yaptığımız gibi dekorasyondan söktüğümüz parçalarla fotoğraf çekmeye koyulduk:))) Tabii ben de bu arada boş durmamış, üzerimi değiştirip geçenlerde aldığım pırıltılı prenses elbisemi giymiştim.

şirketin duvarlarına dayanıp tuhaf pozlar verdim:))


happy new year

Showroom'a girdiğimizde, gördüğümüz manzara inanılmazdı. Her sene mükemmel bir ziyafet sofrası kuruluyor ama bu seneki harikuladeydi, resmen uçsuz bucaksız idi masamız.









Herkes tabağına istediği yiyecekleri alıp bir köşeye çekildi, uzaktan uzağa kulisler başladı. Kübra'nın dediğine göre gece boyu en çok konuşulan üç konu Seda'nın gelin başı yaptırdığı saçları, Yurda'nın sırt dekoltesi ve de benim elbisemmiş ahahahah:)))

Sonra DJ fingirdek müzikler çalmaya başladı, patronumuz da herkesin iyice kurtlarını dökmesini rica etti sağolsun:)) Ama şahsen ben showroom'da yönetim kurulunun karşısında göbek atmaya karşıyım :)) Sonra bir hata yaptığımda "kızım, kızım, bu işler showroom'da göbek atmaya benzemez" derler maazallah :))))



Saat dokuzu geçerken, henüz erken olsa da Kübra'yla evlere dağılmaya karar verdik ve bir anda parıltılı elbiselerle kendimizi metrobüste bulduk. Bu esnada ben uçuk çıkartmaya başlamıştım yine maalesef. Eve gelir gelmez hemen Leylak Dalımın öğüdünü dinledim, limon kolonyası ile bastıra bastıra iyice sildim uçuğu. Ve bu sabah kalktığımda uçuk büyümüş ama dudağım hiç şişip yamulmamıştı çok şükür.

Yılın son kutlaması kısmetse evde olacak, çekirdek aile kutlaması. Alkol, şampanya, çerez, müzik benden; köfte - patates kızartmak annemden, eğlenceli aile öyküleri anlatmak da babamdan:))

Yeni yıla evde girmek en güzeli bence, sizin planlarınız neler bakalım?

xo xo

22 Aralık 2012 Cumartesi

Yılsonu Kutlamalarımız Başladı

Aylar su gibi akıp geçti ve bir senenin daha sonuna geldik benim sevgili izleyenlerim. Her sene sonunda olduğu gibi, Nişantaşı'nın güzelce süslendiğini duyunca, Kübra arkadaşımla kutlama vaktimizin geldiğini anladık ve dün akşam iş çıkışı kendimizi Taksim dolmuşuna attık.

Kışı ve soğuğu hiç sevmesem de, şehrin en güzel hallerinden biri de yılbaşı süslemeleri ile bezenmiş, pırıl pırıl ışıklandırılmış hali, bunu kabul etmek lazım. Abdi İpekçi Caddesini, bu sene Fındıkkıran teması ile süslemişler. Yol boyu kurşun askerler sıralanmış, kırmızı ayıcıklar dizilmiş, bir de kocaman süslü püslü çam ağacı ile dekor tamamlanmıştı.



Taksim Meydanına gidiyorum deyip Tarlabaşı'nda bizi indiren dolmuşa rağmen taksi bulup Abdi İpekçi'ye gelmeyi başardık. Bütün mağazalar süslenmiş, cadde boyu takların ışıkları yanıp sönüyor; kurşun askerler ve ayıcıklar fotoğraf çekmemiz için bizi bekliyorlardı:))




Vakko her zamanki fiyongunu takmış

tontik ayı


daha da çok ayıcık

seni gidi fındıkkıran

Meydana çok güzel bir ağaç dikmişler, ağacı da çeşit çeşit fındıkkıranlarla süslemişlerdi. Yanında da kocaman bir Noel Baba... Tabii Noel Babanın önünde fotoğraf çektirmek isteyenler kuyruk olmuş; sırası gelen ya da gözü açık olan ilk fırsatta poz vermeye koşuyor, arkadaşı da çekiveriyordu. Burada yellozlaşmalar oldu fotoğraf sırası yüzünden, biz de hemen fotoğrafları çekip tırladık oradan:


Meydan


Fotoğraf sıramızı söke söke adığımız Noel Baba:)


Sonra yokuştan yukarı yürüyüp tepeye çıktık, oradan Teşvikiye'ye döndük. Hava çok soğuktu, kar atıştırıyordu hafif hafif; eldivenlerimizi çıkartmaya içimiz elvermiyordu bir türlü, fotoğraf çekmedik fazla o yüzden.

Teşvkiye'de M.A.C.'i görünce aklıma allığımın bittiği geldi ve girip bir tane Springsheen allık adım. Default allığım olur kendisi. Kübra da katı eyeliner sürme fırçası aldı. Kasadaki adama da sordu, bununla sürebilir miyim, diye çocuk da "evet, sürebilirsiniz, ben de onu kullanıyorum" deyince hemen almaya karar verdi:)




M.A.C.'den çıkıp yürümeye devam ettik, bu sefer de uygun fiyatlarıyla ucuz kozmetikler, ıvır zıvırlar, ufak  tefek gereksiz ne varsa satan ve bu yüzden çok sevdiğimiz Gratis'e girdik. Gratis bir süredir The Balm ürünlerini satıyormuş. Bunlar iyi kaliteli kozmetikler, kapları kartondan, vintage görünümlü baskılarıyla pek gözalıcı.

The Balm standındaki tester'ları kullanarak makyajımızı tazeledik. Kübracık buradan meşhur Hot Mama allığı aldı. Ben de Nude'tude far paletini kaptım. Kampanya başlamış Gratis'de, yarı fiyatına 31,5 TL idi güzelim palet.

no kitty:))

Böylece paramızı saçmasapan harcayıp rahatladıktan sonra, karakolun yanından Abdi İpekçi'ye döndük, o ara sokak ta parlak kar taneleri ile süslenmişti.




Ama en güzeli canımız Atiye Sokağın süslemesiydi, çok beğendim.

Nişantaşı Atiye sokak, canım benim

Burada Kübra fotoğraflarımı çekerken, tipsiz asık suratlı bi garson yanımıza gelip, "masayı mı çekiyorsunuz" diye sordu ters ters. Bir an aval aval bakıp kendimizi çektiğimizi söyledik. Sonra uyandık mevzuya, ünlü biri mi vardı acaba masada? "evet, ünlü biri var" dedi adam. Biz de salak salak "kim var? kim var?" diye cıvıldadık. Ters herif  "Emre bey var" deyince de mala bağlayıp "hööö, kim o bee? kiiim?" diye saçmalayınca adam "tamam, tamam, yok birşey" deyip kaçtı. Sonra yukarı yürürken bir bakış attım, Emre Altuğ'muş meğer, pehh. Ama garsona çok kızdım, ne kabaydı. Dua etsin keyif yapmaya gelmiştim de, bayramlık ağzımı açmadım.



Salomanje'ye geçip oturduk, içerisi sıcacıktı ve güzelce süslenmişti. Peynir tabağı ile çıtır tavuk-pattis tabağı sipariş ettik, yiyip içerek bol bol muhabbet ettik. Tabii bir yandan işten şikayet ediyor beri yandan bu güzellikleri yaşamamızı sağlayan paracıkları kazandığımız bir işimiz olduğu için de şükrediyorduk. Biraları arka arkaya çaktıkça hayata daha gülen gözlerle bakıyorduk elbette:)) Kahkahalar yükseliyordu habire küçücük masamızdan:)




Barın üzerindeki bu pırıltılı geyik süslemeler çok hoşumuza gitmişti

Peynirler ve pattisler bitince, bu sefer çerez söyleyerek içmeye devam ettik. Sonunda birer tekila çaktık. Finalde de kapının önüne çıkıp soğuk havada birer tane daha tekila çakınca mis gibi olduk, çiçek gibi olduk dostlar.

Yılın bu zamanlarını, rengarenk ışıklarla süslü Istanbul'u ve tekilalı gezmeleri çok seviyorum:)

xo xo



17 Aralık 2012 Pazartesi

Kate ve Minicik Göbeği

Flaş haberlerde bildirdiğim gibi, iki hafta önce Düşes Kate akut bulantılardan ötürü hastaneye kaldırılmış ve günlerce hastanede yatmıştı. Sonunda elinde bir buket sarı gülle hastaneden taburcu olan Kate, maalesef 2  haftadır katılması gereken tüm etkinlikleri bir bir iptal etti, herhalde evde yatıp oluk oluk kusmakta idi kendisi.




 



Kate'in hastaneden çıkarken giydiği palto da ayrı bir güzellikti. Ama herhalde uzun bir süre göreceğimiz son kıyafet bu olacaktı. Bir de Kate'in kraliyet ailesinin geleneksel Noel kutlamasına katılmayabileceği haberleri çıkınca, hah dedim, tamam. Artık bu kızçe yavrulayana kadar alert malert olmaz. Kendimiz giyer kendimiz alert yaparız dedim.

Sonra dün gece kös kös otururken, twitter'da takiplediğim Britanya basınının kraliyet habercilerinden tweetler akmaya başladı. Düşes Catherine, BBC'nin yılın spor insanı ödül töreninde büyük ödülü takdim edecekti. Aman nasıl şaşırdım anlatamam dostlar. Demek ki Kate iyileşmiş, kusmuk krizlerinden kurtulmuş idi. 

Kate'in giyeceği kıyafeti görmek için bir müddet twitter başında bekledim Fakat bekle bekle fotoğraf gelmeyince yatıp uyudum tabii. Ama sabah zifir karanlıkta kalkınca ilk iş telefona saldırdım ve Kate ne giymiş öğrendim.

Kate dün gece, uzun kollu, uzun etekli, boydan boya yırtmaçlı, biraz 30'lar - 40'lar esintisi taşıyan nefis bir Alexander McQueen giymiş dostlar. Yeşil renk yakışmış, ah o elmas halka küper zaten nefis, o 40'lı yılları anımsatan kollara oldum bittim bayılırım. Ne bileyim, benim çok hoşuma gitti.







Bu arada göbek dedim ama ben kendi adıma göbek möbek görmüş değilim. Bebek nerede kızım???


Beğendiniz mi?

xo xo

9 Aralık 2012 Pazar

Ne Güzel Cumartesi

Canımız patronumuz bize kocaman, yesyeni bir ofis yaptı sevgili izleyenlerim. Ofisimiz İtalyan stres emici özel bir halıyla döşendi, tertemiz masalar, dolaplar geldi. Çöp kovalarına hiç çöp atılmamış, sandalyelere hiç popo konmamış idi.. . (O stres emici halıyı 2 saatte doldururum ben, eminim:) )

Bu sabah da bizi çağırdılar, gelin yerleşin dediler. Biz de kalkıp gittik ama Kübra'yla çıkışta gezmeye gideriz diye anlaşmıştık, o yüzden ben süslendim püslendim, kırmızı ojeleri sürdüm öyle gittim:)

Neyse efendime söyleyeyim, bilgi işlem laptopları eski masalardan yeni masalara taşımış zaten:)) Biz de dosyaları, klasörleri, ıvır zıvırlarımızı taşıyıp yerleştik yeni yerlerimize.Sonra da Kübra süslendi, dolmuşa atlayıp Taksim'e geldik.

Aman o Taksim, benim zavallı Taksim'im ne olmuş öyle dostlar. AKP resmen içine etti güzelim şehrin ve komple ülkenin. Söyleyecek bir şey yok.

Meydandan bir taksiye binelim dedik, "Nişantaşı'na gideceğiz" dedik, amcam kısa mesafe diye almadı. Başka bir taksi daha vardı önde; bu sefer baktım Kübracık hiç birşey demeden direkt çöreklendi arabanın içine. "Nişantaşı" dedik, şöför amca "arkadaki beğenmedi mi?" diye dalga geçti, ben de "biz de onu beğenmedik" diye yapıştırdım:))

Teşvikiye'de inip aşağı doğru yürüdük. Güneşli bir cumartesi erkenden kalkıp işe geldiğimize göre, mutlaka kendimize birşey almamız lazımdı, değil mi ama? Mudo'da Zara'da böyle almazsam öleceğim hastalığına yakalandığım bir parça göremedim. Zaten bu ay Zara'dan alışveriş yapmayın, nasılsa Ocak'ta indirime girecek, o zaman alırız.

Alışveriş yapmayınca artık aç karnımızı doyuralım dedik ve sevdiğimiz restoran Kırıntı'ya geçtik. Saat henüz erken idi, istediğimiz yere oturduk. Bir şişe şarap açtırdık. Şarap seçimimiz de süperdi, "geçen sene açtırdığımız şişeyi çok sevmiştik, acaba o neydi?" diye mantık yürütüp, tabii ki en ucuz olandır diye kalecik karasında karar kıldık:)


Ne yiyeceğimize bir süre karar veremedik, sonra 4 peynirli gnocci ile 5 peynirli ravioli arasında çekimser kaldık, çünkü hangisinin tipi neye benziyordu, bilememiştik:))  Çok olan iyidir diyerek raviolide karar kıldık. Bugün mantık muhakememiz pek başarılı idi, görüyorsunuz ya:) Şarapla demlenmek için önden bir de mozarella istedik, ohhh sonra da başladık sefalanmaya.

Şarap içtik, peynir yedik, deli gibi gülüp konuştuk, içtikçe coştuk, vallahi şarap bana çok iyi geliyor, Lady Charlotte diyor ya "şarap seni açıyor" diye, aynen öyle:)) Ravioli de pek lezzetli idi, bol peynirli, yumuş yumuş, ılık ılık damağımızdan bir lezzet deryası aktı adeta. Üzerinde de pesto sos vardı, ben gorgonzola sosu istedim ama ondan yokmuş meğersem:)))

Yemek ve şarapla çakırkeyif olunca dışarıdaki masalara geçip kahvelerimizi höpürdettik. Bu sefer kahlualı, likörlü mikorlü Casablanca diye bir kahve içtim, o da pek hoştu. Sefalanmamız tam oldu dostlar:)

Artık evlere dağılma vakti geldiğinden tıngır mıngır Maçka'dan Beşiktaş'a yürüyelim dedik ve hemen yol üstünde Promod ile karşılaştık. Bu bir Fransız markası, oralarda H&M'e denk, hatta Champs Elysees'de yanyana bunların mağazaları. Hani ben de Paris'e gittiğimde mor bir elbise almıştım, işte o marka. Meğersem İstanbul'da Promod mağazası açılmış. Aman pek sevindim, daldık içeri.

Kübracık baskılı bir tişört beğendi, ben de siyah üzeri pırıl pırıl bir prenses elbisesini deneyeyim dedim.


Kabinden çıkışım çok komik oldu, ufak kızlar gelmiş dükkana, ben böyle parlak disko topu gibi çıkıp eteklerimi havalandırınca bir "aaaaa" nidası çıktı, tabii el mahkum, aldım bu şıkır şıkır cicik elbiseyi:))

Maçka'nın tıkır tıkır taşlı yollarından yürüyerek Akaretler'e indik, karşımıza davetkar Cafe Nero çıkınca birer kahve de burada patlatalım dedik, hava ayaz ama güneşli olunca pek hoşumuza gitmişti sokakta kahve keyfi.

Kahveler de bitti, tam Beşiktaş'a indik, aaa, yolun kenarında telle çevrili bahçe gibi bir aralık, içinde bir sürü tontiş fillere benzeyen kediler:)) Mivv mivvv ciyaklıyorlar:)) Birisi teldeki delikten çıkıp geldi, tabii kedi arsızı olduğum için hemen okşayıp yılışmaya başladım, onu gören beriki de geldi, ne güzel tam yumuldum kedikolara, bi teyze fışkırdı kenardan. Böyle sarı boyalı saçlı, pembiş rujlu, kokoş bir tip:)) "Yemek vereceksiniz zannettikleri için yanınıza geliyorlar, yemek vermeyecekseniz sevmeyin!!! " diye azarlamaz mı bizi?? Aaaa ben de "sevgi gıdasına da ihtiyaçları var!!!" diye yellozlaştım hemen, tam o anda teyzem çantasından şakkk diye 2 adet sosis çıkartıp kedilere vermesin mi:))) ahahahah, çantada kuru mama taşımak tamam da, sosis taşımak nasıl iştir arkadaşım, "yürü yürü" dedim Kübra'ya, başımızı önümüze eğip tırladık hemen:))))

Beşiktaş'ta ayrılıp evlere yollandık. Ben otobüsten Arnavutköy'de indim de benim mahalle kuaförüne saçımı kestirdim biraz, usturayla uçlarını aldırdım, pek iyi oldu, pek hoş oldu.

Sabah erken kalkıp işyerine gittiğim; kahvaltı niyetine yarım simit kemirdiğim halde çok güzeldi bugün, yarın da kitap okurum, işte size mükemmel bir hafta sonu:)

xo xo


3 Aralık 2012 Pazartesi

Gırtlağıma Hakim Olamamıştım

Son günlerde kızçelerle pek güzel şeyler yedik, rejimi bir kenara bırakıp kendimizi dünyevi zevklere verdik dostlar:)) Bu da demek oluyor ki yılbaşına kadar yine ölüm diyetlerine girmemiz gerekiyordu:)

İlk durağımız Mecidiyeköy'deki çirkin Trumps avm'deki Fratelli La Bufala isimli İtalyan restoranı idi. Burası hakiki Napoli pizzaları, manda sütünden yapılma mozarella peynirleri, şarapları, tatlıları ile tam manasiyle damaklarda bir bayram coşkusu yaratacak lezzet ve sıcaklıkta bir İtalyan restoranı idi.

Öncelikle masamıza manda sütünden yapılmış mozarella peyniri geldi:



Terbiyesizlik edp bir başlangıç daha seçtik, bunun toplu moplu bir ismi vardı, artık aklımda kalmamış. Kızarmış hamur ile patates kroket karışımı bir şeydi.


Ana yemek olarak tabii ki müthiş etleri deneyecektik. Yanında patetes ve kurutulmuş domates püresi ile servis edilen ızgara bufala antrikot söyledik. Gelen tabak muazzamdı:



Etin tadı mükemmeldi: yumuşacık, yağsız, sinirsiz, sulu, mis kokulu nefis bir etmiş bu bufala eti... ayhhh ağzım sulandı yahu!!

O kadar yemeğin üzerine çatlamak üzere olduğumuz düşünülebilirdi ama masaya gelen üçlemeli creme brulee tatlısı aklımız başımızdan almaya yetmişti.



O akşam biz bu yemeğin üzerine Breaking Dawn filmine gitmiştik.

İkinci yemek turumuz geçen hafta gerçekleşti. Bu sefer de Carl's Jr diye bir burgerciye girdik. Burger King'in bir tık üstü bir fast-food restoran burası. Siparişi verip masaya geçiyorsunuz, burgerler masanıza geliyor. Ayrıca bir kere  bardak veriyorlar ve sonra çatlayıp patlayana kadar kola, Schweppes  vb alıp içebiliyorsunuz, beleş.


Bu foto biraz çirkin, kusura bakmayın
Beğendiğimi söyleyebilirim ama bir dahaki sefer hamburger yerine sağlıklı seçim ne alabilirim, onu bilemedim?

Yeme içme turumuzun sonunda, geçen Cuma iş çıkışı O Kafe'de alem yaptık sevgili dostlar. Cuma feci bunalmıştım (ertesi gün dudağımda uçuk çıkaracak bir takım sebeplerden ötürü)

Valla burayı seviyorum, yemekler güzel; mesela patlıcan yatağında köfte sipariş edince zeytinyağı ve ekmek sepeti getiriyorlar.  Ortam da o çirkin avm'nin içinde olduğunu unutturuyor insana.

Menüde seçenek boldu fakat bu gece sağlıklı yemeğe değil; içmeye, eğlenmeye, küçük Judy'i eğlendirmeye gelmiş idim ben.

Önce çerez ile biralar geldi, alkole kavuştuk.



Sonra ortaya karışık kızartmalı bir tabak söyledi bizim kızçeler, işte bu hataydı, genellikle kilo alma sebebi bu tabak oluyor:



Fakat tabaktaki patates kroket ile soğan halkası yerleşimi efsane olmuş, ne diyeyim:)))

Ana yemek olarak hepimiz burger yedik:



Üzerindeki ekmeği attım, yanındaki patatesleri de yemedim ama yine de biraz fazla geldi, insan olan bu kadar yemezdi, yememeliydi dostlar:))) Tadı çok güzel, yemesi çok zor, kocaman, devasa, nefis bir burger idi bu.

Bu yemeğin ve biraların üzerine bir yudum bile kahve içemedik tahmin edersiniz ki, geç saatlere kadar muhabbet edip evlere dağıldık, ertesi sabah da uçuk geldi zaten:)

Şimdilik böylece yuvarlanıp gidiyoruz:)

xo xo

FLAŞ HABER : SARAY KATE'İN HAMİLE OLDUĞUNU AÇIKLADI

Yayınımıza flaş haberle ara veriyoruz benim canımdan çok sevdiğim izleyenlerim.

Bugün akşam saaatlerinde, Prens William'ın, karısı Catherine'i Londra'daki King Edward hastanesine yatırdığı ve Kate'in hamile olduğu açıklandı. Akut bulantı rahatsızlığına yakalanan Kate'in günlerce hastanede kalacağı bildirildi. Normal bulantıdan farklı olarak, bu rahatsızlık annenin günde 20-30 kere kusmasına; aşırı derecede kilo kaybetmesine sebep oluyormuş. Hastaneye yatırılan Düşes'in bu hafta katılacağı etkinlikler de iptal edildi ki, Cumartesi günü William ile gidecekleri Winter Whites Gala'ya katılmayacak olması beni üzdü.

Kate ve William, haftasonunu Kate'in ailesinin Berkshire'daki evinde geçirmişler. Haftasonu rahatsızlanan Düşes'in durumu ağırlaşınca, doktoru hastaneye kaldırılmasını tavsiye etmiş ve William da Kate'i hastaneye getirmiş. William'ın şu anda hastanede olduğu bildirildi. Hastanenin önü de uluslararası yayın kuruluşlarının araçları ile dolmuş durumda.

Kate'in henüz 12 haftayı tamamlamadığı gelen bilgiler arasında. Saray aslında hamileliği bu kadar erken kesinlikle anons etmeyecekti. Fakat Kate'in akut bulantı yüzünden hastaneye kaldırılması sebebi ile resmi açıklama bugün Kate hastanede iken yapıldı. Kraliçe Elizabeth'in de haberi ancak bugün öğrendiği söyleniyor.

Doğacak çocuk, Galler Prensi Charles ve babası Prens William'ın ardından taht sırasında üçüncülüğe yerleşecek. Amcası Harry de dördüncü sıraya düşecek ve "yedek" olarak önemini kaybetmiş olacak. Taht sırası William ile Kate'in çocuklarından devam edecek.

Yeni yılda, William ile Kate; Kensington Sarayına yerleşecekler. Burası ölmeden önce William'ın annesi Prenses Diana'nın resmi ikametgahı idi.



Yayınımıza çok sevilen "Gırtlağıma Hakim Olamamıştım" serisinden yepyeni ve iştah açıcı bir yazıyla devam edeceğiz sevgili seyirciler:))

xo xo


2 Aralık 2012 Pazar

Manzaralı Bir Yazı

Dün sabah babamla karşılıklı hapır hupur kahvaltımızı yiyorduk, hatta tombilik kedimi kucağıma almış, tulum peyniri kırıntıları ikram ediyordum, o da keyifle yalayıp yutuyordu peynirleri.

Sonra bir saniyede dudağımdan uçuk pırtladı, nasıl üzüldüm anlatamam. O pis uçuk sızısı, kuruyana kadar verdiği acı aklıma geldi. Bir de dudağım şişip balona dönecekti. Çayımı bırakıp hemen giyindim, Bebek parkının karşısındaki çocukluğumun Cem Eczanesine koştum, alemlerin uçuk ilacı Zovirax'ı alıp uçuğun üzerine boca ettim.

Artık yapacak başka bir şey yoktu. Deli gibi yağmur yağmakta idi, acı acı bugün evden hiç çıkmamayı planladığımı hatırladım. Sonra gözüme kaldırım kenarındaki şahane sarmaşıklar ilişti. Yapraklar ve üzerindeki meyvecikler sararıp kızarmış, sonbaharın bütün ihtişamını taşıyan harikulade renklere bürünmüşlerdi. Amerika asması imiş adı, Leylak Dalım söyledi onu da:)

Bakın fotoğraflarda hiç bir efekt yok, yine de renkler nasl da nefes kesiyor:









Asmaları görüp yeterince ıslanmadığıma karar verince bir de parka gireyim dedim, yağmurda güzel manzaralar yakalayabilirdim. Sağanak iyice şiddetlenmişti ama lodos havaya şükürler olsun ki, üşümüyordum. Üşümeyince de insan yağmurdan o kadar rahatsız olmuyor.

Park bomboştu. Birkaç karga, çimlerin üzerinde kalmış bayat simit parçacıklarını arıyorlardı.








Oyun alanında gıcırdayan boş bir salıncak bile yoktu, hani korku filmlerinde olur ya:) Hayalet çocuklar bile kaçmışlardı bugün parktan.



Şu kum havuzu benim bebekliğimden beri vardır ya, parktaki oyuncaklar yıllar içinde epey değişti, kum havuzu baki kaldı. Eskiden bu plastik renkli kaydıraklardan çok önce; yüksek, düz, eski model bir kaydırak vardı. Kaç kere tepesinde kaldım da, zavallı babam beni kurtarmak için ciyak ciyak çocuk sürüsünü bertaraf edip kaydırağın tepesine çıkmak zorunda kaldı bilmiyorum:))

Parktan çıkıp eve yürürken münasebetsiz sürücünün teki kaldırımın dibine doğru arabasını sürüp foooşş diye baştan aşağı ıslattı beni. Epey sunturlu bir küfür salladım herifin arkasından, mal ya, yolun ortasından gitsene :((

Son olarak, yağmur altında Boğaz'ın ortasında toplaşmış balıkçı teknelerinin görüntüsü pek hoşuma gitti.





Sarıkanat avlıyorlarmış, haydi rastgele:)

xo xo