Aya Elena Kilisesi |
Kiliseyi gördükten sonra, köyün bomboş ve ayaz altında titreten ana sokağından otobüsümüze yürüdük. Birkaç tane seramik dükkanı gördük bu yol üzerinde. Demek buralarda el işi seramikler makbul imiş.
Yüzyıllarca önce kayalara oyulmuş kiliselerle bezeli kocaman tepenin yamacında ufacıcık bir köydü Sille.
Yolun sonunda otobüse geldiğimizde rehberimiz haydi kalkıyoruz diyerek bizi araca oturttu ama birden soğuktan mıdır nedir, acele çiçek toplamamız gerekti. Rehber de "gidiyoruz şimdi, burada tuvalet de yok" diyerek inmemize müsaade etmedi ama geç kalan birkaç kişi bir türlü gelmek bilmediler. Biz de artık dayanamadık, hemen berimizdeki ahşap, ufak binaya daldık.
Şok şok şok! Dışarıdan hayalet kasabada bir ölü evi gibi görünen restoranda meğersem şenlik varmış, içerisi resmen kopuyordu dostlar. Müthiş bir açık büfe serpme kahvaltı, şarkılar türküler eşliğinde eğlenip kahvaltı eden insanlar, ahşap ağırlıklı otantik dekorasyon, canlı hayat!... Ne kadar şaşırtıcı bir görüntü!
Sille'de gizlenmiş güzel bir kahvaltı mekanı |
Kapısında WC değil HELA yazan tuvalette çiçek topladıktan sonra nihayet otobüse doluşup Sille'ye bay bay dedik ve çabucak merkeze geri döndük. (seviyorum merkez değil Konya merkez annem) İlk önce Karatay Medresesi'ni ziyeret ettik.
Türk üçgenleri |
Sade bir kare formu olan medresenin kubbesi, Türk üçgeni denen bu teknikle binanın üzerine oturtulmuş. Selçuklular devrinde matematik ve astronomi eğitimi veren medrese, Osmanlı döneminde de bir süre kullanıldıktan sonra terkedilmiş. Cumhuriyet döneminde ise Çini Eserleri Müzesi olarak tekrar hizmet vermeye başlamış.
Medresede, günümüze kalıntıları gelmiş olan Kubadabad sarayından kalma enfes çiniler de sergilenmekte.
Medresenin çini bezemelerinin içinde dualar ve kutsal kişilerin isimleri gizlenmiş
Karatay Medresesi bence Konya'da görülmeye değer yerlerin başında geliyor. Nefes kesici güzellikler barındıran, ufacık ama unutulmaz bir müze burası.
Alaeddin Tepesinde koruma altındaki Selçuklu saray duvarı |
Karatay'dan çıkıp tıngır mıngır yürüyerek Alaeddin Tepesine geldik. Tabak gibi dümdüz Konya'nın merkezi olan bu höyük ve çevresi; şehrin en canlı, en hayat dolu yeri. Tramvay hattı bu tepenin etrafında dolanıyor. Tepede ağaçlıklı bir park, çay bahçeleri ve Alaeddin Camii bulunmakta. Aynı zamanda eski Selçuklu sarayından kalan son duvar da koruma altına alınmış.
Alaeddin Camii |
Alaeddin Camiinin çinili mihrabı |
tek bir çivi kullanılmadan, Kündekari tekniği ile yapılmış... |
Abanoz minber |
Selçuklu sultanları türbesi |
Alaeddin Tepesinin üstü, gayet güzel ağaçlandırılmış ufak bir park, çaybahçeleri var, gençler burada takılıyor. Görünüşte Konya'nın hem en yeşil hem de en canlı yeri idi Alaeddin Tepesi.
Alaeddin tepesi |
İnce Minare |
İnce Minareli Medrese, yine Selçuklular devrinde yapılmış, bu sefer çini değil taş işçiliğinin en güzel eserleri ile bezenmiş bir medrese. 1956'dan beri Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak hizmet vermekteymiş.
Medresenin taç kapısı, müthiş detaylı süslemeleriyle herhalde Selçuklu dönemi taş işçiliğinin en güzel örneğidir. Taş işçiliğinin güzelliği harikulade idi.
Taç Kapı |
Medresenin minaresi 1901 senesinde düşen bir yıldırımla yıkılmış. Yine de minareden kalan kısmı, turkuvaz renkli taşlarla örülmüş, harika bir eser.
İnce Minare |
İnce Minare'nin taş işçiliği kubbesi |
Medresede Selçuklu devrinde ait taş kitabeler, Konya Sarayından gelme rölyefler, ahşap cami kapıları da sergileniyor. Benim en çok sevdiklerim Selçuklu simgesi kartal ve melek kabartmaları oldu.
Kapılar |
Melek |
Selçuklu Kartalı |
Kitabeler |
Kediyi çağırmak için semazenli çanım |
Alışverişimiz sonunda Necati mağazalarından biri tarafından hediye edilen Sikke yaka iğnem |
Dervişim |
Alışverişden sonra çarşıda şöyle bir tur attık ve çok güzel minareleri ile gözümü alan Aziziye camisini panoramik olarak gezdik:) Zaten çarşı dediysem birbirini kesen birkaç minik sokaktan oluşmuş, o sokaklarda da Necati mağazalarından başka birşey yok, 2 adımda bitti çarşı.
Aziziye, Osmanlı devrinde yapılmış bir camii, mimarisi o yüzden çok hoşuma gitmiş olacak. Gerçekten çok oturaklı ve zarif bir eserdi.
Camiyi görüp başladığımız yere geri dönünce ne görelim? Bizim tur arkadaşlarımız ufak bir çay ocağı bulmuşlar kahve içiyorlar. Kahveeee! sadece 1 TL'ye köpüklü mis gibi Türk kahvelerimizi höpürdettik, o kadar lezzetli geldi ki bize o kahveler anlatamam. Sonra da çok merak ettiğimiz gümüşçü dükkanlarına bakmak için meydana döndük.
Bana kalsa Konya'da gümüşçü dükkanına gitmek aklıma gelmezdi, sağolsun Handan'cım son dakikada mutlaka bak diye harika bir tavsiye vermiş... Allahımmmm, o kadar güzel takılar vardı ki girdiğimiz dükkanda (Osmanlı Gümüşçüsü) ... Kalan vaktimizin tamamını orada yüzüklere, kolyelere, bilekliklere bakarak geçirdik. Lady Charlotte şahane bir takım aldı, ama böyle güzel bir işçilik görmemiştim. Ben de turkuazlı dervişli bileklik ve kolyesi ile; minik bir yüzük ve ona uygun bileklik aldım. Yüzüğü o kadar sevdim ki, sürekli takmak istiyorum. Tam parmağıma göre idi kendisi. (9,5 numara imiş parmak ölçüm) Bileklikler de şaşırtıcı derecede tam ince bileklerime göreydi, misal ben hiç bilezik alamam, hep çok büyük gelirler, elimden çıkarlar. Halbuki bunlar tam bana göreydi:)))
Yemekten sonra artık Konya'dan ayrılıp kalabalık ve gürültülü,çıldırtıcı ama hayat dolu İstanbul'a geri dönme zamanı gelmişti. Yola çıktığımızda saat 2'ye geliyordu yanılmıyorsam. Gece 11'de İstanbul'da idik. (Yolda bolca çiçek topladığımızı söylemek lazım). Pazar gecesi o saatte şehre girip kalabalık trafiği görünce sevinçten gözlerim doldu:))))) Oh be dünya varmış, hayat budur işte dedim valla:))) Hava da 15 derece ateş gibi idi. Yani gitmek, görmek, yenilikler deneyimlemek çok zevkli olsa da her seyahatin en güzel tarafı İstanbul'a geri dönmek idi dostlar:))
Konya yazı disimin son bölümünde yöresel yemeklere sıra geliyor:) Muhteşem bir "gırtlağıma hakim olamamıştım" yazısı için bizi izlemeye devam edin benim canımdan çok sevdiğim seyircilerim:)
sondan bier önceki fotodaki kolyeden bende de var, ama yüzük farklı benim yüzük mavi kocaman bir taşın yanında bir semazen figürü olan bir yüzük, hala severek takıyorum her ikisini de şahmeranı da
YanıtlaSilEn merak ettiğim bölüme sıra geliyor nihayet:))
YanıtlaSilİmza: Obur
Konya'ya defalarca gittim ama bu cami ve medreselerin (Mevlananınki dışında) içine hiç girmedim. Bir daha da Konya'ya gitmek isteyeceğimi sanmıyorum, geçen yaz gitmiş ve nefretle dönmüştüm sıcak ve başka faktörler yüzünden zira.
"Şu Sille'nin ufak taşı" diye bir türkü vardı, demek o Sille bu Sille imiş:)) Hadi bakalım gezip gördüğün senin olsun yiyip içtiklerini anlat:)))
Etli ekmekleri yuvarlamıştır kesin:)
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBir rehberle gezdiniz değil mi? İletişim bilgilerini öğrenmem mümkün müdür acaba?
YanıtlaSilHandan : heyy ben de çok severek takıyorum, hep de seni hatırlıyorum çünkü sen söylemesen hayatta gümüşçüye dikkat etmezdim Konya'da:)
YanıtlaSilLeylak Dalı : evet evet, Sille'nin daşı doprağı meşhur imiş:))
YanıtlaSilAçıkçası ben de bir daha Konya'ya gitmek istemem. Ama çini görmek için Kütahya'ya bir kültür turu düzenleyebiliriz Real Fiesta ekibi olarak bilemiyorum:))
rock lee : ayıpsın yalamadan yuttum :)))))))
YanıtlaSilBir Kadın : Pronto Tur'un Konya Mevlana turu ile gittik, rehberi tur şirketi belirliyor. İsterseniz Pronto tur ile görüşün, yardımcı olurlar sanırım:)
YanıtlaSilYuzuk cok guzelmis. Gule gule kullan. Ilk kez Konya'ya gitsem mi diye dusunmeye basladim yazini okuduktan sonra.
YanıtlaSilkütahyaya gelirseniz haberim olsun, sınır bize ama işte bir bahane lazım gitmeye, ben de katılabilirim size
YanıtlaSilvejateryenkedi : işte haftasonu en fazla 1 geceliğine gidip dönülebilir. Fazlası bunaltabilir:)
YanıtlaSilHandaniko : olur valla Kütahya Çini Turu:))
YanıtlaSil