29 Ocak 2012 Pazar

Prête-moi ta main (2006)

Bu haftasonu birikmiş kitapları okumayı bir kenara bırakıp, birikmiş ucuz dvd'lerimi izlemeye karar verdim dostlar. Bunlardan biri de Prete-moi ta main idi, tam bir pazar günü romantik komedisi!


Filmin yönetmeni Eric Lartigau, senaryoyu Alain Chabat yazmış ve baş erkek rolü de kendisi oynuyor. Baş kadın oyuncu rolünde ise efsanevi Serge Gainsbourg-Jane Birkin aşkının biricik meyvesi; ne yazık ki annesinin güzelliğinden ziyade babasının çirkinliğini almış olan harika Charlotte Gainsbourg var.

Filmimizin konusuna gelince, Luis 43 yaşında bekar bir adamdır. Babası yıllar önce ölmüş, evin hakimiyeti annesi ve 5 kızkardeşine geçmiştir. Ve bu kadınlar artık Luis'in çamaşırlarını yıkamaktan bıktıkları için, onun evlenmesi için baskı yapmaya başlarlar. 31 tane sıkıcı kızla görüşen Luis, aile baskısından kurtulmak için parayla Emma'yı kiralar. Emma 2 ay Luis'in sevgilisi rolünü oynayacak, sonra düğün günü Luis'i terkedecek, Luis bunalıma girecek ve de evlilik bahsi sonsuza kadar kapanacaktır.

Charlotte Gainsbourg - Alain Chabat

Haliyle olaylar beklenmedik şekilde gelişir, Luis'in planları ters teper. Düğünün ertelenmesini Luis'in hatası olarak gören ailesi, Emma'yı geri getirmesini emreder. Luis bu sefer Emma'nın iğrenç davranmasını ister , böylece ailesi bu kızdan nefret edecek ve evlilik bahsi kapanacaktır. Ama Emma ne yapsa, Luis'in ailesi hep onu hoş görmektedirler.


Gayet eğlenceli, türün tüm kurallarına uyan, izlemesi zevkli bir film Prête-moi ta main (Sahte Gelin). Özellikle filmin baş kısımları epey şenlikli, Luis'in o anaerkil, kocaların sesi çıkmayan ailesi çok eğlenceli, klasik olarak sonlara doğru film biraz duygusallaşıyor ve kaçınılmaz mutlu son ile bitiyor.

Romantik komedi sevenler kaçırmasın:)

xo xo

El Orfanato - The Orphanage (2007)

Cumartesi gecesi evdeysen yapılacak en zevkli iş herhalde korku filmi izlemektir. Ben de aldığım fırsat dvd'lerinden birini izleyeyim de biraz korkayım dedim. Fakat El Orfanato-The Orphanage salt korku filminden öte müthiş bir dram, nefis bir filmmiş meğer dostlar.

Film, İspanyol yapımı, başrolde Belen Rueda harika oynamış. Film deniz kenarında müthiş bir malikaneye kurulmuş bir yetimhanenin etrafında dönüyor. Belen'in oynadığı kahramanımız Laura çocukken bu yetimhanede yaşamış evlat edinilene kadar. Yıllar sonra, 37 yaşında, evli ve çocuklu Laura bu koskocaman malikaneyi satın alıp ailesiyle buraya yerleşiyor. Ah gerizekalım, öyle yürüdükçe yer tahtaları gıcırdayan, kapıları garç gurç açılıp kapanan kocaman bomboş bir evde oturulur mu, zaten hata burada. Neyse, Laura ve kocası Carlos'un sevimli oğulları Simon'un hayali arkadaşı var 2 tane. Ama bu eve gelince çocuk 6 tane daha arkadaş bulduğunu söylüyor. Laura oğlanı ciddiye almasa da, Simon ortadan kaybolduğunda hayali arkadaşların bundan sorumlu olduğuna inanmaya başlıyor.



Film klasik korku filmi kalıplarını kullanıyor elbet, kendine kendine dönüp duran gıcırtılı salıncak, duvarların içinden gelen ürkünç sesler, çat çut açılan kapılar... Ama kendi hikayesini anlatırken gayet ürpertici olmayı başarıyor film, yeminle en az 2 sahnede "ananıbacını" diye yerimden sıçradım. Beri yandan film annenin evladına duyduğu sevgiyi alabildiğine güçlü bir dille anlatıyor. Öyle ki film bittiğinde korku ya da gerilim değil, çok çarpıcı, sağlam bir dram izlemiş gibi hissediyorsunuz.


Bu arada filmde kullandıkları klasik kalıplar bana çok çok eski başka bir filmi anımsattı. Hani adam tek başına kocaman bir eve taşınıyor, evde ufak bir çocuğun hayaleti mi ne varmış, merdivenlerden lastik topu atıp tutuyor, tekerlekli sandalye kendi kendine yürüyor filan... Anneeeeee:!


El Orfanato, şahane görselliği, klasik yetimhane hikayesi, ürkütücü olduğu kadar derin duygusal sahneleri ile harika bir film.  Bir gece evde yalnızken ışıkları kapatıp izleyin derim.)

xo xo

28 Ocak 2012 Cumartesi

Shutter Island (2010)

Shutter Island, Dennis Lehane'ın bizde Zindan Adası olarak yayınlanan kitabından uyarlanmış. Kitabı aldıktan sonra dvd'yi fırsat köşesinde 5 liraya bulunca romanı okuduktan sonra izlerim diye almıştım. Çok iyi etmişim. Shutter Island sağlam bir gerilim filmi, hatta tam da karanlık sinema salonunda izlenesi bir film olduğunu düşünüyorum.

Filmi izlemeden önce kitabını okudum tabii, o yüzden senaryonun inanılmaz başarılı uyarlandığını söyleyebilirim. Kitap zaten sanki film olsun diye yazılmış, sahneler hemen zihninizde canlanıyor romanı okurken. Filmi izlerken de hem tipleri, hem mekanları gördükçe "hah işte bu" dedim.

Üstat Martin Scorsese'nin yönettiği flmin başrolünde Leonardo DiCaprio oynamış. Leo artık epey yaşlandı, suratı da haşlanmış patatese benziyor ama ben bir türlü Leo'yu adam olarak düşünemiyorum. Yani benim gözümde hep çocuk, hep delikanlı, büyüyememekten muzdarip. Aviator'da da kendisini bir türlü adam yerine koyamamıştım. Bilmem size de böyle oluyor mu? Fakat bence harika oynamış filmde, onu da belirtmek gerek.


Filmin mekanları da ayrı etkileyici. Zaten etkileyici ve rahatsız edici olmaya çok müsait : Film, okyanusun ortasında tekinsiz bir adadaki, korkunç akıl hastası suçluların kapatıldığı bir hastanede geçiyor. O binalar, kale gibi C koğuşu, su damlayan zindanları andıran koridorlar, paslı demir çubuklar arkasındaki perişan delilerin hali gayet etkileyici. Leo, bu adaya kaçak bir suçluyu aramaya gelen federal polis. Adaya geldikten sonra fırtına patlak veriyor ve Leo ile ortağı adada mahsur kalıyorlar. Tabii biz de bu sıkışmışlık hissinden payımızı alıyoruz. Hastanenin başındaki doktor Cawley'i Ben Kingsley oynamış. Tam onun tipine uyan bu rolde bence çok başarılı idi.


Eğer izlemediyseniz tavsiye ederim. Güzel çekilmiş, güzel oynanmış bir gerilim filmi Shutter Island.

Bu filmden uyarlanmış bir de PC oyunu var, aylar önce almıştım, maalesef gizli obje bulma oyunu. Sevmediğimden değil ama bu konuyla keşke bir adventure oyunu olsaydı, o adada kendimizi kaybetseydik, çok daha heyecanlı olurdu. Yine de ben şimdi oyunu deneyeceğim.
 

xo xo

24 Ocak 2012 Salı

UĞUR MUMCU

Araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 Pazar günü arabasına bomba konularak katledildi. Mumcu, olası bir saldırıdan ailesini koruma maksadıyla arabaya önden binmişi. Arabası, Mumcu'nun karısı ve çocuklarının önünde paramparça olmuştu. O sokağa yayılan parçalar, deliller de bir güzel süpürülmüştü.

O günü hiç unutamadım ben, evimizdeki şoku üzüntüyü unutmadım. O günlerden kalma bir kartpostalım var, bunca yıldır kitaplığımda Can Yayınları rafında durur. Kaç yıl geçti aradan, kartpostal sarardı soldu eskidi, kaç hükümet geldi geçti, neler oldu, neler söylendi...  ama Mumcu'nun failleri hala bulunmadı.

Uğur Mumcu'yu sevgiyle, özlemle anıyorum. Unutmuyoruz, unutmayacağız, unutturmayacağız diyorum.




Işık Kansu'nun yayına hazırladığı Uğur Mumcu konuşmalarından: ( Yazı dizisi Cumhuriyet'te yayınlanıyor olacak)

‘Onlar bir gün savcı olacak’

“İmam hatip okulları ne işe yarar? Bunlar imam hatip olmuyorlar. Yargıç, savcı oluyorlar, kaymakam oluyorlar. Yapılan bir araştırma kaymakam yetiştiren bölümlerdeki öğrencilerin yüzde 41’inin ilahiyat kökenli olduğunu gösterdi. 2000 yılına doğru baktığımızda vali ilahiyat fakültesi mezunu, emniyet müdürü İslam enstitüsü mezunu, kaymakam imam hatip mezunu olacak.”


 

‘Demokraside siyasi suç olmaz’
“Anayasaya koymuşlar ‘Kimse inancından, düşüncesinden dolayı kınanamaz.’ Doğru, kınanamaz, 15 yıla mahkûm olur. İnsanlar niçin hapis yatar, niçin acı çeker? Niçin Ziverbey köşklerinden, işkence karargâhlarından geçer? Bunun bir nedeni var. Daha iyi bir dünya, daha iyi bir demokrasi için.”


“Ben Atatürkçüyüm, ben cumhuriyetçiyim, ben laikim, ben anti-emperyalistim. Ben özgürlükçüyüm. Ben Bağımsız Türkiye’den yanayım. Ben insan hakları savunucusuyum. Ben terörün karşısındayım. Ben yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Öyleyse, vurun, parçalayın! Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar çıkacaktır.”


17 Ocak 2012 Salı

Altın Küre Güzelleri

Tabii ilk önce Nicole'cüğümüze özel post yaptıktan sonra; Altın Küre ödül töreninde kim neler giymiş bir bakalım. Törenin tekrarını az  önce izledim, karılar o sımsıkı korsajların içinde rahat yürüyorlar mı, şöyle başlarını geriye atıp, giysileri kendinden emin taşıyorlar mı iyice inceledim. Kırmızı halı fotoğrafları başka, elbisenin üstte duruşu başka tabii, içinde rahat hareket edemediğin elbiseyi çıkarıp kenara koyacaksın.

Bu sene kıyafetler çoğunlukla hoştu ama yine de birbirine benziyorlardı; kabarık etekler,  kuyruklar, şu diz altına kadar dapdar gelip dizin altında volanlı volanlı açılanlar... Bu anlamda bence en farklı ve en hoş görünen isim Charlize Theron idi. Muhteşem Dior kıyafeti içindeki Charlize'e hayran kaldım :



Yine de en sevdiğim ve beğendiğim Natalie Portman oldu. O gerçek bir kraliçe, hem kuğular kraliçesi, hem İngiltere'nin hırs küpü kraliçesi Anne Boleyn, hem de çok uzaklardaki bir galaksinin cesur ve aşık kraliçesi Padme Amidala... Ayrıca en son yılların en güzel yüzlü kadını olduğunu düşünüyorum. Ben birine benzeyecek olsam onun gibi olmak isterdim. (Japon gözlü olduğum için iri iri çeki gözlere çok özeniyorum da dostlar) Natalie'nin çingiş pembe kıyafeti Lanvin'miş, bayıldım. Törende elbisenin içinde oldukça rahat görünüyordu ayrıca.




Diğer bir çarpıcı güzel de Angelina Jolie idi. Tabii biz Bugün Ne Giysem izleyerek saten giymenin ne denli zor olduğunu, satenin bütün hataları gösterdiğini vs vs öğrendik. Angelina belli ki bu programı izlemediğinden olacak, sımsıkı taş gibi üzerine oturan bir saten Versace giymiş. Kırmızı ruju da çakmış, bembeyaz mermer bir heykel gibi törene gelmiş. O kadar zayık ki, leğen kemiklerini görebiliyoruz elbisenin üzerinden. Ama ben pek sevmedim kıyafeti, törende ödül verirken de o boynu bir tuhaf göründü, bilemedim. Siz beğendiniz mi?




Habire elalemin giydiklerine laf atan Kelly Osborne, benim yorganıma benzer birşeye sarınıp gelmiş törene aahahah. O saçlar ne öyle kızım?


Mesela latin güzellerden Sophia Vergera da aynı tarz bir elbise giymiş, dize kadar dar, gerisi volanlı, ama o ne kadar güzel giyinmiş, çok beğendim:


Kate Beckinsale daha önce çok gördüğümüz tarzda bir elbise seçmiş ama esmerliğine ve teninin rengine uydurmuş elbiseyi, zaten  çok güzel bir kadın, harika görünüyor.


Dünyanın en muhteşem vücutlu kadını The Body Elle McPherson ise herhalde dolapta sakladığı gelinliğini giyip gelmiş törene, o eteğin altından fırça gibi çıkan tüllerin başka bir açıklaması olamaz:



Tanımadığım bu çirkin kız çok sevimli bir elbise giymiş. hem de beline kemeri çakıp demode görünmekten kaçınmış. Elbisesi pek rahat, oh nereye gidersen giy çık, modeli de küçükken giymek istediğimiz kabarık etekli ama modern bir kesim.


Bak bu kız da küçükken hep hayallerimizi süsleyen kabarık etekli kıyafetlerden birini giymiş ama bu transparan, götünü gösteriyor. Olmamış.


Jessica Alba'nın elbisesinin rengini çok beğendim, tenine çok yaraşmış. Kıyafeti Gucci marka imiş.


Debra Messing'i severim, ama bu tarz kıyafetleri çok gördük, artık sıkıldım :


Emma Stone'un Lanvin'i de yumuşak, dökümlü, içinde rahat edebileceğimiz tarzda bir elbise. Belinde kemer detayı var da ben ondan pek emin olamadım.


Geçen hafta Cnbc-e kanalında çocukluk filmini izlediğim Evan Rachel Wood ise törene tavuskuşu kıyafeti ile katılmayı uygun bulmuş. Bu koyu yeşil tonunu törenin eğlenceli havasına mı yakıştıramıyorum nedir, içime sinmiyor bu renk kıyafetler. Hele o tüyler müyler, tam tavus!


Madonna bacımız ise iki beden küçük The Tudors özentili dekoltesi ve burgulu Osmanbey usulü eteğiyle yine her zamanki rüküş çizgisinden sapmamayı başarmış. Bravo Maddy!


Daha çok var amma yerim bitti:)) Siz kimleri beğendiniz, kimlere güldünüz dostlar?

xo xo

16 Ocak 2012 Pazartesi

Nicole Kidman Golden Globes 2012 Red Carpet

Oscar'ın küçük kardeşi Altın Küre ödülleri dün gece dağıtıldı dostlar, pırıltılı dünyanın en meşhur ve de botokslu yıldızları da birer birer kırmızı halıda yürüyüp salındılar, nefes kesici güzellikteki kıyafetlerini biz çekiştirelim diye göğüslerini gererek sergilediler. Hatta bizim Meltem Cumburlop Altın Küre sahnesine çıktı ve Türkçe "iyi akşamlar" dedi, vay be! Neden çuvala benzer birşey giyinip biraz yersiz bir barış mesajı verdiğini anlamasam da, o sahneden Türkçe 2 kelime duymak çok ama çok hoştu bence, aferim Meltoş.

Blogumuzun kıdemli moda ikonu Nicole Kidman tabii ki türkücü kocasını koluna taktığı gibi yeni cicilerini giymiş, soluğu kırmızı halıda almıştı. Çoğunluğun tercih ettiği kabarık etekli, kuyruklu muyruklu tuvaletlere karşılık, Nicole "ben bir tanrıçayım" buyurmuş ve vücudunu inanılmaz şekilde sımsıkı saran Versace kıyafeti ile "ve Tanrı kadını yarattı" edasıyla törene katılmıştı. Nicole artık o sıpsıska Nicole değil farkında iseniz, incecik beli yusyuvarlak poposu ile heykel gibi idi maşallah!

Kıyafet gri üzeri altın zımbalı bir tasarım. Ama ben yine aynı şeyi söyleyeceğim, keşke Nicole soluk renkler yerine canlı tonları tercih etse. Kıyafet altın rengi olsa mesela ne bileyim...zaten bembeyaz, kızıl saçlı.. böyle soluk renkleri çok sevmiyorum onun üstünde.

Fakat elbisenin fitini kim yaptıysa helal olsun, pes pes pes!





Nasıl buldunuz Nicole'ü?

12 Ocak 2012 Perşembe

Doğumgünü Yemeği ve Çişli Büyü Bozma Seansı

Yeni yılın ikinci kızçeler buluşmasında Seval arkadaşımızın doğum pastasını kestik sevgili seyirciler. Aslında Kırıntı'ya gidecek idik amma karşıda oturan kızçeler eve rahat dönsünler diye buluşma yerini Mecidiyeköy Green Cafe olarak değiştirdik. Ben hiç gitmemiştim buraya daha önce, bazı arkadaşların dediğine göre eskiden çok loş bir mekanmış burası, elleşip öpüşmeye gelirmiş gençler buraya bol bol ahahah. Kayıtlara geçsin ki, biz gittiğimizde mekan gayet aydınlık idi:))

Green Cafe, Ortaklar Caddesinde, Mudo Outlet'in çaprazında imiş, hazır gelmiş, outlet bulmuşken buraya da bir uğradık Kübra'yla, kavanoz aldı Kübracık evine. Ben de kardan adamlı porselen kumbara beğendim, belki sonra alırım, çünkü bir kardan adam istiyorum epeydir. Boyner mağazasında bir tane ev süsü kardan adam görmüştüm ama onu alıp eve koysam Kedicik tırnak törpüsü olarak kullanarak parçalar zannediyorum. Bunları düşünerek mağazada dolanırken Deniz bizi yakaladı, hatta Fatoooş diye seslendi bana her zamanki gibi:))

Birbirimizi bulunca hemen çıkıp mekanı aradık, biraz ileride, kaldırım hizasından aşağıda, yerin dibindeydi gittiğimiz yer. Kafenin girişinde kocaman bir palmiye vardı; ortalık tropik orman gibiydi, kapının ağzına da kurbağa koymuşlar kocaman bitane; gelip geçen oldukça vırraklıyordu eleman.


Restoran kısmında, duvarın tavana yakın kısmına çepeçevre tren ağı döşemişler, arada sırada çuf çuf dönüp duruyor idi tepemizde, hoşumuza gitti.

Ben önceki bir yazımda bahsettiğim 1960'lar esintili kısa elbiseyi giymiştim, yollarda dondum bütün gün tahmin edersiniz ki bu kıyafetle;  Lady Charlotte da oturduğumuz sırada "aaa götün görünüyor Judy" demesin mi, bilemedim artık, inşallah şirkette adım çıkmamıştır dostlar :((


En fazla övgüyü ise elbiseye uysun diye aldığım renkli boncuklar topladı tabii, ben de onları çok sevmiştim biliyorsunuz. Tanesi 10 liraya kaldıysa 2 tane daha alıp boynuma kat kat dolasam; çok mu Mr T gibi olurum, onu kestiremedim henüz.


Yemekte çok güldük, en çok da büyü bozma hikayesinde yerlere yattık. Birinin bir tanıdığı, adına Mişka diyelim; evini dayısının oğlunun arkadaşlarına mı, dıdısının bıdısına mı artık kimse, 7 tane ergen oğlana vermiş birkaç gün kalsınlar, iyilik olsun diyeymiş. Garsoniyer vermek ne zamandır sevap oldu anlamadım ama ahahaha:))) Neyse sonra bu Mişka evine döndüğünde ne görsün? Duvarlara biri elleriyle yağ sürmüş, (ya da  ergenler çok mu eğlendiler acaba??)  ödü patlamış Mişka'nın, aklına tek gelen birinin ona büyü yaptığı ve duvarlara domuz yağı sürdüğü olmuş. Yemeden içmmeden annesiyle beraber bir hocaya gitmişler, hoca da "ananla ikiniz aynı kaba işeyeceksiniz, evin duvarlarına o çişi dökeceksiniz, öyle bozulur büyü" demiş aaahahahahah:))))) Bunlar da eve gelip ana kız göt göte vermişler, Lombak gibi lan aynen, leğene işemişler şar şar, sonra da şırıngayla büyülü duvarlara çiş zerketmişler ahahahaha. Büyü bozulmuş mu bilmiyorum ama biz çok güldük bu olanlara:))) Acaba leğeni de hoca efendi mi tutuyordu onu da öğrenemedik, öyle ya adamın da bir karı olmalı idi bu işten hey yaleppim :)))


Yemekte antrikot, fileminyon, ızgara tabağı, mozarellalı bonfile seçtik. Izgara tabakları dopdolu idiler; antrikotlar kocamandı; fleminyon da gayet iyiydi... Bizim bonfileler ise cücük kadar geldi yeminle; berikilere bol keseden dağıtıp etin kalanını bize pay ettiler de ufacıcık mı kaldı bize anlamadım. Ben doydum tabii midem küçük olduğu için yine ama diğerleri epey bir söylendi:)) Benim de gözüm doymadı:)


Ama asıl bomba filtre kahve idi, doğum pastasıyla içmek için kahve söyledik, ay amaannn french press'in yarısına kadar kahve koyup getirmişler, şoka girdim ben bir kahve bağımlısı olarak, bakakaldım. Ömrümde bu kadar az kahve görmemiştim dostlar. Garson küçük bir kızdı, "ben birşey bilmiyorum" dedi çıktı işin içinden. Biz de onun üstünü çağırıp bir posta olay çıkarttık; hızımızı alamayıp bir posta da hesap ödeme esnasında olay çıkarttık. Hesabı ayrı ayrı ödeyeceğiz dedik, tabii garson kızcağıza inme indi, 9 kişiydik, tek tek hesaplaması imkansızdı... Tabii biz her zaman hesabı kaç kişiysek bölüp öyle öderiz. Tek tek o bunu yedi, ben şunu yedim diye hesaplamayız. Bunu bilemeyen kızcağız gitti, geri geldi, süklüm püklüm bizi kasaya davet etti... O zaman ben de uzatmadan "pos makinesi getir, herkesten şu kadar çekeceksin evladım" dedim. Arzu niye parayı buçuklu söyleyip kızın başına iş çıkartmadım diye kızdı. "Ayol kızcağız senin yarı yaşında" deyince sustu ama:)))

Restorandan çıkınca yine üşüdüm, öff güzel olmak ne kadar zor kardeşim, şıklık uğruna titredim yahu zangır zangır. Neyse ertesi gün mis gibi uzun paçalı içdonumu giydim, sıcacık geldim işime de rahat ettim ohhh:)))

Aman dikkat, üşütmeyin kendinizi bu havalarda.

xo xo


NOT: yahu elimde değil, o işeme olayını her dinleyişimde aklıma şu görüntü geliyor ahahah:


10 Ocak 2012 Salı

Kate Alert : Tezekli Gala Gecesi

Pazar gecesi, ailemizin çüküprensi William ile güzel düşesi Kate, Steven Spielberg'in yeni filmi WAR HORSE'un galasına katıldılar Londra'da dostlar. Film bir romandan uyarlama imiş, filmin müziğini de John Williams yapmış sağolsun canım benim. Filmin kahramanı bir at, dolayısıyla başrol oyuncusu da at ve bu atı da kırmızı halıda yürütmüşler, bol bol salmıştır hayvancağız artık halıya tezekleri ahahaah:))

Düşes Kate bu tezekli gala gecesinde, kırmızı halıda dantelli uzun bir tuvalet ile yürüdü (Kıyafet Temperley modaevinden imiş). Upuzun etekleri, dalga dalga saçları ve pırlantalı safir nişan yüzüğü ile Düşes hazretleri kırmızı halıda uçar gibi süzülürken; prens kocası da itinayla aman fönü bozulmasın diye karısına şemsiye tutuyordu:





Elbisenin yakasına bayıldım, gerdanımı açmayı sevdiğim için bu tarz yakalar çok hoşuma gidiyor. Keşke Kate saçlarını iki yandan elmaz tokalarla tutturup göğsünü bağrını biraz açsaydı. Saçları şahane ama bazen toplasa daha çok hoşuma gidebilirdi.



Düşes'in kadife çantası, geçen McQueen kadife tuvaletle taşıdığı çanta sanırsam.
Ben bu haberleri İngiliz boyalı don basınından takip ediyorum biliyorsunuz. İşte o "gaste" Kate'in bileziğine "gümüş" demiş, a gerizekalılar, elmas o elmas aahahaahah, kraliyet elması hem de:))

Ben bu tarz kıyafetleri pek sevmiyorum, Kate çok güzel ve uzun olduğu için ona yaraşmış, kibar ve zarif görünüyor. Ama bence çanta olmamış.

Siz ne dersiniz, beğendiniz mi Kate'in bu halini?

xo xo

8 Ocak 2012 Pazar

Fatoş Alarmı ve İndirim Ganimetleri

Kızçeler ekibinde hepimizin 1 kod adı var, yani tek bir kod ismi hepimiz birden kullanıyoruz : Fatoş! Mesela kalabalık bir mağazaya girdik, herkes ayrı bir köşeye doğru uzaklaştı, birbirimize Fatooşşş! diye sesleniyoruz, Fatoş alarmını duyan ortaya geliyor ve mağazadan çıkıyoruz. Ya da geçen akşam olduğu gibi, Lady Charlotte ve ben geride kalmışız, diğerleri Starbucks'a gidip bir köşe bulmuşlar, biz içeri girince Fatoooş! diye sesleniyorlar, hemen buluyoruz birbirimizi. geçen akşam da Deniz seslendi bana Fatoooşş diye, tabii hemen dönüp bakınca, bizimkileri oturdukları ücra masada bulabildim. Tabii Charlotte canım şoke oldu, "fatoş diye sesleniyorlar niye dönüp bakıyorsun" diye:)) Deniz de "o adını biliyor" demez mi, aman ne güldük:))

Eee nasıl gidiyor yeni yıl, menun musunuz? Ben şimdilik pek değilim sanırsam. Yılbaşı ertesi pazar günü dilimde yara çıktı, hani aft gibi şeyler çıkıp ağzınızın tadının içine eder ya ondan. İlaç alıp sürmeyi akıl edene kadar 2 gün dilimi çiğnedim, ne pis bir şey şerefsiz aft. Hafta boyu da hep yorgundum, hem yoğun hem de gergin geçti yılın ilk iş haftası. Ne bileyim ondan herhalde, sürekli domuz suratlıydım bu hafta, pek az güldüm, kızçeler buluşmasında bile keyiflenemedim, hatta bu havada Starbucks'da dışarıda oturdular diye hepsini tersledim:)) Bir de üstüne Cumartesi işe gittim, telafi çalışması vardı borcumuzu ödedik. Hani geçen kurban bayramında 1 hafta evde yatıp yuvarlanmıştık ya, o fazladan tatil yaptığımız 2 günü telafi etmek için 2 cumartesi işe geldik. Biri Konya dönüşü yorgunluktan geberdiğim cumartesi idi, diğeri de dün oldu, bitti çok şükür borcumuzu ödedik.

Bunun dışında yılın ilk haftası indirimleri sömürdüm diyebilirim. Üstelik öten çantamla! Evet, 2 senelik çantamın alarmı mı canlandı ne oldu artık bilmiyorum Allahın belası, ben mağazalara girerken ötmeye başladı! Nasıl asabım bozuldu anlatamam. Her yerde ötmüyor bir de, bazı dükkanlarda ötüyor, her yere girerken bir sinir harbi yaşıyorum, ulan ya öterse diye.

İlk vaka Akmerkez Mango'da yaşandı, mağazaya girerken ciyuv ciyuv öttüm. Ulan bas geri çık di mi, yok panikle içeri girdim, gördüğüm ilk elbiseyi (tabii en ucuz olanını) alıp denemeden kasaya koştum, ödeme yapıp çıktığımda haliyle yine öttüm ciyuv ciyuv, kasada torba kontrol edildi, "burada alarm kalmamış" dediler, yani burada birşey çalmamışsınız ama herhalde başka bir yerde çalmışsınızdır manasında! Öte öte kaçtım oradan. Elbiseyi de bizim şirketin yılbaşı partisinde giydim, ama çok vücuda yapışan triko tarzı birşeydi, insanın götü göbeği meydana çıkıyor:


Sonra geçen hafta kızçelerle Zara'ya girerken yine öttüm covcovcov ... Seval deli kız kenardan "aaa hanımın çantası öttü, ne var acaba içinde " demez mi, sonra da "neden kızardın Aslı" diye dalga geçmez mi, ne kızarması mosmor oldum:))) Neyse bu işin çözümü çok kolaymış meğer, Seval'le kasaya gittik, çantayı verip alarmını öldürttük, ben de ondan sonra bütün mağazalara rahat rahat girip çıkmaya başladım:))

Bizim buluştuğumuz gün indirimlerin ilk günü idi, Cevahir'deki mağazaların rezilliğini, milletimizin görgüsüzlüğünü size anlatamam. Masalar, raflar, askılar yağmalanmış, kıyafetler üstüste yığılmış, yerlere dağıtılmış.. Herşey yerlerde sürünüyordu yazık günah. Ortalık pazar alanından beter, yağma var resmen, her bir mağazadaki 700 metrelik kuyruğu saymıyorum zaten. Mağazaları o şekilde görünce elimi sürmek istemiyorum, en ufak bir zevk kalmıyor bende.

O yüzden Cuma iş çıkışı eve dönerken Metrocity'e uğrayayım dedim. Burada mağazalar çok düzenli, öyle yağmalanmış görüntü olmuyor aklınızda bulunsun. Epey dolaştım, sonunda yine Zara'da buldum ganimetlerimi.

İşe giderken giymek için günlük, yünlü, insanı epey sıcak tutan bir elbise aldım. Sıcak olmak benim için çok önemli, şimdi zayıfladım diye hep güzel giyinmek istiyorum ama güzel giyinmenin genelde üşümek anlamına geldiğini öğrendim, o da asla bana uymayan bir durum, üşümeyi hiç sevmem. Hem sıcak hem hoş olmak için bu elbise ideal:



Bir de Pazartesi akşamı Seval'in doğumgününde giymek için elbise kaptım, aslında Seval'e hediye almaya gelmiştim, kendime çalıştım, tuhaf oldu:)))



Tabii bu havada elbiseyi çıplak tene giyemeyeceğim için beni bir düşünce aldı, nasıl giyerim nasıl ederim diye düşünerek mağazada dolaşırken, boğazlı ufacıcık kazakları gördüm, hah, elbisenin içine kazak, altına da Hotiç'ten aldığım yağmur çizmelerini giyeceğim:


Daha önceden aldığım karizmatik ağa çizmelerim yağmurda su çekince moralim bozulmuştu, ayaklarımın ıslanıp üşümesinden de feci şekilde rahatsız olurum (aynen kediler gibi). Hotiç'tekilere göre de, deri ne olursa olsun su çekermiş, gözenekli olduğu için. Ben de nihayet bu botları aldım, altı yağmur çizmesi gibi su geçirmez, üstü deri, çizme gibi şık görünüyor. Böylece o ağır yağmur botlarından giyip balıkçı Ali gibi ortalıkta dolaşmama gerek kalmadı. Oh çok memnun kaldım. Kıyafetimi tamamlamak için de Accessorize indirimden upuzun renkli boncuk kolye aldım 2 tane, bunları boynuma dolayacağım, böylece 60'lı yıllar tarzına benzettiğim elbisemin konseptini tamamlamış oldum. (Bugün Ne Giysem'e katılıyorum sanki, salak:)))

Dün akşam da işten çıkınca Akmerkez'e uğradım, annemle kendime Calzedonia'dan yumuşak ve kalın ev çorapları aldım. Bu Calzedonia güzel ama pahalı bir dükkan, sezonda hiç birşey almam buradan, şimdi %50 indirimde, uğramakta faide görüyorum dostlar. Benim gibi opak çorap düşkünü iseniz ya da desenli külotlu çorap seviyorsanız bir bakın derim.

Yeni yılın bir haftası böyle geçti işte dostlar, gelecek haftalarda daha neşeli olup daha çok yazı yazmayı ümit ediyorum. Herkese güzel günler, bol indirimli alışverişler dilerim:)

xo xo